"Benden selam olsun Bolu Beyi’ne
Çıkıp şu dağlara yaslanmalıdır
Ok gıcırtısından kalkan sesinden
Dağlar seda verip seslenmelidir"…
Türkülerimizin yozlaştırıldığı bir dönemde beslendiği
halk kültürüne sesi ve sazıyla, araştırmalarıyla büyük
katkı yapmış olan Ruhi Su, Köroğlu adlı uzunçalarının
kapağına Nejat Birdoğan’ın Köroğlu’yla ilgili yaptığı
araştırmanın önsözünü koymuş. Birdoğan’ın Aşık İhsani
ile yaptığı sohbetle başlayan ilgisi bir kitabın
ortaya çıkmasını sağlamış: "Köroğlu Bir Toplumsal
Direnişin Destanı".
16 yüzyıldan günümüze ulaşarak ilk
kez 1834 yılında yazıya geçen Rumeli ve Azerbaycan’a
kadar yayılmış destandaki Köroğlu, buralarda yaşayan
kardeş halkların eşitlik ve adalet isteyen ortak
kahramanıdır…
Köroğlu’nun babası Koca Ali, uzun yıllardır Hasan
Han’a ait atların bakımını yapan bir seyisti. Bütün
ömrünü onun kapısında çürütmüş saçı sakalı onun
kapısında ağarmıştı.
Her sabah tan ağarır ağarmaz Koca Ali, Hasan Han’ın
atlarını otlatmaya götürür, bütün gün bakımını yapar,
geceye yakın bir zamanda da geri döndürürdü. Dağlarda
taşlarda, ıssız yabanda Koca Ali’nin ayağının
değmediği yer kalmamıştı.
Gene bir gün, Koca Ali, atları bir göle sürüp su
kenarında otlamaya bırakmıştı. Atlar otlamaya
başlarken Koca Ali de bir taş üzerine çömelip
oturmuştu. Tanyeri de yeni yeni ağarır. Koca Seyis bir
de bakar ki gölden iki aygır at çıkar. Atlar gelip
sürüye katılırlar. İki kısrağa yakınlaşıp aştıktan
sonra gene dönüp göle girerler ve gözden kaybolurlar.
Hemen kalkar, iki kısrağa bakar, gördüklerinden
kimseye sözetmemeyi de düşünür.
Gel zaman git zaman aygırların kısrakları dölleyişinin
üstünden epey bir zaman geçer. Koca Ali aylar, günler
sayar. Kısrakları da bu arada gözünün önünden
ayırmaz. Vakit yaklaştığında da kısrakları otlatmaya
götürmez ve onları tavladan dışarı çıkarmaz. Ve
nihayet kısraklar doğurur, yavrular sonunda büyüyüp
birer tay olurlar.
Birgün Tokat Paşası Hasan Paşa Hasan Han’a konuk
olarak gelir. Hasan Han’a hoşbeş arasında "Hasan Han
duydum ki senin gayetle güzel ve cins atların varmış,
gel bunlardan bana iki tane aygırlık at ver" der.
Hasan Han hemen "gözümüste" deyip seyisi çağırır.
Seyis Koca Ali’ye "yarın sürüyü ota götürme, Paşa için
at seçeceğim" der.
Hasan Han bu sözleri söyler söylemez Koca Ali’nin
aklına hemen o iki tay gelir. Bey’inin başını daha
yüce etmek için sabah erkenden iki tayı çıkarıp
halkala bağlar, kendisi de geri kalan atları alıp
otlatmaya götürür.
Biraz sonra Hasan Han, Paşa yanında atların
bağlandıkları yere gelirler. Paşa bakar ki halkalda
iki uzun orta aygır ve zayıfça at bağlanmış "herhalde
bana verecekleri atlar bunlar olacak" deyip güler.
Sonra da "Hasan han bana demişlerdi ki senin iyi cins
aygırlık atların var, bunlar da nedir? İş böyle atlara
kaldıysa bende çok vardır" der.
