- 1 -
Bu konuda yazmam gerek artık.
Değişik edebiyat tartışmalarında, (Rapp, Tapp, Papp,vb.) (1) çeşitli sözcük atölyelerinin genç şairleriyle yaptığım konuşmalarda, eleştirmenlere verdiğim yanıtlarda eski şiir kurallarını yerden yere vurmasam da çoğu zaman kötülemek zorunda kaldım. Kendi başına hiçbir suçu olmayan eski şiire nedensiz el atmadık elbette. Onun tutkulu koruyucuları, anıtların arkasına saklanarak yeni sanattan kaçmaya çalıştıklarında çekti eski şiir öfkemizi üstüne.
Tam tersine — anıtları yerlerinden oynatarak, sarsarak, altüst ederek — Yüce’nin nasıl birşey olduğunu, hiç
bilinmeyen, hiç tanınmayan bir açıdan gösterdik okurlarımıza.
Çocuklar (bir de genç edebiyat okulları) tahta atın
içinde ne olduğunu hep merak ederler. Biçimciler’rin (2) yaptıklarından sonra tahta atların, oyuncak fillerin içindekiler ortaya döküldü. Bu arada, ata da birşeyler olduysa — n'apalım? Eski şiiri ağzımızda geveleyip durmayalım — olsa olsa okunması gereken bir ders kitabıdır artık o.
Bizim en koyu, en tükenmez nefretimiz duygusal-eleştirel Bilgiçlik’e karşı duyduğumuz nefrettir. Eski şiiri, kendileri de Oniegin’in Tatyana’yı (3) sevdiği gibi sevmiş olmalarından (bir şeyde kendilerini bulmalarından!) ya da (okulda gördükleri) bu şairleri anlayabilmelerinden, belli ölçülerin, kendi kulaklarına hoş gelmesinden yüce sayanlara karşı duyduğumuz nefrettir.
Bu kolaya alışmış, Kapkara Kitle bizde nefret yaratıyor; çünkü güç ve önemli şiir yapıtlarını, cinsel titremeler, cinsel çarpıntılarla dolu bir havaya boğuyor; bu hava içinde de insan diyalektik süreçten etkilenmeyecek tek şiirin ölümsüz şiir, tek şiir yazma yönteminin de şairin esinle kafasını geriye atarak, kutsal şiir perisinin kabak kafasına kumru, tavuskuşu ya
da devekuşu biçiminde konmasını beklemek olduğunu sanıyor.
Bu beylerin maskelerini düşürmek güç değil.
Yapılacak şey, Tatyana’nın sevgisi ve Ovid’in ezgiler yaktığı o "bilim"le evlilik yasalarını karşılaştırmak. Donets kömür işçilerine Puşkin’in "umut kırıklığına uğramış büyükburunlu züppe"sini anlatmak ya da Mayıs şenliklerinde geçitin ön sıralarında "Amcam iyi niyetini ortaya koydu ... "yu (4) okuyarak koşmaktır.
Böyle bir deneyden sonra pek sanmıyorum ki tüm gücünü Devrim’e adama ateşiyle yanan bir delikanlı eski şiirin ustalıklarını incelemek için zamanını harcamaya büyük bir heves duysun.
Bu konuda çok şey yazıldı, çok şey söylendi. Toplantı salonlarında yükselen gürültülü alkışlar hep bizden yana olmuştur. Ne var ki bu alkışlardan sonra kuşkulu sesler de duyulmuştur:
"Yalnızca yıkıyorsunuz siz, hiçbir şey yarattığınız yok!" "Eski ders kitapları kötüydü; iyi ama yenileri nerde." "Şiir kuramınızın ilkelerini gösterin bize!" "O şiiri öğretecek kitaplar verin bize!"
Eski şiirin bin beş yüz, bizimkininse ancak otuz yıllık bir geçmişi olduğunu söylemenin hiç bir yararı olmuyordu.
Yazmak mı istiyorlar; yazma işinin nasıl yapıldığını
öğrenmek mi istiyorlar? Öyleyse zengin uyaklar, çeşitli ölçülerle Şengeli’nin tüm kurallarına (5) uyarak yazılan şeyleri neden şiir diye kabul etmek istemiyorlar? Şairlerden ustalıklarının sırlarını kendileriyle birlikte mezara götürmemelerini istemekte haklısınız.
Şiir üzerine bu yazıyı yazarken bilgiçlik taslamak istemiyorum, bir uygulayıcı olarak yazmak istiyorum. Yazımın hiçbir bilimsel yanı yok. Yapıtlarımdan söz ediyorum; gözlemlerimin, inançlarımın ışığında bakınca yapıtlarımın
öbür, meslekten şairlerin yapıtlarından çok az ayrıldığını görüyorum.
Bir kez daha vurgulamak isterim ki bir insanı şairliğe götürecek, onun şiir yazmasını sağlayacak kurallar koymak değildir amacım. Böyle kurallar yoktur. Şair bu kuralları yaratan kişidir.
