31 MART (13 Nisan 1909)

"Ordu siyasetten ayrılmalıdır. Siyasî cemiyet üyeliği ile askerlik bir arada birleşemez" M. K. ATATÜRK İttihat ve Terakki C. 2. Kongre. 13-25 Ekim 1909 Selânik

I "Dersaadet" Ne safra yeşili, ne irin sarısı, Sis veya dalga sanki, hamur Veya et... Karanlık ve meçhulle beslenip üreyen Kör, ahmak, şekilsiz bir yaratık... 1908 Hürriyetini korumağa memur, İttihat ve Terakki'nin İstanbul'daki dayanağı (Kim bilir, belki de ayak bağı) 4. Avcı Taburu yani... Başta, başka bir işe yaramadıklarından Tezkere bırakmış, rahat, babayani Arnavut Hamdi Yaşar Çavuş'la yardımcıları, Kamacı ustası Arif ve bölük emini Mehmet... Kabına sığamayarak ve subaylarını bağlayarak Dışarı uğradığında, 30-31 Mart gece yarısı, Taksim'deki Taşkışla'nın kapılarından, Pis pis, kaşına kaşına uyuyordu Uyukluyordu Dersaadet! Söz çavuşlarındı artık! II "Ayasofya Meydanı" Ayasofya Meydanı, o günlerde, (Az ötesinde Babıali ve Kapalı Çarşı) Dedikodunun harman olduğu yer, İstanbul'un nabzı sayılırdı. Halk, gezer tozar, aptes tazeler, Haber ve nefes alırdı. Mevlûtlar camide okunur, cenazeler Camiden kaldırılırdı. Hamdi Çavuş'la 4. Avcı Taburunun hedefi de, 31 Mart 1325 Salı günü, sabaha karşı, Ayasofya Meydanıydı. "Ey kahramanlar! Şeriat elden gidiyor! Ne durursuz?" Bu da, 31 Mart'ın, uğursuz, Ummadık zaman ve yerde, Simsiyah, mosmor Hamam ve gübre böcekleri gibi türeyen Başıbozuk ve softa yanıydı! Ellerinde, düz kırmızı, beyaz Ve yeşil bayraklar vardı. Bunlar, Derviş Vahdetî'nin, İttihad-ı Muhammediye Cemiyetinin Açılışında kullandığı bayraklardı. III "İkdam" gazetesi "İkdam" gazetesine göre, Üç gün önce, Harbiyeli subaylar, neferlere: — Kat'iyen görüşmeyeceksiniz hocalarla. Asker ocağı ibadet değil, görev yeridir. Diyanet meselesi aranmaz askerlikte, Allah'tan başka da kimse tanınmaz!" Yolunda buyruklar vermişlerdi. Gerçekte bu, l. Ordu Kumandanı Ahmet Muhtar Paşa'nın, İstibdat yanlısı İttihad-ı Muhammediyenin Zararlı çalışmalarına karşı askerleri Uyarmak için yayınladığı 29 Mart günlü Ve 24 sayılı (Umum Ordu) emridir. Askerin dinsel görevleri de, (Aynı emirde): "Beş vakit namaz, Padişaha bağlılık ve Meşrutiyet İdaresine hizmet" Olarak belirtilecekti. Yani diyeceğim, "İkdam" gazetesi bile, "Harbiyeli subayların dinsel görüşlerinin, Teokratik bir devlet için Tutarsız ve zayıf olduğu" gerekçesiyle, Ayaklanmayı "hak" bilecekti! IV "Hissiyat-ı diniye" Sadrazam Hilmi Paşa, Saat 6.45'te Saraya Bir telgraf çekti. (Çünkü o tarihte, telefon yoktu. İstanbul'da, Tehlikeli bulduğundan Abdülhamid, Kurulması da yasaktı!) Sadrazam (ki, gerçeği o günedek kavrayamayan Paşa, O gün de kavrayamayacaktı): "Birkaç yüz subaysız ve silâhlı neferin, Sultan Ahmet Meydanında bir araya Gelerek, "şeriat isteyenler meydanda toplansın, İstemeyenler dışarda kalsın" diye, Mektepli subaylarla İttihat ve Terakkiye Karşı, halkı kışkırttıklarını" bildiriyordu, Ve ayrıca, ayrıntılı bilgi veriyordu. Halbuki, "Volkan" gazetesinin ağzıyla: "31 Mart günü, Saat 12 sularında, Mebusan Dairesinin önü, (Ulema ve ilmiye sınıfından öğrenciler, Yüzlerce alaylı subay ve binlerce silâhlı er) Bembeyaz kesilmişti. Elmas aktarıyordu habire süngüler, Sümbülî mart güneşinden. 