HALK YAZINIMIZ VE ÂŞIK VEYSEL

Yeni mektup aldım gül yüzlü yardan
Gözletme yollan gel deyi yazmış
Sivralan köyünden bizim diyardan
Dağlar mor menevşe gül deyi yazmış

Eylenme gurbette yayla zamanı
Mevlayı seversen ağlatma beni
Benek benek mektuptadır nişanı
Göz yaşım mektupta pul deyi yazmış

Yukarıya sekiz dizesini aldığım şiirini Veysel Ankara’da bir hastanede yatarken yaşamının sonuna doğru söylemişti. Başyapıtlarından biri olmamakla birlikte bu şiir, Veysel’in kişiliğinin kimi yönlerini yansıtmaktadır. Doğa sevgisi, somut ülke sevgisi yönlerinden olduğu kadar O’nun ilginç ozan sevgisini de göstermektedir. Veysel’in şiir yazmaya başladığı dönemlerde gide gide yozlaşan halk ozanlarımızın ürünleri, divan şiirimizin mazmunları ve dil alıntıları ile yol alma evresine gelmiştir. Sivas’ta birtakım koşullarla yeniden parlatılan bu halk şiiri odaklaşması, arkadaşlarının ve kendisinin birkaç şiiri dışında yine halk ozanlığı geleneğimizi belli bir ölçünün dışında geliştirmemiştir. Bugün Anadolu’da yüzlerce halk ozanı vardır. Üstelik Almanya’daki yurttaşlarımız arasında birkaç halk ozanı ortaya çıkmış ve ortak halk ürünü türküler bile yazılmıştır.

Ne var ki, halkbilim ürünlerinin, şiir olmanın yanı sıra musiki, oyun, eğlence gereksinimi karşılaması bile giderek artan bu yozlaşmayı durduramamıştır. Bunun nedeni kuşkusuz toplumumuzun gelişmekte oluşudur.

Türk halkbiliminde yaratılan ortak yapıtlar, her türde halk ozanlarımızın ürünlerinden çok daha nitelikli olmuştur. Halk ozanlarımız ise başlıca dört ozanda odaklaşan büyüklük dışında, yukarıda da belirttiğim gibi yoz durumunu sürdürmüştür.

XIII. yüzyılda Yunus Emre ile başlayıp, XVI. yüzyılda Pir Sultan Abdal’da, XVII. yüzyılda Karacaoğlan’da, XIX. yüzyılda Dadaloğlu’nda ortaya çıkan odaklaşmanın son halkası olarak, toplumsal oluşum, Veysel’i kendi koşulları ve yeteneği ölçüsünde yaratmıştır.

Halk ozanlarımızın değerleri ve ürünleri öteden beri, hangi ozan ele alınmışsa gereğinden fazla abartılmaktadır. Oysa yukarıda andığım dört ozanın dışında kalanlar içinde; örneğin, Gedayî’den Gevherî’ye, Dertli’den Seyranî’ye ve iki Emrah’a değin hemen bütün halk ozanlarımızın şiirlerinde yer yer incelikler parıltılar görülse bile, genelde bu şiirlerde halk türkülerimizin gerçekçi ve insansal yansımasına çokça rastlanmamaktadır. Günümüzde yüzlerce halk ozanı vardır. Bunlar çoğunlukla toplumsal konular üzerinde durmaktadır. Ne var ki, şiirlerinde sanat niteliği genellikle çok zayıftır. Bu yönden kendilerinden önceki yoz halk ozanlarımızdan daha da yeteneksiz oldukları söylenebilir.

Bir ünlü ile tanışmak elbette tanışan kişi için hiçbir değer getirmez. Ne var ki, Veysel’in ozan oluşu evresine rastlayan, daha sonra da birçok seçki ve incelemelerde belirtilen o yılları görmüş biri olarak anılarıma değinmek eğilimini duyuyorum.

Yıl 1931, Sivas Lisesinin orta 2. sınıfında okuyan edebiyata hevesli bir çocuğum. Ulusal eğitimimizin her evre ve aşamasında büyük bilinç ve emeği görülen Cevat Dursunoğlu, Anadolu’da güçlü bir lise geliştirmek düşüncesiyle, devletimizin Fransa’da okuttuğu ve darülfünunda “müderris muavini” olarak görevlendirdiği dört genç eğitimcimizi Sivas’ta çalışmak üzere bilinçlendirmiş; bunların yanına 5 genç öğretmeni de katarak göndermiş. Sorbon’da, öbür üniversitelerde okuyan bu ülkücü gençlerden kimi müdür, kimi müdür yardımcısı. Bunların arasında, bir yıl sonra şair olduğunu öğrendiğim Ahmet Kutsi Tecer de var.