O eski, aşınmış örneğimle benzetmemi bininci kez yineleyeceğim.
Matematikçi matematik kurallarını saptayan, genişleten ve geliştiren insandır; matematik bilgisine yeni kurallar katan insandır. "İki kere iki dört eder" kuralını ilk dile getiren adam, bu doğruya sigara izmaritinin yanına iki tane daha izmarit koyarak varmış da olsa, büyük bir matematikçiydi. Ondan sonra gelenler izmaritle karşılaştırılamayacak ölçüde büyük şeyleri, - örneğin lokomotifleri - bir araya getirmiş de olsalar, bunların hiçbiri matematikçi değildir.
Bu, hiçbir zaman lokomotifleri birbirine ekleyen insanın yaptığını küçümsemek anlamına gelmez. Onun yaptığı şey de, ulaşımın kargaşalık içinde bulunduğu bir zamanda, yalın bir aritmetik kuralından binlerce kez değerli olabilir. Ne var ki bir Matematikçiler Derneği’ne lokomotif onarma elkitabı gönderip de bu kitabın Lobaçevski’nin (6) geometrisiyle bir tutulmasını isteyemezsiniz. Böyle bir davranış plânlama komisyonunu kızdıracak, matematikçilerin aklını karıştıracak, Ücretler Komitesi’ni şaşkınlığa düşürecektir.
Bana karşı çıkarak zaten ortada olan şeyleri açıklamak için boşa çabaladığımı, bütün bunların apaçık olduğunu söyleyeceklerdir. Durum hiç de öyle değil.
Yayımcılarımızın bastığı uyaklı saçmalıkların yüzde sekseni ya yayımcıların eski şiirin ne olduğunu hiç anlamamalarından ya da şiirin amacının ne olduğunu bilmemelerinden basılmaktadır. Yayımcıların bildiği tek şey "hoşuma gitti" ya da "hoşuma gitmedi" sözleridir; unuttukları şeyse beğeninin geliştirilebileceği, geliştirilmesi gerektiğidir. Yayımcıların hemen hepsi bana bir şiir kitabını basmaktan nasıl kaçınabileceklerini, bunu yaparken ne diyeceklerini bilmediklerinden yakınmıştır.
Bilgili bir yayımcının o şaire şunları söylemesi gerekir:
"Dizelerin çok doğru yazılmış; Brodovski’nin, Şengeli’nin ya da Greçh’in elkitabının üçüncü baskısına uygun olarak düzenlenmiş, falan filan... Kullandığın bütün uyaklar çok yerleşmiş uyaklar; hepsi de V. Abramov’un "Büyük Rusça Uyaklar Sözlüğü"nde çok eskiden beri bulunan uyaklar (7).
Şu anda elimde basılacak iyi şiirler bulunmadığından seninkileri seve seve basacağım; sayfa başına üç ruble vereceğim, ama her sayfa üç kopya olmalı."
Şair için başka çıkış yolu kalmaz. Ya yazmaktan vazgeçecek ya da şiir yazmaya daha çok emek gerektiren bir iş olarak yeniden sarılacaktır. Şair artık hiç değilse en son haberleri yazarken bile paragrafına ancak üç ruble alan emekçi gazetecinin önünde hava atmaktan vaz geçecektir.
Biliyorsunuz, gazetecimiz skandalların, kan ve ateşin içinde yetişir; oysa bu tür bir şair parmaklarını ıslatıp kitap sayfalarını çevirmekten başka bir şey yapmaz.
Şairlerin niteliklerini yükseltmek, şiirin ilerde çiçeklenmesini sağlamak için, böylesi kolaycı girişimlerin öteki insan çabalarından ayrı tutulması gerektiği inancını ortadan kaldırmak gerekir.
Ama hemen şunu ekleyelim: Kurallar koymak, kendi içinde şiirin amaçlarından biri değildir, yoksa şair yeteneklerini var olmayan, yararsız şeyler ya da önermeler için kurallar düzenlemeye harcayan bir bilim adamı olup çıkar. Örneğin bisikletle giderken yıldızların nasıl sayılacağı konusunda bir kural bulmanın hiç bir yararı yoktur.
Düzenleme gerektiren, kurallar gerektiren önerme yaşamın içinde kendiliğinden çıkar karşımıza. Düzenlemenin yöntemlerini, kuralların amacını da sınıfın ve savaşımın gereksinmeleri belirler. Örneğin devrim, kitlelerin özentisiz konuşma biçimini sokaklara yaymıştır; kenar mahallelerin argosu kent merkezi bulvarlarınca akmaktadır; aydınların gücünü yitirmiş kendilerine özgü dili, artık bize
hiçbir şey demeyen o "ideal", "adalet ilkeleri", "İsa’nın ve yalancı Mesih’in aşkıncı yüzü" gibi sözler - lokantalarda gizli fısıltılarla söylenen bütün bu deyişler - ayaklar altına alınmıştır. Yepyeni bir dil öğesi vardır. Bu öğeyi şiire nasıl sokabiliriz? "Aşk, meşk", "mehtap, afitap" üstüne eski kurallar, eski ölçüler, eski biçimler geçerliğini yitirmiştir. Konuşma dilini şiire nasıl sokabiliriz; konuşulan dilden nasıl şiir çıkarabiliriz?