Paşanın bu sözleri Hasan Han’a dokunur. Koca Ali’yi
hemen yanına çağırtıp "hey ahmak Koca ben sana sürüyü
otlağa götürme, at seçeceğim dememişmiydim, niye ota
götürdün?" diye sorar. Koca Ali "Han sağ olsun, ben
koca bir seyisim, sürüdeki atların hepsini avucumun
içi gibi tanırım, sen bunların böyle oluşlarına bakma,
eğer başının yücelmesini istersen Paşa’ya bunları ver"
der.
Seyis’in böyle büyük konuşması Han’ı kızdırır.
Sinirlenerek "benim yılkımda dünyanın dilinde dolaşan
cins atlar varken bu uyuzları Paşa konağına gönderip
beni rezil etmekten maksadın nedir" diyerek bağırır.
Seyiste bunun üzerine "Han sağolsun ne maksadım
olacak? Benim maksadım; Paşa’nın yanında senin şanının
yücelmesidir. Sen de bilirsin ki ben atları iyi
tanırım. Senin atlarının arasında bunlardan daha iyi
at yoktur. Bütün dünyayı gezsen de gene bunlar gibi at
bulamazsın" diye yanıt verir.
Bu sözler Hasan Han’ı çileden çıkarır, "Artık bilmiyorum, bir saate kadar
yerde de olsa gökte de olsa nereden bulursan bul, hem
benim hem de Paşa’nın şanına yakışan iki at getir,
Aygırlar bir saate geldi, geldi. Gelmezse başına
geleni sen düşün." der.
Koca Ali "Öyleyse Han izin ver Paşa için at seçmeye
başka adam gitsin. Sürüde bu atların eşi yoktur, ben
de bu atların yerine başka bir at seçemem. Benim seyis
adıma yakışmaz" diye karşılık verir.
Bu sözler Han’ı iyice sinirlendirir. Cellatlarını
çağırıp başının vurulmasını emreder. Koca Ali’ye kızan
Paşa da "Hasan Han görüyorum ki senin seyisin bu
atları çok övüp çok güvenir, belki o haklı, gelsen bu
işi şöyle et, her ata onun bir gözünü paha biç" der.
Paşanın bu sözleri Hasan Han’ın aklına yatar. Hemen
cellada emrederek Koca Ali’nin gözlerini oydurur. Koca
Ali, bu esnada ne inler ne de bir ses çıkarır. Bir
kere bile af dilemez. Öyle ki cellat işini bitirdikten
sonra ayağa kalkarak;
"Hasan Han, dünyada herşeyden
üstün olan şey gözdür. Sen beni onlardan ettin. Ben
senin kapında can çürütmüşüm, yılan gibi kabir
koymuşum, saç sakal ağartmışım. Sen bunların kıymetini
bilemedin. Ancak ayıbı yoktur, sen bir paşanın sözüyle
beni kör ettin, benim kısmetim buymuş. Sen ki benim
gözlerimi bu tayların bedeli olarak aldın, hiç olmazsa
sözünün ağası ol, tayları bana ver"der.
Hasan Han, tayların birini bir koluna diğerini bir
koluna bağladığı Koca Seyis’i kapısından kovar. Kör
Ali taylarla birlikte acı çeke çeke köyüne döner.
Köylüler seyisin başına toplanırlar. Babasının başına
gelenleri oğlu Ruşen de duyar.
Ruşen, 15- 16 yaşlarında yeniyetme civan bir
delikanlıdır. Ama öyle güçlüdür ki ağacı tutsa
kökünden, öküze boynuzundan yapışsa yerinden kaldıran
bir yiğittir. Babasını bu halde görünce telaşla sorar:
"Baba, sana ne oldu, seni bu hale kim koydu?". Koca
Ali, hali, hikayeti bir bir oğluna anlatır.
Ruşen kızgın, ayağa fırlayarak "oğlun senin acılarını
yerde koymaz baba, şimdi Hasan Han dayansın benim
önümde, bakalım nasıl dayanacak" der. Köyün
delikanlıları da Ruşen’e arka verip kalkarlar.