Gösterilen oda dışında sigara içenleri ya da başka suç işleyenleri bir tokatta yere yıkan iri yarı, şık giyimli; akşam çalışmalarını denetlerken yanıma oturup çocuklanarak benimle konuşan duygulu kişi Tecer. Baktık bir gün “Halk Şairlerini Koruma Derneği” adıyla bir dernek kurmuş. Büyük tören oldu. Günlerce sürdü. Biz âşıklar gösterisine gidemedik ama, yıllarca sonra tanıştığımda adlarını öğrendiğim U. C. Erkin’le Ekrem Zeki Üngör “askeri mahfel’de bir konser verdiler. Okulca gittik. Çok sesli bir musikiden hiçbir şey anlamadım. Ne var ki, o günler benim için bir bayram olmuştu. Dinlence gün ve saatlerinde okulun bahçesindeki taşlar üzerinde oturur, uzun bir süre Sivas’ta kalan âşıklarla saatlerce konuşurduk. Âşıkların çoğunluğu Şarkışlalı idi. En dikkat çekicileri gözleri görmeyen Veysel’di. Saygın bir durumu vardı. Ne var ki, o günlerde çalıp çağırdığı iki türküden biri, “Bülbül”dü. Yöresini saptayamadığım bu türkü, o yıllarda plağa alınmış, İstanbul’da da söylenen bir türküydü. Öbürü Ali İzzet’in “İzzeti” mahlasını da kullandığı, eşsiz güzellikteki “Mecnunum Leylâmı Gördüm” adlı şiiriydi.

Veysel’in köyüne komşu Höyük köyünden Ali İzzet, bütün yaşamı boyunca aktarmacılıkla suçlanmasına karşın, hem bu başyapıt türküyü, hem de daha başka şiirlerini söylüyordu.

Yine Şarkışla’nın Tonoz köyünden gelen Talibi ise bağlama çalmayan, safyürek konuşmaları ve dilinden düşürmediği “Keklik Emine” konusuyla çocuklara eğlence olan genç irisi bir adamdı. Masal kahramanlarına benziyordu. Bağlama çalmadığı halde, kanımca en kişilikli halk ozanıydı.

Kangal’ın Kertme köyünden gelen, Ruhsatî’nin çırağı olmakla ünlenen, ne var ki, “Dolanı dolanı gelir/Ölüm yavaşça yavaşça”, “Meslekî artar eksilmez/Zulüm yavaşça yavaşça” dizeleri gibi eşsiz güzellikte dizeler söyleyen Meslekî öbürleri ölçüsünde ilgi uyandırmıyordu. Konu dışına çıksam da şunu belirtmeliyim : Seçki yapıtlarında Meslekî’nin 1930’da öldüğü yazılmaktadır. Kendisini 1931 ’de tanıdığıma göre bu gerçek, halk yazınımızdaki birçok bilgilerin yanlış verildiğine bir örnektir.

Bu âşıkların yanında bir de Sıvaslı halk öykücüsü Ağa Dayı’yı anımsıyorum.

Artık şimdi, hemen herkesçe belirtildiği gibi Veysel 1931’de şiir söylemiyordu. Belki de kimilerinin dediği gibi, şiirlerini gizliyordu. Ne var ki, onun bütün ünlü şiirlerinin, daha sonraki yıllarda yazıldığı hem olgu olarak, hem de konularından belli olmaktadır. Veysel, şaşırtıcı derecede ağırbaşlı, onurlu, saygın bir köylüydü. Nükteli konuşmaları, ince şakaları, onda özellikle Orta Anadolu köylüsünün en seçkin örneğini vermiştir.

Veysel’in, şiir yarışmalarına katılmayışı, bir kez bile aytışmalarda (karşılıklı şiirli tartışmalarda) yer almaması, üstün kişiliğinin bir başka belirtisidir. Şarkışla’nın Sivrialan köyünde 1894 yılında doğan Âşık Veysel Şatıroğlu, gündeşlerinden ayrı özgünlükleri arasında, mahlas kullanmayışıyla da ayrı bir tutum göstermiştir.