Eski ölçüler adına Devrim’in suratına tükürerek mi?
Kötü olduk biz, üstelik sindik
Kaçamayız artık
Çoktan itmiş bizi önceden belirlenmiş yollara
Kara, kiril eller
(Z. Gippius) (8)
Olmaz!
Devrim’in gümbürgümbür patlayışını, yalnız güzel sesler yaratmak için düzenlenen dört vurgulu ölçüye sokuşturmaya çalışmak umutsuz bir çabadır!
Ey kahramanlar, ey deniz adamları, albatroslar,
Gümbür gümbür, şen şölen masalarının konukları,
Ey büyük kartallar soyu, ey siz deniz adamları,
Yakuttandır alevleri size yaktığım ezginin.
(Kirillov) (9)
Olmaz!
Yoksa yeni dile hemencecik eksiksiz bir vatandaşlık
hakkı mı tanıyıvermeli: Nakarat yerine bir çığlık, ninni yerine davul sesi!
Ayak uydurun devrime!
(Blok) (10)
Gelin katılın, çoğalalım yürüyüşte!
(Mayakovski) (11)
Yeni şiirden örnekler vermek, bir sözcüğün devrimci
kitleler üzerinde nasıl etkili olabileceğinin kurallarını saymak yetmez - bu sözcüklerin insanın sınıfına en büyük desteği sağlayacak etkiyi yaratmasını güvence altına almak da gerekir.
"Amansız düşman uyumaz" (Blok) (12) demek yetmez; düşmanı olduğu gibi göstermek, hiç değilse imgelerle yanlışa yer bırakmayacak biçimde canlandırabilmek de gerekir.
Güçlerinizi toplayıp yürüyüşe katılmak yetmez. Sokak çatışmalarının tüm kurallarına uyarak postahaneyi, bankaları, silâh depolarını koruyarak, devrimci işçilerin ellerine bırakmanız da gerekir kendinizi.
Öyleyse:
Tıkının ananasları
Yutun keklikleri
Yaklaşmakta sonunuz, burjuvalar...
(Mayakovski) (13)
Klasik şiirde böyle dizelere hemen hemen hiç yer yoktur. Grech 1820’de hiç çastuşki (14) bilmiyordu; ama bilseydi, hiç kuşkum yok onlardan da tıpkı halk şiirlerinden söz ederken edindiği o aşağılayıcı tutumla söz ederdi: "Bu
şiirlerde ölçü diye, uyum diye bir şey yok."
Oysa Petersburg’un sokaklarında doğmuştur bu dizeler. Eleştirmenler bu dizelerin ardında hangi kuralların yattığını araştırıp dursunlar bakalım hiç durmadan.
Şiir yazarken sözcüklerin yeni kullanımlarından kaçınmak olanaksızdır. Şairin kafasını dolduran sözcüklerden, deyişlerden oluşan malzemenin baştan sona yeniden ele alınıp işlenmesi gerekir. Bir şiirin yazılışı sırasında eski, kalıntı sözcükler çıkagelirse, bunların yeni malzemenin niceliklerine tıpı tıpına uydurulması gerekir. Bu tür alaşımlar, içlerindeki yeni malzemenin niceliği ve niteliğine göre yararlı olabilir de, olmayabilir de.
Yenilik elbette hiç akla gelmedik doğruların durmadan söylenip durması değildir. Iambus (*), özgür koşuk, ses yinelemesi, yarım uyak her gün yeniden keşfedilmez. Ama bunlar işlenebilir, genişletilebilir, uygulama alanları yaygınlaştırılabilir.
"İki kere iki dört eder" - kendi başına var olmaz, olamaz. Bu doğrunun nasıl uygulanacağını da bilmek gerekir (uygulama kuralları). Bunları akılda kalacak biçimde dile getirmek gerekir (daha çok kural). Bu doğrunun çürütülemez olduğunu bir yığın açıklayıcı gerçekle (örnek, içerik,
izlek) kanıtlamak gerekir.
Buradan açıkça anlaşılıyor ki gerçekliğin gösterilmesinin, yansıtılmasının kendi başına şiirde hiçbir yeri yoktur.
Bu türden çalışmalar da gereklidir elbette, ama o zaman bunun bir kitle toplantısı yazmanın çalışmasıymış gibi değerlendirilmesi gerekir. Bu da olsa olsa "Dinlediler, kararlar aldılar." gibi birşey olur. Yol arkadaşlarımızın trajedisi buradadır işte (15) : Konuyu beş yıl önce duymuşlardır ama önerilerini yapmakta birazcık geç kalmışlardır -
herkes herşeyi çoktan uygulamaya koymuştur bu arada.
Şiir ta derinliklerinde bir amaç güder.