Kör Ali durumu görünce Ruşen’i yanına çağırtıp
oturtur. Elini omzuna koyar; "Hele öçleşmenin zamanı
değildir oğul, zamanını ben sana söylerim. Şimdi
söyleyeceklerime kulak ver. Benim gözlerim bu tayların
üzerinde gitti, öcümde bu tayların üzerinde
alınmalıdır. Bu tayları ben sana emanet ettim. Bunlar
gördüğün diğer taylara benzemezler, derya atından döl
buldular. Sen, şimdi büyük bir tavla yap, bu tavlanın
hiçbir yerinden ışığa benzer nesne girmesin. Taylar
tam kırk gün bu tavlada kalacaklar. Bu kırk günün
içerisinde taylar ne bir bayır, ne bir çayır
görecekler. Ne de bir insan gözü tayları görmeyecek"
der.
Bunun üzerine Ruşen "peki Atam Can, ben bu kırk gün
içinde böyle olursa, bunları nasıl yemleyip nasıl
savuracağım?" diye sorar. Koca Ali de oğluna "Sen her
tay için tavlada kırk gözlü bir yemlik yapacaksın.
Atların yemini samanını bu gözlere dolduracaksın.
Köyün üstündeki Zümrüt Bulağından tavlalara birer ark
açacaksın. Birer küçük havuzla da taylar sularını
içecekler. Sen şimdi git. Tavlaları yapıncaya kadar
tayları bir yere bağla" der.
Ruşen babasını rahatlatır. Sonra tavlayı babasının
dediği gibi yapmaya başlar, tavla biter. Koca Ali
gelip eliyle yemlikleri, havuzları yoklar. Tamam
olduğunu görür. Sonra da oğluna "güzel, şimdi sen
yemlikleri doldur. Suyu da ahırlara bağla. Bak, gene
söylüyorum. Tavlalara ne bir ışık, ne de bir insan
gözü düşmeyecek" diye söyler.
Ruşen babasının dediği gibi yemlikleri doldurur. Suyu
arklardan tavlaya bağlar. Atları içeri çekip, tavlanın
kapısını da sıkı sıkıya kapatır. Her tarafı
sağlamlaştırıp dışarı çıkar.
Aradan tam 38 gün geçer. Atasözü de der ya "insan
sabırsız olur" Ruşen 38 günü zor bitirir. 39. gün ne
yaptıysa kendine dizgin vuramaz. Sanki birisi yüreğine
girmiş "hey!" diyordu. Kırk günde başa gelen otuzdokuz
günde de başa gelir. Yürü git, bir atlara bak. Sonunda
Ruşen dayanamaz. Gelip tavlanın üstüne çıkar. Ufacık
bir delik delip içeriye bakar.
Önce gözlerine inanamaz. Sağ bölmedeki atın
omuzlarında, iki tane kanat vardır. Kanatlar alev
gibi yanıp, altın gibi parlamaktadırlar. Bu defa sol
taraftaki ata bakar. Baktı ki bu atın kanatları
yoktur. Gözlerini yine sağ taraftaki ata çevirir. Bu
defa kanatların yavaş yavaş söndüğünü görür. Yaptığına
pişman olur. Hemen deliği örtmeye çalışır. Ancak ne
fayda, iş işten geçmiştir. Kanatlar yavaş yavaş eriyip
ağırda yokolmuşlardır. Ruşen ellerini başına dizine
vurur. Ancak olan olmuştur. Deliği örtüp geri döner.
Babasına hiçbirşey söylemez.
Derken o gün gelir, kırkıncı gün. Koca Ali oğlunu
yanına çağırarak "oğul gel, beni atların yanına götür"
der. Ruşen babasının elinden tutup tavlaya götürür.
Koca Yılkıcı, önce sağ taraftaki atın yanına varır.
Elini atın boynundan tutup sağrısına kadar çeker,
"oğul, bu atlara insan gözü bakmış" der.
Ruşen önce
inkar eder "baba, sen ne diyorsun" der. Koca Ali
tekrarlar "Oğul gel benden olan biteni gizleme, ben
sana bu atlara insan gözü değmiş diyorum. Bu atların
kanatları olmalı. Ne oldu, doğrusunu söyle".
