31 MART
(13 Nisan 1909)
"Ordu siyasetten ayrılmalıdır. Siyasî cemiyet
üyeliği ile askerlik bir arada birleşemez"
M. K. ATATÜRK
İttihat ve
Terakki C. 2. Kongre.
13-25 Ekim 1909 Selânik
I
"Dersaadet"
Ne safra yeşili, ne irin sarısı,
Sis veya dalga sanki, hamur
Veya et...
Karanlık ve meçhulle beslenip üreyen
Kör, ahmak, şekilsiz bir yaratık...
1908 Hürriyetini korumağa memur,
İttihat ve Terakki'nin İstanbul'daki dayanağı
(Kim bilir, belki de ayak bağı)
4. Avcı Taburu yani...
Başta, başka bir işe yaramadıklarından
Tezkere bırakmış, rahat, babayani
Arnavut Hamdi Yaşar Çavuş'la yardımcıları,
Kamacı ustası Arif ve bölük emini Mehmet...
Kabına sığamayarak ve subaylarını bağlayarak
Dışarı uğradığında, 30-31 Mart gece yarısı,
Taksim'deki Taşkışla'nın kapılarından,
Pis pis, kaşına kaşına uyuyordu
Uyukluyordu Dersaadet!
Söz çavuşlarındı artık!
II
"Ayasofya Meydanı"
Ayasofya Meydanı, o günlerde,
(Az ötesinde Babıali ve Kapalı Çarşı)
Dedikodunun harman olduğu yer,
İstanbul'un nabzı sayılırdı.
Halk, gezer tozar, aptes tazeler,
Haber ve nefes alırdı.
Mevlûtlar camide okunur, cenazeler
Camiden kaldırılırdı.
Hamdi Çavuş'la 4. Avcı Taburunun hedefi de,
31 Mart 1325 Salı günü, sabaha karşı,
Ayasofya Meydanıydı.
"Ey kahramanlar! Şeriat elden gidiyor!
Ne durursuz?"
Bu da, 31 Mart'ın, uğursuz,
Ummadık zaman ve yerde,
Simsiyah, mosmor
Hamam ve gübre böcekleri gibi türeyen
Başıbozuk ve softa yanıydı!
Ellerinde, düz kırmızı, beyaz
Ve yeşil bayraklar vardı.
Bunlar, Derviş Vahdetî'nin,
İttihad-ı Muhammediye Cemiyetinin
Açılışında kullandığı bayraklardı.
III
"İkdam" gazetesi
"İkdam" gazetesine göre,
Üç gün önce, Harbiyeli subaylar, neferlere:
— Kat'iyen görüşmeyeceksiniz hocalarla.
Asker ocağı ibadet değil, görev yeridir.
Diyanet meselesi aranmaz askerlikte,
Allah'tan başka da kimse tanınmaz!"
Yolunda buyruklar vermişlerdi.
Gerçekte bu, l. Ordu
Kumandanı Ahmet Muhtar Paşa'nın,
İstibdat yanlısı İttihad-ı Muhammediyenin
Zararlı çalışmalarına karşı askerleri
Uyarmak için yayınladığı
29 Mart günlü Ve 24 sayılı
(Umum Ordu) emridir.
Askerin dinsel görevleri de,
(Aynı emirde):
"Beş vakit namaz,
Padişaha bağlılık ve Meşrutiyet İdaresine hizmet"
Olarak belirtilecekti.
Yani diyeceğim, "İkdam" gazetesi bile,
"Harbiyeli subayların dinsel görüşlerinin,
Teokratik bir devlet için
Tutarsız ve zayıf olduğu" gerekçesiyle,
Ayaklanmayı "hak" bilecekti!
IV
"Hissiyat-ı diniye"
Sadrazam Hilmi Paşa,
Saat 6.45'te Saraya
Bir telgraf çekti.
(Çünkü o tarihte, telefon yoktu. İstanbul'da,
Tehlikeli bulduğundan Abdülhamid,
Kurulması da yasaktı!)