Kanımca "Yolda bir başıma yürüyorum" (16) dizesi
kışkırtıcıdır; şair, kızları kendisine katılmaları için kışkırtmaktadır. Tek başına yürümek sıkıcıdır elbette! Keşke insanları kooperatiflerde toplamaya çağırmak için de bu denli güçlü şiirler olsa!
Şiir yazmayı öğreten eski ders kitapları hiç de böyle
değildir. Bu kitaplarda yalnızca tarihsel ve önceden kabul edilmiş yazma biçimleri tanımlanır. Aslında bu kitaplara verilen adın "nasıl yazmalı" (17) değil, "nasıl yazıyorlardı" olması gerekir.
Bakın, açıkça söyleyeyim size. Iambusları ya da trokileri (**) hiç bilmiyorum, bunların arasında hiçbir zaman ayrım gözetmedim, gözetmeyeceğim de. Zorluğundan değil, şiirlerim de böyle şeylere uğraşmaya vakit bulamadığımdan. Ama şiirlerimde bu ölçülerden izler varsa, bu bütünüyle kulak yoluyla olmuştur; çünkü zamanla alışılan bu
düzenlemeler hiç durmadan karşımıza çıkıyor. "Anaç Volga’nın şanlı akışı boyunca" da olduğu gibi.
Kaç kez oturup incelemişimdir bunu, işleyişini anlamış ama gene de unutmuşumdur. Ders kitaplarının yüzde doksanını kaplayan bu gibi şeyler benim uygulamalı çalışmalarımın ancak yüzde üçünü oluşturur!
Şiir çalışmalarına nasıl başlanacağı konusunda, birkaç genel kural bulunabilir ancak. Bu kurallar da salt alışkanlık olarak uygulanır. Tıpkı satrançtaki gibi, ilk oyunlar hemen her zaman aynıdır. Ne var ki ikinci oyundan sonra yeni bir saldırı düzenlemeye başlarsınız. Belli bir durumda, en başarılı oyununuzu bile ikinci kez yineleyemezsiniz.
Karşınızdakini yenilgiye uğratan şey, oyununuzun beklenmedik bir oyun olmasıdır.
Tıpkı şiirde beklenmeyen uyakların kullanılması gibi.
Şiir çalışmasına başlandığında onsuz edemeyeceğimiz
temel önermeler nelerdir?
Birincisi şudur: Toplumda, ancak şiir yoluyla çözülmesi düşünülebilecek bir sorunun bulunması. Toplumsal bir buyruk. (Toplumun buyurduklarıyla verilen asıl görevler arasındaki uçurum, ilginç bir inceleme konusu oluşturacaktır.)
İkincisi şudur: Bu sorunla ilgili olarak sınıfınızın (ya
da temsil ettiğiniz topluluğun) isteklerini tam olarak bilmeniz ya da sezebilmeniz: başka deyişle nişan alınacak bir mevzi.
Üçüncü olarak: Malzemeler. Sözcükler. Ambarı hiç
durmadan doldurmak, kafalardaki siloları gerekli, dışavurumcu, az rastlanır, uydurulmuş, yenileştirilmiş ve üretilmiş her türlü sözcükle doldurmak.
Dördüncüsü şudur: Atelye için donanım, montaj hattı için araç gereç. Dolmakalem, kurşun kalem, daktilo, telefon, yatakhaneye gidip gelirken giyilecek kalın bir şey, yayımcılara gidip gelmek için bir bisiklet, düzenli bir masa,
yağmurda şiir yazarken gerekli bir şemsiye, çalışma sırasında kalkıp dolaşmak gerektiğinde atılacak adımların sayısına tıpatıp uyan bir oda, taşrayla ilgili vb. sorunlar konusunda bilgi verecek bir basım eviyle bağlantı, giderek pipo ve sigara.
Beşinci olarak da: Sözcükleri evirip çevirme ustalığı
ve yöntemleri, yıllarca gün be gün çalışma yürütülen çalışmaların sonucunda biriken son derece kişisel şeyler: Uyaklar, ölçüler, ses yinelemeleri, imgeler, biçemi hafifletme, dokunaklılık, bitiriş, şiire ad bulma, düzenleniş, vb, vb.
Örneğin: Toplumsal görev, Petersburg cephesine giden Kızıl Ordu askerlerinin söyleyeceği bir marşa söz yazmak olabilir. Amaç Yudeniç’i (18) yenilgiye uğratmaktır. Malzeme askerlerin dilinden alınan sözcüklerdir. Üretim araçları - küçük bir kurşun kalemdir kullanılan. Tür ise - uyaklı
çaştuşka’dır.
Sonuç:
Uzun keçeden bir aba verdi yarim
Bir çift de yünlü çorap bana.
Yudeniç seğirtip kaçıyor Petersburg’dan
Yangından kaçarcasına.
Bu dörtlüğün özgünlüğü, bu çaştuşka’yı yaratan şey "çorap bana"yla "kaçarcasına" uyağıdır. Dörtlüğü geçerli, şiirsel ve örnek kılan şey de bu yeniliktir.
