50. Ölüm Yıldönümünde Büyük Atatürk’ü
minnetle bir kere daha anarken, 100.
ölüm yıldönümünde de büyük vatan şairimiz
Nâmık Kemal’i şükran duyguları ile anıyoruz.
1888’de Nâmık Kemal öldüğü zaman,
Mustafa Kemal henüz yedi yaşındadır. Çökmekte
olan devleti kurtarmak için çareler arayan
aydınlar, vatan şâiri Nâmık Kemal’in
eserlerini okumakta, hatırasını yaşatmaktadırlar.
Okullarda öğrencilere Nâmık Kemal sevgisi
aşılanmakta, eserleri elden ele
dolaşmaktadır.
Türk cemiyetinde rastlanılan Mustafa
Âsim, Mustafa Edib, Mustafa Enis, Mustafa
Fâzıl, Mustafa Fevzi, Mustafa Fikri, Mustafa
Galip, Mustafa Hakkı, Mustafa Hikmet, Mustafa
Hilmi, Mustafa İsmet, Mustafa izzet, Mustafa
Kâmil vb. gibi yüzlerce binlerce Mustafa’lı
adın hiçbirini örnek almayan matematik öğretmeninin, çok sevdiği öğrencisi Mustafa’ya
ikinci ad olarak bilhassa “Kemâl” i seçip, hiç
rastlanmamış ilk örneği verişinde ve sihirli
"Mustafa Kemâl” terkibini yapışında, Türk
kaynaklarının ruhlarında sembolleşmiş "Kemâl"in
düşünüldüğü muhakkaktır. Millî kahramanların
destanlaştıkları yıllarda dünyaya
gelen Türk çocuklarına onlara benzesinler dileğiyle,
o kahramanların adlarının verilmesi,
sık rastlanılan milli gelenektir.
Büyük Kurtarıcı’nın; eserleriyle Nâmık
Kemal’i ilk tanıması, Manastır İdâdi (lise)’sinde
öğrenci iken, yakın arkadaşı Ömer Naci
Bey sayesinde olur. O sıralarda, Ömer Naci;
edebiyata meraklı, heyecanlı şiirler yazan,
söyleyen ve onun için de Nâmık Kemal’e hayran
birisidir. Birgün Mustafa Kemal’den, okumak
maksadiyle kitaplar ister. Fakat kendisine
hep fen kitapları uzatması üzerine:
"Bunlar, ders kitabı... O hâlde, ben
sana vereyim" diyerek, çeşitli şiirler ve tiyatro
eserleri getirir. Mustafa Kemal, bunları karıştırırken, sayfaları arasına serpiştirilmiş
kâğıtlar gözüne ilişir. Kâğıtlarda, el yazısı ile
yazılmış ve Nâmık Kemal İmzalı şu mısralar
dikkatini çeker:
Vücûdun kim hamir-i mâyesi hâk-i
vatandandır;
Ne gam râh-ı vatanda hâk olursa cevr ü
mihnetten.
Hakir olduysa millet şânına noksan
gelir sanma;
Yere düşmekle cevher sakıt olmaz
kadr ü kıymetten.
Muini zâlimin dünyâda erbâb-ı
denâ’ettir.
Köpektir zevk alan sayyâd-ı bi-insâfa
hizmetten,
Bilhassa şu beyitlerin kendisini çok etkilediğini,
daha sonra zaman zaman dile getirecektir;
Felek her türlü esbâb-ı cefâsın
toplasın gelsin;
Dönersem kahbeyim millet yolunda bir
azimetten
Vatanın bağrına düşman dayadı
hançerini,
Yoğ-imiş kurtaracak bahtı kara
mâderini.
Merkez-i hâke atsalar da bizi;
Kürre-i arzı patlatır çıkarız..
O yıllarda, Nâmık Kemal’in yasaklanmış
eserlerini bulmak, onun vatanseverlik telkin
eden şiir ve yazılarının heyecanını tatmak aydınların ortak tutkusu gibidir. Mustafa Kemal'in, Nâmık Kemal’i tanıyıp sevmesini, onun
görüşlerinin oluşumunda önemli bir hadise
olarak kabul etmek gerekir. Mustafa Kemal’in okul arkadaşlarından Ali Fuat Cebesoy hatıralarında
bu konuda şunları der:
"Mustafa
Kemal’in bir gece vakti yanıma gelerek, Kemal'in
Vatan Kasidesi'nin teksir edilmiş bir
nüshasını "Fuad kardeşim bunu ezberleyelim”
diye bana verirken, yavaş bir sesle fakat
büyük bir heyecanla okuduğu:
‘‘Felek her türlü esbâb-ı cefâsın toplasın gelsin
Dönersem kahbeyim millet yolunda bir
azimetten”
mısralarını nasıl unutabilirim."
