Bizim sokaktan ne zaman geçseniz, bir ses duyarsınız; dolgun bir erkek
sesi. İlenç mi, alay mı olsun diye söylendiği hemence kavranamayan acayip
sözler mırıldanır:
- Aç köpeen ezanını kim okuycaaak!..
Ardından da, yıkık minareden göğe bağırılandan farklı bir ezan gelir:
- Allaekber, Allaekber!... Sus be, geber be... Allaekber, Allaekber! Zıy,
zıy, zıy! Seni kim dinler?
Burunlarında sümükleri kurumuş çocuklar ona taş atar; daha büyükçeler
yansılar... O zaman bi susar, bi bakar ki karşısındakilere. hepsi tabanları
yağlar. Meydan gene kendisinindir. Onu dinlerken adamın içi burkulur. Bu
birbirini tutmaz sözlere; kaderin insafsızca ezdiği bir insanın içini döktüğü
sezilir. Dokunaklılığı arttıran belki de, sesinin ahengidir...
Köyümün Osman Aga’sıdır o. İçinde hayvanların bile rahat
edemeyeceği yıkık bir ahır köşesinde oturur. Ayakları bir bilinmez dertle
tutuktur, gezinemez. Saç sakala karışmış, yüzünün biçimi bozulmuştur. Bu
kıllı suratta, iki kanlı göz kırpışır. Korkunç değildir bu gözler; iç sızlatan bir
acılıkları vardır. Siyah renkli, kokmuş urbasının bazı yerleri her zaman
ıslaktır. Gün ışır ışımaz, karanlık köşesinden sıyrılır, emekliye emekliye
dışarı çıkar. Gübre yığınının üstüne, her zamanki yerine oturur. başlar
söylenmeye:
- Aç köpeen ezanını kim okuycaaaakl... Gâvurolu gâvur, domuzolu
domuz... Akşamlara kadar kendi kendine kızar, küfreder, bağırır. Bir dilim
ekmek veren olursa, yatışır. Çocuklar fazla üstüne varırsa, büsbütün çileden
çıkar: haykırır, sızlanır, ağlar...
Hemen her köyde söylenemeyecek şeyleri, adı deliye çıkmış biri açık
açık savurur. Yabancı varsa etrafta: “Aldırmayın, delinin biridir 0, ne
söylediğini bilmez” derler. Ardından da kıs kıs gülerler. Konuşsun hep o
konuşsun isterler; bir boşalma bir hafifleme duyarlar böylece...
Bizde bu önemli işi Osman Aga görüyor: “Osman Aga köyümüzün ağzı dili” diyor
komşular. Zorda kalana: “Var Osman Aga'nın yanına da baarl Bakalım
hanginiz baskın çıkacak,” deyiverirler. Yemelikten, samandan açılsa, şakacı
biri atılır: “Kapa kapa, bereket Osman Aga bizim ezanı okuyo...” Bir
başkası ciddiye döker: “Günaa, günaa! Alay etmeyin Allahın garibinnen.
Biz de onun gibi olmadıysak tabii.” Sonra Osman Aga’nın eski günlerini
konuşurlar: “Hey gidi hey! Ne akıllı çocuktu o... Böyle deyildi evvelden.
Gezer, tozardı, öküz, araba koşup çifte, oduna gittini biliriz. Bunca yıl, o
gübre üstünde eyi bile dayandı fukara... Hey Osman Agacık hey!..“
Başından geçen garip olayı bilmeyen yoktur: Delikanlılığında Osman,
karasıtmalıydı. Çok zarplı (1) gelirdi nöbeti. Vurur kafayı yere, saatlerce göz
açmaz, ölüp ölüp dirilirdi. Daha küçükken babasını yitirdiği için Hasan
Agasının yanında kalıyor, biraz açıldı mı, o haliyle tarlaya, işe gitmeye
çalışıyordu. Sonra sonra iyice düştü. Ağası, ayaklansın da iki el kazansın
diye, başvurmadık çare komuyordu. Bir gün ocaktan birine sıtma
bağlatıyor, ertesi gün basıp köy aşırı yerlerdeki hocalara gidiyordu. “Bütün
vücudunu yılan gömleğiyle tütsüleyin” diyorlar, tütsülüyor; "Doğurmuş
eşek altından kırk bir kere geçsin“ diyorlar, geçiriyordu. Ne yapılsa boştu,
sıtma gününü şaşmıyordu.
Hasan gayrı: “Meret dert, götürse de kurtulsak” demeye başlamıştı. Tam
bu sırada kendisine Çongara’daki derin hocayı salık verdiler. Umutsuz,
kalktı gitti. Hocayı buldu, derdini anlattı. Oturduğu minderde sallanan hoca,
birdenbire durdu; sakalını sıvazladı. Karşısındakine baktı baktı da:
- Cayiller! dedi. Cayiller! Boşuna çektiriyorsunuz çocuğa. Kara Sıtmayı
bir kara cin yapar. Ancak korkutmayla kurtulunur o cinin elinden. Sıtmayı
korkut da, bak bir daha gelir mi?
Sonra, nasıl korkutulacağını da anlattı...
Hasan eve geldiği zaman Allahtan olacak, kardeşi ateşler içindeydi,
sayıklıyordu. Bir hikmet olmalıydı bunda... “Ateş bastığı zaman...”
dememiş miydi hoca? Tam zamanıydı işte... Ayazmadan buz gibi bir kova
su doldurup geldi; usul usul kardeşine sokuldu. O, kıvranıyor, boncuk
boncuk ter döküyordu, kendinden geçmişti. Bir “Bismillah“ çekti, birden
kovayı Osman’ın başına boşalttı...
Ne olduysa, o zaman oldu... Osman’ın gözleri büyük büyük açıldı. Sıçradı, çırpındı. “Sıtma korktu galiba” dedi yanındakiler ama, hayır
Osman’a başka bir hal olmuştu. Vurmuyor, kırmıyor, gözlerini boşluğa
dikmiş öylece duruyordu...
Tehlikesizdi. Ahırın bir köşesine bırakıldı. Aklına gelen. önüne bir parça
ekmek atar. İşte o gün bugündür kocaman bir sıtmalı gibi toprağa, yüzükoyun toprağa kapanmış köyümün bir duvarı dibinde, kendi ezanını kendisi
okur:
- Aç köpeen ezanını kim okuycaaak!...
(1) Şiddetli.
MEHMET BAŞARAN
Aç Harmanı

ŞİİRLERİ