KONSTANTINOS KAVAFİS

Çağdaş Yunan şairlerinin en özgünü, en gizlisi, hiç kuşkusuz Konstantinos Kavafis'tir (1863-1933). İskenderiye'de doğdu, silik bir memur ve yalnız şair hayatı yaşadı. "Kalmak Üzere" diye eşcinsel deneyimlerinde yaşadığı ender anları dizeleştirmek istedi, ama onu asıl çağcıl yapan özellik, Büyük İskender'in fetihlerinden doğduğu kenti işgal eden Victoria çağı Medler'ine kadar geçen süre içinde Hellen dünyasının yaşadığı değişkenlikleri sürekli olarak düşünmüş olmasıdır. Bunun tarih anlayışıdır.

Yıkılmış bir eşraf ve tüccar ailedendi, bu nedenle olacak, geçmişi şimdide yaşatmaya, geçmişin ve şimdinin ezilmişlerini özdeşleştirerek birbirine karıştırmaya önem verdi. Bir bilgenin hoş gören alaycılığıyla, siyasal, dinsel ya da ahlâksal zorbalıkların ezdiği insanın sürekli niteliklerini ortaya çıkarmaya çalıştı. Hellen İmparatorluğu'nun çöküşü ile Mısır'daki Yunan kolonisinin XX. yüzyılda yıkılışını aynı trajik duyguda birleştiren sesi - sır saklayan, ağzı sıkı bir ses - köklü ve derin bir eleştiri içerir, ama bu eleştiri güncel dünyaya karşı ilgisizdir.

Bir münzevi

Pedros Kavafis ile Harikleya Fotiyadi'nin dokuzuncu çocuğuydu. İkisi de Fenerli Rum olan anababası Mısır'a 1850 yılında yerleşmişlerdi. Konstantinos 29 Nisan 1863 günü İskenderiye'de doğdu. Kendi sınıfı içinde bir büyük “senyör" hayatı yaşayan babası, pamuk "patlaması"ndan paylarını almaya gelen İngiliz işadamları karşısında kendini boş yere savunmak zorunda kaldı. Arkasında pek az şey bırakarak 1870 yılında öldü, yedi oğlunu yetiştirmek görevi de dul karısı Harikleya'ya kaldı.

Aile 1872 yılında İngiltere'ye göçtü. Konstantinos, Shakespeare ve Gibbon'ın metinlerini çözümleyerek öğrenimini burada sürdürdü. Babadan kalan şirket 1876 bunalımı sırasında batınca aile 1880 yılında İskenderiye'ye dönmek zorunda kaldı. Harikleya ailenin eski toplumsal düzeyini tutturmak için epeyce uğraştı. Ama artık olanaksızdı: İngiliz bankacıların "değerli hizmetkârları"ndan oluşan yeni bir Yunanı sınıfı oluşmuştu.

Ağabeyleri memur olurken Konstantinos okula başladı. "Uğursuz İskender (Aleksandros) sözcüğü"nde gelip duran bir tarih sözlüğü yazmaya koyuldu. Yabancıların aşırı tutumları Arabî Paşa'nın önderliğini yaptığı Mısır ulusal devrimine yol açtı. Bunun üzerine İngilizler 1882 yılında İskenderiye'yi işgal ettiler. Harikleya çocuklarıyla birlikte İskenderiye'den uzaklaşıp İstanbul'a sığındı.

Konstantinos bu durumdan yararlanarak Yunan klasiklerini ve Bizans tarihçilerini incelemeye başladı. Sıradan şairleri öykünen şiirler yazdı, ilk eşcinsel deneyimlerini yaşadı. Erginlik çağına gelince ağabeylerinden biriyle birlikte, babasının ayrıldığı Yunan vatandaşlığına girdi. 1885 yılında tekrar İskenderiye'ye döndü; annesi de kendisiyle birlikte geldi. Savaş kenti tepeden tırnağa değiştirmiş, işgal ise canına okumuştu; gelenekler, ahlâk değerleri umursanmıyordu, ticaret hayatının durgunluğu bir çöküş döneminin başladığını haber veriyordu.

