HAKKINDA SÖYLENENLER

“Bana öyle geldi ki onun edebiyat ve kültür tarihimizde yer alacak asıl adı gereği gibi yerine kanamadı; Materyalizme karşı isyan şairi. Allah rahmet etsin."

(Tahsin Banguoğlu)

Büyük Doğu Ufku

Necip Fazıl, yirminci yüzyılda düşünce dünyamıza engin dehası, sanatı, aksiyonu ile insanlığı aydınlatmış ve yol göstermiş büyük bir dava, sanat ve fikir adamıdır.

O, aramızda sesiyle, sözüyle, aksiyonuyla yaşamaya devam eden bir kahramandır. O, fikir hayatımıza yazı ve hitabet kudretiyle yön veren büyük bir mütefekkirdir. O, henüz çocuk denecek yaşlarda şiirleriyle dikkat çeken, şiire yeni bir ses ve ahenk getiren büyük şairdir, yani Sultanü’ş-Şuarâ’dır.

Kısaca o, İslam dünyasının yeniden şahlanışı için kendini bu davaya adayan ve Müslümanların kurtuluşu için hâl çareleri arayan Büyük Doğu mimarıdır.

(Yusuf Tosun)

İbadeti Estetik İfadelerle İzah Eden Adam

Ahmet Hamdi Tanpınar, 1933’te Necip Fazıl için şöyle der: Birkaç defa düşündüm. Her hayat davetinin önünde, yelesi taze ve keskin bir bahar kokusuyla kabarmış bir küheylan gibi, burun delikleri açılıp kapanarak şahlanan bu genç adam kendisini şiirin dar nizamına sokmamış olsaydı acaba ne olurdu? Belki zaferini terennüm eden tunç boruların akislerini ufkun dört köşesinden üstümüze bir altın yağmuru hâlinde yağdıran bir kahraman, belki köksüz bir adam, belki de daha büyük bir ihtimalle, sadece bir deli. Bazı insanlar ara sıra ayaklarını imkânsızın denizinde yıkadıkları içindir ki zaman zaman başları bulutlarla çarpışır.

Tanpınar’ın “genç adam kendisini şiirin dar nizamına sokmamış olsaydı acaba ne olurdu?” sorusuna Necip Fazıl eserleriyle en güzel cevabı veriyordu:

“Kaçır beni ahenk, al beni birlik;
Artık barınamam gölge varlıkta.
Ver cüceye, onun olsun şairlik,
Şimdi gözüm büyük sanatkârlıkta.

Onu yakından tanıyan Mehmet Niyazi Ağabeyimiz, dâhimizin “büyük kriz’inde şöyle bahseder: Necip Fazıl iç yaşantısı üzerinde derin izler bırakan 1934 büyük krizi yaşamıştır. Bu kriz 1938’deki Bir Adam Yaratmak oyununu, 1939’daki Senfonya (Çile) şiirini hazırlar.

Dostoyevski, Van Gogh gibi zirvedeki sanatkârların pek çoğu o eşikten geçmişlerdir. Kanaatimize göre Necip Fazıl, ruh bunalımlarını, zıtlar âlemini konu edinmesi bakımından dünyada dört büyük şairle mukayese edilebilir: Baudelaire, Rimbaud, Hölderlin ve Kleist. Bunların hepsi kendi hafakanlarında helak olmuştur; fakat Necip Fazıl o yılanlı kuyudan iman urganına sarılıp çıkmayı bilmiş, bu da onu benzerlerinden farklı kılmıştır.

“Anladım, san ’at yalnız Allah ’ı aramakmış
Marifet bu, gerisi yalnız çelik çomakmış”

(Recep İncecik)

Necip Fazıl Kısakürek, Kültürümüzün Gür Sesidir.

Üstad Necip Fazıl, “Sultanü’ş-Şüarâ’dır. Kendisine atfedilen bu sıfatı; her şeyiyle dolduran ve “Çile”siyle tescilleyen, onu seven ve sevmeyen herkesin kabullendiği bir hakkın teslimidir. Yahya Kemal’in İstanbul şairliğinin Kehkeşanlığa merdiven dayadığı noktada; Üstad’ın İstanbul şairliği, şehirlerin sultanıyla edebî ve ebedî yolunun kesişmesidir. Dar zamanlarda millî duygularımızın ve kadim kültürümüzün gür sesi olması, bugüne kadar geçen zamanda şiirimizin hep zirvelerinde soluklaması, onun dehasıyla üslup ustalığının yansımalarıdır.

