Bir Türk Masalı
Vaktiyle Tiflis kentinde varlıklı bir Türk yaşıyormuş. Tanrı ona çok altınlar vermiş; ama onun biricik zenginliği, altından da değerli olan sevgili kızı Mahı Mehr (*) imiş. Gökte ışıl ışıl yanan yıldızlardan güzel melekler gibi, Mahı Mehr de Tiflis'in bütün kızlarından daha güzelmiş. Tiflis'te bir de Âşık Garip adlı yoksul bir halk ozanı yaşıyormuş. Tanrı ona temiz bir kalp ve türkü söyleme yeteneğinden başka hiçbir şey bahşetmemiş. Sazını çalarken
eski Türkistan bahadırlarını över, düğün ve şölenlerde zengin ve
mutlu insanları eğlendirirmiş.
Âşık, bir düğünde Mahı Mehr'le karşılaşmış, birbirlerine hemen âşık olmuşlar. Gelgelelim zengin bir bey kızıyla evlenmenin boş bir hayal olduğu duygusuna kapılan yoksul Âşık Garip, bir kış göğü gibi hüzünlenivermiş.
Günlerden bir gün Âşık, üzüm bağında bir asmanın altına uzanmış ve derin bir uykuya dalmış. Tam bu sırada Mahı Mehr kız arkadaşlarıyla yanından geçiyormuş. İçlerinden biri
uyuyan Âşık Garip'i görünce, geride kalmış ve ona yaklaşmış.
Türkü söyler gibi "Ne diye asmanın altında uyuyorsun?" demiş.
"Kalksana mecnun! Ceylanın yanından geçiyor, görmüyorsun."
Âşık uyanmış. Genç kız da kuş gibi seke seke uzaklaşmış. Mahı Mehr arkadaşının konuştuğunu duyunca ona çıkışmış. Arkadaşı hemen karşılığını vermiş:
"Bu sözleri kime söylediğimi bir bilseydin, boynuma atılıp, bana teşekkür bile ederdin. Baksana kız, bu senin Âşık Garip!" Mahı Mehr "Çabuk beni onun yanına götür!" demiş.
Yanına varmışlar. Mahı Mehr, Âşık'ın kederli yüzünü görünce, onu yatıştırmaya, halini hatırını sormaya başlamış. Âşık Garip "Nasıl kederlenmeyeyim!",demiş. "Seni seviyorum ama;
asla benim olamayacaksın."
Mahı Mehr "Beni babamdan iste!" demiş. "Düğünümüzü yapar. İkimize yetecek kadar da para verir."
"Peki!" demiş Âşık Garip. "Diyelim, Ayak Ağa kızı için elinden geleni yaptı. Ya sen Mahı Mehr... Gün gelir de çulsuz, zavallı biri olduğumu, her şeyimi sana borçlu olduğumu yüzüme
vurursan!.. Hayır, sevgili Mahı Mehr! Hayatımın üzerine yemin
ettim. Yedi yıl dünyayı dolaşacağım. Ya zengin olarak dönerim
ya da ıssız çöller mezarım olur. Eğer buna razıysan, sürenin bitiminde benim olursun."
Mahı Mehr razı olmuş ve kararlaştırılan günde dönmemesi halinde, ne zamandır kendisiyle evlenmek isteyen Hurşit Bey'e varacağını söylemiş.
Âşık Garip annesinin yanına varmış. Annesinin hayır dualarını almış, kız kardeşini de kucakladıktan sonra, heybesini
omzuna atarak değneği elinde yollara düşmüş. Ardından bir atlı izlemekteymiş. Geriye dönüp bakınca, gelenin Hurşit Bey olduğunu görmüş.
Hurşit Bey "İyi yolculuklar!" diye seslenmiş. "Nereye gidersen git, senin yoldaşın olacağım." Âşık Garip, bu yol arkadaşlığından pek hoşlanmamış, ama ses çıkarmamış. Uzun zaman
beraber yol almışlar. Sonunda karşılarına bir ırmak çıkmış. Irmakta ne bir köprü ne de geçilebilecek sığ bir yer varmış.