Anlaşılmaktadır ki Mustafa Kemal, daha lise öğrenciliği günlerinden
itibaren Nâmık Kemal'e hayran yani
vatansever, hürriyetperver birisi olmaya başlamıştır. Liseden sonra gittiği Harb Okulu'nda
da bütün disiplin tedbirlerine rağmen, öğrenciler
Nâmık Kemal'in eserlerini okumaktadırlar.
Mustafa Kemal bu konuda "harbiye senelerinde siyaset fikirleri başgösterdi, vaziyet hakkında henüz nafiz bir nazar hâsıl edemiyorduk, Sultan Hamit devri idi... bu gibi vatanperverane eserleri okuyanlara karşı takibat yapılması, işlerin içinde bir berbatlık olduğunu ihsas ediyordu" demektedir
Cebesoy’un; Nâmık Kemal konusunda, Atatürk'le beraber bir diğer hatırası da, Manastır'da seyrettikleri "Vatan Yahut Silistre" piyesi ile ilgili olanıdır ki, onu da şu satırlarında nakleder:
"Manastır'a döndük. Şehrin methaline girişine geldiğimiz zaman, orada bulunan bir mesirede vakit geç olmasına rağmen, Harp Okulu telebelerinin açık havada büyük vatan şâiri Nâmık Kemal'in Vatan Yahut Silistre adlı eserini oynadıklarını gördük. Atlarımızdan inerek, oyunu büyük heyecanla seyrettik. Talebe efendilerden birinin temsilin son
sahnesinde:
Yâre nişandır tenine erlerin!
Mevt ise son rütbesidir askerin!
Altıda bir üstü de birdir yerin.
Arş yiğitler vatan imdâdına.
mısralarını okurken, yanımdaki subaylar, gözyaşlarını tutamamışlardı. Benim de gözlerim
yaşarmıştı. Harp Okulu’ndaki talebelik hayatımız
gözümün önünde canlanmıştı. Sınıf arkadaşım
Mustafa Kemal ile beraber bu şiirleri
o zaman okumuş ezberlemiştik. Fakat böyle
heyecanla haykıramamıştık."
Atatürk, özel sohbetlerinde yaptığı heyecanlı
konuşmalarda veya bunaldığı sıkıldığı zamanlar
genellikle Nâmık Kemal'den mısralar,
beyitler okumuştur. Öğrencilik yıllarından sonra
subay olarak bulunduğu yerlerde de, Nâmık
Kemal’in şiirleri onun ruhî dayanakları
olmuştur.
Mesela Ş. Tezer tarafından yayıma hazırlanan
"Atatürk’ün Hatıra Defteri"nde, Birinci
Dünya Harbi sırasında Doğu Anadolu
(Bitlis, Silvan gibi) bölgesinde iken 10 Ağustos
1916 Pazar günü defterine şöyle bir kayıt
düşmüştür;
"Kemal Bey’in Makalat-ı Siyasiye ve Edebiyyesini okudum, ikinci kitabın sonunda idim, hitam buldum; Kemal Bey’in Tarih-i Osmani’sini takibe başladım"
Nâmık Kemal'in, Atatürk’ün özel kütüphanesinde
bulunan eserleri de, Gazi'nin ona
gösterdiği ilgi hakkında bir fikir verecek niteliktedir.
Bu eserler:
1 - İmtizac-ı Akvam Ve Vefa-i Ahd.
2 - Eş’ar-ı Kemal 2. Devr-i Edebiyye.
Bu kitap, "Ali Ekrem (Bolayır)'ın 21 Temmuz
1339 (1923) tarihli takdim yazısıyla Gazi Mustafa
Kemal’e hediye edilmiştir. İçinde Ali Ekrem’in
yazısıyla yedi ilave yaprak, Atatürk’e
yazılmış bir mektup ve bir de Ziya Gökalp'ın
Atatürk’e yazdığı 4 Ağustos 1339 tarihli bir
mektup vardır.