Çaştuşka etkisini sağlayan şey, birbiriyle uyumsuz olan ilk iki dizeyle son iki dizeye karşın beklenmedik bir uyağın kullanılmasıdır. Bu yüzden ilk iki dizeye, giriş dizeleri ya da
yardımcı dizeler denebilir.
Şiir uygulamasındaki bu genel ve temel kurallarda, bugün şiir yapıtlarını adlandırıp sınıflandırırken kullandığımız kurallardan daha büyük olanaklar saklıdır.
Kullanılan malzemenin çeşitli yönleri, üretim araçları ve teknik ustalıkların bir plânlama sistemi içinde değerlendirilebile- ceğini rahatlıkla kabul edebiliriz.
Bu şiiri toplum mu istemiştir? Evet. İki puan. Şiirin bir amacı ya da ereği var mıdır? İki puan. Uyaklı mıdır? Bir puan daha. Ses yinelemesi var mıdır? Yarım puan daha. Ritm için de bir puan daha — çünkü bu değişik ölçünün bulunabilmesi otobüs yolculukları yapmayı zorunlu kılmıştır.
Eleştirmenlerimiz isterlerse gülsünler buna; ama benim gözümde bir Alaskalı şairin şiiri (başka herşey eşit kalmak koşuluyla) örneğin Yaltalı bir şairin şiirinden daha değerlidir.
Elbette; ne sandınız ya? Alaskalı şair donuyor, kürk
palto alması gerek; içindeki mürekkep donuyor, yazmıyor kalemi. O ysa Yaltalı şair, şiirsiz bile güzel olan bir çevrede, palmiye ağaçlarının altında yazıyor şiirini.
Bu gibi konularda, yazarın niteliklerini doğru olarak
saptayabilmek için herşeyi olduğu gibi görebilmek gerekir.
Demyan Bedni’nin (19) şiiri günümüzde, iyi kavranmış toplumsal buyruğa, doğru amaç ya da erek anlayışına - işçi ve köylülerin gereksinmelerine - yarı köylü çevrenin diline (bu arada can çekişmekte olan uyaklara) ve halk
şiirinden alınan türlere iyi bir örnektir.
Kruçenik’in (20) şiirine gelince: Ses yinelemesi, ses
uyumsuzluğu; amacı ve ereği gelecek şairlere yardım etmek.
Burada kimin, Demyan Bedni’nin mi yoksa Kruçenik’in mi daha başarılı olduğu gibi fizikötesi bir sorunla uğraşmaya gerek yoktur. Bunlar birbirinden çok ayrı türde, çok ayrı düzeylerde şiirsel başarılardır; öbürünü dışında bırakmadan, onunla yarışmadan kendi başına değeri vardır herbirinin.
Benim anlayışıma göre iyi bir şiir yapıtı öngörülen
toplumsal buyruğa göre yazılmış, amaç olarak proleteryanın kazanımını benimsemiş, sesleneceği herkesi sarsan, herkesin anlayabileceği bir dille, BEÖ’nün (21) verdiği bir masada yazılan ve yayımcıya uçakla gönderilen şiirdir. "Uçakla" diyorum çünkü şiirin günlük yaşamımızla
içli dışlı olması üretimimizde en önemli etkenlerden biridir. Şiirin tartılıp değerlendirilmesi süreci, elbette benim anlattığımdan çok daha ince, çok daha karmaşık bir iştir.
Fikirlerimi bile bile abartıyor, yalınlaştırıyor, çarpıtıyorum. Abartıyorum, çünkü çağdaş bir edebiyat yapıtının özü şu ya da bu kalıplaşmış öğenin edebiyat beğenisi açısından
değerlendirilmesine bağlı değildir; üretme sürecine doğru yaklaşmaya bağlıdır; şimdi bunu daha çarpıcı olarak göstermek istiyorum.
Kalıplaşmış imgelerin ya da türlerin değerlendirilmesiyle uğraşmak beni hiç mi hiç ilgilendirmiyor; bu denemede benim amacım şiir üretme sürecini aydınlatmaya çalışmak.
Şiir nasıl yazılır?
Çalışma, toplumsal buyruğun alınmasından ya da buyruğun bilincine varılmasından çok önce başlar.
Ön çalışmalar kesintisiz sürer.
İyi ısmarlama şiir, elinizde bir yığın ön çalışma olduğu zaman yazılabilir ancak.
Örneğin, şimdi (hemen aklıma geliveren bir konuda
yazmaya kalksam) gliserin üzerine karışık, dağınık bir konuşmadan arta kalan tumturaklı bir soyadı, "Bay Gliseron" kafamın içinde dönüp durmakta.
Ya da şöyle bazı eksiksiz uyaklar:
Kaymak gibi bulutlardan bir küme
Aralarında yükselen asık suratlı bir kale
Roma’ya git, Fransa’ya ya da Almanya’ya,
Bir Bohem’in sığınabileceği bir yer bulmaya.
