(.....)
"Dünyayı bozguna uğratarak sesimin gücüyle yürüyorum - yakışıklı, yirmi iki yaşında."
Bir orman bekçisinin oğlu olan Mayakovski, 1893 yılında Gürcistan'ın Bağdadi köyünde doğar. Lise eğitimi alması için ailesi Kutays'a taşınır ve Mayakovski ilk kez burada sosyalist gruplarla tanışır.
Babası Vladimir Konstantinovich'in ölümünden sonra aile Moskova'ya taşınır. Mayakovski, burada odalarını kiraladıkları sosyalist öğrencilerin etkisiyle Marksist klasikleri ve Lenin'in broşürlerini okumaya başlar. Derslerinden çok sol yayınları okumaya zaman ayıran Mayakovski'nin okul yaşamı iyi gitmemektedir. Bu durumu fark eden ablası, İ.Karahan isminde biriyle Mayakovskiye ders vermesi için anlaşır. Ne var ki I. Karahan bir Bolşeviktir ve Mayakovski'nin İskra'nın eski sayılarını, Bolşeviklerin yayınlarını okumasını sağlar.
Böylece Mayakovski henüz on beş yaşındayken Bolşeviklere katılır, artık bir devrimcidir ve yoldaş Konstantin ismini almıştır. Yaşına aldırış etmeden İskra'nın yeni sayılarını gizlice dağıtır ve Bolşeviklere toplantı için boş daire ayarlar.
Yoldaş Kanstantin, Bolşeviklerin bir yeraltı basım evinde çarın polislerince yakalanıp tutuklanır. Cezaevinde çokça okuma şansı bulur, böylece dönemin şiir okullarını ve şairlerini iyice öğrenmiştir.
İlk şiirlerini cezaevinde yazan Mayakovski, bu şiirlere gardiyanlar tarafından el konulmasıyla onlara bir daha ulaşamaz. Yıllar sonra bu şiirlerden şöyle söz edecektir:
"Gardiyanlar sağolsun, çıkışta aldılar. Yoksa bir de yayınlardım!"
Cezaevinden çıktıktan sonra ressam olma arzusuyla Güzel Sanatlar okuluna girer ve burada hayatına bambaşka bir yön verecek, onu fütürizmle tanıştıracak olan David Burliuk'la tanışır. Mayakovski şiirlerini ilk kez Burliuk'a okur ve bu güçlü şiirlerin etkisinde kalan Burliuk şairin dehasını hemen fark eder.
Kübist bir ressam ve şair olan David Burliuk, Mayakovski'yi ilerde Rus fütürizminin temellerini birlikte atacakları Velimir Hlebnikov ve Aleksey Kruçyonih'le tanıştırır. Mayakovski, I. Dünya Savaşı'nın başlamasıyla, savaşın sancılı koşullarından etkilenerek devrimci sanatının ilk parıltılı eseri olan Pantolonlu Bulut'u yazar. Moskova'da olduğu bu dönemlerde Rus edebiyatının en değerli kalemlerinden biri olan Maksim Gorki'nin evine giderek başını kaldırmadan ona Pantolonlu Bulut'un bazı bölümlerini okur:
"Tek bir ak saç yok ruhumda,
Yaşlılığın çıtkırıldımlığı yok onda!
Dünyayı bozguna uğratarak sesimin gücüyle
yürüyorum - yakışıklı,
yirmi iki yaşında.
İster misiniz
ten kudurtsun beni,
-ve gök gibi renk değiştirerek ansızın -
İster misiniz öylesine yumuşayım,
sevecen olayım ki öylesine
hani, erkek değil de, pantolonlu bir bulut desinler bu!”
Mayakovski şiiri okuduktan sonra başını kaldırır ve Gorki'nin yaşlanmış gözleriyle kendisine baktığını görür. Pantolonlu Bulut, Mayakovski'nin 1915 yılında tanıştığı ve yaşamının sonuna dek şiirlerinde sevgisini dile getirdiği Lili Brik'in yardımıyla basılır.
Ekim Devrimi ile birlikte kendini yeni kültürün ve sanatın yaratılmasına adayan Mayakovski, bu yıllarda durmadan ajit prop resimlerle bezenmiş politik pankartlar, afişler yapar, fabrikaları dolaşarak şiirler okur ve sosyalist sanat anlayışını içeren konferanslar verir.
Örneğin devrim ordusu askerlerine ayakkabı toplanması için yaptığı bir pankarta şunları yazar:
"Arkadaşlar! Çetindir yolu geleceğin. Dayanaklı pabuçları olmalı öncülerin!"
Mayakovski, Parti Merkez Komitesi'nin de izniyle 1923 yılında, burjuva sanatına karşı her alanda mücadele etmek için Lef Dergisi'ni (Sol Sanat Cephesi) kurar. Lef, sosyalist sanat fikrini savunan entelektüellerin bir araya geldikleri, sosyalist gerçekçilik akımının kuramsal çalışmalarının tartışıldığı bir dergi olarak, iki yıllık yayım hayatında sekiz sayı çıkartmış ve dönemin en önemli edebiyat mecmuası olmuştur. Daha sonra çeşitli tartışmalar beraberinde gruplaşmaları getirmiş ve Lef 1925'te kapanmıştır.