4. Avcı Taburunun peşinden, Kılıç Ali ve Beyoğlu Numune Topçu Alaylarıyla beraber, 5, 6, 7'nci Yıldız Alayları da, Köprü ve Divanyolu'ndan geçerek, (Yol üstündeki taş çeşmelerden durup su içerek), Sultan Ahmed'e doğru yönelmişti. Saat 15'te de, Eksik artık, Sayıları bin kadar olan bahriyeliler, Bando mızıka olduğu halde önlerinde, Varıp alana gelmişti. "Hissiyat-ı diniye galeyana gelmişti!" Oysa, silâh şakırtıları, tekbir sesleri, Ve bağırıp çağıran başıbozuk halk, ileri geri, Tam bir keşmekeş içindeydi ortalık! Gece, çavuşların olan söz, Softalarındı artık! V Derviş Vahdetî Aç gözlü ve açık göz. Babası, Kıbrıslı Mahmut Ağa, Papuççu esnafından. 4 yaşında okul, 5 yaşında Kur'an, 14 yaşında hafız, derken Nakşibendî tarikatı. Az Arapça ve İngilizce. Kıbrıs'tan 20 yaşında çıkar. Gözü yükseklerde, içi tez. Evrensel barıştan, üfürükçülere karşı, doktordan Ve tıptaki yeni buluşlardan yana, "Meselâ..." diye lâfını edecek kadar Dreyfus, Zola ve Darwin'den haberi var. "— Tut ki bir elvan şekeri, ayılıp bayılmağa değmez, Ama, yabana da atılamaz Batı!" Önce, İskân-ı Muhacirin Komisyonuna, (Dahiliye Nazırı Memduh Paşa'yı koyup araya) 400 kuruş maaşla kâtip girmek. Sonra da, velinimetini, yaranmak için Saraya, Jurnal edip bir güzel çekiştirmek! Yaptığı işgüzarlığın geri tepmesi Ve Diyarbakır'da 3,5 yıl sürgün hayatı. Hırslı ve kalleş, yani sinsi ve silik! Fedakâran-ı Millet Ve İttihad-ı Muhammediye cemiyetleri ve nihayet, Dersaadet'in şirret sesi, Sözde, "İnsaniyete hâdim", Hürriyetçi ve medeniyetçi "Volkan" gazetesi! Körü körüne Padişaha bağlılık, Hem İngiliz yanlısı siyaset, Hem de, kâh aşırı, kâh sulandırılmış, Yani rüzgâra tâbi İslâmiyetçilik! Yazılarından dolayı, masonluğu yeren, Abdülhamid'in memnuniyetini belirterek Enderunlu Lütfü elile ceste ceste gönderdiği, (Lütfü'nün da karşılığında makbuz verdiği) 450 altın lira harçlık... Ve (Ol rivayet), Siirt ilinin, Eruh ilçesinde, Nurs köyünde beliren, Cahil, ama (kendi deyişiyle), "İki musibette. tımarhane ve hapishanelerde Hayat dersi gören", Gerçekte, az buçuk deliren, Başında Kürt külâhı, sırtında Kürt abası, Camilere bile, Belindeki kocaman hançerle giren Ve gerçek milliyetçiliğin: "İslâmiyet" , yani din Olduğunu ileri süren Hazret, Bediüzzaman Saidi Kürdî ile Canciğer arkadaşlık! Kin ve irtica, ulema ve şeriat! Avcı taburlarına atılan çengel ve 31 Mart! Yani bir sürüye baş olmak için bayrak açmak, Ama, daha sekizinci günü isyanın, Sürüsünü bırakıp kaçmak! Sonradan, Divân-ı Harp'te: "— Ben kim, ihtilâl kim? Ruh hastasıyım ben. Deliyim" Yollu ifade veren Ve idam kararında mahkemenin: "O günedek içki ve şarkıcılıkla serseriyane bir hayat Geçirdiği" belirtilen, Kerameti kendinden menkul, sözde Mehdi, Derviş Mehmet Vahdetî, Budur, bu kadardır özetle! 