Burnundan soluyan bir kısrakla
Gideceğim Amur'a,
Amur
Hazır yas tutmaya.
Ya da:
Fışkıran yaz yeşilliği...
Ağustos’un binbir renkli incelikleri vb, vb.
Bir de çok sevdiğim bir Amerikan halk şarkısının ölçüsü var; bunun da bize uyarlanması, Ruslaştırılması gerekiyor:
Taş - yürekli Hannah
Bir aç dişi Savannah’da
Bir aç dişi Savannah’da
Hey - hey.
Bir de "Flora Low" adlı bir posterin geçerken gözüme ilişiveren o özlü, çarpıcı ses yinelemesi var:
Flora Low nerde diye sordum kapıda.
Dediler çalışıyor alt katta.
Ya da "Lyamina" adlı bir yapay boya fabrikasıyla ilgili şu dizeler:
Anacığımın kardığı ne güzel boya
Çünkü anamın çalıştığı yer Lyamina.
Açıklık ve belirsizlik dereceleri değişen konular vardır:
1. New York’ta yağmur.
2. Paris’te Boulevard des Capucines’de bir yosma. Tek bacaklı olmasından ötürü herkesin yatmak istediği bir yosma — öyle anlaşılıyor ki öteki bacağını tramvay ezmiş.
3. Berlin’de Hessler lokantasının helasında yaşlı bir
adam .
4. O büyük Devrim konusu; devrimi baştan sonuna
dek bir köyde yaşamışsanız bu konuyu işleyemezsiniz. Falan filan.
Bütün bu hazırlık çalışmaları insanın kafasında birleştirilir; sonra en güç olanları bir yere yazılır.
Bunların gelecekte nasıl uygulamaya döküleceğini şimdilik hiç bilmiyorum; ama kullanacağımı kesinlikle biliyorum .
Bütün zamanımı bu hazırlık çalışmaları alır. Her gün bunlara on, on sekiz saatimi ayırırım, hiç durmadan birşeyler mırıldanırım. Herkesin diline dolanan şairce dalgınlığımın nedeni bunlara yoğunlaşmamdır.
Bunlar üzerinde çalışm am öylesine yoğundur ki on beş yıllık çalışmalarım sırasında herhangi bir uyağın, ses yinelemesinin ya da imgenin kafamda belirişini, son biçimini alışını yeriyle, zamanıyla yüzde doksan anımsayabilirim.
Bir sokak.
Bak......
(Sunkharev Kulesi’nden Sretenka Kapısı’na
giderken tramvayda, 1913)
Hınzır bir yağmur, kısıldı gözler,
Oysa ben...
(Strastnoy manastırında, 1912)
Okşa soğuktan büzüşmüş kara kedileri
(Kuntsevo’da meşe ağacının altında, 1914)
Sola
Sola.
(Irmağın Kıyısı’nda bir arabanın içinde, 1917)
D’Anthese, orospu çocuğu.
(Mytişçi yakınlarında,
trende, 1924)
Falan filan.
Bu "not defteri" asıl şiirin yazılması için en önemli koşullardan biridir.
Bu küçük "defter" den söz eden yazılar çoğunlukla şairin ölümünden sonra yayınlanır ancak; bu deftercik yıllarca tozlu raflarda bekler, şair öldükten, ‘bütün ’ şiirleri yayınlandıktan sonra okuyucuya ulaşır. Oysa yazarın her şeyidir bu deftercik.
Deneyimsiz şairlerde doğal olarak böyle bir deftercik bulunmaz, çünkü onların uygulamaları ve deneyimleri eksiktir. Şiirlerinde iyi işlenmiş dizelere çok az rastlanır. Tüm ürünlerinin kansız, cansız ve sıkıcı olması bundandır.
Yetenekleri ne olursa olsun hiç bir şair, başlangıçta
hemencecik kusursuz bir şey çıkaramaz ortaya; öte yandan ilk çalışma her zaman daha "diri"dir, çünkü bir önceki dönemin birikmiş izlenimlerini yansıtır.
Titizlikle işlenmiş bu ön çalışmalarım olmasa, hiç bir şeyi tamamlayacak zaman bulamam , çünkü normal üretme hızım günde sekiz on dizedir.
Bir şair, durum ne olursa olsun, her karşılaşmayı, her işareti, her olayı sözcüklere dönüştürülebilecek malzeme olarak görür.
Bir zamanlar bu tür çalışmalara kendimi öylesine kaptırmıştım ki ilerdeki şiirlerde işime yarayabilecek sözcük ya da deyimleri sözlü dile getirmekten bile korkar olmuştum; kötümser, renksiz, ağzını bıçak açmaz bir adam olup
çıkmıştım.
1913 sıralarında bir kadın arkadaşıma bağlılığımı kanıtlamak üzere Sratov’dan Moskova’ya dönerken, benim "bir erkek değil, pantolon giymiş bir bulut" olduğumu söyledim ona. Söyler söylemez de bunun bir şiirde kullanılabileceğini düşündüm; ama ya bu söz dilden dile dolaşmaya başlar da boşa harcanırsa ne olurdu? Büyük bir korkuya
kapılıp yarım saat kadar hiç belli etmeden sorularımla kızın ağzını yokladım; sözlerimin bir kulağından girip ötekinden çıktığını anladıktan sonra yatışabildim ancak.
