Hep böyle!.. İnternet üzerinden kimi dostlar buluyoruz kendimize. Bir süre güzel güzel konuşuyoruz. Yüz yüze değil canım, biz plaza insanlarının öyle eşiyle dostuyla yüz yüze görüşme imkânı pek yoktur, hele ki birbirine uzak şehirlerdeyseniz.
"Sevdiğim kadın kim / Ve kim biliyor / Kalbimi delen rüzgârın rengini."
Bir gün buluşmak üzere, (hiç gelmeyecek o bir gün) kayıtlar tutuluyor, e-postalar atılıyor, yazışmalar hatıradır diye bir köşede saklanıyor, ola ki bazı geceler kendimizi çok yalnız hissettiğimizde kısa mesajlar gönderiliyor... Gün oluyor hiç dokunmadığınız o uzak dostun ölüm haberi geliyor. İnsan, ölümleri yazdıkça biraz daha ölüyor. Attila İlhan’ın telefon numarası halen durur rehberimde. Birilerini ararken denk gelirim, sanki ölmemiştir. Bu köşeden yazdıklarımı gönderdiğim elli, altmış kişilik e-posta listemde Nezihe Meriç’in adresi hâlâ vardır. "Onur çocuk," diye başlayan e-postalar. Duruyor bende...
"Yıllardır yağmaladım durdum kendimi / Dünyanın bütün yalanları kendi gerçeğim oldu"
2006’dan beri nice emekle çıkardığı dergisi Onaltıkırkbeş için şiir istemişti benden. Eşber Yağmurdereli için yazdığım şiiri göndermiştim. Sevmiş, yayımlamıştı. Bir türlü bitiremediğim 12 Eylül romanımı konuşuyorduk. O karanlık yıllarda yaşadıklarını, facebook’un küçücük sohbet penceresinden yazıyordu. Üç beş cümle. Bence kısa konuşan bir adamdı... Şiirlerini ilk kez yayımladığı genç arkadaşlardan konuşuyorduk. Mudanya’da bir edebiyat etkinliğine katıldığımda, oradaki dostlarla yanına uğrasak mı diye konuşmuştuk. Kıştı, soğuktu ve yağmur çiseliyordu, vakit azdı, vazgeçmiştik. Bir daha dünya gözüyle görüşemeyecekmişiz.
"Uzun bir eteğin pilesine takılıyor gözlerim / Denizden çıkmış balıklara benzeyen kazağın rengine / Sarılıyoruz, ekmek ve şarap gibiyiz / Hem düş, hem gerçek olduk birbirimize."
Bu eylül çıkacak edebiyat dergilerinin çoğu, 63 yaşında evinde ölü bulunan Metin Güven’den bahsedecektir. Şiir evreni tartışılacak, güzel anılar sıralanacak, artık ölmüş olduğu için belki, ne can şair olduğu söylenecek. Ölülerimize, onlar yaşarken sunamadığımız sevgi nedeniyle hayıflanmamız gerekirken nasıl vefalı olduğumuz konuşulacak. Ortada ölüler varsa nedir ki vefa? Belki üç, beş kitabı anılacaktır, belki çok varsıl olmadığı... Şiir yazıp geçinememenin nasıl şey olduğu tartışılacaktır falan. Nihayetinde yine şair, yaşarken bir şey olamayacaktır bu coğrafyada.
"Yüreğin yerinde kalsın gerekebilir, / Ölümlerin en güzelini şairler bilir."
Gerçi kendim de çelişiyorum yazımla: Ben de şair öldükten sonra iki satır yazıyorum ardından. Üstelik Metin Güven bu tip sözde sevgi yazılarının meraklısı da değildi. Fakat sorun bu mu? Bu ülkede hem halkın hem de özelde edebi çevrenin şaire, insanına, yazara verdiği değerden söz açmaya çalışıyorum. Şairleri, yazarları yakılan bir ülkenin insanlarıyız ne de olsa! Yanıp kül olmanın yanında ölüm nedir ki...
"Nerde bir eski sevgili dursa / orada başlıyor yurdum / ve mutlaka Bursa"
24 yıl boyunca öğretmenlik yaptı Metin Ağbi. Bursalıdır. Emekli olduktan sonra hepten oraya yerleşti. Bursa’da harika edebiyat dergileri çıkar, hazır yukarıda Onaltıkırkbeş’in adını anmışken, başka dergiler: Eliz, Akatalpa... İnternetten ulaşabilirsiniz bu dergilerin adreslerine. Bugünün şiirinin damarı oralarda atar. Posta kutunuzdan faturalar dışında bir de şiir çıksa fena mı olur, hayata yarar!
Biyografisinden bahsetmek istemiyorum. Yaşam varken hayat nedir ki? Arayan, merak eden bulur, kitaplarda var. Yazılanlar daha önemli. Kedisever Metin Ağbi, Onaltıkırkbeş’in ikinci sayısında şöyle demiş, günümüzde aydının yerini konumluyor:
"Kimler hayata kumanda edecekler? Paranın cellatları mı, yoksa kurbanları mı? Ben ve bizler mazlumdan yanayız... Mazlumlardan ve hayatın dışına itilen yığınlardan yani. Andre Breton ‘Delilerin gizlerini öğrenmek için hayatımı verirdim, kılı kırk yaran namusları vardır onların’ diyor.
İşte bizi bekleyen seçenek de budur: Delirmek! Yani sınırsız ve sonsuz bir etiğin bileşenleri olmak. Ve iyi şair olmak; bunun için uğraş vermek. Ancak şairlerin, doğadaki nesnelerin yerlerini değiştirme hakları vardır! Ve şunu hiç unutmayalım; insan aklının kavradığı tek şey gerçek değildir, aynı zamanda düşlerdir, hülyadır.
Şair mi olmak istiyoruz: O zaman lütfen düşlerimize ‘serbest dolaşım hakkı’ verelim. Gerçek özgürlük orada, o yolculukta. Endişeler de bizi ürkütmesin, tam tersine onlar bizim sevinç kaynaklarımız olsun.. Bu arada altını çizmekte fayda var. Bizim ‘onaltıkırkbeş’ olarak hasta ve aptallarla işimiz yok."
Yazının burasında, tamamında olduğu gibi araya Güven’den dizeler almalıyım. Bu sondur:
"Demir paslanır sonra / Demire pas yakışır / Giden gitmiştir / Geriye söz kalır."
Şiirin yanında şair nedir ki?
ONUR CAYMAZ
BirGün, 29.08.2010

ŞİİRLERİ