1923-25 yılları Mayakovski'nin ağır buhranlar yaşadığı yıllardır. 1924'te Lenin'in ölümüyle derinden sarsılan şair, uzun bir süre kendini toparlayamaz. Lenin'in ölümünden sonra, içinde duyduğu acıyı kalemiyle birleştiren şair, en değerli eserlerinden biri olarak görülen Lenin Destanı'nı yazar. İlk kez Pravda'nın yazı kurulu odasında gördüğü, kitaplarını her okuduğunda coşkuya kapıldığı ve ne yazık ki hiç tanışma fırsatı bulamadığı Lenin için şunları yazar:
"Çelenkler süslüyor başını.
Korkuyorum kapanır diye
Lenin'in gerçek bilge ve insan alnı.
Korkuyorum kirletir diye
geçit törenleri anıtkabirler
ve kalıplaşmış saygı duruşları
Lenin'in sadeliğini.”
Lenin'in ölümünün etkisini henüz atlatmamış olan Mayakovski, ikinci bir felaket yaşar. Şiir tartışmalarında sürekli olarak çekiştiği melankolik şair Sergey Yesenin, 28 Aralık 1925'te bir otel odasında kendini asarak intihar eder ve Mayakovski'ye intiharından bir gün önce damarlarını açıp kendi kanıyla yazmış olduğu Elveda Dostum isimli bir şiir yazar:
"Elveda sevgili dostum elveda,
Sen kökleri içimde uzanan..
Ayrılık yazılmış alnımıza
İlerde gene karşılaşırız inan..
Elveda dostum, el sıkışmadan
Sessizce.. Ne keder ne tasa gerek:
Ölmek yeni bir şey değildir bu dünyada
Ama yaşamak da yeni bir şey olmasa gerek.”
Sergey Yesenin'in trajik bir biçimde canına kıyışı Mayakovskiyi büsbütün harap eder ve 1926 yılında Sergey Yesenin'e isimli şiirini yazarak. Yesenin'in intiharını şiddetle kınar:
"Alışılmış deyimiyle siz
Bir başka dünyaya göçüp gittiniz
Hayır Yesenin bu şaka değil,
Boğazında düğümlenen acıdır
Kahkaha değil...
Bu dünyada ölmek güç bir şey değil,
Bir hayat kurmaktır güç olan..."
Mayakovski bu zor zamanları atlatmak adına uzun bir yurt dışı seyahatine çıkar. Birçok ülke dolaşır, gittiği ülkelerde çeşitli konferanslar verir ve Sovyet Rusya'ya dair yapılan karalamalara karşın insanları aydınlatır. Son yurtdışı gezisini konu edinen şiirinde sosyalist bir ülkenin vatandaşı olması nedeniyle karşı karşıya kaldığı ayrımcılığı anlatır:
"Ve şu polis milleti nasıl da şehvetle kırbaçlar
nasıl çarmıha gererdi beni
sadece ve sadece elimde oraklı çekiçli bir pasaport var diye...
Şu memur zihniyetini bir kurt bir kuzuyu paralar gibi paralamak isterdim,
ve en ufak bir saygı duymadım bu cinsten belgelere ömrüm boyunca
ve cehenneme kadar yolu var tüm evrakların derdim.
Ama bu.. bu başka..
Ve daima gururla çekip çıkaracağım ceplerimden pasaportumu:
İyi okuyun sayın baylar ve gıpta edin:
Yanılmıyorsunuz evet
Sosyalist bir ülkenin yurttaşıyım ben."
Mayakovski 1 Şubat 1930 yılında yirmi yıllık çalışmalarından oluşan retrospektif bir sergi açar. Şiirlerinin yayımlandığı dergiler, gazete kupürleri, yazdığı kitaplar, iç savaş ve NEP döneminde yaptığı pankartların sergilendiği bu sergi bir nevi şairin sevenlerine vedası gibidir. Zira hiç takım elbisesi olmayan şair Mayakovski, 14 Nisan 1930'da, şakağıyla buluşturduğu silahının tetiğini çekerek intihar eder.
Rus edebiyatının militan şairi, fabrikalarda okunan şiirlerin davudi sesi, "Genç şairlerin bitirilmemiş şiirleri yoktur." sözüne karşın henüz bitirilmemiş şiirleri olan, Yesenin'in intiharını kınayan şiiri yazdıktan beş sene sonra, ardında son bir mektup bırakarak kendinden vazgeçer. Hâlâ yakışıklıdır, fakat bu kez yirmi iki değil. otuz yedi yaşındadır.
Son Mektup'tan
"Anacığım, kardeşlerim, yoldaşlarım! Bağışlayın beni. iş değil bu, biliyorum (kimseve de öğütlemem), ama benim için başka bir çıkar yol kalmamıştı. Lili beni sev. Hükümet yoldaş! Ailem: Lili Brik, anam, kız kardeşlerim ve Veronika Vitoldovna Polonkava'dan ibarettir; yaşamalarını sağlarsan ne mutlu bana.. Aşkın küçük sandalı hayat ırmağının akıntısına kafa tutabilir mi! Dayanamayıp parçalandı işte sonunda..."
(.....)
İLHAM ŞEKER
Azizm Sanat Örgütü Dergisi, Sayı: 127, S. 74-79

ŞİİRLERİ