3 - Vaveylâ
4 - Makalat-ı Siyasiyye ve Edebiyye
5 - Renan Müdafaanamesi
6 - Edib-i Azam Merhum Nâmık Kemal
Bey’in Rüyası
7 - Sergüzeşt
8 - Osmanlı Tarihi (2. cilt)’dir.
9 - Şark Meselesi, Hürriyet-i Efkâr
10-U sul-i Meşveret Hakkında Mektuplar.
Atatürk'ün Özel Kütüphanesi'nde. Nâmık
Kemal hakkında başkaları tarafından yazılmış
kitaplar da bulunmaktadır. Bu kitaplar
da:
1 — Kemalettin Şükrü. Nâmık Kemal
Hayatı Ve Eserleri, İstanbul 1931,
160 s.
2 — Saadettin Nüzhet (Ergun), Nâmık
Kemal, Hayatı ve Şiirleri, İstanbul
1933, 251 s.
3 — Ali Ekrem (Bolayır), Ruh-ı Kemal,
İstanbul 1938, 108 s.'dır.
Millî Mücadele yıllarıdır. Atatürk, 18 Aralık
1919’da Ankara'ya gelmek üzere Sivas’tan yola çıkar. Heyet-i Temsiliye, merkezini
Ankara'ya taşımak kararını vermiştir. Şarkışla
ve Kayseri'den geçerek 21 aralıkda öğle
vakti Kırşehir’e gelir. Halkın coşkun sevgi gösterileriyle karşılaşır; şehrin ileri gelenleriyle görüşür. Halkla temaslarda bulunur. Kırşehir
Gençler Derneği’nde yaptığı konuşmada “kuvayı
milliyenin âmil, iradei milliyenin hâkim
olması" gerektiğini söyler. Geceleyin şerefine
fener alayı tertip eden halka hitaben yaptığı
konuşmada da:
”Bu milletin içinden çıkan bir Kemal,
"Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini
Yok imiş kurtaracak bahtı kara maderini"
demiş; gene bu milletin bağrından çıkan bir Kemal de diyor, ki;
"Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini
Elbet bulunur kurtaracak bahtı kara maderini”
demiştir.
Atatürk'ün bu beyiti kendi cevabıyla birlikte
ilk defa okuduğu yerin neresi olduğu hakkında
değişik görüşler vardır:
M. Şakir Ülkütaşır, Türk Kültürü dergisinde (Kasım
1968. s. 73, s. 59) değişik iki görüşü daha
verdikten sonra, Atatürk’ün cevabi beytini ilk
defa "Birinci İnönü Zaferi’nden sonra Meclisteki
beyanatında" okuduğunu, 17 Ocak 1921 tarihli Ulus Gazetesini kaynak göstererek
yazmaktadar. Lord Kınross Atatürk adlı
eserinde (1972 s.311) ilk defa Kırşehir'de
okuduğunu söylemekte; İslâm Ansiklopedisi'nin "Atatürk" maddesinde de ilk defa Kırşehir’de
söylediği yazılmaktadır ki, doğrusu
bu olsa gerektir.
Büyük Millet Meclisi Zabıtları (cilt: 7, s.347) na göre Atatürk söz konusu beyitleri Mecliste olmuştur. Fakat ilk okuyuşu değildir. İlk okuyuşu 21 Aralık 1919'da Kırşehir'de olmuştur. Mecliste ise, Birinci İnönü Zaferi'nin kazanılmasından sonra 13 Ocak 1921
(1337) Perşembe günü saat 15.30'da gerçekleşmiştir.
Birçok meb’uslar kürsüye gelerek orduya, onun kahraman kumandanına ve aziz şehitlerine hürmetlerini ifade ediyorlar. Bir ara Büyük Millet Meclisi Reisi Mustafa Kemal Paşa kürsüye çıkıyor, şunları söylüyor:
— Arkadaşlar, Muhuddin Bey'in (Baha
Pars) gayet kıymetli sözlerinin hâsıl etdiği hissiyâta tercüman olmak üzere bir iki kelime arzedeceğim. Milletimiz bugün bütün mâzisinde
olduğundan daha çok ve ecdâdından daha
çok ümidvârdır. Bunu ifâde için şunu arzediyorum.