31 Mart günü söz, softa ve çavuşlarındı, ama O da Bu arada, fırsat bu fırsat, Gücünü ve şansın deneyecekti! VI "Mektepli zabit istemezük!" Gerçekten berbattı Medreselerin, medreselilerin durumları. Önce, ilk ve orta öğretim kurumları, Yüksek okullar ve Darülfünun, Sonra, şeriat dışı bir sürü kanun, Uzun uzun, derin derin Düşündürüyordu onları. Derken, Harbiye Nezaretinin baskısı arttı. Basit de olsa bir okuma yazma Yoklamasından geçmesi şarttı Askerlikten muaf tutulacak medreselilerin. Tasarladığı ders programı şuydu, Harbiye Nazırı Ai Rıza Paşa'nın (Yani asker ve softalarca Öldürülmek üzere en çok aranan adamın): "Türkçe, kitabet ve inşa (Osmanlıca ve Arapça), Sülüs ve nesih, talik ve rik'a (yani yazı), Rakamlar, dört işlem, adî kesir ve orantı, Jeoloji, genel tarih, İslâm ve Osmanlı tarihi Ve az buçuk Farsça!" Şeyhülislâmlık ise, (Ancak birkaç satır yazıya razı), Medreselilerin, dört işleme bile Cevap verebileceklerinden kuşkuluydu. "Namaz ve oruç bahisleri hadi neyse. Eh! Biraz da Kur'an! Basit bir iki cümle okutulsun, Okuyan askerlikten muaf tutulsun! İşte, softaları ayaklandıran buydu! Ve bundan dolayıdır ki , 31 Mart sabahı Dersaadet (Aralarında Bediüzzaman Saidi Nursî Ve Derviş Mehmet), Askerlerin peşinde cübbelerini savuran Softaların: "Şeriat isterük! Mektepli zabit istemezük!" sesleriyle doluydu. VII Besmele ile başlayan ordu talimnameleri! Günlerden salıydı. Kapalı Çarşı ve dükkânların çoğu kapalıydı. İstedikleri veya istemedikleri... Her kafadan bir ses çıkıyordu, ileri geri. Eşekten düşmüş karpuza dönmüştü ortalık! Dedik ya! Söz, çavuşların ve softalarındı artık! Aracılık yapan Saray başkâtibiyle Şeyhülislâma, "— Babalığa söyleyin de" diyordu askerin biri, "Mektepli zabitler Bizi yerli yersiz hırpalamasınlar!" (Askerin babalık dediği, Halife-i Müslimin Ve Ruy-i Zemin! Yani Hünkâr!) "— Bazı kere dayak da yer, İnsan büyüğünden, zabitinden, ama "Has dur, selâm dur!" la geçiyordu namaz vakitleri. Talime ara vermek veya hiç talim yapmamak için Hiçbir özür tanımıyordu diplomalılar!" Eğlence istiyordu Kiminin canı. 100 pare top atılıp donanma Yapılmalıydı, Tam yeriydi Ayasofya Meydanı! Bir alaylı subay:"— Besmele ile başlayan ordu Talimnameleri, gâvurcadan çevrilmiştir. Bu Şeriata aykırıdır!" diyordu. Çoğu ne istediğini bilmiyordu. Bilmiyordu Anayasa ne, Şeriat ne? Yani baş ağrısı bahane! Harbiye Nazırını arıyordu kimi, Çünkü