PİRAYE'YE MEKTUPLAR

Nâzım’ın, 1933’ten 1950’ye kadar on yedi yıl boyunca yazdığı mektupları Piraye bir ceviz bavulda saklamıştı. Memet Fuat annesinin ölümünden üç yıl sonra hepimizin çok merak ettiği bu mektupları gün ışığına çıkarttı. Memet Fuat annesinin özenle sakladığı mektuplardan dergimiz için seçti.



Bir ara postası yolladıktan sonra çoktandır beklediğim mektubunu - hem de ne mektup, ne harikulade şeydi o - aldım. Teşekkür ederim. Çoktandır senden böyle güzel bir aşk itirafı bekleyip dururdum, nihayet -belki de kendin de farkında olmaksızın- muradıma kavuşturdun beni.



Merak etme bu seferki yüzük kırılmaz. Halis ceviz budağındandır. Kimbilir o cânım, harikalı parmağında ne güzel durmuştur. Parmağın şimdi avucumun içinde olsaydı da öpseydim. Ruhi bir buhran geçirdiğinin farkındaydım zaten. Ama bu buhranla mücadeleye karar vermiş olman dahi onu yeneceğine delildir. Sandığını, tavlanı ve temize çekilmiş birinci cildini yakında göndereceğim. İkinci cildin ilk satırlarını yazmaya başladım bile. Nasıl tahta yüzüğünü en sert ceviz budağından yekpare olarak senin için oyup çıkardımsa, bu arka arkaya yaratılacak olan dört kitabı da senin için en işlenmemiş, en sert bir âlemden çekip çıkarıyorum. Ve onları senin için elle, kafayla ve yürekle, budaklı cevizle olsun, kelimelerle olsun çalışmak, bir insan hayatını baştan aşağıya mesut etmek için yeter. Bana sanattan büyük ne var deseler, Piraye var derim. Çünkü kim kimi, ne neyi doğuruyorsa o, ondan büyüktür.

Sen gittin gideli hapishane kapısından dışarı adım atmadım. İçinde senin nefes almadığın bir Bursa'yla hapishanenin farkı yok. Sen İstanbul’da yaşıyorsun diye İstanbul güzeldir. Seni seviyorum diye ben sanatkârım. Sensiz ne İstanbul’un güzelliği kalır, ne benim sanatkârlığım. Kırk yaşındayım. Kırk yaşında bunları sana yazdığım için yirmi yaşındaki herhangi bir delikanlıdan daha delikanlıyım. (...)

Ne yapsam da seni benden uzaktayken bir an olsun sevindirebilsem. Ne iptidai, ne zavallı bir vahşiyim. Tıpkı zavallı vahşiler gibi seni sevindirmek için sana oyuncaklar, belki de hiç işine yaramayacak şeyler vermek istiyorum. Şimdi bir projem var. Birkaç gündür marangozhanede çalışıyorum. Eğer muvaffak olursam, sana yine acemi marangozluğuma yüreğimi katarak bir şey yollayacağım. Şimdi ne düşünüyorum biliyormusun? Dışarı çıktığım zaman kendime üç çalışma yeri yapacağım. 1. Çalışma odası. Burda sabahları senin için şiirler yazacağım. 2. Bir resim atölyesi. Burda ikindiye kadar senin resmini yapacağım. 3. Bir marangozhane. Burda akşamları sana cevizden, abanozdan çeşitli oyuncaklar oyacağım. Geceleri ayağının dibine oturup, evvela senin için yazılan şiirleri okuyacağım, sonra yapılan resimlerini göstereceğim, sonra oyuncaklarını vereceğim. Sen gülümseyeceksin. Ve bu kadarı bile bana yetecek. Ah sevgilim, sevgilim.



Karıcığım, karıcığım, Pirayende’ciğim, Eğer bestekâr olsaydım, Dede Efendi gibi bir büyük bestekâr, “Pirayende” diye bir yeni “makam” yapardım. Nasıl Suzinâk makamı var, onu gibi bir Pirayende makamı.