Yaşantısını şiirlerinde şöyle anlatıyor : Yedi yıl dünyamızın güzelliklerini gören Veysel çiçek sayrılığı sonunda kör olmuş, 25 yaşında evlenmiş; sekiz yıl sonra eşi kendisini bırakıp bir çobanla kaçmış, daha sonra ikinci kez evlenebilmiştir.

Veysel’i ve gündeşi birkaç ozanı değerlendirirken yukarıda belirttiğim gerçekleri göz önünde bulundurmak gerekir. Veysel ve gündeşleri olgusu Cevat Dursunoğlu, Ahmet Kutsi Tecer, Sabahattin Eyuboğlu gibi ülkücü ve yaratıcı aydınların girişimleri ile halkevlerinde, köy enstitülerinde, bu ozanlara açılan çevren ülke düzeyinde oluşmuş, halkın ozanlara karşı ilgi ve sevgisini de belli bir ölçüde yeniden yeşertip sürdürmüştür.

Her ozanın şiirlerinde az çok kendi yaşantısı da yer alır. Özellikle, halk ozanlarında bu durum daha da yoğunlaşır. Veysel’in örneğin, “Genç yaşımda felek vurdu başıma”, “Uzun ince bir yoldayım”, “Dostlar beni hatırlasın” dizeleriyle başlayan vb. şiirlerinde öbür halk ozanlarımızınkinden çok daha gerçekçi, acı ve ilginç bir kişisel anlatım görmekteyiz.

Hele O’nun “Dağlar çiçek açar Veysel dert açar” dizesi koca Veysel’in yüreğindeki gizli tellerin yaşantısı süresince ne acı bir titreşimle inleyip durduğunu özetliyor.

Veysel’in de yardımıyla bir bankaca hazırlatılan kitapta 144 şiiri bulunuyor. Bugüne değin, Veysel’in başka ozanların şiirlerini benimsediği görülüp işitilmemiştir. Bu durumda, 1933’ten, öldüğü 1973’e değin geçen sürede, yılda ortalama üç şiirden biraz daha artık söylediği görülüyor.

Bunda halk deyimiyle, dilinin geç açılmasının etkisi bulunduğu gibi; halk ozanlarımızın hemen çoğunluğunun o basit ve elverişsiz şiir olanağının karşısında daha çok yazamamalarına, daha çok yazdıklarında daha çok yinelemeye düşme olasılığını fark etmelerinin de etkisi vardır. Kaldı ki, halk yazınında yeni bir şiir yüzlerce kez her yerde söylendiğinden daha fazlasına gereksinme duymayışları da bir gerçektir.

Veysel’in Sivas’tan çıkışı, hatta şiir yazışı 1933’ten sonraya rastlar. Ahmet Kutsi Tecer, 1933’ten sonra Sivas’tan çıkmış, o sırada Sivas Lisesinde musiki öğretmeni olan; derslerinde keman çalan, ne var ki, ailesinde bağlama çalıp halk şiirine sevgi ve ilgi gösterenler de bulunan Muzaffer Sarısözen’i Devlet Konservatuvarı arşivinde görevlendirdiği gibi; başta Veysel, Ali İzzet ve Talibi olmak üzere Sıvaslı ozanları Ankara’ya ulaştırmış, bir yanda konservatuvarın halkbilim yönünden olduğu gibi, halkevlerinin örgütlenip etkinliğinin sağlanmasında da bu kişilerden yararlanmıştır.

Daha sonraki yıllarda köy enstitülerinin geliştirilmesi evresinde etkinliği görülen ve o sırada Milli Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Kurulu üyesi olan Sabahattin Eyuboğlu, Veysel’e büyük ilgi göstermiş; Arifiye, Hasanoğlan, Çifteler, Gölköy, Pamukpınar gibi köy enstitülerinde gezici halkbilim öğretmenliği yapmasını sağlamıştır.

Veysel'in şiirlerinde, gerek halkevleri ve devlet ozanlığı, gerekse köy enstitüleri konuları açıkça görülmektedir.

