Telefondaki ses “Ağbi, ben Metin Güven” dediğinde
şaşırmıştım. Çok eski yıllara, çocukluğumuza dek uzayan tanışlığımız vardı. İlk kez telefonda arıyordu. Bir süre önce rahatsızlandığını çok yakın bir dostundan öğrenmiştim. O yüzden niçin aradığına merakım daha çok arttı. “Osmangazi Belediyesinden telefon ettiler, mahallemiz ile ilgili benimle söyleşi yapmak istiyorlar, beni biliyorsun mahallemiz konusunda pek bilgim yok, sana yönlendirebilir miyim?” diyordu. “Tamam Metin, olur; sen iyi misin?” dediğimde yanıtı,“İdare ediyorum” oldu.
Bu konuşmamızdan on gün kadar sonra telefondaki ses bu kez “Metin Güven’i kaybettik” diyordu. Donakaldım. Aklıma uzun bir süre önce yazmaya çalıştığım, henüz tamamlayamadığım bir yazı geldi “Benim Mahallem“ diye başlık attığım yazı.
“Zamanını hatırlamasam da Arap Mehmet Mahalesindeki iki odalı kiralık evimize taşındığımızı hatırlıyorum. İnebey Caddesi No: 47’deki evimizi. Şimdi kentimizin ünlü şairi Metin Güven’in sahibi olduğu o evi iyi hatırlıyorum.”
Biz bir süre sonra aynı caddede 41 numaralı kiralık
evimize, 1950 yılında da satın aldığımız 20 numaralı evimize taşındık. Artık iyice Arap Mehmet Mahalleli olmuştum. Tamamlayamadığım o yazının bir yerinden:
“İnebey Caddesi çocukluğum. İnebey Caddesi delikanlılığım, gençliğim. İnebey Caddesi yaşamım. O caddede oynadım, o caddede güldüm, ağladım. Mutlulukları, mutsuzlukları o caddede yaşadım. O zamanlar mahalleler yaşayanları ile, sokakları ile capcanlı bir olgu idi. Sevginin, saygının, üleşmenin olduğu mahalleler vardı. O mahalleye ait olmak, kentlilik bilincinin oluşmasında en büyük etkendi. Önce mahalleli, sonra Bursalı. İnsanları ile, evleri ile, ağaçları ile kedi ve köpekleri ile börtü böceği ile yaşayan bir şeydi mahalle. Şimdiki gibi ölü değil.”
Babaannemin, anneme, “İlk oturduğumuz evi Apolyont’lular almış” dediğini çok iyi anımsıyorum . İlk o zaman görmüştüm Metin Güven’i. Mahallemize katılmıştı, ömrünün sonuna kadar yaşayacağı mahallemize. Zayıf, çelimsiz, küçükken geçirmiş olduğu bir rahatsızlıktan dolayı bir ayağı aksayan ve bu yüzden oyunlarımıza katılamayan/katılmayan arkadaşımızdı. Arkadaşımızdı ama o yalnızlığı seçmişti. Sırtını bir duvara dayar bizi uzaktan seyrederdi. Okul arkadaşlığımız da olmamıştı.
Ben Bursa Erkek Lisesine gidiyordum, o Bursa Ticaret Lisesine. O orta ikinci sınıftayken ben liseyi bitirmiştim. O yıldan (1960) sonra ben mahallemden koptum. Metin Güveni de bugüne dek en fazla beş-altı defa görmüşümdür. Ama onun şair-yazar kimliğini, yaşamöyküsünü Ramis Dara’dan öğrendim sohbetlerimizde ve yazdıklarından.
Bir gün Bursa Devlet Hastanesinde can dostum Dr. Aytaç Altıer ile sohbet ediyorduk. Aytaç o zaman başhekim yardımcısı idi. Metin içeriye girdi ve Aytaç ile bir konu hakkında tartıştılar. İsteklerinde belki haklı idi, ama biraz, hatta birazdan da fazla çakırkeyif gelmişti Aytaç’ın yanına. Bu yüzden aldığı yanıtın
olumsuz olduğunu ve o durumda elimden bir şey gelmediği için hâlâ içimde bir burukluk olduğunu biliyorum. Bu anlattığım önemli olmayabilir belki. Ama rastlantıya bakın ki Dr. Aytaç Altıer’in cansız bedenini bir 16 haziran pazartesi sabahı evinde ben buldum. Metin Güveni’de bir 16 ağustos pazartesi sabahı manevi evladı aynı şekilde buldu. Yaşamlarında bir kere de olsa çatıştılar ve çakıştılar kanımca.