Hurşit Bey "Sen önden yüz, ben arkadan geleceğim." demiş.
Âşık Garip soyunmuş ve yüzmeye başlamış. Karşı kıyıya vardığında dönüp bakmış. Şaşkınlıktan az daha küçük dilini yutacakmış. Hurşit Bey'in, giysilerini alarak, gerisingeri Tiflis'e doğru hızla uzaklaştığını görünce "Oh, Allahım, ne felaket!" diye başlamış yakınmaya. Bir süre sonra dümdüz ovada, yılan gibi kıvrıla kıvrıla yükselen toz bulutundan başka bir şey görememiş.
Hurşit Bey Tiflis'e varınca, doğru Âşık Garip'in evine uğramış. Yaşlı anasına giysilerini göstererek "Oğlun ırmağın derin sularında boğuldu." demiş. "İşte giyitleri..."
Annesi korkunç bir acıyla, oğlunun giysileri üzerine yığılıp bayılmış. Kendine geldikten sonra sıcak gözyaşları döke döke, Mahı Mehr'in evine gitmiş.
"Oğlum ırmakta boğulmuş. İşte elbiseleri... Hurşit Bey getirdi. Sen artık özgürsün..." demiş.
Mahı Mehr gülümseyerek: "İnanma ana!" diye karşılık vermiş. "Bunlar hep Hurşit Bey'in oyunları... Yedi yıllık süre dolmadan asla kimseye yar olmam."
Duvardan sazını alarak, ağır ağır Âşık Garip'in sevdiği türküyü söylemeye başlamış.
Bu arada bizim zavallı gezgin, yalınayak, üstü çıplak bir köye varmış. Hayırsever köylüler onu giydirmişler, bir güzel karnını doyurmuşlar. Bu iyiliklerinin karşılığı olarak onlara nefis
türküler çağırmış.
Böylece köyden köye, şehirden şehre dolaşmaya başlamış. Ünü kısa sürede dört bir yana yayılmış. Sonunda yolu Halep şehrine düşmüş. Her zamanki gibi bir kahvehaneye girmiş. Saz istemiş ve başlamış türkü söylemeye.
O sıralar Halep'i yöneten paşanın halk türkülerine karşı büyük merakı varmış. Huzuruna getirdikleri ozanların hiçbirini beğenmezmiş. Paşanın çavuşları ozan aramaktan bitap düşmüşler. Kahvehanenin önünden geçerlerken Âşık Garip'in sesini duyunca hemen içeri dalmışlar.
"Bizimle, Paşanın konağına geleceksin!" demişler. "Eğer direnirsen başınla ödersin!"
Âşık Garip "Ben özgür bir adamım." diye karşı koymuş. "Tiflisli gezgin bir ozan. İster gelirim, ister gelmem. Canım ne zaman isterse, o zaman türkü söylerim. Paşanıza kulluk edecek değilim!"
Çavuşlar Âşık Garip'i dinlemeyip yaka paça paşanın huzuruna çıkarmışlar. Paşa hemen türkü söylemesini buyurmuş. Âşık Garip, Mahı Mehr'in güzelliği üstüne yaktığı bir türküyü söylemeye başlamış. Türkü, paşanın o kadar hoşuna gitmiş ki, Âşık'ı göndermeyip, yanında alıkoymuş. Onu altın ve gümüşlere boğmuş. Üzerindeki ipek giysiler pırıl pırıl parlıyormuş.
Mutluluk ve neşeyle dolu bir hayata başlamış. Çok zengin olmuş. Sevgili Mahı Mehr'ini bu arada unutup unutmadığını bilmiyorum ama zamanı da dolmak üzereymiş. Yedinci yıl dolduğu halde, hâlâ yol hazırlıklarına başlamamış.
Güzel Mahı Mehr umudunu büsbütün kesmiş. Bu sırada bir tacir, seksen köle ve kırk deve yükü kervanıyla Tiflis'ten uzaklara yola çıkıyormuş. Mahı Mehr, Taciri evine çağırmış ve altın bir tabak vermiş.