İki yıl sonra "pantolonlu bulut" uzun, bütün bir şiire
başlık olarak gerekti bana.
İki gün boyunca, yalnızlık içinde bir adamın biricik
sevgilisi için duyduğu şefkati anlatacak sözcükleri düşündüm durdum.
Ne denli değerli bulur, nasıl severdi onu kim bilir?
Üçüncü gece başağrısıyla yattım; hiç bir şey gelmiyordu aklıma. Geceleyin dizeler belirmeye başladı:
Bedenini
Okşayıp seveceğim
Savaşta sakatlanmış
İşe yaramaz
Kimsesiz
Bir askerin
Sevmesi gibi tek kalmış bacağını. (22)
Uyur uyanık fırladım yataktan . Yaktığım kibritin zayıf ışığında bir sigara paketinin arkasına ‘tek kalmış bacağını’ yazdım , sonra yatıp uyudum. Sabahleyin sigara p aketinin arkasına yazılmış bu 'tek kalmış bacağını’ sözcükleri iki saat düşündürdü beni; nasıl olup da oraya yazıldıklarına kafa yorup durdum.
Yakalanmış ama henüz yerine oturtulamamış bir uyak insanın tüm varlığını zehirleyebilir: Düş görüyormuş gibi, ne dediğinizi bilmeden konuşur durursunuz, gözünüze uyku girmez, uyağın nerdeyse gözlerinizin önünden uçarak
geçip gittiğini görürsünüz.
Günümüzdeki Şengeliler şiir çalışmalarını onun o berbat kolaycılığıyla, çok önemsiz bir şeymiş gibi ele almaya başlamışlardır. Bu konuda öğretmenlerini bile geride bırakan pek yetenekli delikanlılar da vardır. Örneğin işte Harkov’da yayınlanan Proleter’den (No. 256) bir ilan:
'Nasıl yazar olunur?
Ayrıntılı bilgi için 50 kopeklik pul gönderin. Donets
tren yolu üzerinde Slavyansk, Posta Kutusu 11.’
Ne büyük kolaylık, değil mi?
Sırası gelmişken söyleyelim, bu devrimden önceki dönemde başlamış bir şeydir. Tıpkı Divertissemenet (23) gazetesinin ek olarak verdiği Beş Kolay Derste Nasıl Şair Olunur? adlı kitapçık gibi.
Verdiğim bu kısa örneklerin bile şiiri gerçek yerine, en güç, en zahmetli işler arasına oturtabileceğine inanamıyorum.
İnsanın şiir kıtalarına karşı tutumu Pasternak'ın şu
esin dolu dörtlüğünde kadına karşı edindiği tutuma benzemelidir:
Taşralı bir Shakespeare oyuncusu gibi
Rolümü tekrarlayarak izledim durdum seni.
Ezberledim tepeden tırnağa herşeyini
O gün,, davranışlarını, güzelliklerini (24)
Bundan sonraki bölüm de bu ön çalışmalardan şiirin nasıl oluşturulduğunu göstermek için somut bir örnek olarak kendi şiirlerimden birini ele alacağım .
(.....)
İngilizceden Çeviri: YURDANUR SALMAN
(*) Iambus: Bir kısa, bir uzun heceden oluşan ayak. (Ç. N.)
(**) Troki: Bir uzun, bir kısa heceden oluşan ayak. (Ç. N .).
1. Rusya’nın en ilerici yazarları Devrim’den sonra Proleter Yazarlar Birliği denen birlikler kurdular (Rusça harflerle bunların kısa adlan A.P.P. dir). Örneğin 1923’te kurulan Moskova birliği MAPP, TÜM-Rusya Birliği’ni, VAPP’i devralan
Rus Birliği RAPP vardı. Mayakovski bu adlandırmalara bayılıyordu.
2. Biçimciler: Yirmili yıllarda etkin olan biri Leningrad’da öbürü Moskova’da iki edebiyat eleştirisi okulu; bu okullar yazarların kullandığı edebiyat dilini ve edebiyat yöntemlerini
çözümlemekle ilgileniyorlardı. Mayakovski onların çalışmalarını değerli buluyordu; Moskova grubunun en yetenekli üyesi Osip Brik’in çok yakın arkadaşıydı. O zamanlar "Biçimci" henüz kötüleyici bir terim olarak kullanılmaya başlamamıştı.
3. Puşkin’in şiir-romanı Eugene Oniegin’in baş kişileri. Alexander Sergeyeviç Puşkin (1799-1837) Rusya'nın en büyük Romantik şairiydi. Byron’ın yüzeyden etkilediği (ve 1837’de
biten) Eugene Oniegin ondokuzuncu yüzyıl edebiyatında çok etkili oldu.