Sadrazam (ki, gerçeği o günedek kavrayamayan Paşa,
O gün de kavrayamayacaktı):
"Birkaç yüz subaysız ve silâhlı neferin,
Sultan Ahmet Meydanında bir araya
Gelerek, "şeriat isteyenler meydanda toplansın,
İstemeyenler dışarda kalsın" diye,
Mektepli subaylarla İttihat ve Terakkiye
Karşı,
halkı kışkırttıklarını" bildiriyordu,
Ve ayrıca, ayrıntılı bilgi veriyordu.
Halbuki, "Volkan" gazetesinin ağzıyla:
"31 Mart günü,
Saat 12 sularında, Mebusan Dairesinin önü,
(Ulema ve ilmiye sınıfından öğrenciler,
Yüzlerce alaylı subay ve binlerce silâhlı er)
Bembeyaz kesilmişti.
Elmas aktarıyordu habire süngüler,
Sümbülî mart güneşinden.
4. Avcı Taburunun peşinden,
Kılıç Ali ve Beyoğlu Numune Topçu
Alaylarıyla beraber,
5, 6, 7'nci Yıldız Alayları da,
Köprü ve Divanyolu'ndan geçerek,
(Yol üstündeki taş çeşmelerden durup su içerek),
Sultan Ahmed'e doğru yönelmişti.
Saat 15'te de,
Eksik artık,
Sayıları bin kadar olan bahriyeliler,
Bando mızıka olduğu halde önlerinde,
Varıp alana gelmişti.
"Hissiyat-ı diniye galeyana gelmişti!"
Oysa, silâh şakırtıları, tekbir sesleri,
Ve bağırıp çağıran başıbozuk halk, ileri geri,
Tam bir keşmekeş içindeydi ortalık!
Gece, çavuşların olan söz,
Softalarındı artık!
V
Derviş Vahdetî
Aç gözlü ve açık göz.
Babası, Kıbrıslı Mahmut Ağa,
Papuççu esnafından.
4 yaşında okul, 5 yaşında Kur'an,
14 yaşında hafız, derken Nakşibendî tarikatı.
Az Arapça ve İngilizce.
Kıbrıs'tan 20 yaşında çıkar.
Gözü yükseklerde, içi tez.
Evrensel barıştan, üfürükçülere karşı, doktordan
Ve tıptaki yeni buluşlardan yana,
"Meselâ..." diye lâfını edecek kadar
Dreyfus, Zola ve Darwin'den haberi var.
"— Tut ki bir elvan şekeri, ayılıp bayılmağa değmez,
Ama, yabana da atılamaz Batı!"
Önce, İskân-ı Muhacirin Komisyonuna,
(Dahiliye Nazırı Memduh Paşa'yı koyup araya)
400 kuruş maaşla kâtip girmek.
Sonra da, velinimetini, yaranmak için Saraya,
Jurnal edip bir güzel çekiştirmek!
Yaptığı işgüzarlığın geri tepmesi
Ve Diyarbakır'da 3,5 yıl sürgün hayatı.
Hırslı ve kalleş, yani sinsi ve silik!
Fedakâran-ı Millet
Ve İttihad-ı Muhammediye cemiyetleri ve nihayet,
Dersaadet'in şirret sesi,
Sözde, "İnsaniyete hâdim",
Hürriyetçi ve medeniyetçi "Volkan" gazetesi!
Körü körüne Padişaha bağlılık,
Hem İngiliz yanlısı siyaset,
Hem de, kâh aşırı, kâh sulandırılmış,
Yani rüzgâra tâbi İslâmiyetçilik!
Yazılarından dolayı, masonluğu yeren,
Abdülhamid'in memnuniyetini belirterek
Enderunlu Lütfü elile ceste ceste gönderdiği,
(Lütfü'nün da karşılığında makbuz verdiği)
450 altın lira harçlık...
Ve (Ol rivayet),
Siirt ilinin, Eruh ilçesinde, Nurs köyünde beliren,
Cahil, ama (kendi deyişiyle),
"İki musibette. tımarhane ve hapishanelerde
Hayat dersi gören",
Gerçekte, az buçuk deliren,
Başında Kürt külâhı, sırtında Kürt abası,
Camilere bile,
Belindeki kocaman hançerle giren
Ve gerçek milliyetçiliğin:
"İslâmiyet" , yani din
Olduğunu ileri süren
Hazret, Bediüzzaman Saidi Kürdî ile
Canciğer arkadaşlık!