Kendilerinin tâbiri veçhile Cennet’den
vatanımıza nigehban olan merhum Kemal demişdir
ki:
Vatanın bağrına düşman dayadı hançerini
Yok mudur kurtaracak bahtı kara mâderini
İşte ben, bu kürsüden, bu Meclis-i Âli’nin reisi sıfatıyla Hey’et-i âliyyenizi teşkil eden bütün âzânın her biri nâmına ve bütün millet nâmına diyorum ki:
Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini
Bulunur kurtaracak bahtı kara mâderini.
Atatürk’ün, Nâmık Kemal hakkındaki düşüncelerini
yukarıda verdiğimiz örneklerden
daha net bir şekilde ortaya koyan bir de telgraf
vardır. Nâmık Kemal’in oğlu Ali Ekrem Bolayır,
İkinci İnönü Zaferi'nin kazanılmasından
sonra Atatürk'e bir tebrik telgrafı gönderir.
Atatürk de Ali Ekrem'e yazdığı 10 Nisan 1921
tarihli cevabî telgrafında, Nâmık Kemal hakkında
şunları söylemektedir:
“Anadolu’nun ruhu bütün feyz-i mukavemetini âbâ-i tarihinden almıştır. Bize bu mukaddes feyzi nefheden ervah-ı ecdat arasında mükerrem babanızın pek büyük mevkii vardır. Mecruh vatanın halâs-ü istiklâli için, ölmek yolunda nesle tâlim-i fedakarı' eden büyük Kemal hakkında tekrir-i tâzimata vesile olan
telgrafnamenize, arz-ı şükran-ı mahsuz eylerim
efendim” .
Görüldüğü gibi bu telgrafta, vatanın kurtuluşunu
sağlayan nesillerin yetişmesinde,
Nâmık Kemal'in nasıl önemli etkileri olduğu
Atatürk tarafından da söylenmekte ve ayrıca,
Atatürk’ün Nâmık Kemal’e nasıl büyük bir saygı
duyduğu kendisinin sözleriyle ortaya konmaktadır.
Atatürk de bizden birisi olarak (ailesi, okulu, öğretmenleri ve arkadaşları), okuduğu kitaplar, imparatorluğun çöküşü ve Fransız İhtilali, meşrutiyet kuşaklarını etkileyen fikirler, medeniyet ve ırk sorunu, dünya tarihi ve şark meselesi gibi konulardan etkilenmiştir.
Hiç şüphesiz Atatürk'ün Nâmık Kemal'e olan hayranlığı; sadece sübjektif değerlendirmelere bağlı, hissi bir yaklaşımdan ibaret değildir. Aslında, Vatan Şairi'nin, Büyük Kurtarıcı’ya herşeyden evvel fikirleriyle tesir ettiği muhakkaktır.
Şairimizin; fikirlerini, duygu planında heyecan
unsuru ile bütünleştirerek vermiş olmasının,
Gâzi üzerindeki direkt etkisi ise, şüphe
götürmez bir gerçek hükmündedir. Millî kültür
anlayışı çerçevesinde ve Batı medeniyeti
doğrultusunda, çağdaş düşünceyi hedef kabul
eden Atatürk’ün ilke ve inkılâplarının temelinde,
Ziya Gökalp’ın ve Tevfik Fikret’in
fikirleri önemli derecede yer tutmakla birlikte;
bunlardan önce, -yukarıda işaret ettiğimiz gibi
daha lise sıralarından itibaren- Nâmık Kemal'in
görüşlerinin de büyük payı vardır.
Çünki; Gökalp’ın ve Fikret’in üzerinde hassasiyetle
durdukları, Atatürk’ün de çok değer
verdiği “ Hürriyet” “ Medeniyet” ve “ Terakki”
kavramları etrafında ilk ciddî çalışmaları, Nâmık
Kemal yapmıştır.
Nitekim, şâirimiz, “ Medeniyet” makalesinde:
"İnsanın hakkı ve amacı sâdece yaşamak
değil; hürriyetle yaşamaktır. Bu kadar medenî
milletlere karşı mümkün müdür ki, medenî
olmayan milletler hürriyetlerini koruyabilsinler?
“Bize şu gerekli; onunla yetinmeliyiz. Ve
babalarımızdan bunu gördük, onun dışında ne
varsa kötüdür. Dersler, yeni bilgiler kazanma,
kitaplar, makineler, ilerlemeler, yeni buluşlar
ne işe yarar?" diye diye Hindliler, Cezâyirliler
gibi yabancıların kahredici üstünlüğü, eziyeti
altında hürriyetini kaybetmek, insanlığın
şanına şerefine hiçbir şekilde yakışır şeylerden
değildir.