Burada Veysel ile ikinci yakınlaşma olanağı bulduğum sıradaki anılarıma da kısaca değinmek yerinde olur sanıyorum. 1945 Aralık ayında Ankara Devlet Konservatuvarında göreve başladığımda, halkevlerince yayımlanan Ülkü dergisinin yayın düzenciliğini yakın arkadaşım Gündüz Akıncı yapıyordu. Hemen her akşam Ülkü'ye giderdim. Hem Ülkü'de, hem de Konservatuvarda halkbilim belgeliğinde Veysel ve arkadaşlarıyla birçok kez birlikte olduk. Talibi başka meşrepte, başına buyruktu. Bağlama çalmayışının da bunda ters yönden etkisi olmuştur. Veysel, ona yardım eden çırağı küçük Veysel, Ali İzzet, Karslı Âşık Dursun Cevlanî hep bir aradaydı. Bir de şaşırtıda bulunayım. Bu âşık dostların yanında, tek gözü Veysel gibi, eskimiş giyimli, yüksekten tok sözlü, iri yarı bir genç vardı. Onu halk ozanı sanırdım. Adı Kemal Sadık Göğceli idi (Sonra gazete röportajcısı Yaşar Kemal ve ardından da büyük öykücü ve romancı Yaşar Kemal oldu).

Kanımca, başlayış yaşının geçmişliği, gelişme evrelerinin açıklıkla basamak basamak yükselmesi ve sonunda büyük ozan sanını almış olması bakımlarından Veysel gibi bir halk ozanı belki de hiç yoktur.

Veysel, 39-40 yaşlarında ilk şiirlerini yazmaya başlamıştır. Bu şiirler genellikle Cumhuriyeti, Atatürk’ü ve hükümeti öven, pek de nitelikli olmayan şiirlerdir. Örneğin Cumhuriyetin onuncu yıldönümünde Ankara’ya gelişinde “Atatürk’tür Türkiye’nin ihyası” dizesiyle başlayan bir şiir söylemiştir.

Çok uzun olan bu şiirde birkaç güzel dize bulunmakla birlikte, Veysel’in o sırada henüz gerçek değerlerini yansıtamadığı görülmektedir. Veysel bu türde birçok şiir yazmıştır.

Bu şiirlerinde Kurtuluş Savaşımız, Atatürk devrimleri, eğitim gereksinimi, çağdaş uygarlık olayları, yöresinde bulunan okumuşu bol Karaözü köyü, batan Dumlupınar Denizaltısı olayı, Erzincan depremi, yurdumuzun ürünleri, hastaneler, köprüler, köy enstitüleri vb. gibi toplumsal yaşantımızın her konusuna değinmiştir.

Bu şiirlerinde :

1. Halk şiiri geleneğinden oldukça ayrılmıştır.

2. Yurt sevgisiyle doludur.

3. Atatürkçü ve uygarlıkçıdır.

Veysel, doğayı yansıtma bakımından halk şiiri geleneğinden oldukça ayrılık gösterir. Ölçü ve niteliği az çok farklı olmakla birlikte, halk ozan larımızın çoğunluğu doğaya bakışlarındaki soyutlukta, benzetme ve betimlemelerdeki kalıplaşmada divan ozanlarımızın etkisi altındadır. Veysel ise doğaya bakışında ve belirttiğim ayrıntılarda divan şairlerimizin etkisinden oldukça uzak bulunmaktadır.

Örneğin, yukarıda aktardığım “Yeni mektup aldım gül yüzlü yardan” dizesinde, köyünü, köyünün özlem duyduğu yerlerini teker teker sayarken, çok daha gerçekçidir. Bütünlüğü içinde su gibi akan bu şiirde, “mendil göndermek” gibi eski bir örge bulunsa da, öbür yönleri özgün, özellikle “mektuptaki gözyaşı beneklerinin, posta puluna benzetilmesi” Veysel’e özgü bir incelik taşımaktadır.

Veysel sürekli bir gelişim içinde gittikçe güzel şiirlerini de yazmayı sürdürmüş, 1940’tan sonraki gezici öğretmenlikleri, aydın eğitimcilerle, sanatçılarla ilişkisi bu çok yetenekli ozana sürekli başarılar kazandırmıştır.

1952’de İstanbul’da Veysel için büyük bir kutlama töreni (jübile) yapılmıştır. 1965’te Türkiye Büyük Millet Meclisinde özel bir yasa çıkarılarak “Anadilimize ve ulusal birliğimize yaptığı hizmetlerden dolayı” “yurda hizmet tertibinden” Veysel’e aylık bağlanmıştır.

Veysel’in yaşamöyküsüne değinilirken belirtilmesi gereken bir önemli girişimini anmadan geçilemez : Sivrialan köyü kıraç bir köymüş, tek meyve ağacı yokmuş. Köyde ilk meyve bahçesini o yapmış. Elmadan cevize, kayısıdan kiraza değin ağaç ve birçok çiçek yetiştirmiş. Köylüsüne örnek olmuş. Yaptırdığı ev de şimdi müzedir.