Kin ve irtica, ulema ve şeriat!
Avcı taburlarına atılan çengel ve 31 Mart!
Yani bir sürüye baş olmak için bayrak açmak,
Ama, daha sekizinci günü isyanın,
Sürüsünü bırakıp kaçmak!
Sonradan, Divân-ı Harp'te:
"— Ben kim, ihtilâl kim?
Ruh hastasıyım ben.
Deliyim"
Yollu ifade veren
Ve idam kararında mahkemenin:
"O günedek içki ve şarkıcılıkla serseriyane bir hayat
Geçirdiği" belirtilen,
Kerameti kendinden menkul, sözde Mehdi,
Derviş Mehmet Vahdetî,
Budur, bu kadardır özetle!
31 Mart günü söz, softa ve çavuşlarındı, ama
O da
Bu arada, fırsat bu fırsat,
Gücünü ve şansın deneyecekti!
VI
"Mektepli zabit istemezük!"
Gerçekten berbattı
Medreselerin, medreselilerin durumları.
Önce, ilk ve orta öğretim kurumları,
Yüksek okullar ve Darülfünun,
Sonra, şeriat dışı bir sürü kanun,
Uzun uzun, derin derin
Düşündürüyordu onları.
Derken, Harbiye Nezaretinin baskısı arttı.
Basit de olsa bir okuma yazma
Yoklamasından geçmesi şarttı
Askerlikten muaf tutulacak medreselilerin.
Tasarladığı ders programı şuydu,
Harbiye Nazırı Ai Rıza Paşa'nın
(Yani asker ve softalarca
Öldürülmek üzere en çok aranan adamın):
"Türkçe, kitabet ve inşa (Osmanlıca ve Arapça),
Sülüs ve nesih, talik ve rik'a (yani yazı),
Rakamlar, dört işlem, adî kesir ve orantı,
Jeoloji, genel tarih, İslâm ve Osmanlı tarihi
Ve az buçuk Farsça!"
Şeyhülislâmlık ise,
(Ancak birkaç satır yazıya razı),
Medreselilerin, dört işleme bile
Cevap verebileceklerinden kuşkuluydu.
"Namaz ve oruç bahisleri hadi neyse.
Eh! Biraz da Kur'an!
Basit bir iki cümle okutulsun,
Okuyan askerlikten muaf tutulsun!
İşte, softaları ayaklandıran buydu!
Ve bundan dolayıdır ki ,
31 Mart sabahı Dersaadet
(Aralarında Bediüzzaman Saidi Nursî
Ve Derviş Mehmet),
Askerlerin peşinde cübbelerini savuran
Softaların: "Şeriat isterük!
Mektepli zabit istemezük!" sesleriyle doluydu.
VII
Besmele ile başlayan ordu
talimnameleri!
Günlerden salıydı.
Kapalı Çarşı ve dükkânların çoğu kapalıydı.
İstedikleri veya istemedikleri...
Her kafadan bir ses çıkıyordu, ileri geri.
Eşekten düşmüş karpuza dönmüştü ortalık!
Dedik ya! Söz, çavuşların ve softalarındı artık!
Aracılık yapan Saray başkâtibiyle Şeyhülislâma,
"— Babalığa söyleyin de" diyordu askerin biri,
"Mektepli zabitler
Bizi yerli yersiz hırpalamasınlar!"
(Askerin babalık dediği, Halife-i Müslimin
Ve Ruy-i Zemin!
Yani Hünkâr!)
"— Bazı kere dayak da yer,
İnsan büyüğünden, zabitinden, ama
"Has dur, selâm dur!" la geçiyordu namaz vakitleri.
Talime ara vermek veya hiç talim yapmamak için
Hiçbir özür tanımıyordu diplomalılar!"
Eğlence istiyordu
Kiminin canı.
100 pare top atılıp donanma
Yapılmalıydı,
Tam yeriydi Ayasofya Meydanı!
Bir alaylı subay:"— Besmele ile başlayan ordu
Talimnameleri, gâvurcadan çevrilmiştir. Bu
Şeriata aykırıdır!" diyordu.
Çoğu ne istediğini bilmiyordu.
Bilmiyordu Anayasa ne, Şeriat ne?