Konstantinos yanan evleri için tazminat alan aileden yardım göreceğini ve kendini yazın yaşamına verebileceğini düşlüyordu. Boş hayaller. Ücretsiz bir staj döneminden sonra 1892 yılında Bayındırlık Bakanlığı'na girmek zorunda kaldı: İngilizler'in yönetip denetlediği bir Mısır kuruluşunda çalışan bir Yunan vatandaşıydı, bu yüzden önemli bir yer edinemedi. Bir düşüştü bu ama ancak otuz yıl örnek hizmetten sonra istifa edecektir bu görevden.

1891-1900 yılları arasında gazetecilik yaptı, Lord Elgin'in götürdüğü Parthenon fresklerinin geri verilmesini, Kıbrıs için "enosis"i savundu; kendisi gibi Mısır'da memurluk yapan Samsat Lukianos'u, Bizans şairlerini, Filostrates'i, John Keats ve Shakespeare'i inceledi. Aynı dönemde, borsa simsarı olmayı başardı ve biraz para biriktirdi. 1897 yılının mayıs ve haziran aylarında Londra ve Paris'e tatil yapmaya gitti.

Yunan-Türk savaşını acıklı sonucu, öteki Mısırlı Yunanlar gibi Kavafis'i de İngiliz egemenliğini kabul etmeye yöneltti, "düşünülüp kabul edilmiş bir uyum"du bu. Mehdizmin (Mahdizm) Mısır-İngiliz işbirliğiyle ezilmesi (1898) şaire çok dokundu ve "Barbarları Beklerken" adlı şiirini esinlendirdi. 1901, 1903, 1905 yıllarında yaz tatilini Yunanistan'da geçirdi. Kendisini, Gregorios Ksenopulos'a "İskenderiyeli Tacir" olarak tanıttı.

Atinalı yazar, bir makalesinde, Konstantinos Kavafis'in yayımladığı bir düzine kadar şiirin özgünlük ve garip çekiciliğinden söz eder. Ama bununla birlikte İskenderiyeli şair, Atinalı meslekdaşlarınca alaya alındı, gülünç karşılandı. İskenderiyeli genç burjuvaların keşfettiği şair 1907'den sonra Nea Zoi ve Grammata gibi dergilerin çalışmalarına katıldı. Bu durumun onun kişiliği üzerinde olumlu etkileri oldu, gerginliği azaldı ve şiiri yeni alanlara yöneldi. İngiliz yazarı Edmond M. Forster, "dünyaya karşı epeyce kapalı ilişkisi"ne de değinerek şairi İngiltere'de tanıttı.

Daha sonra Yunan aydınları onun dilinin ve dünya görüşünün tadına varmaya başladılar. 1932 yılında Yunanistan'a yaptığı yolculuk sırasında ünlendiğine tanık oldu: Gırtlak kanseri ameliyatı geçirdiği hastane odasının önünde uzun ziyaretçi kuyrukları oluştu. Kavafis ailesinin son erkek temsilcisi, İskenderiye'ye döndükten kısa bir süre sonra 29 Nisan 1933'te öldü.

Dil

Kavafis çok az yazdı, yazdığından daha azını yayınladı. Kendi varlığından ağır ağır damıtarak, yazdıklarının bir bölümünü atar, atmadıklarını da durmadan düzeltirdi. Elimizde yüz elli dört şiiri var. Çok erken şiir yazmaya başlayan Kavafis çeşitli akımlardan - romantik, parnasyen, sembolist - söyleyiş teknikleri aldı, ama kendi düşüncesini dile getirmeye uygun dili ancak kırk yaşına geldiği zaman buldu.

Yaradılışı ve oluşumu gereği, fazla sözden, Kostis Palamas'ın özelliği olan coşkun lirizmden hoşlanmadı, olayları, eylemleri ve insanların davranışlarını soğuk bir tarzda betimlemeyi yeğledi. İnsan ruhunun anlamı belirsiz mesajlarını açıklamaktan uzak durur, buna karşın, bilincin kolayca anlaşılır yapılarını yorumlamaya çalışırdı. İmgelemin dengeli kullanımının buldurduğu şeylerden yaralanmak için, "gülünç abartmaları", kapı dışarı eder ve belagati kendinden uzak tutardı.