"Bu tabağı vardığın her şehirde tezgâhında sergile!" demiş ve eklemiş; "kim tabağıma sahip çıkar ve bunu kanıtlarsa, bu tabağa sahip olacağı gibi, üstelik onun ağırlığınca altına kavuşacağını rastladığın her kişiye söyle!"
Tacir yola koyulmuş ve her gittiği yerde Mahı Mehr'in dediklerini yapmış. Ne var ki hiç kimse tabağa sahip çıkmayı istememiş. Hemen hemen tüm mallarını sattıktan sonra, geriye kalanlarla Halep şehrine gelmiş. Altın tabak için yine dört bir yana haber salmış. Âşık Garip bunu duyunca, soluk soluğa kervansaraya koşmuş. Tiflisli tacirin dükkânında altın tabağı görünce, sevinçle tabağa sarılmış ve kendisine ait olduğunu söylemiş.
Tacir: "Doğru söylersin." demiş. "Evet bu tabak senin. Tanıdım. Sen Âşık Garip'sin." demiş. "Çabuk Tiflis'e yola çık! Mahı Mehr, sürenin dolmak üzere olduğunu sana bildirmemi buyurdu. Eğer kararlaştırılan günde Tiflis'te olmazsan, o başkasına varacakmış."
Âşık Garip müthiş bir üzüntüye kapılarak başı avuçlarının arasında kara kara düşünmeye başlamış. Yazgılarını değiştirecek saate topu topu üç gün kalmışmış. İçi parayla dolu heybesini yanına alarak atına atlamış ve atını çatlatırcasına dörtnala sürmüş. Sonunda yorgunluktan bitap düşen atı, Erzurum ve Erzincan şehri arasındaki Erzincan Dağı'nda çatlayarak cansız
yere serilmiş.
Elinden ne gelir garibin? Erzincan'la Tiflis arası
iki aylık yol... İki günde bu yolu nasıl alsın? "Ey, her şeye kadir Tanrım, sen büyüksün!" diye başlamış söylenmeye. "Sen de bana yardım etmezsen, geriye yapacağım bir şey kalmıyor." Kendini sarp bir kayalıktan atacak olmuş. Birden aşağıda kır atlı bir adam görmüş ve ardından gür bir ses duymuş:
— Oğul ne yapıyorsun burada?
— Ölmek istiyorum
— Madem öyle, buraya gel de seni bir güzel ben öldüreyim!
Âşık Garip güçlükle kayalıktan inmiş.
Kır atlı kızgın "Beni izle!" demiş. Âşık Garip şaşkın "Seni nasıl izlerim!" demiş. "Senin atın yel gibi uçuyor. Benim atım yok, üstelik yüküm fazla..."
Adam "Haklısın!" demiş. "Heybeni eyerime bağla ve beni izle!"
Âşık Garip ne yapsa, ne etse adama yetişemiyormuş.
Atlı "Ne diye arkada kalıyorsun?" diye sormuş.
"Sana nasıl yetişeyim?" diye sızlanmış Âşık Garip. "Senin bu kır at düşünceden de hızlı. Bense öldüm bittim."
Atlı, Âşık'ı bir süre bekledikten sonra "Haklısın. Atıma atla!" demiş. "Şimdi doğru olarak söyle, nereye gitmek istiyorsun?" Âşık Garip:
— Diyelim ki Erzurum'a.
— Gözlerini kapa!
Âşık gözlerini kapamış.
— Şimdi aç!
Âşık Garip gözlerini açmış. Bir de ne görsün! Işıltılı minareleri ve surlarıyla, Erzurum karşısında değil mi!
"Hata ettim ağa, yanılmışım!" demiş Âşık. "Kars demek istemiştim."
Atlı: "Oldu mu?" demiş çıkışarak. Doğru konuşman için baştan seni uyarmıştım. Neyse... Yeniden gözlerini kapa! Güzel... Şimdi aç!"
Âşık, karşısında Kars'ı görünce gözlerine inanamamış. Adamın ayaklarına kapanarak yalvarmaya başlamış:
"Kusur ettim ağa, bağışlayın beni!" demiş. "Kulun Âşık Garip üç kez kusur işledi. Ama sen de bilirsin ki, insan sabahtan yalana başladı mı, gün kararana kadar yalana devam eder. İşin doğrusu, Tiflis'e gidecektim."