Yani baş ağrısı bahane!
Harbiye Nazırını arıyordu kimi,
Çünkü terfiine engel olmuştu.
Kimi de yakınmak için bula bula
Yeni açılan Kız Sultanisini bulmuştu.
"— Geçilmiyor çalımlarından,
Mektepli zabitler insan da,
Diğerleri insan değil mi?
Askerlik dediğin, kahır, tecrübe ilmi,
Okulla, kitapla bellenmesi zor!
Müslüman Padişaha, Müslüman ordu!
Okulsa, medreseler de okul!
Yahu, efendiler!
Şeriat elden gidiyor!"
Her kelimesı bir süngü darbesi kadar acı...
Beyazıt Dersiâmlarından aracı
Ve sözcü Ahmet Rasim efendi konuşuyordu,
Saat 15'te Meclis-i Mebusanda.
Askerler de mebuslarla beraber dinlediler.
Ve "— Bizim istediğimiz de işte budur'" dediler.
O sırada, Sultan Ahmet'te:
— Padişah geliyor! Padişah geliyor!" diye söylentiler!
Halbuki, böyle bir teklifi, Abdülhamid,
"— Beni parçalatmak istiyorlar!
Padişah ilân edecekler kardeşimi!"
Diyerek reddetmişti,
İkindi namazında duyulan önemli bir haber:
Hükûmet, "bizzarure ve bilmecburiye" istifa etmişti.
VIII
Kalmamıştı aramadıkları yer,
Ah, bir ellerine geçirseler
Meclis-i Mebusan reisini!
Hassa kumandanı Mahmut Muhtar Paşa'nın da
(Ne dense az ona, ne yapılsa az),
Tez elde vereceklerdi dersini.
Baş baş, Harbiye Nazırıyla
Görülecek hesapları var!
Ama, daha ilk anda yanılacaklar,
Ve Mebusan reisine benzettikleri
(Etliye sütlüye karışmaz
Kendi halinde bir adam olan,
Ve o gün, öğleden sonra, Saraya çağrılan)
Adliye Nazırı Nazım Paşa'yı
Kalbinden vurarak öldüreceklerdi.
Lâzkiye mebusu Emir Aslan bey de,
Hüseyin Cahid'e benzetildiğinden,
Süngüler altında can verdi.
Siftah niyetine öldürülen teğmen
Selim'in cesedi,
Kokup şişmeseydi iki günde,
Galata Köprüsünde daha beklerdi.
Saat 21.15 idi.
Asker ve halka hükûmetin istifa ettiğini,
Yenisinin kurulacağını, âcilen,
Güvenliğin korunacağını ve özellikle
O gün (içtimada) bulunan
(Asakir-i Şahane'nin ve onlara katılanların)
Bütün âsilerin yani,
Affedildiklerine dair irade-i seniyenin
Ve Padişahın selâmını bildirmekle görevli kılınan
Başkâtiple Şeyhülislâm tarafından
Son öğütler, son sözler verildi.
Rahat olsundu yürekleri.
"Asker kullarının" dilekleri
Padişah Efendimiz'e bir bir anlatılacaktı,
Ama, tam o sırada, Harbiye'deki asker de,
Gelip Sultan Ahmet'tekilere katılacaktı.
"İkdam" gazetesine göre, "bütün efrad,
Başlarında, Hamdi Çavuş,
Kamacı Arif, bölük emini Mehmet,
Jandarma Salih, polis Ali efendi, Tersaneli Ali
Ve 5. Alay'da ikinci mülâzımken
Kadro dışı bırakılan alaylı Kâmil Ağa:
"— Padişahım, çok yaşa"
(ve ne olduğunu bilmeden),
"Şeriat isteriz, Şeriat!
"Diye bağırıyorlar ve
"Vatandaşlara faydalı bir hizmet
ifa etmekten mütevelit bir haz ile
Ateş ediyorlardı havaya"
Panayır yerine dönmüştü Sultan Ahmet!
Denizden derisi pul pul,
Yedi başlı bir yaratık
Olan İstanbul,
Yani Dersaadet,
Ölüp ölüp dirildi o gece!
O gece, askerlerce,
(Köy düğünlerinden kalma bir âdet!)
