İslâmiyetten önceki Türk Edebiyatı hakkında üstad Köprülü’nün
bilgi ve mütaleaları dışında söyleyecek bir şeyim yok.
Divan Edebiyatımız hakkında, bugüne kadar pek çok ve bunlar arasında pek doğru şeyler söylenmiş olmakla beraber,
yanıldığımız şu nokta var sanıyorum; Bazıları bu edebiyatı, bugün
için varmış veya yaşamasına imkân tasavvur olunurmuş
mütalea edip onu yıkmak için beyhude emek sarfediyorlar.
Bu edebiyat içtimaî hayat zaruretleri dolayısiyle Tanzimatın ilk yıllarında zaten yıkılmış, hayatiyetini kaybetmişti, Biz şimdi
onu ancak bir mazi müessesesi gibi bakmak ve kıymetlerini de ona göre takdir etmek mevkiindeyiz. Bu edebiyatın, millî
bünyemizde yabancı bir aşı ile filizlendiği, Türk dilinin ve Türk zevkinin asırlar zarfındaki tekâmülüne aykırı tesirler de yaptığı muhakkak olmakla beraber o asırlardaki Türk cemiyetinin
elit zümresinin ifadesi olduğunu da kabul etmek lâzımdır. Tarihî
vakıâları inkâr etmek kimsenin kudreti dahilinde değildir.
Divan Edebiyatı mahsullerinin yüzde sekseninin moloz olduğu malûmdur, fakat geriye kalanlar arasında hakikaten Türk
zevkinin inceliğini, Türk gönlünün cûşişini gösteren parçalar
bulunduğunu kabul etmemek de mânâsız bir taassup olur. Ne yapalım ki, bu edebiyat, san’atta küllî bir güzellik telakkisine sahip olmadığı için, kül hâlinde değerli olduğu iddia olunamaz ve yukarıda bahsettiğim parçaları pirinçten taş değil, taştan
pirinç ayıklar gibi aramak zahmetine katlanmak lâzımdır.
Fuzûlî’yit Bâkî’yi, Nedim’i edebiyatımızdan hariç tutmak jestini Ziya Paşa bir edebiyat politikacısı sıfatıyla yapmıştı. Bu jest, Divan Edebiyatı zevkinden ve şekillerinden hemen hiç ayrılmamış olan ve Ziya Paşa ile kıyas kabul etmeyecek derecede samimî ve verimli bir inkılâpçı olan Namık Kemâl’e yakışırdı.
O, bunu sarahaten yapmadı, hattâ Nedîm hakkındaki -Muallim Nâci’nin lügatine de geçmiş olan- mütaleasından dolayı
sonradan tövbe ve istiğfar etti.
Hayatî zaruretler ve icaplar dolayısıyle esasen iflas halinde bulunan Divan Edebiyatı’nı yıkmaya Namık Kemâl ve arkadaşlarının hamleleri kâfi gelmemişti.
Halk Edebiyatımızın saf güzelliği yanında basitliği, ilerlemeye başlayan bir cemiyetin ifadesi olabilmek bakımından kifayetsizliği
vardı. Yeknesaklık itibariyle de Divan Edebiyatı’nın birçok mahsullerinden aşağı kalmazdı. O da 1839’dan sonraki
cemiyet için bir mazi müessesesiydi.
Fikret, şiirimizi kat’i olarak, eski şiir zevk ve edasıyla alâkası kalmamak şartıyla değiştirdi. Avrupalılaştırdı. Ondan sonra
ortada bir dil meselesi, yeni zevkin Türkçe ile ifadesi davası kalmıştı. Bunu da şi’rimizde. Ziya Gökalp’ın ve Genç Kalemler’in
nazariyelerinden sonra ve onlardan ziyade Yahya Kemâl’in misilsiz zevki halletti. Yahya Kemâl’in mısralan, her milletin edebiyatında, sahip olmaya özeneceği değerde eserlerdir
ve eskilerin “dürr-i yetim” dedikleri nâdir incilere benzer. Galiba bunun içindir ki, yetim malı gibi, öteki beriki tarafından
yağma ediliyor.
Reşat Nuri’nin herhangi bir romanının bir sahifesindeki Türkçenin güzelliği inkâr olunabilir mi?
Son on beş yirmi yılın manzum ve mensûr eserleri arasında ne güzel parçalar var!
Özlediğimiz zengin ve feyizli edebiyata malik olmamız için, iş yüksek kaliteli şair ve muharrirlerin biraz bolca yetişmesine
kalmıştır. Edebiyatımızın istikbali hakkında, temenni ve kehanetlerin faydası olduğuna kâni değilim.
İki üç yıldır edebiyatla, yazmak, hattâ okumak değil, ancak okutmak suretiyle meşgul olabiliyorum. Nadiren aklıma
geldiği ve gönlüme estiği gibi mısralar söylüyorum. İşte onlardan bir kıt’acık:
Yalnızsın, odan boş diye içlenme, üzülme,
Gönlüm seni bekler gece her an baş ucunda.
Sakin uyu, ürperme, kımıldanma ki, sevgim.
Bir damla sudur titrer açılmış avucunda.
Buna bakarak, beni heceden aruza dönmüş sanmayın. Bu durgunluk senelerinde, şiirin aruz-hece davasından başka şey olduğunu daha vuzuhla anladım. Maamafih gene ya hece, ya aruz. Hangi zevk miyarına göre yazıldığı belli olmayan merdivenimsi manzume taslakları asla değil.
(*) Mehmet Behçet Yazar’a gönderdiği bu mektup, M.B. Yazar’ın Edebiyatçılarımız
ve Türk Edebiyatı isimli eserinden alınmıştır. Kanaat Kitabevi, İstanbul 1938, s. 315.
NECMETTİN HALİL ONAN
Necmettin Halil Onan,
Türk Büyükleri Dizisi 88, S. S. 149-151

ŞİİRLERİ