UZUUUN BİR ŞİİR: CAHİDE İLE SAFDER

Yıl 1952. Safder Kartoğlu, filinta gibi bir delikanlı; deniz gözlü, güneş saçlı. Elinden kitap düşürmediği Kastamonu Parasız Yatılı’dan sonra Ankara Hukuk Fakültesi’ne gider. Ama sömestrde geldiği memleketi Devrek’ten Ankara’ya dönemez; otobüs parası bile çıkışmayınca. O da Zonguldak’a gider. Sınavı kazanarak küçük bir memur olur; Zonguldak Devlet Hastanesi Hasta Kabul Memuru.

Cahide Güven’se, memleketi Çanakkale’den İstanbul Şişli Hemşire ve Laborant Okulu’na gitmiş, Zonguldak Devlet Hastanesi’ne atanmıştır. Dal gibi güzel mi güzel bir hemşire. Yeşil gözleri, siyah saçları, pürüpak teni ile bir beyaz melek.

Safder, Cahide’yi ilk gördüğünde vurulur. Kendini bu kent kültürü almış genç ve güzel kadın karşısında biraz taşralı bulsa da öylesine temiz, mert ve yakışıklıdır ki, Cahide’nin de ilgisini çekmeyi başarır. Arkadaş olurlar. Yüksek ökçeli topuklarını vura vura yürür Cahide ve Safder onu ayak seslerinden tanır. Kimi nöbet gecelerinde Cahide, Safder’in odasına uğrar.

Yine bir gece Cahide, Safder’in karşısındadır... Safder’in yüreği küt küt. Gözleri Cahide’nin gözlerinde. Kenan Harun’un şiirini ezbere okumaya başlar. Ağır ağır... Tane tane... Şiirin her sözcüğüne coşkusunu, aşkını da katarak:

‘Karım olmalısın Cahide
Yaşamalısın benimle aynı hayatı
Kavak yelleri halinde esmelisin başımdan
Bir şarkı gibi içime dolmalısın.

(.....)

Olmalısın Cahide, karım olmalısın
Zira bana ekmek kadar, su kadar
Hava kadar lazımsın.’

Şiirle yaptığı evlilik teklifini, Cahide’nin anne ve babasına şiir gibi bir mektup yazarak ve içine de bir vesikalık fotoğrafını koyarak resmileştirir. Ne kendinin ne de ailesinin Çanakkale’ye gidip kız isteyecek parası vardır. Oysa Çanakkale’de ilk radyo ve buzdolabının girdiği evlerden biridir Cahidelerin evi. Babası Hamdi Bey, dava vekilidir. Hamdi Bey ve anne Sıdıka Hanım, aldıkları mektup karşısında şaşkınlıklarını gizleyemez.

Hamdi Bey: “Bu ne cüret... Bu ne münasebetsiz bir kız isteme şekli... Bir de fotoğrafını yollamış...” dese de, kalkıp Zonguldak’a gelecek, kızı ve damadı olacak Safder’i bağrına basacak, ölene dek onlarla kesintisiz mektuplaşacak, Cahide ve Safder’in Demokrat Parti yıllarında uğradıkları haksızlıklara taaa Çanakkale’den çare arayacak, yanlarında olacaktır.

Cahide ile Safder’in üç çocukları olur: Güven, Ümit ve Can. Tevfik Fikret’in “Kıran da olsa kırıl sen, bükülme sakın!”, “Hak bellediğin bir yola yalnız gideceksin” dizeleri ilkeleri olur. Zonguldak’ta emekliye ayrılıp İstanbul’a gelirler ki, yıl artık 1983 olmuştur.

Safder

Safder gençlik yıllarında futbol, koşu, basketbol, voleybol, hentbol, masa tenisi dallarında varlık göstermiş. Devrek Gençlik Kulübü’nün de her şeyi olmuş; başkanı, futbol takımının çalıştırıcısı, kaptanı, sökülen topun dikicisi, futbol alanının çizgilerinin çizicisi, sonra da çıkıp maçlarda ölesiye oynayan oyuncusu, yöresinin en centilmen futbolcusu olmuş...

Safder, İstanbul’a gelişle birlikte Hürriyet gazetesinin Dedeler Yarışı’nda koşmaya başlar ve o gün bugündür de koşar. Yaz kış, pazartesi dışında tüm günler sabahın beşlerinde kalkar ve düşer yollara. Kimi yalnız başına, kimi kez gençlerle. Üstelik şiir okuyarak... Yanındakine de okutarak. Güneşi o doğurur... Sonra toplar, eve getirir...