Medeniyetin her sıkıntısı, bir rahatı doğurur; vahşetin, yabaniliğin her rahatı bin eziyeti, sıkıntıyı getirir.
İnsanın ihtiyaçlarının, yalnız dünyanın topraktan yetişen ürünleriyle giderilmesi ihtimâli yoktur; onu olsa olsa medeniyetin toplu hazîneleri, eserleri karşıyabillr. Kısacası; "Medeniyetsiz
yaşamak, ecelsiz ölmek gibidir” ,
şeklinde, bu konular etrafındaki görüşlerini anahatları ile ortaya koyarken; büyük kurtarıcının da, aynı çizgideki şu sözlerine şâhit oluyoruz:
"Gözlerimizi kapayıp, mücerred (her tarafla
ilişkilerimizi keserek) yaşadığımızı farzedemeyiz.
Memleketimizi bir çember içine alıp,
cihan ile alâkasız yaşayamayız. Bilâkis müterakkî
(gelişmiş), mütemeddin (medenî) bir millet
olarak, medeniyet sahasının üzerinde
yaşayacağız. Bu hayat, ancak ilim ve fen ile
olur. İlim ve fen nerede ise, oradan alacağız
ve her millet ferdinin kafasına koyacağız. İlim
ve fen için kayıt ve şart yoktur.
Hiçbir mantikî delile dayanmayan birtakım
an'anelerin, akidilerin muhafazasında ısrar
eden milletlerin terakkisi (ilerleyip,
yükselmesi) çok güç olur; belki de hiç olmaz.
Memleket muhakkak asri, medenî ve müreffeh olacaktır. Bizim için bu, hayat davasıdır.
Medenî cihan çok ileridedir. Buna yetişmek, o medeniyet dairesine dâhil olmak mecburiyetindeyiz. Bütün safsataları bertaraf etmelidir.
Efendiler! "Medenî olmayan insanlar, medenî olanların ayakları altında kalmaya maruzdurlar"
Ayrıca, Atatürk’ün üzerinde tam bir dikkat
ve titizlikle durduğu "Vatan sevgisi” ,
"Milliyetçilik" ve "Halkçılık" hareketinin, ilk
heyecanlı hamlesi de Nâmık Kemal'dir.
Nitekim, "Vatan" mâkalesinde:
"İnsanlık tarihinin hangi sayfasına bakılsa;
her zamanda ve her millette ortaya çıkan
yüksek fikirler ve faziletli ahlâk
sahiplerinin hepsi, vatan sevgisini dünya işlerinin
hepsinden üstün tutmuş ve pekçoğu
vatan yolunda canlarını seve seve vermiş
görülür.
Bundan dolayıdır ki; her dinde, her millette,
her terbiyede, her medeniyette vatan
sevgisi; en büyük faziletlerden, en mukaddes
vazifelerdendir.
Kanaatimizce, vatanseverliğin en büyük hareket unsurlarından, güç kaynaklarından olan vatan fikrini gönüllerden kaldırmak, hakları korumanın en etkili sebeplerinden, araçlarından olan ateşli silâhı ellerden almaya benzer. Bir millet vatan sevgisinden nefsini ayırırsa, vatanını sevmezse; çok zaman geçmez, elbette vatanını o sevgiyle dolu olanların istilâ bayrakları altında görür.
Biz oturduğumuz yerlerin her taşı için,
cevher kıymetinde bir can verdik. Her avuç
toprağı gözümüzde, o yola kendini fedâ etmiş
bir kahramanın varlığının hâtırasıdır.
Vatan bize kılıcımızın ekmeğidir. Dâima kendimize ait, yalnız bize ayrılmış biliriz. Dâima kendimizden çok sever, canımızı uğruna feda ederiz” .
Diyen Şâirimiz'in; Atatürk'e, bu konuda da ışık tuttuğu, heyecan verdiği muhakkaktır. Nitekim; Gâzi'nin şu sözleri, kendisindeki Nâmık Kemal tesirinin açık izlerini taşır;
"Bu bedbaht memlekete karşı mühim vazifelerimiz vardır. Onu kurtarmak yegâne hedefimizdir. Hürriyet olmayan bir memlekette, ölüm ve izmihlâl (yok olup bitme) vardır. Her terakkinin ve kurtuluşun anası, hürriyettir. Milleti vatana hâkim kılmak, hülâsa vatanı kurtarmak için, sizi vazifeye davet ediyorum.”
