MUNİS FAİK OZANSOY

Ekseriya sanatkârların ortak tarafları olur. Meselâ benim en çok dikkatimi çeken taraf, alınlarının geniş, saçlarının kabarık oluşudur. Çoğumuz herhangi birisini tarif ederken: «... efendim alnı alabildiğine geniş, saçları kulaklarına kadar düşmüş, gözleri daima birşeyler düşünenlerinki gibi dalgın... velhasıl şair kılıklı bir insan.» deriz. Hakikaten Munis Faik Ozansoy’un da alnı bir hayli geniştir ama saçları gayet az, kısa ve düzgün taranmıştır. Onu daima tertemiz, muntazam, çorabından kravatına kadar itina etmiş olarak görürüm. Şiir dinlerken uzun siyah kirpiklerinin gölgelendirdiği maviye çalan açık yeşil gözleri boşlukta birşeyler görmüşçesine dalar.

Munis Faik Ozansoy’un adını çok eskiden duymuştum, fakat kendisini ilk defa Ankara’ya geldiğim yıl (1947) gördüm. Haftada yahut onbeş günde bir muhtelif yerlerde toplanan şairler arasında nadiren fakat yerinde tenkitler yaparken daha iyi tanıdığımı zannediyorum... Önceleri ben de birçokları gibi, soyadları aynı olduğundan Halit Fahri Ozansoy’un nesidir diye merak eder dururdum. Servet-i Fünun’un değerli şâiri Fâik Âli Ozansoy’u sadece Faik Âli bildiğim için, oğlu olduğunu aklıma dahi getirmiyordum. Hele Süleyman Nazif’in yeğeni olduğunu nereden bilecektim?

Hemen hemen her mevzuda konuşmak fırsatını bulduğum Munis Faik’in derin bir genel ve edebî kültüre sahip olduğunu her seferinde biraz daha iyi anladım. Bu, yedi batından şâir bir ailenin çocuğu olmasından, yetiştiği çevrenin müsaitliğinden ileriye geliyor tabiî. Fransız dilini ve edebiyatını tam mânasiyle bildiğine inandığım Munis Faik Ozansoy’un bilgisi kadar, tevazuu önünde de eğilmek mecburiyeti hissedilir. Hafif kırlaşmağa başlayan şakaklarıyla kırk yaşına yeni vardığını tahmin ettiğim şâir dostum, resmi vazifelerinin yükü altında edebiyata fazla zaman ayıramaz... Yazacağı bir makaleyi günlerce beklediğimiz olur. Onun baştan savma yazılacak makalenin altına imzasını atmaktan daima çekinen halinde gerçek sanatkârlığı görülür. Az, fakat mükemmel olan yazıları titizliğini isbat eder durur. Şiirleri üzerinde de günlerce uğraşır. Yeni yazdıklarını genç şair dostlarına okuduğu zaman, varsa onların yapacağı tenkidi muhakkak nazarı itibare alır, lüzum görürse tekrar işler... Başkalarının şiirleri üzerinde yaptığı tenkidler o kadar yerindedir ki alâkasının sağlamlığı, tetkikinin derinliği daima göze çarpar.

Evinin, sık sık oturduğumuz küçük odasındaki pencerenin bir tarafında Faik Âli’nin, diğerinde de onun pek sevdiği Abdülhak Hâmid’in resimleri asılıdır. Karşı duvarda kendisinin Fransa’dan getirdiği Huldah isimli bir ressamın «Parisli Genç Kız» tablosu var ki bu tablo nedense, arkadaşlarım gibi benim de pek hoşuma gider. Yanda duran büyükçe büfe üzerindeki biblolar, hele o bir kulp’a takılı üstüste sıralanmış küçük küçük kül tablaları ve buna benzer şeyler M. Faik’in zevkini ölçen mihenk taşlarıdır. Avrupa’ya yaptığı muhtelif seyahatlerinde oradan getirdiği orijinal hatıralar hep güzel şeyler... İspanyol dilberlerinin kıvrak rakslarına tempo tutan zilleri ilk defa onda gördüm. Fransayı, o bediiyat diyarını adım adım, oradan getirdiği canlı resimlerde seyrettim.

Geceleri ekseriya eve pek geç gelen fakat sabahleyin vaktinde kalkan M. Faik’in uykusuzluğa tahammülünü çok işittim. Bir gün geç vakte kadar evinde oturduğumuzda sanatsever dostumuz Talât Anamur’un: «Ohh siz ona bakarsanız sabaha kadar oturur, sonra pekâlâ vazifesine gider; haydi kalkalım!» diye lâtife edişi, sâdece lâtife değil bir gerçekti. Halen Dış Ticaret Dairesi başkanı bulunan Munis Faik’in, vazifesi icabı sefaretlerin ziyafetlerinde bulunması, yahut onları davet etmesiyle vâki olan bu gecikmelerinin başka sebepleri de olur mu bilmiyorum... İçkiye karşı tahammülü olduğunu, hiçbir içki ayırmadığını, yalnız akşamcı olmadığını kendi ağzından işittim... Bilhassa evinde bulundurduğu çeşitli cins ve milliyetteki likörleri pek nefistir. Buna mukabil sigara tiryakisi değildir.

Şair dostuma bir türlü fırsatını bulup da niçin evlenmediğini soramadım, «ölen sevgiliye” isimli şiirini hatırlıyarak kendi kendime "yoksa...” diyorum.