Metin Güven ile ortak noktalarımız aynı evde oturmamız, aynı mahallede büyümemiz, aynı sokakta oynamamızdı. Ama bir ortak noktamız daha var: Aga Mehmet. Aga Mehmet Metin’in Akçalar’dan en yakın arkadaşı. Şöyle anlatmış onu:
“İlkokuldayken kavgacı bir çocuktum. En yakın arkadaşım Aga Mehmet’in ikide bir kafasını kırardım. Okul dışındaki zamanlarda da haşarı bir velet olduğum söylenebilir. Hatfada bir eşekten ya da attan düşerdim; annem kızardı, Aga Mehmet de gülerdi bana.“ (Ramis Dara, Düş Kazıları : Bursa Yazıları, s. 166 )
Aga Mehmet’i o gün Şahadet Camiinde gördüm. Son
görevini yapmaya gelmişti Metin’e. “En yakın arkadaşı senmişsin Akçalar’da” dedim. “Bendim” dedi buğulu gözleriyle. Aga Mehmet Akçalar’dan benim en yakın arkadaşım marangoz Veysel Alp’in kayınbiraderi. Belki o gün Veysel “Hoş geldin aramıza Metin” demiştir boynunda buluttan çelenklerle.
Ben Metin Güven’in şair yazarlığını Ramis Dara’dan
öğrendim demiştim; onun Dara’ya anlattıklarından bir bölümü daha aktarmak istiyorum:
“Ben Bursa’yı yazmak zorunda değilim. Köprüsünden geçmek, çarşısında dolaşmak yetmiyor. Yazmadıysam kendimi suçlu bulmam. Dış dünya şiire çok giriyorsa, şiirden çok fotoğraf vardır. Dış dünya olduğu gibi şiire giremez...
“Haklılığı ve doğruluğu çok sonra da anlaşılacak olsa, ben, söyleyecek şeyleri olan bir insanım ve bunları daha farklı ve değişik bir biçem içinde söyleyebilmenin telaşı içindeyim yıllardır...
“Yalnızlığı seçmekle (başka şansım mı vardı ayrıca)
hayatımı zorlaştırdığımı ben de biliyorum. Ama yaşamı bütün dengeleriyle yakalama gibi bir koşunun unsurlarından biriyim aynı zamanda...” (Ramis Dara, Agy, s. 167)
Metin Güven’in Bursa’da dört yıldır Onaltıkırkbeş adlı bir dergi çıkardığını ve bu mahalle arkadaşları Kerim Evren ile Niyazi Özsan’ın yazılarıyla katkıda bulunduklarını da biliyorum. Onur Behramoğlu’nun Sol Kültürü’nde 16.08.2010 tarihinde yayımlanan “Güle Güle Metin Dayı” adlı yazısından bir bölüm:
“Metin Güven 15.01.2006’dan bu yana ‘Onaltıkırkbeş’ isimli ‘şiir, çığlık, yaşam kandili’ni yılda sekiz defa yakmaya çalışmaktaydı. Derginin ilk sayısındaki Manifesto’da şöyle seslenmişti şair:
“Aramızda çocuklar, deli çocuklar ve yelkeni yırtık insanlar olacaktır hep. Neden? 1- Sıradışı bir sıradanlığın peşindeyiz. 2- Hayatın sarstığı,
salladığı, silkelediği herkes ama herkes bizim yol arkadaşımız, kardeşimiz.”
Yaşamı bütün dengeleriyle yakalayıp yakalamadığını
bilmiyorum ama, bildiğim yaşamın bütün dengesizliklerine, sarsılmasına, sallamasına, silkelemesine karşın aksayan ayağı ile daima dik durmasını bilmişti. Hem de çoğumuzdan çok.
Ramis Dara 1970’lerden bu yana Bursa’da yaşayan şairleri saydıktan sonra şöyle demiş: “Günümüz şiiri içinde Bursalı olarak anılan bu arkadaşların en su katılmamış, yani doğma büyüme de buralı olanlarının başında geleni Metin Güven, diyebiliriz. Metin Güven ayrıca bu şairler arasında en çok şiir kitabı yayımlamış olanı: Tam 12 kitap!”
Kitap sayısı sonradan 13’e çıkacaktır.
İşte o 13 kitap:
Ömrüm Geçen Bir Sağanak Gibi (1981)
Güvercin Yüreğinde Gül Renkli Çocuklar (1984)
Lâl Olsun Ölsün (1986)
Dala Yakın Yaprağa Uzak (1990)
Yarasa Karnında Aşk (1994)
Suları Unutan Gölge (1992)
Ten ve Gül (1995)
Ten ve Gölge (1994)
Gece Müziği (1997)
Aşk Bitti Akşam Sürüyor (1997)
Geriye Söz Kalır (1997)
Yaz Biliyor Her Şeyi (1998)
Unutmak İyidir (2001)
Kedi Uykuları (2008)
(İlk kitabıyla ikinci kitabının ikinci baskıları “Mavi Filinta” ve “Eşkıya Bir Kartal Sureti” adıyla yapılmıştır.)
Ramis Dara “Yaşayan Bir Bursa Efsanesi” adlı yazısının
sonunu şöyle bitirir. “Başarılar usta. Halk da bilir, Hâlik de: Sen elbette Bursa’nın yaşayan efsanelerinden birisin…”
Yaşayan Efsane öldü mü? Hayır, Metin Güven on üç
kitapta toplam 652 şiiri, yayımlanmış-yayımlanmamış şiirleri ve düzyazılarıyla ölümün ötesine geçti.
Işıklar içinde yat sevgili Metin Güven.
YALÇIN OĞUZ
Akatalpa, Ekim 2010, S. 6-7

ŞİİRLERİ