Yazdığı yüz kırk şiir arasından ancak on dördünü kitap olarak yayımlamak için 1904 yılında yaptığı seçim, katı ve keskin bir eleştiri duygusuna sahip olduğunu gösteriyor. Şiirlerini 1911 yılından itibaren tek tek sayfalar (feuille volante) halinde yayımlamaya başladı, bu sayfaları belli aralıklarla ciltletiyordu. Şiirlerini bir tek kitapta toplayıp yayımlamaya bir türlü karar veremedi. Bu işi mirasçısı 1935 yılında yaptı ve şiirleri lüks baskıyla yayımlandı. Bu baskıda, zaman dizinsel sorunlar, izlek sorunları titizlikle gözden geçirildi.

Başlangçta Kavafis'in, Coleridge'in simgeler kuramını ve Baudelaire'in estetiğini benimsediği açıkça görülür. 1891 yılında Baudelaire'in "Correspondances" şiirini çevirdi ama yayımlamadı. Mumlar (1893), Kent (1894). Duvarlar (1896), Pencereler (1897), Yaşlı Bir Adam (1897). Termopiller (1901) başlıklı şiirlerinde ele aldığı izlekler onun saplantılarını ele verirler. Yaşlanma, boşa harcanmış yaşam, ayrıksı ve toplumdan uzak yaşayış ve her ne pahasına olursa olsun bu durumdan kurtulma arzusu, insanların ve tanrıların yolsuz davranışları, yitik bir davaya umutsuz bağlanış. Tarihsel çerçeve belirsiz, dahası dekoratif olsa da Medler'le yapılan savaşlar, Truva, Neron dönemi Roması ya da Barbarlar zamanı Bizansı söz konusudur: Homeros, Theokritos, Plutarkhos, Lukianos ve Dante kimi zaman adlarıyla anılıyorlarsa da çağcıllardan - Baudelaire, Verlaine, Thomson, Hardy - yapılan alıntılar oldukça belirgindir.

Halk dilinin ateşli yandaşı olan Kavafis "Söz sanatçısının görevi güzel ile yaşayanı birleştirmektir" derdi. Dilinde İskenderiye ve İstanbul Rumlarının dillerinin derin izleri vardır.

Şair yapmacık sözü değil, esinlendirici, açık seçik sözü arar. Eski yazarlardan aldığı sözcükler, bir çağı, bir atmosferi, bir anlayışı kısa ve özlü bu şekilde dile getirmesine yardımcı olurlar. Fiillerin egemen olduğu aşırı sade (yalın), bileşik sözcüklere yer vermeyen, imge ve sıfat bakımından cimri - ama en yıpranmışlarını bile gençleştiren, bir dil. "Bunca soğuk dilin çekiciliği, tutkuları ustalıkla yonettiğini bize duyumsatmasından kaynaklanır," diye belirtir Dimaras. Soğuk olmaktan çok yansız (nötr), gizliden gizliye ince, öykünülmesi olanaksız bir dil.

İambik ölçüye (Yunan ve Latin şiirinde kısa bir heceden sonra gelen bir uzun heceden ibaret ölçü birimi) göre yazılan dize oldukça esnektir ama düzgün söyleyişe (prosodie) sıkı sıkıya bağlıdır. Şair kendini uyak yapmaya zorlamaz ama uyak kullanır, uyakları zengin ve çoğu zaman eşseslidir. Tekrarlar, ses düzenleri, iç uyaklar ve ses yinelemeleri bu eksiltili (elliptique), anıştırmalı üslubun en belirgin özellikleridir; jestlere, belirsiz mime başvurur, yüksekten atma'dan mırıltıya, anıştırmadan itirafa geçer hemen. Şair, elli yaşından sonra, sessizliklerin gücünden yararlanacaktır: Ortam ve koşullar ve çerçeve verilmiştir, ama nesne ortada görünmez, tıpkı bir heykel kaidesi gibi; boşluğun trajedisi; "Teodotos"; "Kesarion"; "Haydi. Lakedemonyalılar'ın kralı!"; "Aleksandr lanneos ile Aleksandra" adlı şiirleri bu yöntemin en iyi örnekleridir.