"Seni deli oğlan, yalancı!" demiş atlı kızarak. "Yapacak bir
şey yok, hadi seni bağışlıyorum. Gözlerini kapa!" Bir dakika sonra da: "Şimdi aç!" demiş."
Âşık, Tiflis'in kapılarını karşısında görünce, sevinçten bir çığlık koparmış. İçten teşekkürlerini ilettikten ve eyerden heybesini indirdikten sonra atlıya dönerek "Ağa, bana yaptığın iyilik
kuşkusuz çok büyük." demiş. "Ama bir iyilik daha yaparsan çok sevinirim. Erzincan'dan Tiflis'e bir günde vardığımı söylesem,
kimse bana inanmaz. Bunu kanıtlamam için bana yardım edin!"
Atlı gülümseyerek.
"Eğil!" demiş. Atımın tırnağından bir parça toprak al ve koynuna sakla! Eğer sözlerine inanmazlarsa, yedi yıldır gözleri görmeyen bir kadın getirmelerini iste. Toprağı kadının gözlerine sür. Gözleri hemen açılacaktır."
Âşık Garip eğilmiş ve kır atın tırnağından bir parça toprak almış. Başını kaldırmasıyla, kır atlı yabancının kaybolması bir olmuş. Bu ulu kurtarıcısının Hıdır İlyas'tan başkası olmadığına
inanmış.
Âşık Garip gecenin geç vaktinde evini aramış ve bulmuş. Titreyen elleriyle kapıyı çalmış.
"Ana, ana, aç kapıyı!" diye seslenmiş. "Ben Tanrı misafiriyim. Aç susuz kaldım. Soğuktan dondum. Gezgin oğlunun hatırı için yalvarırım içeri al beni!"
Yaşlı kadın zayıf bir sesle "Gece konaklamak için zengin insanların evini seçseydin oğul!" demiş. "Şehirde şimdi bir düğün şöleni var. Orada keyfine göre geceni geçirebilirsin."
Âşık Garip: "Ana, buralarda kimim kimsem yok!" demiş. "Bu yüzden yalvarıyorum. Ne olur, gezgin oğlunun hatırı için kapıyı aç!"
Kız kardeşi dayanamamış, "Ana, ben kalkıyorum,
kapıyı açacağım" demiş.
"Seni şıllık!" diye kızına bağırmış yaşlı kadın. "Yedi yıldır kanlı gözyaşları döke döke gözlerim görmez olmuş, sen de bunu fırsat bilerek erkekleri içeri alıp, onları ağırlayacaksın ha!"
Kız annesinin söylenmesine pek aldırmamış. Kapıyı açarak Âşık Garip'i içeri almış. Geleneksel selamlaşmadan sonra, Âşık oturmuş ve gizli bir heyecanla çevreyi incelemeye koyulmuş.
Tozlu bir kılıf içinde duvarda asılı sazını görmüş.
"Şu duvarda asılı şey de ne?" diye sormuş anasına.
"Önüne bir lokma ekmek koyacağız ve yarın da sağlıcakla yoluna gideceksin be oğul! Bu ne merak!"
Âşık Garip "Sana söyledim ya ana!" demiş. "Sen benim öz anamsın, bu da kız kardeşim. Bu yüzden duvarda asılı olan şeyin ne olduğunu öğrenmek istiyorum."
"Bu saz... Bu saz..." demiş yaşlı kadın sinirlenerek.
— Saz ne demek?
— Saz demek... Hem çalınır, hem de türkü söylenir.
Âşık Garip, kız kardeşine sazı duvardan indirmesini ve kendine getirmesini söylemiş. Yaşlı kadın hemen karşı koymuş
"Hayır, olmaz," demiş. "Bu saz benim bahtsız oğlumundur. Yedi yıldır da duvarda asılı durur. Hiçbir canlının eli de bu zamana kadar o saza dokunmamıştır."