Ruşen olan biteni babasına anlatır. Koca Ali, "oğul
sabırsızlık daima zarar verir. Sen sabırsızlığının
cezasını çekiyorsun. Ama üzülme olan oldu" der. Sonra
da sol yandaki ata yaklaşır. Bu at uzun ayaklı, çekme
sağrılı, nazik, ortalı bir at olmuştur.
Koca Yılkıcı yanına yaklaşınca at şaha kalkar, ona
saldırmak ister. Fakat Koca Ali ona bağırınca onu
tanır ve sakinleşir. Koca Ali bu atın da tımarını
yapar. Sonra da oğluna "oğul bir süre bu atları
bayıra çıkarmak olmaz. Ama kapısını bağlamakta
gerekmez. Hergün gelir kendin yemlersin, sularsın"
der.
Ruşen babasını eve götürür. Kendisi de tarlaya döner.
Atlara gözkulak olmaya başlar. Aradan günler geçer.
Birgün babası gene sorar, "oğul atlar nasıl, nasıl
yiyorlar?". Ruşen "Baba sağ taraftaki at değirmen gibi
öğütmekte. Arpa, saman yetiştirmek zor. Sol taraftaki
at da iyi. Ama daha az yiyor. Genç ve dinçliğine de
iyi. Sağ taraftaki ise kızgın bir deve gibi oynayıp
duruyor" der.
Koca Seyis, oğluyla birlikte tavlaya gelir. Atları
yoklar, "Oğul, atlar daha da büyüdü, binilme zamanları
geldi. Önce buna sonra da öbürüne bin, yeni sulanmış
balçığa gir, ordan dikenlere vur. Sonra da yalçın
kayalara sür" diye söyler.
Ruşen babasının dediği gibi önce sağ taraftaki ata
biner. Yeni sulanmış şumlu balçığa dalar, yıldırım
gibi de geri döner ve seyisin yanına gelir. Eski kurt,
atın burnunu tutar. At öksürmez. Sonra da kalbine
kulak verir. Bakar ki yürekte de ses seda yoktur.
Sonra tırnaklarını yoklar, bir ufacık balçık bulamaz.
Ruşen bu kez diğer ata biner. Aynı sınaklardan
geçirir. Babasının yanına getirir. Koca Ali onun da
burnunu sıkar, yüreğini yoklar, tırnaklarına dokunur.
Bu at da öksürmez, yüreği dövünmez. Ancak
tırnaklarının birinde bir parça çamur görünür.
Ruşen bu defa birinci ata binip, karadikenliğe sürer.
Yıldırım gibi süzülür, gelir koca yılkıcının yanında
durur. Koca Yılkıcı, onun karnını, baldırını yoklar.
Hiçbir diken izine rastlanmaz. Öbür at da dikenlik
sınağından yenik çıkmaz. Ancak arka ayaklarından
birinde bir parça diken izi vardır.
Ruşen sonra ilk atı kayalıklara vurur. Koca
Seyis’in yanına döndüğünde Koca Seyis atın ön
ayaklarını tutar ve sıkar. Ama at ne tiksinip ne
geriler. Şimdi sıra ikinci atındır. Ruşen bu ata da
binip taşlıktan aşağı bırakır. At taşlardan aşağı
süzülüp iner.
Koca Ali oğluna "Oğul Ruşen, birinci at sınaklardan
çok güzel çıktı. İkinci at da fena çıkmadı. Ama
birinci ata yenişemez. Bu atın eşi benzeri bu
yeryüzünde bulunamaz. Birinci atın adını Kırat koydum.
Seferlere, kaleler fethetmeye gidersen Kırat’a
binersin. Kırat seni ölümlerden kurtaracaktır. Onun
kadrini iyi bil. Şimdi atlar büyüdü. Hasan Han’dan öç
alma zamanı geldi. Haydi git, atları eğerle. Gidip
Hasan Han’dan hesabımızı soralım" der.