Her alanda kişileri toplum, toplumsal koşullar ortaya çıkarır. Veysel bu oluşumun çok olumlu örneklerinden biridir. Kırkından sonra şiir söylemeye başlayıp yaşantısının ikinci kırk yılında büyük ozanlık aşamasına ulaşmıştır.

Özellikle ozanların hiçbir destek ve yardıma gereksinme duymayacağına bütün yaşamı boyunca inanmış bir sanatçı olduğum halde, Cumhuriyetimizin oldukça uzun süreli kimi dönemlerinde, Sıvaslı Veysel ve arkadaşlarının daha sonra da onlara katılan birkaç halk ozanının kendilerini geliştirici, sanat ve eğitimimize yararlı böyle bir ergiye ulaştırılmalarını övgüyle karşıladığımı ve bunun olumlu sonuçlarının o gün olduğu gibi bugün de açıkça görülebileceğini belirtmekten mutluluk duyuyorum.

Halk ozanlarımızın hemen hepsi, eski yüzyıllarda divan ozanlarının tersine çoğu kez karamsar, yakımcı ve yergici olmuşlar; tek olumlu duygularını sevi yolunda belirtmişlerdir.

Günümüzde üstün nitelikli herhangi bir halk ozanı görülememekle birlikte, bugün yaşayan halk ozanlarının da yine karamsar, yakımcı ve yergici oldukları açıkça görülmektedir.

Veysel ile arkadaşlarının, toplumsal tutumlarında, alışılmamış bir olumluluk görülmüş ise, bunda, o dönemlerdeki yöneticilerin ulusal sanat ve eğitimimize karşı duydukları içten ilgi, sevgi ve saygı göstermelerinin etken olduğu açıktır. Kaldı ki, o dönemlerdeki yönetimin bu davranışı yönetime yarar sağladığı gibi kırk yaşına değin dikkat çekici şiirler yazamamış olan Veysel’i büyük ozan yapmış, birtakım halk ozanlarının da yine gelişip yücelmelerine yol açmıştır.

Veysel’in ilk şiirlerinin çoğunluğu övgü ve toplumsal anlatım yönündedir. Bu tür şiirleri yaşamının sonuna değin sürdürmüş olabilir. Ne var ki, günümüz halk yazınında bile birçok ayrıntıları doğru ve kesin olarak bilim adamlarımız saptamamaktadır. Başlangıçta daha başka türlerde de yazmış olabileceğini, yaşantısının son yıllarında ise, övgü, bilim ve eğitim şiirleri yazmış olsa bile o tür şiirlerin azalmış olabileceğini düşünmek kanımca en gerçekçi yoldur. Ne var ki, bütün şiirlerinde süredizinsel bir saptama yapılamayacağına göre, şiirlerini birkaç öbekte toplamakla yetinmemiz gerekiyor.

Veysel’in çoğu şiirinde, doğadan izlenimler, renkler, sesler yansır. Bunların içinde başyapıtlarından biri olan “Benim sadık yarim kara topraktır” dizesi ile tanınan şiirinde başka özellikler bulunduğu gibi; “Türlü türlü seda verir ağaçlar”, “Kükredi çimenler açıldı güller”, “Esti bahar yeli karlar eridi”, “Her zaman gönlümün yaylası Tecer” vb. gibi şiirleri Veysel’deki doğa sevgisinin öbür halk ozanlarımızdan çok daha yoğun yansıdığım göstermektedir.

Veysel’de, halk ozanlarımızın çokça heves ettikleri tasavvuf örgelerine pek az rastlanır. Veysel, kendi bölgesinin büyük ustası, Pir Sultan Abdal’ın da etkisinde kalmamıştır. Olsa olsa, yer yer Karacaoğlan’ı anımsatır.

Veysel’de halk ozanlarımızın çokça eğilim duyduğu, yergi ve gülmeceye de pek az rastlanır. Bu şiiri parası çalınınca yazmıştır :

Parça parça olsun paramı çalan
Kimi gerçek dedi kimisi yalan
Dünyada görmedim böyle bir plan
Kapı kitli cüzdan cepte para yok

Gezdim İstanbul'u İzmir Ankara
Şadırvanlı Handa kaldı bu para
Bu nasıl dalgadır bu ne dubara
Kapı kitli cüzdan cepte para yok

İsa değil göğe çıksın sır olsun
Alanların iki gözü kör olsun
Tarsus'ta bu destan hatıra kalsın
Kapı kitli cüzdan cepte para yok

Bilsem gelmez idim ben bu Tarsus'a
Bu gamlı gönlümü koymazdım yasa
Haber verdim inzibata polise
Kapı kitli cüzdan cepte para yok

Olan oldu Veysel boşuna yanma
Sana kim dedi ki uyu uyanma
Sılaya gitmeyi severim amma
Kapı kitli cüzdan cepte para yok.