Bir Hellen dünyası yorumcusu

Kavafis kendisi için "Ben yaşlılığın şairiyim," diyordu. Yorgo Seferis 1946 yılında şöyle yazar: “Belli bir evreden sonra, ki ben bu evreyi 1910 dolaylarından başlatıyorum, Kavafis'in yapıtı bir şiirler dizisi olarak değil, yazılışı ölümle sona erecek tek bir şiir olarak okunmalı ve değerlendirilmelidir".

Kavafis'in 1891 yılından başlayarak günü gününe tuttuğu ve yakınlarda ortaya çıkan zamandizinsel liste, kendini "İthaka" ve "Tanrı Antonius'a Sırt Çeviriyor"a yönlendiren şairin yönelimi için 1910'un önemli bir tarih olduğunu kanıtlamaktadır. Bu yeni Odisseus, bu yeni Antonius, yaşamın gerçek anlamının şiirsel yaratı olduğunu göstermektedir. Aradığı toplumsal başarı belki gelecektir, ama bu arayış sırasında tattığı zevkler, yaptığı aşırılıklar, edindiği bilgi, zenginliklerin çok üzerindedir; bütün bunlar şiirsel alanını sınırlandıran ve verimli kılan şeylerdir.

Tarihsel çarpışmanın bütün kaynaklarını keşfeder. Kendisine benzeyen kişileri ya da bugünün olaylarına benzeyen olayları dile getirirken, heyecanı yoğunlaştırmaya, onu düzenlemeye çalışır. Odisseus'un bilgeliği, Antonius'un saygınlığı, şairin bilgeliği ve saygınlığı, aynı heyacanı, aynı düşünü, aynı duyguyu uyandırmak için birleşirler. Şairin dünün ve bugünün Hellen dünyasından hazırladığı imge kendini bu yolla gerçekleştirir:

Vatansızlık; güçsüz bir ulusal düşünce; bağlayıcı geleneklerin yokluğu; insanların görenek ve etik özgürlükleri. Böylece, derleyicilerin, dil bilginlerinin, tarihçilerin, sofistlerin, Hıristiyan vaizlerinin ve vakanüvis imparatorların çağlar boyu biriktirdiği zenginlikler. İskenderiye, Yunan-Roma ve Bizans mirasları, bütün bilgiler, şairin duyarlığından süzülerek, birbirinden ayrılmaz geçmiş ve şimdinin nabız atışları oluyorlar. Magnesia ve Pydna, Korinthios'un yağmalanması gibi, Hellenliğin eski bozgunları, Edirne'nin yağmalanmasının, Bizans'ın düşüşünün, İzmir felaketinin bütün canlılığını koruduğu acılı halk geleneğiyle özdeşleşmektedir.

Çağının eleştiricisi

Tarihle beslenen, gençliğinde Mısır, İngiltere ve Türkiye arasında savrulan, fiyatların uluslararası bunalıma göre değiştiği borsada simsarlık yapan Kavafis, Pax Romana (Roma barışı, Roma egemenliği) ile Pax Britannica (İngiliz barışı, İngiliz egemenliği) arasında birçok benzerlik keşfeder. Osmanlı İmparatorluğu'nun parçalanmasından sonra ortaya çıkan çarpıcı benzerliklerdir bunlar: Egemenliklerini gerçekleştirmek için uydu kralların boşuna çabaları, Dimitrios I. Soter'in sonuçsuz girişimleri, Orofernis'in gecikmiş davranışı, Makkabiler'in köpeksiliği, Aleksandros lanneos ile Aleksandra'nın idam edilen dindaşlarının cesetleri karşısında durumu, saray zorbalıkları ve ihtilalleri, yazgının seçtiği genç kurbanlar. Alın yazgısının bu belli evreni, dünün düzenidir, ama aynı zamanda bugünün de düzenidir.