Üstad'ın üslup tazeliği, keskinliği, ustalığı ve şahaneliği hem sanat çevresinde, hem de topyekün insanımız zaviyesinde “biz”den biri kabullenmişliğiyle tasvip ve takdir görmüştür. “Sakarya Türküsü” 1949’da dizelendiği zaman, “Başvekili”nin rüzgârıyla şaha kalkan asırların “Sonsuzluk Kervanı”nı muştulayan sedası; “Kaldırımlar”ın şairi olarak kenarcıkta kalmayacağını “Çile”nin dolduğunu Anadolu şafaklarına perçinlemişti. Üstad o zaman 45 yaşındaydı. En güzel yaşında.

“Kaldırımlar"la 23 yaşında şiirini edebîleştiren ve ebedîleştiren Üstad, tam bu kadarlık sene sonra da “Sakarya Türküsü”yle sanatını ve tefekkürünü sonsuzluk aynasında ölümsüzleştirerek geniş halk kitlelerinde hüsn-ü kabul gümüştür. Onun üslup kifayetkârlığı pek çok şair ve yazarı etkilemiş, dizeleri edebiyat çevrelerini ve geniş halk kitlelerini dize getirmiştir. Vasf-ı mümeyyizi bu toprakların sesi ve “biz”den biri olmasıdır.

O, şiirde tam bir markadır. Yahya Kemal Beyatlı’nın “Benden sonra Türk edebiyatında şiir yazılmasına gerek yoktur.” sözünü söyleyen İstanbul şairine;

“Öyle bir devim ki ben, hakikatte pireyim
Bir delik gösterin de utancımdan gireyim. ”

diye cevap verebilecek pervasızlığında ve mütevazılığında bir İstanbul beyefendisi ve İstanbul şairidir.

Üstadı rahmetle yâd ediyorum.

(Sait Edip Akdağ)

Yazdığını Unutturmayan

O, bazı pamuk yorganlar içinde annesinin dizinde titreyen gözleri nemli bir çocuktur, bazı gece yarıları kaldırımlarda yürüdüğü yolların adını unutacak kadar kendinden geçmiş ve dehşetli havalarda çatı altı aramayan cesur ve engin bir adamdır. Ölüm karşısında irkilir ve bazı da onun üstüne atılır. En büyük hakikatle en büyük yalanı aynı cesaretle söyler. Güzel yazan ve yazdığını unutturmayan bir şairdir.

(Peyami Safa)

Onu Şiirleriyle Tanıyınız.

İnsan ilk hamlede yüzüne bakınca, gençliğin zevk ve aşkını yeni tatmaya başlamış, masum ve safdil bir delikanlı intibaı alıyor. Fakat bu sade görünen genci bir de şiirleriyle tanıyınız. Derin, acı, amansız görüleriyle hayata nasıl nüfuz etmiş, onu yırtıcı vahşiliğiyle, hakiki acılığı ve çirkinliğiyle nasıl tanımış olduğuna taaccüp etmemek mümkün değil.

(Reşat Nuri Güntekin)

Ben ve Ötesi

Necip Fazıl, belki en büyük Türk şairi değildir. Fakat Türk edebiyatının en kuvvetli şiir kitabı herhalde Ben ve Ötesi’dir. En büyük garp şairlerinin kitaplarını açınız, orada

Söndürün lambaları uzaklara gideyim,
Nurdan bir şehir gibi ruhumu seyredeyim,

mısraları kadar derin mısralara, pek ender, belki de hiç tesadüf edemeyeceksiniz.

(Ziya Osman Saba)

HAKKI KARATEKELİ
Necip Fazıl Kısakürek, 5. Bölüm

ŞİİRLERİ



ARKADAŞINIZA GÖNDERMEK İÇİN:





ŞİİR PARKI