Fakat kız kardeşi kalkmış ve sazı duvardan alarak ona vermiş. Âşık Garip gözlerini havaya kaldırmış ve bir duaya başlamış:
"Ey, her şeye kadir Tanrım! Eğer muradıma erersem, yedi telli sazım, tıpkı o günkü gibi ahenkle çınlasın!" dedikten sonra
sazının bakır tellerine vurmuş ve teller müthiş bir uyumla tınlamaya başlamış:
"Ben zavallı bir garibim, sözlerim de öyledir. Ama ben garibe, ulu Hıdır İlyas acıdı. Beni sarp uçurumdan indirdi. Hadi ana, tanı artık beni! Diyar diyar dolaşan şu zavallı oğlunu..."
Bu sözler üzerine yaşlı kadın ağlamaya başlamış. Hıçkırıklar içinde:
"Adın ne oğlum?" diye sormuş.
"Raşit!"
"Raşit... Kendin söyle, kendin işit!.. Ah, oğlum!" demiş. "Sözlerinle sanki yüreğime bir od düştü. Gece düşümde saçlarımın ağardığını görmüştüm. Acılı gözyaşları dökmekten yedi yıldır
gözlerim görmüyor. Sen, bahtsız oğlumun sesiyle türküler söyleyen... Söyle bana o ne zaman gelecek?"
Âşık Garip ne yapsa, ne etse kadını oğlu olduğuna bir türlü inandıramamış. Bir süre sonra "Dinle anacığım!" demiş. "Sazı bana ver, şu düğüne gideyim. Kardeşim beni götürsün. Orada
türküler çağırır, oynarım. Kazandığım parayı da buraya getiririm. Aramızda paylaşırız."
Yaşlı kadın "Hayır, olmaz!" diye karşılık vermiş. "Oğlum gitti gideli bu saz evin dışına çıkmadı.
Âşık, bir tek teline zarar vermeyeceğine dair diller dökmüş, yeminler etmiş. "Eğer bir telini koparırsam neyim var, neyim yoksa size vereceğim?" demiş.
Yaşlı kadın köşede duran heybeyi yoklamış. Parayla dolu olduğunu görünce razı olmuş. Kız kardeşi Âşık Garip'i düğün şöleninin tüm canlılığıyla sürdüğü zengin konağa götürmüş ve
olacakları izlemek için kapının ardına gizlenmiş.
Düğünün yapıldığı yer Mahı Mehr'in evi imiş ve bu gece Hurşit Bey'le evleniyormuş. Damat, dostları ve akrabalarıyla eğlenirken; gelin, kız arkadaşlarıyla birlikte ipek perdenin arkasında oturuyormuş. Bir elinde zehir kâsesi, diğer elinde de keskin bir hançer tutuyormuş. Hurşit Bey'in yastığına başını koymaktansa ölmeye ant içmiş, içeriye giren birinin "Selamın aleyküm!"
dediğini duyunca, perdenin aralığından kulak kabartmış:
— Burada eğlenir, hoşça vakit geçirirsiniz, şu yoksul gezgine de izin verin, sizlerle otursun. Karşılığında sizlere türküler söylerim.
Hurşit Bey "Neden olmasın!" demiş. "Burası düğün evi. Türküsüz, oyunsuz hiç olur mu! Hadi âşık bize bir şeyler söyle, ben de sana bir avuç altın vereyim. Adını bize bağışlar mısın yolcu?"
— Şimdi görürsüz!
Hurşit Bey basmış kahkahayı: "Ne biçim ad bu! Böyle bir adı ilk kez duyuyorum" demiş.
"Anam bana gebeyken" diye anlatmaya başlamış Âşık Garip. "Doğum sancıları sıklaşınca, komşular kapıya gelip, ikide bir oğlan mı kız mı diye sorarlarmış. Annem de 'şimdi görürsüz'
demiş. İşte doğduğum zaman bana bu adı vermişler."
Sonra sazı eline almış ve başlamış söylemeye:
"Halep şehrinde mısır şarabı içtim. Tanrı bana kanat vermedi ama buraya üç günde uçarak geldim."
Hurşit Bey'in delifişek kardeşi nara atarak hançerine davranmış:
"Yalan söylüyorsun!" demiş. "Halep'ten buraya üç günde gelinir mi?"