Seferis, Kavafis'in dünyasının, ülkelerin kentlerin, çağların, insanların ilkin parıldadığı sonra sönükleştiği bir dünya olduğunu belirtmiştir. Tıpkı, XX. yüzyılın sınırında, Muhteşem İsmail'in altın çağı ile Cromer'in yerleşik başıbozukluğu arasında kalan İskenderiye gibi. Agora, bilardo salonlarında, meyhanelerde tekrar yaşar; denizin ve serüvenin peşinden koşan, meraklı, nazik ve konuksever, durmadan söylev çeken, şarap ve batının başına gelen felaketlerin anısıyla demlenen Yunanlar.

İnce zevklerin peşinden giden şair, eski Yunan-Roma insanlarının serüvencilerin, sahtekârların, çıkarcıların, hesaplar içinde debelenen dolandırıcıların, korku ve hayal kırıklıkları yüzünden birbirlerine kurdukları tuzakların kalıbına dökerek bu hünsa dünyaya biçim vermeye çalışır.

Bunların yanında, birkaç yüce yürekli anne, isimsiz kahramanlar ve Kavafis dünyasına özgü direnmeciler yer alırlar: Zayıf ya da kusurlu, ama sadık, ister Roma (Şanlı Antiolios'a; Bir İtalya Kıyısında), ister Bizans (Serapion Rahibi; Ölürse Eğer), ister Arap (Emilianos Monai) zulmü olsun zulüm için vazgeçilmez varlıklar. Ve öteki direnmeciler, bütün günahlardan uzak yeniyetmeler.

Gizli şair

Sürekli ayrılıkçı konumu yüzunden - aşkta, politikada, sanat anlayışında - Kavafis, saldırı hamlelerini önceden sezmek, kendisini savunmak için silahlar üretmek zorunda kaldı her zaman. Yapıtında sürekli olarak anlam gizleme gereksinimini bu nedenle duymuş olmalı. Bununla birlikte, yapıtının sadık bir imgesini vermeye önem verir. Bu yüzden, şiirlerin kapalı kalan bölümlerini bir tarihle, bir başlıkla, gerektiğinde yeni bir şiirle aydınlatarak bu imgeyi korumaya dikkat eder. Başlangıçta kendine saptadığı zaman ve mekânın sınırları içinde kalır kesinlikle: Hellenistik çağ, XIV. yüzyıla kadar Bizans çağı, İskenderiye'de güncel (actuelle) yaşam.

Kavafis kimi bitmiş şiirlerini yayımlamak istemedi, ölümünden otuz yıl sonra bulunan bu şiirler arasında, "Alındı" (İstanbul'un Osmanlılar tarafından alınması), "27 Haziran 1906, Öğleden Sonra İki" (Oğlu İngilizler tarafından asılan bir Mısırlı ananı dokunaklı ağıtı) gibi halk tarzında yazılmış olanlar yer alıyor. Ama şairin yapıtının bütünlüğünü yaralamamak dikkatine bu konuda bağlı kalmak gerekir. "Çok yazık, diyordu ölümünden önce, yazımını bitiremediğim yirmi beş şiir var hâlâ."

Ölümünden sonra yayınlanan "Gizli" adlı şiirinde, kişiliğinin gizlerini eylemlerinin dikkat çekmeyen yönlerinde ve şiirlerinin en kapalılarında aramamızı salık verir. Gereksiz tasa, diye ekler, çünkü bir süre sonra, "daha iyi bir toplumda", hiç kuşkusuz kendisine benzeyen ama özgürce davranacak bir başkası ayağa kalkacaktır. Yok olmakta olan bir toplumun içinde, bu söz sanatı soylusunun yeni bir çağın düşünsel ve ahlâksal özlemlerine öncülük yapmak inancını açıklayan sözlerdir bunlar.

STRATİS TSİRKAS
Konstantinos Kavafis, Bütün Şiirleri, S. 5-10

ŞİİRLERİ



ARKADAŞINIZA GÖNDERMEK İÇİN:





ŞİİR PARKI