Mektubunda ne güzel şeyler de söylüyorsun. Bir defa, arka arkaya dört defa Nâzım diye bağırıyorsun. Lebbeyk, sevgilim. Ben senin bir dudağı yerde, bir dudağı gökte devinim, ne zaman başın sıkışsa sana yüreğimden koparıp verdiğim iki kılı birbirine vur, ben yeri yarıp, gökyüzünü parçalayıp karşına “Lebbeyk, Sultanım!” diye çıkarım. Bana bir defa “Nâzım! ” diye seslenmem beni dünyalara, ama çok daha iyi ve güzel insanlı dünyalara sahip edecek kadar bahtiyar kılarken, adımı dört defa anman beni saadetten öldürür.



Piraye, senden arka arkaya olmasa da, kısa bir zamanda 3 çocuk istiyorum. İkisi kız, biri erkek. Buna göre hazırlan şimdiden. Kızlardan biri sarı, öteki kızıl saçlı olacak. Erkeğin gözleri mavi, saçları kızıl olacak. Yani erkek Memet’e benzeyecek biraz.



Seni yine istemeyerek üzdüğüm için canım çıksın. Seni ağlatmaktan başka bir halt edemeyecek miyim? Ben ne münasebetsiz herifim. Sen de tutmuşsun, böyle seni boyuna üzen, ağlatan bir hergeleyi seviyorsun. Beni bu seferki gözyaşların için de bağışla. Fakat sana o biçimsiz haberi, benim ölümümü kim söyledi? Sana söyleyen kimden duymuş? Hiç ölmeye niyetim yok. Seni bir daha ağlatmamak için, seni bahtiyar edebilmek için, elimden geldiği, gücümün yettiği kadar uzun yaşamaya çalışacağım.



Bu 1943 yılında ömrümün öyle bir anı oldu ki, seni görmemekten, senden uzak olmaktan, senin sesini işitememekten, velhasıl sensizlikten, öyle bir acı duydum ve buna şimdi hatırlamasına bile tenezzül etmediğim bazı şeyler katıldı ki, bir insanın tahammül edemeyeceği bir azaba düştüm. (...) Günüm ve saatim oldu “PİRAYE” diye avaz avaz bağırmamak için dudaklarımı kanattım ve hapishanenin en insansız yerlerine kaçtım. Geceleri ancak iki saat uyuyabiliyordum. Seni on dakika sonra görmezsem ölmek daha iyi dişündüm. Hasılı az daha oynatıyordum -maalesef yahut çok şükür ki- hâlâ aynı haldeyim, fakat bir fark var ki onu en sonra yazacağım. Ha, ne diyordum, az kalsın oynatacaktım. İşte o zaman yaşamak ve deli olmamak, delilikten sakınmak insiyakı harekete geçti -ben farkında olmadan- ve beni müthiş acıdan kurtardı. (...) Şu benim halimde Kürt şeyhinin yeğeni bizim jandarma yüzbaşısı olacak deyyusun da payı var. Çünkü seni rahat rahat görmekten beni alıkoyabilmesi ihtimali de divaneliğim üzerinde müessir olmuştur herhalde. Hâlâ Rahmi Bey Eniştemiz gelecek de bu meseleyi valiyle konuşup halledecek.



Ama ben o sana çapkın çapkın bakan kendi fotoğrafımı kendimden kıskandım. O ne bahtiyar gölgedir ki sahibinden çok seni görmek bahtiyarlığındadır. Bilseydim o münasebetsizi sana yollamazdım. Ben seni kendi resmimden, kendi gözümden ve gölgemden kıskanacak kadar seviyorum, anlıyormusunuz? Bunu anlıyor musunuz, Bayan Piraye, Pirayende, Hatice, Zekiye, Ran?



Sevgilim, ah sevgilim, seni nasıl seviyorum biliyor musun? Dinle anlatayım: Ot yağmuru nasıl severse, ayna ışığı nasıl severse, balık suyu ve insan ekmeği nasıl severse, sarhoşun şarabı, şarabın billur kadehi sevdiği gibi, annelerin çocukları, çocukların anneleri sevdikleri gibi, Lenin’in inkılâbı ve inkılâbın Marx’ı sevdiği kadar, velhasıl seni Nâzım Hikmet’in Hatice Zekiye Pirayende Piraye’yi sevmesi gibi seviyorum. Arka arkaya bir yığın seviyorumu dizdiğim için yine bana darılma, dervişin fikri neyse

(.....)

NÂZIM HİKMET
Cumhuriyet Dergi, 17 Mayıs 1998, Sayı: 634

ŞİİRLERİ



ARKADAŞINIZA GÖNDERMEK İÇİN:





ŞİİR PARKI