Gazetesi Cumhuriyet’i ve fırından yeni çıkmış dumanı üstünde tüten ekmekle eve dönerken onu pencere önüne koyduğu yastığa dayanıp da bekleyen Cahide’dir. Ne zaman ki Safder’i görür, hemen çeker başını, koşturarak içeri gider, Safder’i saatlerce bekleyen o değilmiş gibi yatağa uzanıverir, uyuyormuş gibi yapar. Safder anahtarıyla açar kapıyı. O da Cahide’nin oyununu bozmaz, onu pencereden içeri kaçarken görmesine karşın... Hemen çayı koyar, kahvaltı masasını hazırlar, sonra seslenir: “Cahide... Sofra hazır!..”

Safder, Dedeler Yarışlarıyla yetinmez, 1995’ten bugüne ailesinin desteğiyle 5 kıtada 13 ülkede koşar. Koşu biter bitmez ilk Cahide’yi arar: “Cahide, çok rahat koştum. Şimdi madalyamı aldım.” İşte, Güney Amerika ve Antartika’da da koşarsa Rekorlar Kitabı’na “dünyanın 7 kıtasında koşan en yaşlı atleti” olarak girecek Safder’in yurtdışı koşuları: Stockholm, Londra, Rotterdam, Lozan, Viyana, Paris, Atina, New York, Sydney, Marakeş, Berlin, Zürih, Boston.

Cahide her şeyi unutur...

Yıl 2002’ye gelirken Cahide’nin o güçlü hafızası, deniz feneri misali bilgeliği, maharetli elleri ne yapacağını şaşırır. Safder pervane olur etrafında. Cahide, yakın geçmişten her şeyi unutur. Ama, Safder’in adını, sabahları pencerenin önünde koşudan dönsün diye Safder’i beklemeyi ve Safder’i köşede görür görmez, hemen içeri kaçıp yatağa uzanmayı unutmaz. En sevdiği oyun olur bu Cahide’nin. Safder’i görür ya, o an derin bir nefes alır, su serpilir yüreciğine ve hemen gider yatar, uyuyormuş gibi yapar. Artık hazırlasın Safder kahvaltıyı, içine her seferinde başka malzemeler koyup da yaptığı milföy böreklerini Cahide’sine sunsun...

Cahide’nin, eli çocuklarının elinde, dilinde “Safder” seslenişi, gözlerini sonsuzluğa kapatıp da, masal olduğu 29 Ocak 2004 tarihinde boş kalır o pencerenin önündeki yastık... Ama Safder, 2005 yılından başlayarak her yıl, Cahide’nin yaşgünü olan 14 Mart’ta, tek başına çok özel bir yarı maraton koşmaya başlar. Bu koşunun adını da “Cahide Yarı Maratonu” koyar. Koşuyu, Cahide ile birlikte defalarca gelip geçtikleri, güzelliklerine doyamadıkları Çanakkale girişinde başlatıp Cahide’nin mezarı başında sona erdirir: “İyi ki doğdun Cahide” diyerek...

Bu “Sessiz Bahçe”de, hazırladığı metni, mezar başında o içe işleyen sesiyle, sanki milyonlara sesleniyormuş gibi yüksek sesle okumaya başlar. Sonra camdan gemiler, tahtadan balıklar, gümüşten kuşlar, kilden testiler, taştan kaplumbağalarla donattıkları “gülümseyen ve gülümseten” mezarlığa çiçekler ekerler... Safder’in isteği doğrultusunda Cahide iki kişilik bir mezarda yatıyor. Yan yana iki ayrı mezardan biri değil, ikisi bütün bir mezardadır Cahide. Yanındaki yer Safder’e ayrılmıştır. Büyük yatak düşünün... Öyle işte...

Safder, Cahide’nin yaşgününde koşu sonrası okuduğu metni, şöyle bitirir: “Cahide, bu koşularımın bir sonuncusu olacak. Bunu ne zaman yapacağım? Bilmiyorum. Bildiğim şu: Bu koşumu koşarak değil, eller üzerinde taşınarak yapacağım. Cahideme kavuşacağım. Özleminle, özlemimle geldim diyeceğim, ayrılmayacağım. Bu kavuşmak, benim aldığım son madalyam olacak. Bekle beni Cahide!” Safder gözyaşlarını tutamayacaktır. O yıl fotoğraf çekmek, Safder’i alkışlamak, Cahide’nin toprağına dokunmak için hangi çocuğu ve torunu katılabilmişse Cahide Yarı Maratonu’na, Safder’in Cahide’ye seslenişiyle onların da yüreği dağlanacaktır. Ne zaman ki Cahide’nin sesini içlerinde duyacaklar, o zaman kalkacaklar Cahide’nin başından ve hayata karışacaklardır...

Cahide, ne mi diyecektir? Şöyle der o güzel sesiyle: “Aaaa Safder, yapmayın Allahaşkına... Nerde gülücükleriniz? Bana bir bardak soğuk su daha verip kalkın artık... Haydi durmayın, geçen zaman ömürden! Akın bakalım hayata!”

CAN KARTOĞLU
Radikal 2, 15/06/2008

ŞİİRLERİ



ARKADAŞINIZA GÖNDERMEK İÇİN:





ŞİİR PARKI