İNSAN yakın tanıdıklarının ölümüne önce
inanmak istemez, gerçek olduğunu anladıktan
sonra da ona kolay kolay kendini alıştıramaz.
Cahit Sıtkı da, benim için, ölümüne inanılmak
istenmiyen ve yıllar sonra da, yokluğuna alışılamıyan
aziz ölülerdendir. Nasıl olmasın? Bizi biribirimize
ilk yaklaştıran hemşehrilik bir yana,
okulda başlıyarak arasız ve gölgesiz devam eden
yirmi sekiz yıllık bir fikir arkadaşlığı... Buna
karşı ölümün de ne hükmü olabilir? Nihayet sene
sayısını dondurmak noktalamak: O kadar.
Ölüm yıldönümleri, unutulanları hatırlatmak
içindir. Cahit Sıtkı gibi hafızalarda yaşayan, âdeta
içimizde nefes alan bir şair için buna da ne lüzum
var? Tersine unutmak istediğimizi, yâni
onun yokluğunu hatırlatmak olur bu... Ne yapalım?
Edebiyat takvimi her sene bize bu acı gerçeği
hatırlatacak, Onun bu azizliğine karşı bizim
yanlayıcı cevabımız da, şimdi benim yaptığım
gibi, Cahit Sıtkının şiirimizdeki ölümsüzlüğünü
ortaya koymak olmalıdır.
CAHİT SITKI, bence, çağdaş Türk şiirinin
sayılı temsilcilerinden biridir. Necip Fazıl
Kısakürek’te ilk sanat ustasını bulan hece veznine
eğer renk ve ışık getiren şair Ahmet Muhip
Dranas ise, ona genişlik ve derinlik kazandıran
boyutları ilâve eden sanatçı da, hiç şüphe yok,
Cahit Sıtkı Tarancı’dır. Şiirin ilk şartı olan güçlü
bir duyarlık, sağlam bir dil yapısı içinde biçimlenince,
Cahit Sıtkı’da klâsik olmıya elverişli
şiir ortamını daha ilk eserinden itibaren hazırlamıştır.
Dili kadar düşüncesi bakımından da şairin
bütün eserine hakim olan özellikleri taşıdığını
sandığım için ilk kitabından aldığım «Bir Kapı
Açıp Gitsem» şiirine bakınız:
Ben bu dünyaya yanlış gelmiş olacağım ben,
Ben öyle her insandan, o kadar uzağım ben.
Yine bu gözlerimdir okşanacak şey arar,
Yoksa içimde başka bir dünya hasreti var,
Uyanır gibi birden bir korkulu rüyâdan,
— O içimden sevdiğim, benim olan dünyadan,
Bir ses bana: «Gel!» dese, ben o sesi işitsem: —
Kimsecikler duymadan bir kapı açıp gitsem!..
O kapı bir çok şairlerin açmak istedikleri, fakat bulamadıkları kapıdır.
Yirmi yaşın bu erken gelişen bezginliği gibi
dil titizliği de, «Otuz beş yaşında şairimizi yetmiş
yaş karamsarlığı içinde eşine az rastlanır
bir söyleyiş pürüzsüzlüğüne ulaştıracaktır.
Gök yüzünün başka rengi de varmış,
Geç farkettim taşın sert olduğunu
Su insanı boğar, ateş yakarmış;
Her doğan günün bir dert olduğunu.
İnsan bu yaşa gelince anlarmış.
Hangi yaş? — Bir çoklarının daha yaşamayı
duygu ve hayal basamaklarını çabuk aşan bir
şair için böyle değil. O, daha önce, başka bir
şiirde de:
Paydos bundan böyle çılgınlıklara;
Sert konuşmağa başladı aynalar.
dememiş miydi?
Arasıra, yaşama sevincinin ona ışıklı mısralar
da söylettiği olmuştur:
Bir gece misafirim olsan yeter.
Dolar odama Lâvanta kokusu;
Soğur sevincinden sürahide su.
Ay pencerede durup durup güler.
Ama bu çok sürmez. Hâmit gibi Cahit Sıtkı’nın
da içinde, yaşama duygusu ile ölüm gerçeği
birlikte yaşar. Bunun örneklerini Tarancının şiirlerinde
bol bol bulursunuz. Ben yaşarken ölümü,
öldükten sonra yaşamayı hatırlatan iki parçayı
almakla yetineceğim.
Öldük ölümden bir şeyler umarak.
Bir büyük boşlukta bozuldu büyü.
Nasıl hatırlamazsın o türküyü
Gök parçası, dal demeti, kuş tüyü;
Alıştığımız bir şeydi yaşamak.
Ne doğan güne hükmüm geçer.
Ne halden alayan bulunur:
Ah aklımdan ölümüm geçer;
Sonra bu kuş, bu bahçe, bu nur.
İşte sanatlı, fakat özentisiz, iddiasız mısrâlar.. Ana sütü gibi temiz, hilesiz bir dil.. Karanlığa gitmeden derin olmak, kelimelerde ırk ayrımı yapmadan da temiz Türkçe yazmak mümkün olduğunu Cahit Sıtkı'nın şiirinde görebilirsiniz.
YUKARIYA aldığım parçalardan anlaşıldığı gibi, Cahit Sıtkı'nın dili kadar düşünce unsurları da eserine zaman dışı bir değer sağlıyacak niteliktedir. Yaşama sevinci, ölüm gerçeği, insan ve tabiat sevgisi, yok olmak korkusu, kendini yalnız hissetme, geçen zamanı, başka dünyaları arayış.. Bir çok büyük şairlerin genişliğine ve derinliğine işlemiş oldukları bu değişmez konular, Cahit Sıtkı Tarancı’nın eserinde, yeni ve özel bir şiir iklimi yaratabilmiştir. Bu unsurlara bir de şairimizin kendine özgü çirkinlik vehmini eklersek karamsarlığının da kaynağını bulmuş oluruz.
Yazımı, Cahit Sıtkı'nın, hepimiz için bir gerçeğin ifadesi olan mısrâlarıyla bitireyim:
Neylersin ölüm herkesin başında
Uyudun uyanmadın olacak,
Kim bilir nerde, nasıl, kaç yaşında?
Bir namazlık saltanatın olacak,
Taht misali o musallâ taşında.
MUNİS FAİK OZANSOY
Düşündüğüm Gibi, Hisar Dergisi, Kasım 1964, S.10-11

ŞİİRLERİ