terfiine engel olmuştu. Kimi de yakınmak için bula bula Yeni açılan Kız Sultanisini bulmuştu. "— Geçilmiyor çalımlarından, Mektepli zabitler insan da, Diğerleri insan değil mi? Askerlik dediğin, kahır, tecrübe ilmi, Okulla, kitapla bellenmesi zor! Müslüman Padişaha, Müslüman ordu! Okulsa, medreseler de okul! Yahu, efendiler! Şeriat elden gidiyor!" Her kelimesı bir süngü darbesi kadar acı... Beyazıt Dersiâmlarından aracı Ve sözcü Ahmet Rasim efendi konuşuyordu, Saat 15'te Meclis-i Mebusanda. Askerler de mebuslarla beraber dinlediler. Ve "— Bizim istediğimiz de işte budur'" dediler. O sırada, Sultan Ahmet'te: — Padişah geliyor! Padişah geliyor!" diye söylentiler! Halbuki, böyle bir teklifi, Abdülhamid, "— Beni parçalatmak istiyorlar! Padişah ilân edecekler kardeşimi!" Diyerek reddetmişti, İkindi namazında duyulan önemli bir haber: Hükûmet, "bizzarure ve bilmecburiye" istifa etmişti. VIII Kalmamıştı aramadıkları yer, Ah, bir ellerine geçirseler Meclis-i Mebusan reisini! Hassa kumandanı Mahmut Muhtar Paşa'nın da (Ne dense az ona, ne yapılsa az), Tez elde vereceklerdi dersini. Baş baş, Harbiye Nazırıyla Görülecek hesapları var! Ama, daha ilk anda yanılacaklar, Ve Mebusan reisine benzettikleri (Etliye sütlüye karışmaz Kendi halinde bir adam olan, Ve o gün, öğleden sonra, Saraya çağrılan) Adliye Nazırı Nazım Paşa'yı Kalbinden vurarak öldüreceklerdi. Lâzkiye mebusu Emir Aslan bey de, Hüseyin Cahid'e benzetildiğinden, Süngüler altında can verdi. Siftah niyetine öldürülen teğmen Selim'in cesedi, Kokup şişmeseydi iki günde, Galata Köprüsünde daha beklerdi. Saat 21.15 idi. Asker ve halka hükûmetin istifa ettiğini, Yenisinin kurulacağını, âcilen, Güvenliğin korunacağını ve özellikle O gün (içtimada) bulunan (Asakir-i Şahane'nin ve onlara katılanların) Bütün âsilerin yani, Affedildiklerine dair irade-i seniyenin Ve Padişahın selâmını bildirmekle görevli kılınan Başkâtiple Şeyhülislâm tarafından Son öğütler, son sözler verildi. Rahat olsundu yürekleri. "Asker kullarının" dilekleri Padişah Efendimiz'e bir bir anlatılacaktı, Ama, tam o sırada, Harbiye'deki asker de, Gelip Sultan Ahmet'tekilere katılacaktı. "İkdam" gazetesine göre, "bütün efrad, Başlarında, Hamdi Çavuş, Kamacı Arif, bölük emini Mehmet, Jandarma Salih, polis Ali efendi, Tersaneli Ali Ve 5. Alay'da ikinci mülâzımken Kadro dışı bırakılan alaylı Kâmil Ağa: "— Padişahım, çok yaşa" (ve ne olduğunu bilmeden), "Şeriat isteriz, Şeriat! "Diye bağırıyorlar ve "Vatandaşlara faydalı bir hizmet ifa etmekten mütevelit bir haz ile Ateş ediyorlardı havaya" Panayır yerine dönmüştü Sultan Ahmet! Denizden derisi pul pul, Yedi başlı bir yaratık Olan İstanbul, Yani Dersaadet, Ölüp ölüp dirildi o gece! O gece, askerlerce, (Köy düğünlerinden kalma bir âdet!) 1,5 milyon mermi