4. Burada Puşkin’in şiirlerindeki özel dizelere değiniliyor (Bölüm Bir).
5. Şair ve edebiyat kuramcısı olan Georgi Arkadieviç Şengeli (1894-1956) 1926’da işçilerin daha "okumuş" duvar gazeteleri
çıkarmalarına yardım etmek amacıyla Deneme, Şiir ve Öykü Nasıl Yazılır adlı bir kitapçık yayımlamıştı; Şengeli bu kitapçıkta şöyle sözler ediyordu: "Bir şiir için çoğunlukla bir tek ölçü seçilir; birinci dize için lambus, İkincisi için daktil
(bir açık, iki kapalı heceden oluşan eski Yunan ve Latin şiir ölçüsü. Ç. N.) vb. gibi karışık ölçüler kullanmak kabul edilemez." Mayakovski’nin denemesi buna yanıt olarak yazılmıştı. Şengeli'nin kullandığı Kak pisat’... stikhi, Mayakovski’nin
Kak delat’ stikhi’yi kullanmasına yol açtı. Sonra da Şengeli buna yanıt olarak, Mayakovski vo ves’ rost ya da Boylu Boyunca Mayakovski (dikey ya da yatay) adlı bir kitapçık yayınladı. Mayakovski olağanüstü uzun boyluydu.
6. Nikolay Ivanoviç Lobaçevski (1793-1856), bir Rus matematikçisi.
7. Filologlar: Nikolay Greç’in ders kitabı 1820’de, Abramov’un Uyaklar Sözlüğü 1912’de yayınlanmıştı.
8. Mayakovski burada (eksik olarak) Zinaida Gippius’un (1869-1945) 1918’de bir kitapta yayınlanan "Bir An" şiirinden alıntı veriyor.
9. Vladimir Timofeyeviç Kirillov (1889-1943) "Denizcilere" adlı şiirini Devrim’in birinci yıldönümünde yayınladı.
10. Alexander Blok’un (1881-1921) ünlü devrimci şiiri "On İkiler" den.
11. Mayakovski'nin şiiri "Sol Yürüyüş"ten (1918).
12. Gene "Onikiler"den.
13. Mayakovski’nin 1917’de yazdığı ve sözde Kış Sarayı’na saldıran denizcilerin bağırışlarından esinlendiği sokak ezgisinden bir beyit.
14. Kent türküleri ya da o tür süslü püslü ezgiler.
15. İlk kez Troçki’nin kullandığı bir terim (Edebiyat ve Devrim) ; bu terimin anlamı, daha sonra Komünist olmayan ama Sovyet davasını belli ölçüde benimseyen yazarları da kapsayacak biçimde genişletildi. Yirmili yıllarda bu yazarların yapıtları daha nesnel olarak tartışılabiliyordu.
16. Michael Yurieviç Lermontov’un yazdığı bir lirik şiirin ilk dizesi (1814-1841).
17. Şengeli’nin kitabına özel bir değinme.
18. Beyazlar’m Generali N. N. Yudeniç, 1919’da Petersburg’a karşı başarısız bir saldırıya girişmişti.
19. Demyan Bedniy (bu, Yoksul Demyan demektir) eski bir Bolşevik ve çok etkili bir propagandacı olan Sovyet şairi Efim Axexeyeviç Pridvorov’un (1883-1945) takma adıdır.
20. Alexey Eliseyeviç Kruçenik (1888- ) Mayakovski’nin Fütürist eğilimli bir uğraşdaşıdır. Kruçenik’in şiiri gittikçe deneyselleşti, salt ses olup çıktı; sonunda Dada'ya yaklaştı.
21. Nauchnaya Organizatsiya Truda ya da Bilimsel Emek Örgütü (BEÖ), daha bilimsel ve daha verimli çalışabilmelerini sağlamak üzere fabrikalara bilgi ve araç sağlamak amacıyla kurulmuştu.
22.Mayakovski’nin 1915’te yayınlanan ilk baş yapıtı olan "Pantalonlu Bulut"un bir bölümü.
23. Pek çok benzeri olan sayısız, devrim öncesi yoz edebiyat dergilerinden biri. Bu dergi Moskovsky Listok’un ekiydi.
24. Pasternak’ın şiiri "Marburg"dan alıntı. Boris Pasternak (1890-1960) LEF’e (Sanatta Sol Cephe’ye) bağlıydı ve Mayakovski’nin ilk şiirlerini, özellikle "Pantalonlu Bulut" u çok beğeniyordu. Birinci Dünya Savaşı’ndan önce Hermann Kohen’in konuşmalarını dinlemek amacıyla Marburg’a gitti.
Bu şiiri ilk kez Angellerin Ötesinde (1917) adlı toplu şiirler kitabında yayınladı. Mayakovski (çoğu zaman yaptığı gibi) burada da gene yanlış alıntı veriyor.
VLADIMIR MAYAKOVSKI
Şiir Nasıl Yazılır?, S. 7-22

ŞİİRLERİ