1,5 milyon mermi yakılacaktı,
Söz, çavuşların, softaların ve gecenindi artık!
IX
İttihat ve Terakki
Yarılmıştı yer ve yere girmişti sanki
İttihat ve Terakki Cemiyetinin
(Kendilerini her konuda yetkili sayan,
Burunlarından kıl aldırmayan)
Tüm ileri gelenleri!
Ama, her nasılsa, bunlardan biri,
Jandarma yüzbaşısı İsmail Canbolat bey
(Merkez üyesi Derneğin, İstanbul'daki)
"— Meşrutiyet tehlikededir!" diye
Durumu Selâniğe
Tellemek imkânını bulmuştu.
Dünden beri,
İttihat ve Terakki ve 3. Ordu,
Askerî Kulüp'te,
Birinci Ferik
Mahmut Şevket Paşa'nın başkanlığında,
Karar üstüne karar alıyordu.
İngiliz Elçiliğinin, Osmanlı
Devleti üzerine hazırladığı raporda
Kendisinden:
"Hoş, iyi kalpli! ak
Saçlı bir beyefendi!
Diplomatik yeteneği yok ama fazla,
Son derece sakin ve soğuk kanlı.
Uzun yıllar Berlin'de kalmasına
Ve eşinin Alman olmasına
Rağmen, açık düşünceli ve ön yargılardan uzak
Ve İngilizlere karşı değil!" diye bahsedilen
Tevfik Paşa tarafından,
Bir sürü rica ve ısrardan sonra, yine de,
Naz ve niyazla
Kurulmuştu yeni hükûmet.
Vali ve kumandanlara çekilen telgrafa göre:
"Gayet bîtaraf, beyler, paşalar ve efendiler!"
"Hem zaten, Kur'an ve Peygamber
Üzerine yemin etmişti Padişah Efendimiz!
Yalvarsa, ayağına kapansa halk,
istibdadın geri gelmesi için.
Kabul etmeyecekti!"
Ayaklananların affedildiği ve
Çoğunluk sağlanamadığından
toplanamadığı Kabinenin,
Gizlenmişti bildiride.
Eh, kala kala, bir tek "mektepli subaylar"
Meselesi kalıyordu geride.
Evet, öldürülen subaylar vardı,
(Ki sayıları 35 kadardı),
Ama, birer kaza sonucuydu bu ölümler
Ve sürüp gitmeyecekti.
Halbuki, o sırada, sokak sokak
Aç kurt sürüsü gibi dolaşarak
Askerler,
(Üstelik, gözü önünde, "Kadınlara Mahsus"
İttihat ve Terakki Kulübü'nü basarak
Zaptiye Nezaretinin),
Öldürecek "Harbiyeli subay" arıyorlardı.
Arada bir de, Yıldız'a uğrayarak
Kümeler halinde,
— Padişahım, çok yaşa! diye bağırıyorlardı.
İttihat ve Terakki Cemiyeti
Merkezi Umumîsi, yani Selânik,
(Kol gezerken İstanbul'da, korku, endişe ve panik)
Serkâtibi Hazreti Şehriyâri Ali Cevat beye
Veya doğrudan doğruya Zât-ı Padişahîye
Çektiği zehir zemberek telgraflarla:
"İftihar ediniz!
Bir İrtica melanetiyle ve zorla
Bina-yı Meşrutiyet hedm ve
Hükûmet-i müstebide ikame edidi!" diye,
Suçu Abdülhamid'e yükleyecekti.
Yalan yanlış haberler alan
Ve aşağı tükürse sakal, yukarı tükürse
Bıyık iki cami arasında kalan
Padişah efendimiz ise,
Yaklaştığını hissederek kötü sonun,
Bir ileri, bir geri,
Artık tekleyecekti:
"— Kendi aleyhlerine kıyam eden askerler,
Kendilerinin getirdiği askerlerdi, Rumeli'den.
Namazdan niyazdan mahrum ettiler herifleri.
Tazyik ettiler, isyan ettirdiler.
Ne kabahatim var benim, ne yapayım ben?"
Berbat günler yaşamıştı velhasıl İstanbul,
Berbat günler yaşıyordu.
