Ölecek de ben onun için bir yazı yazacağım, hiç aklıma
gelmezdi. Yazdığıma da bilmem iyi ediyor muyum?
Yıllardır sözünü ettiğim yoktu. Sevmezdik biribirimizi.
Kısa bir arkadaşlıktan sonra, bir daha barışmamak üzere
küsmüştüm. Öldüğünü duyunca içim burkuluverdi. Gene de:
“Bunu düşünsen şüphesiz barışırdın” demeyin, hayır, barışmazdım. Kendisini çok sevenleri anlamıyor değilim, şairliğinden başka da büyük meziyetleri vardı: temiz yürekliydi, arkadaş canlıydı, bir küçüklük ettiğini görmedim, inandığı fikirleri savunmaktan çekinmezdi,
Yaprak’ta çıkan yazıları medenî cesaretinin su götürmez birer belgesidir; konuşması da hoştu, akıllı, anlayışlı bir insandı.
Ama beni gücendirmişti: beni büsbütün değersiz bulduğunu yüzüme vurarak onurumda bir yara açmıştı. Beni değersiz bulan kimselerle konuşmam demiyorum, öyle olsa tanıdıklarımın çoğu ile selâmı
sabahı kesmek gerekir; ama Orhan Veli ile onlarla konuştuğum gibi konuşamazdım: “Beni beğenmemesinden bana ne? ben de onu beğenmiyorum”, diyemezdim; benim ona, şiirlerini ilk okuduğum günden başlıyan, hep övünerek söylediğim bir hayranlığım vardı. Onunla konuşurken, beni beğenmediğini, bana büsbütün değersiz diye baktığını bildiğim için, ondan çok kendi kendime öfkeleniyordum. Boyuna kendi kendinize öfkelenmeğe dayanabilir misiniz? Sizde o tatsız duyguyu uyandıran
kimseye de öfkelenmemek elinizden gelir mi?
Orhan Veli’nin tanınmasında benim de epeyce yararlığım
olmuştu. Bunu bildiği halde beni beğenmediğini, değersiz bulduğunu gizlememesi de kendisinin temizliğini, doğruluğunu gösterir. Yalancılık, mürailik, minnettarlıktan da doğsa, gene çirkindir. Orhan Veli öyle bir
küçüklüğe de düşmedi. Beni değersiz bulmakta da belki haksız değildi; benim mutlaka bir değerim vardır demiyorum, insan bilemez kendisini. Evet, belki hakkı vardı; ama onu bu görüşünde haklı bulmak benim
işime gelmiyor. Onun için bu sözü artık keseceğim. Ancak aşağıda söyliyeceklerimi söylemeden önce aramızdaki dargınlığı, biribirimizi sevmediğimizi anlatmasam olmazdı. O bana mürailik etmediği gibi ben de ona mürailik edemezdim. Orhan Veli’nin ölmesi beni üzdü, ama bir dostun, bir arkadaşın ölümü olarak değil, bir şairin,
eserine inandığım bir şairin ölümü olarak üzdü.
YAŞADIĞIMIZ yılları, Türk şiirinin en ilginç çağlarından biri saymaktayım: yenilenme çağı, kurucu çağ, kurtarıcı çağ.. Günümüzün başlıca üç şairini alınız: Yahya Kemal, Nâzım Hikmet, Orhan Veli. Bu üç kişinin, günümüzün başlıca şairleri olduklarını söylerken, yarına kalacak siirleri onların yazdıklarını söylemiş olmuyorum. Yarına hangi eserlerin kalacağını kimse kestiremez. Ama onların üçü de birer çığır açmışlardır; bugünün şiirinden açılınca o üç kişi üzerinde durmadan, eserlerini, yollarını, fikirlerini hiç beğenmeseniz dahi, onların ne yaptıklarını düşünmeden geçemezsiniz
Dikkat ediniz, üçü de bir şeyi, birtakım şeyleri yıkmışlar, üçü de şiiri birtakım zincirlerden kurtarmışlardır, üçü de o yıktıkları şeylerin şiir için birer zincir olduğunu göstermişlerdir: Yahya Kemal eski şiir dilini yıktı, o dilin şiir için bir zincir olduğunu gösterdi; Nâzım Hikmet vezni yıktı, vezinsiz de şiir olabileceğini, vezinsiz de ahenge
erilebileceğini, veznin şiir için, ahenk için geçilmez bir unsur değil, tam tersine hız kesen bir zincir olduğunu gösterdi. Ama Yahya Kemal ile Nâzım Hikmet şiirin dışı ile uğraştılar, içini temizlemediler, içindeki zincirleri kırmadılar.