yakılacaktı, Söz, çavuşların, softaların ve gecenindi artık! IX İttihat ve Terakki Yarılmıştı yer ve yere girmişti sanki İttihat ve Terakki Cemiyetinin (Kendilerini her konuda yetkili sayan, Burunlarından kıl aldırmayan) Tüm ileri gelenleri! Ama, her nasılsa, bunlardan biri, Jandarma yüzbaşısı İsmail Canbolat bey (Merkez üyesi Derneğin, İstanbul'daki) "— Meşrutiyet tehlikededir!" diye Durumu Selâniğe Tellemek imkânını bulmuştu. Dünden beri, İttihat ve Terakki ve 3. Ordu, Askerî Kulüp'te, Birinci Ferik Mahmut Şevket Paşa'nın başkanlığında, Karar üstüne karar alıyordu. İngiliz Elçiliğinin, Osmanlı Devleti üzerine hazırladığı raporda Kendisinden: "Hoş, iyi kalpli! ak Saçlı bir beyefendi! Diplomatik yeteneği yok ama fazla, Son derece sakin ve soğuk kanlı. Uzun yıllar Berlin'de kalmasına Ve eşinin Alman olmasına Rağmen, açık düşünceli ve ön yargılardan uzak Ve İngilizlere karşı değil!" diye bahsedilen Tevfik Paşa tarafından, Bir sürü rica ve ısrardan sonra, yine de, Naz ve niyazla Kurulmuştu yeni hükûmet. Vali ve kumandanlara çekilen telgrafa göre: "Gayet bîtaraf, beyler, paşalar ve efendiler!" "Hem zaten, Kur'an ve Peygamber Üzerine yemin etmişti Padişah Efendimiz! Yalvarsa, ayağına kapansa halk, istibdadın geri gelmesi için. Kabul etmeyecekti!" Ayaklananların affedildiği ve Çoğunluk sağlanamadığından toplanamadığı Kabinenin, Gizlenmişti bildiride. Eh, kala kala, bir tek "mektepli subaylar" Meselesi kalıyordu geride. Evet, öldürülen subaylar vardı, (Ki sayıları 35 kadardı), Ama, birer kaza sonucuydu bu ölümler Ve sürüp gitmeyecekti. Halbuki, o sırada, sokak sokak Aç kurt sürüsü gibi dolaşarak Askerler, (Üstelik, gözü önünde, "Kadınlara Mahsus" İttihat ve Terakki Kulübü'nü basarak Zaptiye Nezaretinin), Öldürecek "Harbiyeli subay" arıyorlardı. Arada bir de, Yıldız'a uğrayarak Kümeler halinde, — Padişahım, çok yaşa! diye bağırıyorlardı. İttihat ve Terakki Cemiyeti Merkezi Umumîsi, yani Selânik, (Kol gezerken İstanbul'da, korku, endişe ve panik) Serkâtibi Hazreti Şehriyâri Ali Cevat beye Veya doğrudan doğruya Zât-ı Padişahîye Çektiği zehir zemberek telgraflarla: "İftihar ediniz! Bir İrtica melanetiyle ve zorla Bina-yı Meşrutiyet hedm ve Hükûmet-i müstebide ikame edidi!" diye, Suçu Abdülhamid'e yükleyecekti. Yalan yanlış haberler alan Ve aşağı tükürse sakal, yukarı tükürse Bıyık iki cami arasında kalan Padişah efendimiz ise, Yaklaştığını hissederek kötü sonun, Bir ileri, bir geri, Artık tekleyecekti: "— Kendi aleyhlerine kıyam eden askerler, Kendilerinin getirdiği askerlerdi, Rumeli'den. Namazdan niyazdan mahrum ettiler herifleri. Tazyik ettiler, isyan ettirdiler. Ne kabahatim var benim, ne yapayım ben?" Berbat günler yaşamıştı velhasıl İstanbul, Berbat günler yaşıyordu. Bu sırada, 25 piyade taburu, 10 süvari bölüğü, 