Bu sırada, 25 piyade taburu,
10 süvari bölüğü, 9 topçu bataryası,
Edirne'den itibaren bir süvari tümeni,
Ayrıca, siviller, Rum ve Bulgar çeteciler,
Sonradan da, hukuklu,
mülkiyeli ve tıbbiyeli öğrenciler...
Yani 2 ve 3. ordu
Ve 15000 gönüllü er,
(Bu arada, Hareket Ordusunun isim babası
Ve kurmay başkanı ön yüzbaşı Mustafa Kemal bey),
Selânik Redif Fırkası kumandanı
Hüsnü Paşa'nın emrinde,
Gittikçe büyüyerek ve hızlanarak, Dersaadet'e
Bir çığ gibi yaklaşıyordu.
Yedi canlı irtica ve istibdat mikroplarına karşı
Can havliyle çıkardığı
Hürriyet ve Meşrutiyet antikoruydu bu,
Hasta Osmanlı İmparatorluğunun.
Ve bundan sonra hiçbir şey,
Doğruca, Erkân-ı Harbiye-i Umumiye
Riyasetine çektiği telgrafta da
Belirttiği üzere Hüsnü Paşa'nın:
"600 yıllık Osmanlı Ordusuna
Leke sürenlerin, hafiye
Ve çıkarcıların" üstüne, bu
İntikam yumruğunun inişini geciktiremeyecekti.
X
"Oldu bir şey, bizi şeytan dürttü!"
30-31 Mart gecesinden beri,
Bağırıp çağırmış, yakıp yıkmış, öldürmüş,
Yani kurdunu dökmüştü asker!
(Öyle ki yalnız serseri
Kurşunlardan ölenlerin sayısı dört,
Yaralananlarınki on dörttü.)
Ama, bu değildi ki "kıyamın amacı yönü!
İşin kana dönüştüğünü
Görünce de, içlerine bir pişmanlık çökmüştü.
Çözülme başlamıştı, kaçanlar vardı,
Tavsamıştı, şuursuz gözü karalığı o ilk günlerin.
Nitekim, kamacı ustası Arif'le dört çavuş,
3. Tabur komutanı Aziz beye:
"— Oldu bir iş! Bizi şeytan dürttü!"
Diye yalvar yakar olmuşlardı.
Ama, yine de,
Dayanacak ve dayatacaktı askerin çoğunluğu:
"— Teslim olmak erkekliğe sığar mı?
Ölürüz de dönmeyiz, ötesi var mı?"
Yani meşhur deyimle,
Yiğitliğe leke sürmeyecekti.
XI
"Binbaşı Enver"
Keşmekeş ve başıbozukluk sürer gider.
6 Nisan günü, Selânik Jandarma Bölüğü
Yeşilköy istasyonunu işgal eder.
7 Nisan güneşi, Hüsnü Paşa'yı Hadımköy'de bulacaktır.
Komuta değişikliği de o gün orada
olacaktır.
Hareket Ordusu, bundan böyle,
3. Ordu kumandanı ve Birinci Ferik
Mahmut Şevket Paşa'dan sorulacaktır.
Berlin'den koşup gelen Binbaşı Enver bey de
Bu arada,
Mustafa Kemal beyin yerini alacaktır.
İttihat ve Terakki artık
Onun emrindedir.
Padişah oyalanır ve uyutulur.
9 Nisanda kuvvetler, İstanbul önlerindedir,
İlk direniş Davut Paşa Kışlasından olur.
Harbiye Nezaretinde, Babıali'de
Ve Taksim Kışlasındadır çoğunluğu askerin.
Yıldız Sarayının durumu ise, karanlık ve sır!
Direnecek midir, yoksa seyirci mi kalacaktır?
Topa tutulur
Dayanan kışlalar ve teker teker alınır
13 Nisanda, İstanbul, Hareket Ordusunun
Acımasız ellerindedir.
Derviş Vahdetî, Saidi Nursî ve suçlu aydınlar
(Meselâ, Hassa Kumandanı Nazım Paşa'ya gidip
Buyruğundaki askerle
Hareket Ordusunu ezmesini, yerle
Bir etmesini söyleyen Dr. Rıza Nur)
Un ufak, toz olmuştur,
Ama, Harp Divanı kurulmuştur
Ve çarkları işleyecektir.
