HALKIN KUDRETİ

Vefatını dünkü nüshamızda haber verdiğimiz Neyzen Tevfik’in yazıları zaman zaman bu sütunlarda çıkardı. Hastalığından evvel yazdığı son yazısını bugün, onu toprağa verirken neşrediyoruz:

HALKIN KUDRETİ

Dört yıl önce Fatih’te bir otelde kalıyordum. Edip ve Azmi adlarındaki iki dostum, bir pazarı aileleriyle birlikte Sultansuyunda geçirmeği kararlaştırmışlar. Giderken uğrayarak yanlarına beni de kabul ettiler. Erkenden vardık. Yemeğe içmeğe dair herşey eksiksizdi. Epeyce zahmete ve masrafa katlanmışlar. Yemekten sonra uzanmak isteyenlere battaniye getirmeği de unutmamışlar. Üçüncü sedde güzel bir yer seçtiler. Çilingir sofraları kuruldu. Herkes şen bir ruhla eğlenmeğe başladı. Bir taraftan da yanan ocaklarda arzuya uygun kebaplar yapılıyordu. Devre başladı. Ben içmiyordum ve hâlâ da içmiyorum. Fakat içenlerin neşelerine ortak oluyordum.

Epeyce dinlendikten sonra, yalnız olarak etrafı şöyle gezeyim, dedim. Oturduğumuz seddin merdivene kadar uzanan kısımının sonunda, dışarıdan bakınca dinç ve gümrah görünen, bütün akranına üstün bir çınar ağacı dikkatimi çekti. Yaklaşınca gördüm ki bu çınarın içi tamamıyle boşalmıştı. İçinde, üç çocuğu ile bir karı koca ferah ferah barınabilirdi. Koca dalların görünmiyen koca köklerle irtibatını temin eden gövdenin etrafı gayet sıhhatli ve kuvvetli idi. Düşündüm: Kimbilir ne gibi muzır tesir ve felâketli hâdiselerle iç boşalmış, öz kaybolmuş, hayat vasıtalarından büyük kısmını kaybetmişti. Fakat koca çınar, etrafın yekdiğerine kuvvetli bağı sayesinde, nebatî bir siyasetle, varlık ve metanetini azametli bir vekar ve her tesire göğüs gererek yaşamanın verdiği şevkle muhafaza ediyordu.

Bu manzara karşısında epeyce durdum. Gözümün önünde fertler ve halklar canlandı. Çınar bana bir bakıma halkı temsil etti.

Gene de yaşamıştım.

Burada bir vak’amı anlatayım, tekrar mevzua döneriz.

Merhum dostum Adalı Avninin delâletiyle Vali Muhittin Üstündağla tanıştım. Bir müddet sonra Konservatuarda vazifelendirildim. Kudretim nisbetinde Konservatuardan önüme bir kemik atılır ve ben onunla yalanırdım. Atatürk ölünce Üstündağ tabiî valilikten ayrıldı. Dostum merhum Salim Kurşun’un evinde yatıp kalkıyordum. Hastalandığım için Konservatuara bir müddet devam edemedim. O sene şiddetli bir kış vardı. Şubatın ikinci günü Konservatuara maaş almağa gittim. Aylığın makam emriyle kesildiğini söylediler. Bre aman, beş para yok. Kış, hastalık, dost evi... Nasıl döndüğümü bir ben bilirim. Niçin uzaklaştırılmıştım, hakkımı nereden arayacaktım?

Bir müddet sonra Beyoğlunda bir odaya geçmiştim. Bir gün bakkala çıktığım sırada, alnıma vurulan tımarhane damgasının içtimai icabı üç polis yanıma yaklaştı, Bakırköyüne götürüleceğimi tebliğ ettiler. Kapımı kilitlemeğe vakit kalmadan gittik. Yatırıldığım on sekizinci koğuşa bakan Fahrettin Kerim Gökay'dan anahtarları vererek odacısı Ali ile kapımı kilitlettirivermesini rica etmiştim. Anahtarlar verilmekte gecikilmiş ve odamdaki bütün kitaplarla nota ve diğer eşya tarümar olmuştu.

Bir gün Lûtfi Kırdar, Lutfi Aksoy’la beni çağırttı. Beraberce gittik. Verilen ihraç kararından teessür duyduğunu ve kendisinin haberi olmadığını kemali teessüfle söyledi. Fakat ben gene yaşadım. Geçimimin bir kaynağı çürümüştü. Bir ferttim. Çınara nazaran bir çöptüm. Kimbilir kaç kişi de benim gibiydi? Benim bu vaziyetime düşürülmekteydi.

Çalınan kampanalar

Çalınan, hürriyet, medeniyet, insaniyet ve saadet kampanalarına yetmiş beş senedir kulak kabarttım. Yedisini çıkarırsak altmış sekiz yılımda da kendime göre ağustosböcekliğimi yapmaktan geri kalmadım. Dağıstanlı Murat Beyin Mısır’a kaçıp «Mizan» ı çıkarmağa başladığı sıralarda, gazeteyi bodrumda gizli olarak Belediye hekimi Kerpeli’nin oğlundan alır ve kimseye sezdirmeden babama getirirdim. O günden bugüne kadar hâlâ o mektup, hâlâ o kampanalar.

Memleketimizde siyasi devirlerden hiç biri halk için cezri bir varlık gösteremedi. Yapılan ıslahat yarım, atılan adımlar ürkek ve verilen kararlar oyalayıcı. Çınar hayat kaynağının özünü ve vasıtalarını kaybetmişse de yaşıyordu. Gözümün önüne özleri ve vasıtaları muhtelif grup ve zümreler tarafından sömürülen veya yutulan bir kısım insanlar geldi. O cefakeş kütle büyük kayıplara rağmen yaşayabilmiştir ve yaşayabiliyor. Bunun sırrı nedir?... Bu sır, halkın kudretidir.

İki tarafın suali

O yalan bu yalan, fili yuttu bir yılan, diye bir tekerleme vardır. Yılan fili yutsa da hiç bir zaman hazmetmeğe muktedir olamaz. Dışarı çıkarır ve fil hürriyetine kavuşur (*). Fil, yılanları yuttuğu gün, yutulan için kurtuluş yoktur ve hazım da kafidir. O gün, milletlerin mes’ut bir günüdür.

Hükümetler şunu sormalıdırlar: Bütün varını önümüze seren halklara hizmette kusur etmiyerek lâyık olabiliyor muyuz? İçi boşalmış, çınar haline gelmesini önleyebiliyor muyuz?

Halklar da şunu sorabilmelidir: İdarecilerini korumakta mıdırlar? Özümü sömürmeğe ve almağa çalışanlarla birlik midirler? Milletler bu suali, iktisadi refah ve maarif nuruna kavuşmakla sorabilirler.

Yoksa hükümetler ve idareciler kendilerine doğru yontarlar, ortalığı kırıp geçirirlerken kendileri aleyhine en küçük mırıltıyı da istemezler. Şairin dediği gibi:

«Hem yıkarsın belki şimşir-i sitemle âlemi,
Hem de dersin ki ser-i köyümde kavga olmasın!»

(*) İngiltere Hindistanı hazmedebildi mi?

NEYZEN TEVFİK KOLAYLI
Taha Toros Arşivi, 001510271006

ŞİİRLERİ



ARKADAŞINIZA GÖNDERMEK İÇİN:





ŞİİR PARKI