Halk yazınımızda en çok sözü edilen “aşk” örgesi Veysel’de oldukça karmaşık, buna karşın geniş boyutlardadır. Veysel bu örgeyi yer yer eski gelenek içinde kullandığı gibi, yer yer de çağcıl bir ozan gibi özgün düzeyde yansıtmıştır. Örneğin, “Güzelliğin on para etmez”, “Bir kökte uzanmış sarmaşık gibi , Sen bir ceylan olsan ben de bir avcı” vb. gibi şiirlerinde Veysel çok özgün ve niteliklidir. Veysel’in acı dolu yaşantısını yansıtan en tanınmış ve büyük şiiri kuşkusuz, “Benim sadık yarim kara topraktır” dizesi ile tanınan şiiridir. Bu şiirin yanı sıra yine O’nun başyapıtlarından biri olan özgün ve sevimli “Ben gidersem sazım sen kal dünyada” dizesi ile tanınan şiiri çağdaş Türk şiiri içinde eşsiz bir özgünlük taşımaktadır.

Veysel’in şiirlerinin giriş dizelerinden seçtiğim şu örnekler bile onun kişiliğini, özgünlüğünü gösteriyor :

“Saklarım gözümde güzelliğini”

“Aşkın beni ilden ile gezdirdi”

“Dünyada tükenmez bir murad imiş”

“Dalgın dalgın seyreyledin alemi”

“Şu geniş dünyaya uymayan gönül”

“Bir hayal peşinde dolandım durdum”

“Dünya geniş idi şimdi daraldı”

“Asırlar elinde bir tesbih gibi”

“Hayal bana yakın, yar bana uzak”

“Bir kökte uzamış sarmaşık gibi”

“Çırpınıp içinde döndüğüm deniz”

“Türlü türlü seda verir ağaçlar”

“Türküz türkü çağırırız”

“Gine mi ağladın kirpikler nemli”

“Ağlayı ağlayı vardım pınara”

“Yıllarca aradım kendi kendimi”

“Bir küçük dünyam var içimde benim”

Veysel’in, şiirlerinin özelliklerini şöyle sıralayabiliriz :

1. Veysel, “Benim sadık yarim kara topraktır”, “Ben gidersem sazım sen kal dünyada”, “Dostlar beni hatırlasın” vb. şiirlerinde halk şiir geleneğinin dışına çıkmış, çağcıl aydın bir ozan düşüncesine ulaşmıştır.

2. Özellikle bu şiirlerinde divan edebiyatı dilinden ve benzetmelerinden sıyrılmıştır.

3. Şiirlerinde insancıl büyük bir acılık vardır.

4. Bir bölüm şiirlerinde hemen hiçbir ozana benzememektedir.

5. Birçok şiirlerinde ise çokça kişilikli değildir. O şiirleri herhangi bir ozan yazabilir.

6. Kırk yaşına yakın bir sırada, Kutsi Tecer’i ve şiir dünyasını daha yakından tanıdıktan sonra, iktidar hükümetine bağlı şiirler yazmıştır.

7. Cumhuriyet, eğitim, gündelik olaylar üzerine şiir yazışı, gündeşlerinden değişiktir.

Veysel bu özellikleri ile bizi şu düşünceye ve sanıya götürmektedir. 10-15 yaş daha genç olsaydı ve biraz da eğitim görebilseydi, Veysel bir halk ozanı mı, çağcıl bir ozan mı ya da bir romancı mı olurdu? Elbette bu soruyu yanıtlamak olası değil. Ne var ki eşsiz güzellikte 20 kadar şiir bırakmış ve bu şiirlerinde son yüzyılların yozlaşmış ozanlarından çok ayrı bir nitelik göstermiş bulunan Veysel, yukarıda adlarını andığım dört büyük halk ozanımızın ardından beşinci bir halkayı - kendi ölçüleri içinde - oluşturuyor. Bu da az bir başarı değil.

CAHİT KÜLEBİ
Türk Dili Dergisi, Sayı: 377, Mayıs 1983

ŞİİRLERİ



ARKADAŞINIZA GÖNDERMEK İÇİN:





ŞİİR PARKI