Bir ay kadar sürecektir yargılama
3 Mayısta 44 kişi, 31'i asker,
16 Mayısta, Asar-ı Tevfik'in süvarisi
Deniz Binbaşısı Ali Kabulî beyi
Yıldız Sarayının bahçesinde süngüleyen 16 er,
17 Mayısta, 5 iş birlikçi,
23 Mayısta, sivil ve asker 7 kişi,
Son olarak da, Harem'den Cafer Ağa,
Kabasakal Mahmut Paşa, Tütüncübaşı Mustafa
Ve İzmir'de, bir Rus vapurundan çıkıp başka bir
Vapura sandalla giderken, komiser
Tahsin efendi tarafından yakalanan
Volkancı Derviş Vahdetî, ölümün
Beyaz gömleğini giyecektir.
XII
"Koca bir binanın bir anda çöküşü!"
Çoktan kapanmıştır bereketli mutfakları
Yıldız Sarayının,
Sıra sıra ocakları sönmüştür,
Ama, neme lâzım,
Gerek Rus büyük elçisinin, gerek
İngiltere Elçiliği baştercümanının
Kaçma-kaçırılma teklifini, Abdülhamid Han,
Gelenlerin (yani Hareket Ordusunun da)
Evlâdı olduğunu söyleyerek
Kabul etmeyecektir!
Aç kalan Saray halkı, son gün,
Katıksız ve bayat, asker tayını yiyecektir.
Ve bir güzel tersleyecektir.
Katık isteyen Mabeyin Başkâtibi Ali Cevat beyi
Bir er:
"— Ölmezler ya! Bu gün de katıksız yesinler!"
Yani olan olmuş, devir dönmüştür.
Diktatörce kararlar alarak
Az zamanda, muma çevirmiştir Mahmud Şevket Paşa,
Başıboş, serkeş İstanbul'u,
14. Salı günü
Hicrî Nisan ayının...
Suçları (Hacı Nuri Efendi tarafından verilen
Zoraki fetvaya göre):
"Şeri kitapları yasaklamak, yaktırıp yok ettirmek,
Beytülmalde israf,
Adam öldürtmek yok yere, hapsetmek ve sürmek,
Çiğneyerek içtiği andı,
Büyük fitne ve katliama sebebiyet vermek!?"
Meclis-i Umumî-i Millî adı altında
Ve (Özellikle belirtmeye değer)
33 yıl zarfında, 7 kez sadrazamlık
Yaptığı Padişah'a nedense muğber,
Küçük Sait Paşa'nın başkanlığında toplanan
240 mebusla 34 ayanın
Oy birliğiyle (ki, buna el çabukluğuyla diyenler de var),
Tahttan indirilen
II. Adülhamid Han,
Aynı günün gecesi, yani apar topar,
Yanında iki hanımı, en küçük oğlu.
Dört harem ağasıyla dört Çerkez halayık,
Aşçısı, kahvecisi,
Birkaç da bavul, eşya olarak..
Özel bir trenle düşük ve sürgün,
Selânik yollarındadır artık!
Olaylar karşısında (nedense) suskun
Ve (ne demekse) tarafsız kalmıştır.
Ama, yaranamamıştır kimselere!
Herkesin işine geldiği üzere,
Öncesiyle, sonrasıyla (suç faturası), 31 Martın
Bir kalemde, onun
Adına çıkarılmıştır.
0 günleri anlatan
Hünkârın kızlarından Sadiye Sultan,
İlk anda, babasını, en fazla üzen (kötü sonun
Üstüne bir de tüy diken) şeyin,
"Hâl kararını tebliğe gelenler arasında,
Karasu efendinin de, yani bir
Yahudinin de bulunması olduğunu"
Söyleyecektir!
Yarım yüzyıl sonra,
Hareket Ordusunun
Edirne Grubunu teşkil eden
İkinci Süvari Tümeninin kurmaylarından
Kolağası İsmet bey, yani İsmet İnönü,
"— 31 Martı düşündüğüm zaman,
Koca bir binanın bir anda çöküşünü
Görür gibi olurum!" diyecektir.
Nüzhet Erman (1926 -1996)
Türk Dili Dil ve Edebiyat Dergisi
Nisan 1988, S: 436, s. 190-204
|