Ruşen çocukluğunda birgün çayırda oynarken yerden bir
taş bulmuştur. Taş küçüktür ama hem çok ağır hem de
ışıltılıdır. Gözleri kamaştırır. Ruşen taşı yerden
kaldırıp bir buzağıya atar, taş buzağıya değmez ama
ışıltısı ve ateşi buzağıyı yıkıp öldürür. Ruşen
dönüşte olan biteni babasına anlatır. Koca Ali oğluna
"Oğul git sahibini bul. Buzağının parasını öde. O taşı
da bul, bana getir" der.
Ruşen gider, önce buzağının sahibini bulur, parasını
verir. Sonra da taşı bulup babasına getirir. Koca Ali
taşın o tarafına bakar, bu tarafına bakar. Bakar ki
taş gökten düşmüş bir yıldırım parçası gibidir.
Koca Ali bu taştan delici bir şey olan biz yaptırmayı
düşünür. Ertesi gün erkenden Ruşen’den gizli taşı
alıp bir ustanın yanına gelir "usta bu taşın bir
parçasından bana bir biz yap" der. Usta bir taşa bir
de Koca seyis’e bakar "Koca Ali sen dünya görmüş
adamsın. Taştan da biz olur mu?" diye sorar.
Uzun bir konuşmadan sonra Koca Ali ustayı kandırıp razı eder.
Usta taşı dövdükçe taş adeta mum olur. Koca Ali’ye bir
biz yapıp verir. Ali, ustaya emeğinin karşılığını
verdikten sonra taşın geri kalan kısmını bir mısri
kılıç yapan başka bir ustanın yanına gelir "usta bu
taştan bana bir kılıç yap" der.
Bu usta öbürkünden de suratsızdır. Ama o da çok
geçmeden razı olur. Yedi gün içinde bir kılıç yapar.
Koca Ali gelip almadan usta kılıca bir bakar. Kılıçta
ne kılıçtır ama gün gibi yanıp ay gibi ışık
salmaktadır. Ustanın kılıçta gözü kalır. Teslim günü
geldiğinde Koca Seyis’e ayrı bir kılıç verir. Ancak
Ali işi sağlam tutmuştur. Cebindeki bizi çıkarıp
kılıca dayar. Biz kılıcı ortasından delip geçer. Usta
bakar ki Seyis’i kandıramayacak çaresiz kılıcı ona
verir.
Koca Seyis kılıcı alıp evine gelir. Ancak Ruşen’e
birşey söylemez. Ruşen Kırat’ı hem Dürat’ı eğerleyip
yedeğinde gelir. Ali eve girer. Kılıcı gizlediği
yerden alıp Ruşen’e verir. Sonra da "Oğul, al bu
kılıcı beline bağla. Bu kılıç gördüğün kılıçlara
benzemez. Bu kılıca yıldırım kılıç derler. Bu kılıcın
önünde hiçbir şey dayanmaz. Bu kılıçla sen hak yiyen
hanlara, beylere, paşalara kan yutturacaksın. Bu
kılıçla hainler, zalimler senden aman dileyecekler. Bu
kılıçla sen kaleler yıkıp, setler dağıtacaksın. Ama
bunun yıldırım kılıç olduğunu kimse bilmesin. Bundan
sonra bunun adına mısri kılıç dersin. Kırat’ın
sırtında belinde bu kılıç varken hiçbir düşman sana
karşı koyamayacaktır" der. Ruşen kılıcı babasından
alıp beline bağlar. Koca Ali Dürat’a, Ruşen’de Kırat’a
binip yola düşerler.
Az gidip uz giderler. Sonunda gelip Hasan Han’ın
kapısına dayanırlar. Hasan Han’ı dışarı çağırırlar.
Hasan Han dışarı çıkar. Bakar ki Kör Ali uzun yeleli
dev cüsseli bir ata binmiş . Bakar ki Koca Seyis’in
oğlu da öyle bir ata binmiş, binmiş ki yelin gözü bile
böyle bir at görmemiş. Koca Ali "Hasan Han, bu atlar
senin beğenmediğin o çapaklı kulunlardır. Sen bunlara
karşılık benim gözlerimi çıkardın. Ben sana iyilik
etmek istedim. Sen anlamadın. Beni gün ışığına hasret
bıraktın. Şimdi senden karşılığını almaya geldim
Elinden geleni ardına koyarsan namertsin" der.