Onların şiirlerini, kendilerinden öncekiler de, açtıkları çığırları kabul etmiyenler de pek iyi anlıyabiliyorlardı, çünkü onların şiirinin özü eski anlayışa göre idi, şairânelikten, şiirin asıl alanı diye bellenmiş
konulardan kurtulamamıştı. Orhan Veli çok daha ileri
bir adım attı: şiirin kendine öz bir dili, bir vezni olmadığı
gibi kendine öz konuları da olmıyacağını gösterdi,
ahengin, musikinin de şiirden kaldırılabileceğini anlattı. Nâzım Hikmet kelimelerle oynar, kelimelerle bir çeşit musiki yaratmağa çalışır:
dağ gibi dalgalarla, dalga gibi dağlarla...
adım adım adımları,
kaldırım kaldırım kaldırımları...
Orhan Veli’de bu gibi oyunlar yoktur, onun şiirini kulağınızla değil, ancak kafanızla anlıyabilirsiniz.
Yahya Kemal’in, Nâzım Hikmet’in şiirlerini dinlerken
dalsanız da olur, onlardaki ses, gürültü size gene de işler;
Orhan Veli’nin şiirini dinlerken dalmağa gelmez, bir şey
anlıyamazsınız, bir zevk alamazsınız.
Orhan Veli şiiri tamamile fikrîleştirmiştir. Gülerim
onun şiirinden mânâ çıkakaramıyanlara! Mânânın ne olduğunu anlıyamamışlar, bilmiyorlar demektir. Ancak Orhan Veli mânâyı, kendine yabancı unsurlardan temizler, bize mânânın özünü verir. Bunu başka türlü söyliyeyim:
Orhan Veli şiirlerinin hemen hepsinde birer hikâye anlatır, hem de uzun birer hikâye, âdeta birer hayat; ancak bu hikâyeleri bütün fazlalıklarından temizler, bize birkaç satırda özü söyleyiverir, o koca hikâyeyi şiir üslûbuna koyuverir. Böylelikle şiirin özünü genişletmiştir:
Şiir artık bütün konulara el uzatabilir, nasırı söyliyebileceği
gibi bir serhoşun belli belirsiz rüyalarını, anlaşılmaz dileklerini de söyliyebilir. Şiir, Orhan Veli ile şairânelikten
çıkmış, o dar alandan kurtulmuş, bütün hayatı kavramıştır.
Orhan Veli şiirinde bütün hayatı anlatmıştır demek istemiyorum, yalnız bu imkânı yaratmıştır; kendisile birlikte çalışanlara, kendisinden sonra gelenlere uçsuz bucaksız bir alan göstermiştir.
Dilinin, nesrindeki dilin değil, şiirindeki dilin güzelliği
üzerinde de durmak isterdim. Bütün şairlerimiz arasında
türkçeyi, halk dilinin, halk türkülerinin türkçesini onun
kadar iyi kullanmış bir kişi daha gösterilemez. Ama bu kuvveti, kendisi için bir yandan da bir zaaf olmuştu, o da bir çeşit şairânelik yaratıyor, o da bir zincir, bir bağ olacağa benziyordu. Orhan Veli’den sonra gelecek kurucu, kurtarıcı şairin bu zinciri kırması gerektir. Bizim şiir dilimizin de nesir dilimizin de soyutlaşmağa, mücerretleşmeğe ihtiyacı vardır; ama o işi kimin, ne zaman başarabileceği bilinemez.
NURULLAH ATAÇ
Taha Toros Arşivi, 582088

ŞİİRLERİ