BEYİTLER
Zihî sâni’ ki eyler berg-i tut u kirm-i bed-bûdan
Libâs-ı iftihâr-ı şehriyârân atlas u dîbâ.
Ne güzel bir yaratıcı ki dut yaprağından ve kötü kokulu bir kurtçuktan
şahların övündüğü atlas ve diba kumaşını yapar.
Nakş-ı sun’ın ol ki itkân üzre tasnîf eylemiş
Cüz’ü cüz’in âlemi terkîb ü te’lîf eylemiş.
Sanatının nakşını sağlam bir biçimde sınıflara ayıran (Allah),
âlemi en ince ayrıntısına kadar terkip ve telif etmiş.
Harf harf-i kâ’inâta itmiş ibdâ-ı suver
Ba’zı virmiş istikâmet ba’zı tahrîf eylemiş.
Kâinatta harf harf suretleri yoktan yaratmış,
bazısına doğruluk bazısına eğrilik vermiştir.
Herkese haddince olmış mâye-bahş-ı iktidâr
Hıdmetin endâze-i vus’ınca tekşîf eylemiş.
Herkese kaldırabileceği kadar güç kuvvet vermiş,
hizmetini gücünün terazisine göre yüklemiş.
Mimkinâtı eylemiş sencîde-i mîzân-ı adl
Lâyıkınca her birin taz’îf ü tahfîf eylemiş.
Mümkinatı adalet terazisinde tartıya çıkarmış,
lâyık olduğu biçimde her birini ağır ya da hafif etmiş.
Enbiyâyı eylemiş ahkâma Nâbî vâsıta
Lûtf u kahr u hayr u şerri cümle ta’rîf eylemiş
İyilik, kahır, hayır ve şerrin hepsini tarif ederek
hükümlerini duyurmak için peygamberleri vasıta kılmış.
Zihî vâcib ki itmiş mümkinün îcâdını îcâb
Kemâl-i rahmetinden eylemiş ma’dûm iken ihyâ.
Ne güzel vâcib ki, mümkün olanın yaratılmasını gerekli görmüş;
rahmetinin kemalinden yokken diriltmiş, var etmiş.
Nakş göstermek içün hâme-i sun’-ı üstâd
Oldı saykal-zede bu nüh varak-ı kevn ü fesâd.
Allah’ın yaratılış kalemi, nakış göstermek için
bu âleminin dokuz yaprağını cilaladı/dokuz feleği yarattı.
Gösterür bir ma’nevî cünbişle bin nakş-ı garîb
Hayret-endûz-ı hıreddür hâme-i pergâr-ı sun’
Yaratma kudretinin pergelinin kalemi, akıllara hayret verir.
Bir manevi hareketle binler garip resim gösterir / çizer.
Olup hurşîd ü mehden mühre-keş evrâk-ı eflâke
Hutût-ı rûz u şebden nüsha-i sun’ eylemiş inşâ.
Güneş ve aydan feleklerin yapraklarına cila çekip
gündüz ile gece yazılarından yaratma nüshası yazmış.
Kurup bir bârgâh-ı sun’ lutf u kahrdan memzûc
Virüp ezdâda âmîziş komış nâmın anun dünyâ.
Lütuf ve kahırdan ibaret zıtları birbiri ile uyumlu kılarak
bir yaratma divanı / konağı kurup adını dünya koymuş.
Telh olur zâ’ika-i nazm-ı umûr-ı ‘âlem
Olmasa sirke-fürûşa mütekabil kannâd.
Sirke satana karşılık şekerci olmasaydı,
dünya işlerindeki düzenin tadı acı olurdu.
Ne gâyeti var kapanur ne ider imsâk
Kasr-ı kerem-i Hak’da olan revzen-i rahmet.
Allah’ın kerem köşkünde olan rahmet penceresi,
sonu olmadığından ne kapanır, ne de (rahmet saçmaktan) vazgeçer.
Çokdan kurumışdı bu hıyâbângeh-ı hestî
Bilseydi hazân n’olduğını gülşen-i rahmet.
Eğer rahmet gülbahçesi, sonbaharın ne olduğunu bilseydi
bu varlık bulvarı çoktan kurumuştu.
Hâk olsa da Nâbî nice mümkin k’ola mahrûm
Her kim ki ola dest-zen-i dâmen-i rahmet.
Ey Nâbî, rahmet eteğine el sunan, toprak da
olsa rahmetten mahrum kalması mümkün mü?
Sakın terk-i edebden kûy-ı mahbûb-ı Hudâ’dur bu
Nazargâh-ı İlâhîdür makâm-ı Mustafâ’dur bu.
Edebi terk etmekten sakın! Burası Allah’ın sevgilisinin yeridir.
Allah’ın özel olarak tecelli ettiği Hz. Muhammed’in makamıdır.
Felek mâh-ı nev Bâbü’s-selâmun cilvegâhıdur
Bunun kandîlidür hûr matla‘-i nûr-ı ziyâdur bu.
Felekteki yeni ay, Babüsselâm olarak isimlendirilen yerin cilvesidir,göründüğü
yerdir. Bunun kandili de güneştir. Çünkü burası nurun ve ışığın doğduğu yerdir.
Habîb-i kibriyâ’nun hâbgâhıdur fazîletde
Tefevvuk-kerde-i ‘arş-ı cenâb-ı kibriyâdur bu.
Burası Cenab-ı Allah’ın sevgilisinin uyuduğu ve
fazilette arştan bile üstün kıldığı yerdir.
Bu hâkün pertevinden oldı deycûr-ı ‘adem zâ’il
‘Amâdan açdı mevcûdât çeşmi tûtiyâdur bu.
Yokluk karanlığı, bu mübarek toprağının ışığından yok (ortadan kalktı) oldu.
Bütün mevcudat yokluktan gözünü açtı; bu, göze sürülen sürmedir.
Mürâ‘at-i edeb şartiyle gir Nâbî bu dergâha
Metâf-ı kudsiyândur bûsegâh-ı enbiyâdur bu.
Ey Nâbî! Edebe uyarak bu dergâha (makama) gir. Burası
kutsal (mübarek) varlıkların tavaf ettiği ve peygamberlerin öptüğü yerdir.
Bende yok sabr u sükûn sende vefâdan zerre
İki yokdan ne çıkar fikr idelüm bir kerre.
Bende sabır ve rahatlık; sende de zerre kadar vefa yok.
İki yoktan (nâ-bî) ne çıktığını bir kerre düşünelim.
Elli yıldur ki müsellem sana seccâde-i nazm
Şimdi sensin şu’arâ zümresine şeyh-i kebîr.
Şiir seccadesi elli yıldır sana teslim edilmiş;
şimdi şairler zümresinin büyük şeyhi sensin.
Mîvesi az ise de lezzeti efzûnter olur
Ol dırahtun ki hıyâbân-ı suhanda ola pîr.
O ağaç ki meyvesi az olsa da lezzeti çoktur,
söz meydanında rehber olsun.
Nâbî ( 1642 - 1712 )
Nâbî’den Berceste Beyitler,
Prof. Dr. Ekrem Bektaş
|