Koca Ali’nin bu sözleri Hasan Han’ı sinirlendirir.
Kılıç çekip Kör Ali’ye saldırır. Ruşen de Kırat’ı
Hasan Han’ın üzerine sürer. Yıldırımdan yapılmış mısri
kılıcın gökte parlamasıyla Hasan Han’ın boynunun yere
düşmesi bir olur. Sesi feryadı karışır. Hasan Han’ın
askerleri Ruşen’in üstüne yürürler. Ruşen karşı koyar.
Bir yandan Dürat bir yandan mısri kılıç ile adamların
ön tarafını darmadağın ederler. Ancak askerin ardı
arkası kesilmez. Bölük bölük ardına gelirler. Karınca
sürüsü gibidirler. Koca Ali bunu anlayıp "Oğul bu
kadar adamla sen tek başına başa çıkamazsın, sonunda
ya ölü ya diri tutarlar. Sür atları kendimizi buradan
kurtaralım" der.
Ruşen babasının sözüne bakmaz. Gene vurur. Baş keser,
kol kırar. Merdi merdane cenk eder. Ancak kör
babasının ele geçmesinden korkarak çaresiz dövüşten el
çeker. Babası ile atları sürüp çöle doğru giderler.
Hasan Han’ın bazı askerleri de onların peşine düşer.
Ruşen atının başını çevirip geri baktığında bir sürü
atlının yıldırım gibi üzerlerine geldiğini görür.
Babası Kör Ali’ye "baba bir tabur atlı ha yetti ha
yetecek" der. Bunun üzerine Kör Ali, Ruşen’e atları
balçığa doğru sürmesini söyler. Ruşen atları balçığa sürer.
Kırat ve Dürat yıldırım gibi balçığı yarıp geçerler. Askerlerin atları ise
balçığa saplanıp kalırlar.
Ruşen bakar ki bir sürü kara atlı daha üzerlerine gelmektedir. Koca Seyis’e bu
sefer "baba bir sürü kara atlı da yetti ha yetecektir"
der. Koca Seyis de oğluna atları dikenlere çevirmesini
söyler. Askerlerin hiçbiri dikenlikten çıkamaz.
Atlarının hepsi baldırlarından kana bulanıp kalırlar.
Dürat’la Kırat ise dikenliği çimen gibi aşıp geçerler.
Ruşen’le Koca Ali bir süre daha giderler. Ruşen bir
daha döner bakar ki yine bir bölük atlı peşlerinden
gelmektedir. Babasına sorar "baba bir bölük atlı ha
geldi ha geliyor. Koca Seyis "korkma atların ağzını
taşlığa sür" der. Ruşen atları taşlığa sürer.
Askerlerin atları sarp kayalıklara çıkamazlar. Kırat
ile Dürat ise yırtıcı bir kuş gibi süzülüp kayaların
arkasında gözden kaybolurlar.
Baba-Oğul akşam üstü bir çay kenarına gelirler. Kör
Ali oğluna burası nasıl bir yerdir diye sorar. Ruşen
Koca Yılkıcıya "burada yurt tutalım, ağaçlıklı otlu
bir yerdir, ortasından da çay geçiyor" der. Koca
Yılkıcı "burada yurt tutmak olmaz, eşkiyalar basar,
zorba hanlar, paşalar kötülük eder" der. Geceyi orda
geçirip sabah yola koyulurlar.
Az gidip uz giderler. Akşamüstü konaklayacak bir yere
gelirler. Kör Ali yine sorar "burası nasıl bir
yerdir?". Ruşen "burası uçsuz bucaksız bir
yeşilliktir, burada yurt tutalım" der. Koca Yılkıcı bu
defa da "burada da yer tutmak olmaz, orada atlanan
buraya da iner, kervanların ayakları altında kalırız"
der.