"Bu yüzden mi beni öldürmek istersin?" demiş Âşık Garip. "Âşıklar hep dünyayı karış karış dolaşıp bir yerde toplanırlar.
Sizden bir şey istemiyorum, ister inanın, ister inanmayın!"
Damat "İzin ver de türküsüne devam etsin!" demiş. Âşık Garip devam etmiş:
"Sabah namazını Erzincan vadisinde kıldım. Öğle namazını Erzurum'da, ikindiyi Kars'ta kıldım. Akşam namazında Tiflis'teydim. Tanrı bana kanat verdi. Buraya uçarak geldim. Kır ata kurban olayım. İp üzerinde cambaz gibi, tepelerden vadilere, vadilerden tepelere uçurdu beni. Mevlam,
Âşık'a kanat verdi. O da Mahı Mehr'in düğününe uçarak geldi."
Mahı Mehr sesi tanıyınca, ağulu kâseyi bir yana, hançeri öbür yana fırlatmış.
Kız arkadaşları bir ağızdan "Yeminini böyle tutarsın ha!" diye onu ayıplamışlar.
"Demek bu gece Hurşit Bey'in karısı olacaksın!"
"Siz tanıyamadınız, ama ben o sesi tanıdım." demiş Mahı Mehr ve makası alıp perdeyi kesivermiş. Âşık Garip'i tanıyınca, müthiş bir çığlık kopararak boynuna atılmış. İkisi birlikte yere düşüp bayılmışlar. Hurşit Bey'in kardeşi hemen hançeriyle
üzerlerine atılacak olmuş, ağabeysi engelleyerek
"Sakin ol kardeşim!" demiş. "Kişinin doğarken alnına yazılanı değiştirmek doğru olmaz!.."
Mahı Mehr kendine gelince, utancından kıpkırmızı olmuş ve avuçlarıyla yüzünü örterek perdenin arkasına saklanmış.
Damat, Âşık Garip'e dönmüş: "Senin Âşık Garip olduğunu şimdi anladım. Güzel de, bu kadar uzun yolu çok kısa sürede yapışının sırrı nedir? Bize anlatıver!"
"Gerçeği kanıtlamada kılıcım taşı keser." diye söze başlamış Âşık. "Eğer yalan konuşursam boynum kıldan ince olsun! En iyisi bana yedi yıldır gözleri görmeyen bir kadını getirin, onu gözlerine kavuşturayım."
Kapının arkasında duran kız kardeşi bu sözleri duyunca hemen anasına koşmuş.
"Anacığım!" diye haykırmış. "Kapımızı çalan şu kardeş gerçekten oğlun Âşık Garip'miş..." Anasının koluna girerek düğüne getirmiş.
Âşık Garip koynundan toprağı çıkarmış ve suyla yumuşattıktan sonra anasının gözlerine sürmüş.
"Ey insanlar!" demiş. "Hıdır İlyas'ın ne yüce ve kudretli bir kişi olduğunu gözlerinizle
görün!"
Birden annesinin gözleri açılıvermiş. Bundan sonra hiç kimse sözlerinin doğruluğundan kuşkuya düşmemiş. Hurşit Bey de
ses çıkarmadan Mahı Mehr'i Âşık Garip'e vermiş.
Âşık Garip de büyük bir sevinçle "Dinle Hurşit Bey!" demiş. "Ben de seni teselli edeyim. Kız kardeşim güzellikte, hiç de eski nişanlından geri kalmaz. Zenginim... Onun da çok altın
ve gümüşleri olacak. O halde kız kardeşimi alabilirsin. Canım Mahı Mehrim ile benim gibi, sizlerin de hayatı mutluluk içinde geçsin!.."
(*) Diğer varyantlarda: Mahı Mehr, Şah Senem; Ayak Ağa, Hoca Behram ve Hurşit
Bey, Şah Velet olarak geçmektedir.
Öyküyü sesli izlemek için tıklayınız.
MIHAIL LERMONTOV
Lermontov, Profil, S. 205-214

ŞİİRLERİ