*****

Yazdığı şiirlerin hemen hepsi aruz vezni iledir. İlk kitabı olan (Büyük Mabedin Eşiğinde) yi ikincisinden (Hayal Ettiğim Gibi) daha sonra, çok sonra okudum. Birincisinde hece vezniyle, hattâ halk tarzında yazılmış şiirlerine de rastladım. İçinde fevkalâde kuvvetli mısralar vardı ama, bence Munis Faik Ozansoy’un şahsiyeti, «Hayal Ettiğim gibi» nin ta kendisidir. Şiirlerini topyekûn gözden geçirecek olursak, ilk bakışta daima söylenmiş şeyleri tekrar ettiği zannedilir. Hattâ bugün birisi çıkıp ta: «Munis Faik, Munis Faik deyip duruyorsunuz, ne getirdi Türk Şiirine?» şeklinde bir sual soracak olsa, onun şiirlerini yüzden inceleyenler cevap veremezler tabiî. Fakat Ozansoy’un vezin, daha doğrusu kalıp seçişindeki ustalığını, onlara kelimeleri yerleştirişindeki itinayı, dilin kullanılışını, her şeyden evvel o aruz vezninin tıkırdısını kaldıran kabiliyetini, bunların yanıbaşında ilhamının seçkinliğini farkedebilenler, gerekli cevabı verirler zannediyorum. Pek çok kimselerin, edebiyattan şiirden nasibi olan pek çok kimselerin «Munis Faik nedense daima aruz veznini tercih eder» dediğim zaman şaşırdıklarına şahit oldum. Evet hakikaten, o daima şikâyet ettiğimiz aruz tıkırdısını o kadar ustalıkla kaybediveriyor ki, iyice dikkat etmiyen veznin aruz olduğunu hissedemiyor. Zaten biz de bugün bu monotonluktan şikâyetçi değil miyiz; zaten biz de bugün aruz kullananların vezin icabı yabancı kelimelere iltifat edişlerinden bıkkın değil miyiz?.. O halde daha neyi arıyoruz bilmiyorum.

Serbest şiir hakkındaki düşüncelerini az çok anlamış vaziyetteyim. Bir kerre şiirin muhakkak vezinli ve kafiyeli olması taraftarı değildir ama, muhakkak vezinsiz ve kafiyesiz olması taraftarı da hiç değildir. Yazmadığı halde serbest şiirlerden bir çok örnekler bilir ve beğenir. Yalnız resimde olsun, şiirde olsun beliren son cereyanların kökleşmiyeceğine kaani. Bundan yüz, beş yüz sene sonra onların tekrar edilmiyeceğine emin. Türk şiiri için ümidi tamdır. Bu ümidini: «Divan şiirimizle, halk şiirimizin muhassalası yarının şiiridir» şeklinde ifade eder. Genç şairlere karşı, kendi nesli ve ondan evvelki şairler gibi alâkasız değildir. Onların hilâfına ekserisini çok iyi tanır. Gönderilen bir kitabı muhakkak bitirir, ondan sonra hükmünü verir. Pek çok üstadlar gibi iki sahife okuyup on iki sahife yazı yazmaz.

Munis Faik Ozansoy’un tevazuundan yukarda bahsetmiştim.. Onunla her tanışan aynı kanaatla ayrılır. Dostumun bu büyük tevazuuna, gösterdiği candan samimiyet ilâve edilirse onu sevmemenin kaabil olmadığı görülür... Elinin bir hayli açık olduğunu tahmin ettiğim M. Faik, kitaplarını kimseden kıskanmaz. Abdülhak Şinasi’nin hatırası olan imzalı bir kitabı (Fahim Bey ve Biz) günlerce bende kaldı da bir gün, «ne oldu?» diye sorduğunu hatırlamıyorum.

Lâtifeyi sever, arasıra da yapar... Biz daima, onun aktif olmayışından kendi kendimize şikâyet eder dururuz. Yazılarında olsun sözlerinde olsun temkini elden bırakmaz. Fikirlerimizi kabul etmiyenlere en iyi cevabın eserlerle verilebileceğini söyler.

Hem, şöhret düşkünlüğü ve gösterişten nefret ettiğine eminim. Onun, bu yönden bu kadar alâkasız oluşu, karışık bir Dünya içinde bulunmamız, maneviyata kıymet vermeyen bir topluluğun gittikçe çoğalması gibi sebeplerle birleşince hangi neticelere varır, belli..... Şimdi onun, bütün sahte ilham ve duygulardan sıyrılarak yazdığına inandığım «Son Söz» isimli şiirini, beraberce okuyarak biz de son verelim şu uzayıp giden sözlerimize :

SON SÖZ

San’at kolay değil, seneler nankör, anladım.
Varsın sokakta, kahvede söylenmesin adım.

Hiç bir şey istemem: ne tanınmak, ne ölmemek,
Varsın benim bu san’ata vakfettiğim emek,

Maddî ve manevî, bana bir şey getirmesin,
Kâfidir, ey Şiir, bana yalnız senin sesin!

Kâfi, benim hayatımı aydınlatan o nûr,
Kâfi, zaman zaman bana tattırdığın huzûr,

Alkış yalancı, servet ölümdür dehâ için,
Etmem fedâ bu san’atı boş bir sadâ için,

Şöhret de sahte, hem de süreksiz... hulâsa boş,
Şi’rin dışında, maddeye âit ne varsa boş...

San’at kolay değil, seneler nankör, anladım,
Varsın, ölünce, bir daha söylenmesin adım.

GÜLTEKİN SÂMANOĞLU
Hisar Dergisi, Temmuz 1951, No 15

ŞİİRLERİ



ARKADAŞINIZA GÖNDERMEK İÇİN:





ŞİİR PARKI