Geceyi orada geçirip yine yola düşerler. Bir yüce
dağın kıyısına gelirler. Kör Ali oğluna yine sorar
"burası nasıl bir yerdir". Ruşen "her tarafı kayalık,
her yanı sisli, dumanlı bir dağdır" der. Bunun üzerine
Koca Seyis "Tamam oğul buraları iyi tanırım. Burası
Çamlıbel’dir. Burada kendimize bir konak, atlarımıza
da bir yer yapalım" der.
Ruşen kendilerine kale gibi bir konak, atlarına da bir
tavla yapar. Çamlıbel’e yerleşirler. Burada yaşamaya
başlarlar. Günlerden birgün Koca Ali Ruşen’i yanına
çağırıp şunları der:
"Oğul, buradaki dağların birinde
bir küt pınar vardır. Adına Koşabulak derler. Yedi
yıldan yedi yıla bir akşam doğu tarafından bir yıldız,
batı tarafından bir yıldız doğar. Bu yıldızlar gelip
göğün ortasına doluşurlar. Onlar doluşuncaya kadar
Koşabulağa gökten ışık yağar. Bulak köpüklenip coşar.
Her kim Koşabulağın o köpüğünde yıkanırsa kuvvetlenir.
Dünyada eşi ve benzeri bulunmaz. Her kim o sudan
içerse sesi güçlenir. Çok yiğitler, şehzadeler bu
köpük için geldiler ama hiçbirinin bahtı yar olmadı.
Şimdi yedi yıl tamam olmak üzere, zamanı geldi. Git
ara, Koşabulağı bul. Dediklerimi yap, ancak köpüğünden
bir kapta doldurup bana getir".
Ruşen gider, akşam olur. Üstünden epey zaman geçer,
baktı ki doğudan bir yıldız, batıdan da bir yıldız
doğar. Yıldızlar buluşunca Koşabulak taşar. Ak
köpükler adam boyunca olur. Ruşen köpükten bir tas
doldurup başına döker. Bir tas da doldurup içer.
Babasına da bir tas doldurmak ister. Baktı ki bulakta
ne bir köpük var ne bir şey. Yalnız duru bir su akar.
Elini başına vurur. Ama neye yarayacak? Tası alıp bin
pişman geri döner. Olanları babasına anlatır.
Kör Ali ah çekip "oğul benim gözlerimin dermanı o
köpükteydi, o da ele gelmedi" der. Ruşen’in üzüldüğünü
görünce de oğluna şunları söyler "Oğul eza çekmekten
bir şey çıkmaz. Geçene geçti derler. Demek ki bir daha
seni görmek bana kısmet değilmiş. Şimdi benim ömrüm
tamamdır. Kulak ver, sana bir çift sözüm var oğul, ay
geçer, yıl dolanır. Senin adın doğudan batıya
dillenir. O köpükten senin kollarına kuvvet, kendine
de aşıklık verildi. Sesine güç gelecek. Hak yiyenler,
zulüm edenler, çalanlar bey de olsa, paşa da olsa
senin adını duyunca korkudan diz çökecekler. Sen
Kırat’ın sırtında, mısri kılıçta senin belinde
olduktan sonra Çamlıbelde kimse seninle başa çıkamaz.
Ancak bu ellerde bir belalı kaçak vardır. Adına Deli
Hasan derler. Kendini ondan sakın. Git oğlum senin
adın Köroğlu olsun".
Seyis Koca Ali vaziyetini bitirip ömrünü oğlu Köroğlu
Ruşen’e bağışlar. Köroğlu da babasını Koşabulağın
yanına gömer. O günden sonra da Çenlibel (Çamlıbel)
Köroğlu’nun yurdu olur.
Kaynak: Köroğlu Bir Toplumsal Direnişin Destanı, Nejat Birdoğan, Kaynak Yayınları 1996.
Derleyen: TAMER UYSAL
Halkla İlişkiler Uzmanı
Araştırmacı-Yazar

ŞİİRLERİ