9 topçu bataryası, Edirne'den itibaren bir süvari tümeni, Ayrıca, siviller, Rum ve Bulgar çeteciler, Sonradan da, hukuklu, mülkiyeli ve tıbbiyeli öğrenciler... Yani 2 ve 3. ordu Ve 15000 gönüllü er, (Bu arada, Hareket Ordusunun isim babası Ve kurmay başkanı ön yüzbaşı Mustafa Kemal bey), Selânik Redif Fırkası kumandanı Hüsnü Paşa'nın emrinde, Gittikçe büyüyerek ve hızlanarak, Dersaadet'e Bir çığ gibi yaklaşıyordu. Yedi canlı irtica ve istibdat mikroplarına karşı Can havliyle çıkardığı Hürriyet ve Meşrutiyet antikoruydu bu, Hasta Osmanlı İmparatorluğunun. Ve bundan sonra hiçbir şey, Doğruca, Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Riyasetine çektiği telgrafta da Belirttiği üzere Hüsnü Paşa'nın: "600 yıllık Osmanlı Ordusuna Leke sürenlerin, hafiye Ve çıkarcıların" üstüne, bu İntikam yumruğunun inişini geciktiremeyecekti. X "Oldu bir şey, bizi şeytan dürttü!" 30-31 Mart gecesinden beri, Bağırıp çağırmış, yakıp yıkmış, öldürmüş, Yani kurdunu dökmüştü asker! (Öyle ki yalnız serseri Kurşunlardan ölenlerin sayısı dört, Yaralananlarınki on dörttü.) Ama, bu değildi ki "kıyamın amacı yönü! İşin kana dönüştüğünü Görünce de, içlerine bir pişmanlık çökmüştü. Çözülme başlamıştı, kaçanlar vardı, Tavsamıştı, şuursuz gözü karalığı o ilk günlerin. Nitekim, kamacı ustası Arif'le dört çavuş, 3. Tabur komutanı Aziz beye: "— Oldu bir iş! Bizi şeytan dürttü!" Diye yalvar yakar olmuşlardı. Ama, yine de, Dayanacak ve dayatacaktı askerin çoğunluğu: "— Teslim olmak erkekliğe sığar mı? Ölürüz de dönmeyiz, ötesi var mı?" Yani meşhur deyimle, Yiğitliğe leke sürmeyecekti. XI "Binbaşı Enver" Keşmekeş ve başıbozukluk sürer gider. 6 Nisan günü, Selânik Jandarma Bölüğü Yeşilköy istasyonunu işgal eder. 7 Nisan güneşi, Hüsnü Paşa'yı Hadımköy'de bulacaktır. Komuta değişikliği de o gün orada olacaktır. Hareket Ordusu, bundan böyle, 3. Ordu kumandanı ve Birinci Ferik Mahmut Şevket Paşa'dan sorulacaktır. Berlin'den koşup gelen Binbaşı Enver bey de Bu arada, Mustafa Kemal beyin yerini alacaktır. İttihat ve Terakki artık Onun emrindedir. Padişah oyalanır ve uyutulur. 9 Nisanda kuvvetler, İstanbul önlerindedir, İlk direniş Davut Paşa Kışlasından olur. Harbiye Nezaretinde, Babıali'de Ve Taksim Kışlasındadır çoğunluğu askerin. Yıldız Sarayının durumu ise, karanlık ve sır! Direnecek midir, yoksa seyirci mi kalacaktır? Topa tutulur Dayanan kışlalar ve teker teker alınır 13 Nisanda, İstanbul, Hareket Ordusunun Acımasız ellerindedir. Derviş Vahdetî, Saidi Nursî ve suçlu aydınlar (Meselâ, Hassa Kumandanı Nazım Paşa'ya gidip Buyruğundaki askerle Hareket Ordusunu ezmesini, yerle Bir etmesini söyleyen Dr. Rıza Nur) Un ufak, toz olmuştur, Ama, Harp Divanı kurulmuştur Ve çarkları işleyecektir. Bir ay kadar sürecektir yargılama 3 Mayısta 44 kişi, 