"Vatan mutlaka selâmet bulacak, millet mutlaka mesut olacaktır. Çünki kendi selâmetini, kendi saadetini memleketin, milletin saadeti ve selâmeti için fedâ edebilen vatan evlâtları çoktur."
"Biz, millî hudutlarımız dâhilinde hür ve müstakil yaşamaktan başka bir şey istemiyoruz."
"Millî hudut dâhilinde vatan bir bütündür.”
"Hürriyet ve bağımsızlık benim karakterimdir”
diyen Atatürk, Nâmık Kemal'i "Türk milletinin yüzyıllardan beri beklediği sesi” olarak görmektedir.
Atatürk; vatan ve özgürlük kavgalarını yeni kuşaklara aşılayan Nâmık Kemal; Osmanlılık yerine Türklüğü ve Türklük duygusunu dile getiren millî şair Mehmet Emin Yurdakul’u ve her türlü zorluğa karşı direnip, insanlığı yükseltmeye yönelen Tevfik Fikret’i, Ziya Gökalp’i çok okumuştur. Yahya Kemal’den Türk tarihi ve özellikle Fransızca eserler
için kitap listesi alıp, Çankaya'daki kütüphanesine
maletmiştir. Abdülhak Hamid'i dinlemiş,
okumuştur.
Atatürk, bu kitaplarda geçen görüş ve düşüncelerin izleyicisi değil, yorumcusu olmuş, kendine göre bir sonuca varmaya çalışmıştır. Onun düşünce hayatımıza getirdiği yeniliklerden biri, reform ve yenilik alanında “şikâyet” ve "inleyiş” yerine, “olumlu meselelerin özüne ehemmiyet veren” bir anlayışı
yerleştirebilmek olmuştur.
Nâmık Kemal, hayatı, sanatı ve fikirleriyle,
hem sağlığında hem de ölümünden sonra
Türk toplumu ve aydınları üzerinde etkili olmuş
bir şâir-yazardır. Zamanının yeni fikirlerini
Türk toplumuna, anlayıp sevecekleri bir üslûpla
sunmuş, Batılılaşma yolundaki Türkiye'de
inkılâpçı bir kuşağın yetişmesinde etkili olmuştur.
Onun etkileriyle yetişen Türk aydınları, gerek
Osmanlı Devleti dağılırken, gerekse
Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulurken, ölüm
pahasına Türk milletine hizmet etmişlerdir.Nâmık
Kemal, inanılan değerler uğruna kendini
feda edişin çok güzel bir örneğidir.
Sonuç olarak; nazım ve nesir türündeki eserlerinde vatan, millet, bayrak, din, dil, hürriyet, eşitlik, kültür, medeniyet, hak, hukuk, gibi yüce kavramları; uğrunda seve seve canımızı bile feda edebileceğimiz yüksek idealler olarak gören ve gösteren Nâmık Kemâl'in; bu idealler doğrultusunda hareket ederek, onların
gerçekleşmesi için olağanüstü gayretlerle,
maddi ve manevî her türlü fedâkârlığı göze
alan Büyük Kurtarıcı, genç Türkiye Cumhuriyeti’nin
kurucusu ulu önder Atatürk; vatan ve
milletin istiklâli, birliği, bütünlüğü, ilerleyip
yükselmesi ve medenî dünyadaki haklı yerini
alması yolunda heyecan yüklü fikirleriyle yakın
tarihimizin bütün inkılâpçı aydınları gibi etkileriyle
yetişmiştir.
Atatürk; çağdaş kavramları ilk defa Nâmık
Kemal’den öğrenmiş, çağdaş bir toplum
olabilmenin heyecanını onun yazılarında tatmıştır.
Nâmık Kemal tarafından bayraklaştırılan
ilke ve kavramlar, aralarında farklılıklar
olsa bile, Atatürk tarafından da ömür boyu savunulmuştur. Atatürk, Nâmık Kemal'den etkilenmekle birlikte, onu olduğu gibi alan birisi
de değildir. Ondan aldığı etkileri, yeni görüşler,
zamanın gerçekleri ve kendi tecrübelerinin
ışığında değerlendirip, daha yeni, daha
geçerli sentezlere ulaşmıştır.
HASAN DUMAN
Kütüphaneler ve Yayımlar Genel Müdürü
Taha Toros Arşivi, 580853

ŞİİRLERİ