31'i asker, 16 Mayısta, Asar-ı Tevfik'in süvarisi Deniz Binbaşısı Ali Kabulî beyi Yıldız Sarayının bahçesinde süngüleyen 16 er, 17 Mayısta, 5 iş birlikçi, 23 Mayısta, sivil ve asker 7 kişi, Son olarak da, Harem'den Cafer Ağa, Kabasakal Mahmut Paşa, Tütüncübaşı Mustafa Ve İzmir'de, bir Rus vapurundan çıkıp başka bir Vapura sandalla giderken, komiser Tahsin efendi tarafından yakalanan Volkancı Derviş Vahdetî, ölümün Beyaz gömleğini giyecektir. XII "Koca bir binanın bir anda çöküşü!" Çoktan kapanmıştır bereketli mutfakları Yıldız Sarayının, Sıra sıra ocakları sönmüştür, Ama, neme lâzım, Gerek Rus büyük elçisinin, gerek İngiltere Elçiliği baştercümanının Kaçma-kaçırılma teklifini, Abdülhamid Han, Gelenlerin (yani Hareket Ordusunun da) Evlâdı olduğunu söyleyerek Kabul etmeyecektir! Aç kalan Saray halkı, son gün, Katıksız ve bayat, asker tayını yiyecektir. Ve bir güzel tersleyecektir. Katık isteyen Mabeyin Başkâtibi Ali Cevat beyi Bir er: "— Ölmezler ya! Bu gün de katıksız yesinler!" Yani olan olmuş, devir dönmüştür. Diktatörce kararlar alarak Az zamanda, muma çevirmiştir Mahmud Şevket Paşa, Başıboş, serkeş İstanbul'u, 14. Salı günü Hicrî Nisan ayının... Suçları (Hacı Nuri Efendi tarafından verilen Zoraki fetvaya göre): "Şeri kitapları yasaklamak, yaktırıp yok ettirmek, Beytülmalde israf, Adam öldürtmek yok yere, hapsetmek ve sürmek, Çiğneyerek içtiği andı, Büyük fitne ve katliama sebebiyet vermek!?" Meclis-i Umumî-i Millî adı altında Ve (Özellikle belirtmeye değer) 33 yıl zarfında, 7 kez sadrazamlık Yaptığı Padişah'a nedense muğber, Küçük Sait Paşa'nın başkanlığında toplanan 240 mebusla 34 ayanın Oy birliğiyle (ki, buna el çabukluğuyla diyenler de var), Tahttan indirilen II. Adülhamid Han, Aynı günün gecesi, yani apar topar, Yanında iki hanımı, en küçük oğlu. Dört harem ağasıyla dört Çerkez halayık, Aşçısı, kahvecisi, Birkaç da bavul, eşya olarak.. Özel bir trenle düşük ve sürgün, Selânik yollarındadır artık! Olaylar karşısında (nedense) suskun Ve (ne demekse) tarafsız kalmıştır. Ama, yaranamamıştır kimselere! Herkesin işine geldiği üzere, Öncesiyle, sonrasıyla (suç faturası), 31 Martın Bir kalemde, onun Adına çıkarılmıştır. 0 günleri anlatan Hünkârın kızlarından Sadiye Sultan, İlk anda, babasını, en fazla üzen (kötü sonun Üstüne bir de tüy diken) şeyin, "Hâl kararını tebliğe gelenler arasında, Karasu efendinin de, yani bir Yahudinin de bulunması olduğunu" Söyleyecektir! Yarım yüzyıl sonra, Hareket Ordusunun Edirne Grubunu teşkil eden İkinci Süvari Tümeninin kurmaylarından Kolağası İsmet bey, yani İsmet İnönü, "— 31 Martı düşündüğüm zaman, Koca bir binanın bir anda çöküşünü Görür gibi olurum!" diyecektir.

Nüzhet Erman
(1926 -1996)

Türk Dili Dil ve Edebiyat Dergisi Nisan 1988, S: 436, s. 190-204





ŞİİR PARKI