
ÜNLÜ BİR SOYUN HAYAT ALBÜMÜ
1. NAMIK KEMAL AİLESİ
BİR asırdan beri, Türk milletinin
kalbinde atan bir damar,
tarihinde ve edebiyatında yaşayan
bir abide var: Namık
Kemal...
Mürşit olarak, millette hürriyet fikrini
yaratan, vatan sevgisini uyandıran
Namık Kemal, ömrünü ve sağlığını bu
uğurda harcayan mücadele adamıdır.
Bu vatan şairi hakkında bugüne kadar
binlerce makale, yüzlerce kitap yayınlandı.
Bunların her biri hürriyet kahramanının
muhtelif yönlerini, siyasî, edebî
değerini ve hizmetlerini belirtmektedir.
Biz, bu yazılarımızda Namık Kemal’in soyu sopu hakkında bazı bilgiler verecek, bir aile reisi olarak kendisinden ve devam etmekte bulunan neslinden
söz açacağız. Bu arada bazı eski resimlerle
onları tanıtmaya çalışacak ve esasen
tanınmış olanları da tekrar hatırlayarak,
kısa bir çerçeve içerisinde sunacağız.
NAMIK KEMAL’ İN 1000 MEKTUBU
Namık Kemal, tarihimizde ünlü kişilerin
soyundan gelen bir şairdir. Kendisinin
meşhur Topal Osman Paşa’ya dayanan
bir aile şeceresi mevcuttur. Son
yıllarda torununun torunu Osman, Londra
Müzesi’nde bulduğu mükemmel bir
şecerenin kopyasını İstanbul’a göndermiştir.
öyle sanıyoruz ki, Namık Kemal’in
ecdadına dair en mükemmel şecere
budur.
Namık Kemal, katiyetle söyleyebiliriz
ki, yarım asrı bulmayan kısa hayatında
en çok mektup yazan ve mektup sevgisi
çok üstün olan bir edibimizdlr.
Okuyup yazmak, hele mektup yazmak,
onun her gün almaya mecbur olduğu
bir gıda gibidir. Zamanımıza kadar muhafaza
edilmiş olanlardan binden fazla
kıymetli mektubu Türk Tarih Kurumu
tarafından satın alınmış bulunuyor. Benim
arşivimde, Namık Kemal ile alâkalı
250'den fazla yayınlanmamış mektup
ve vesika vardır. Bunlar daha çok Namık
Kemal’in 'aile çevresi ile, yakın
dostlarıyle ilgilidir. Sonsuz sevgi ve
karşılıklı muhabbetin örnekleriyle doludur.
Şakalar, nükteler, hicivler, hücumlar, endişeler, malî sıkıntılar, memuriyet nakilleri ile alâkalı teşebbüsler, kadere inanışlar, devrin büyüklerine temas eden günlük havadisler, akraba ve
dost haberleri, hastalıklar ve ufak tefek
aile mahremiyetleri bu mektupların
içerisinde uyumaktadır...
Namık Kemal’in aile çevresinden en çok mektuplaştığı
babası Mustafa Asım Bey, kızı Feride
ile damadı Rıfat Beydir. Aile mektuplarının
çoğunda malî sıkıntılar, memuriyet
ve ev nakilleri, oğlu Ali Ekrem’in tahsiliyle alâkalı hususlar, Namık Kemal’in yazdığı eserlerle alâkalı mevzular, damadının daha iyi bir vazifeye
alınması hususundaki tavsiye mektupları,
kızının doğumları ile alâkalı hisli ve sevgi dolu satırlar insanı çok duygulandırmaktadır.
Hele siyasî ve maddî bakımdan çok sıkıntılı geçmekte olan
hayata karşı mukavemet tavsiyeleri, çekilen
çileler, kahırlı günlerin acı duyguları,
refaha kavuşma özlemi, bir şehirde
müştereken oturamamanın ıstırapları,
gurbetin iç sızlatan tahassüsleri
bu mektupları okuyanların gözlerini
yaşartacak acı intibalar taşıyor.
Namık Kemal’in babası Asım Beyle yaptığı mektuplaşmalar umumiyetle kısadır.
Bazen de siyasî ahval dolayısıyle
rumuzludur. Asım Beyin oğlu Namık
Kemal’e gönderdiği mektupların çoğu,
sanki çok samimî bir arkadaşa, eski
bir dosta yazılmış intibaını vermektedir.
Meselâ Asım Bey, oğlu Namık Kemal'den, mutasarrıf bulunduğu Adalar’ın rakısı
meşhur diyerek rakı ister! Diğer
taraftan sıhhatine iyi bakmasını bir arkadaş
gibi öğütler. Kendisinden örnek
veren Mustafa Asım Bey, 70 yaşına
geldiği halde dinç kaldığını, hatta bu
yaşında bile birkaç defa daha evlenmek
istediğini oğlu Namık Kemal'e yazacak
kadar şakacıdır!
Bu mektuplardan daha ince tafsilât
öğrenmek de mümkündür. Meselâ, Namık
Kemal, Midilli’de, Rodos’ta, Sakız'da sık sık hastalanır. Babası ona denenmiş
kocakarı ilâçlarının reçetesini gönderir.
Namık Kemal uzun müddet tedavisi
mümkün olmayan basur hastalığından
bu suretle kurtulur. Namık Kemal,
kıyafetine meraklıdır. Onun kostümlerini
babası Asım Bey. İstanbul'da hususî terzilere diktirterek gönderir.
Namık Kemal, kızı Feride ile de uzun
uzun, hatta ölüm döşeğinde bile mektuplaşmıştır.
Hayatında en çok sevdiği, tek kızıdır. Ondan her doğan torunu için âdeta bayram yaparak sevinir.
Kızına yazdığı mektuplarda bebeklerini
kolay doğurup doğurmadığını soracak
kadar samimî bir babadır. Ara
sıra torunlarının kime benzediklerini,
büyüdükçe ne gibi yaramazlıklar ve maskaralıklar
yaptıklarını merakla sorar.
Kızından aldığı mektuplara aynı gün
içerisinde büyük bir haz ve zevkle cevap
yazar. Mektuplarının çoğunda yavrularına
iyi bakmasını, onları sütanneye
bırakmamasını tembih eder.
41 ÇOCUKLU DAMAT!
90 yaşında bulunduğu halde Sadrazam
ve Serdar-ı Ekrem olarak İran seferine
çıkan ve meşhur Nadir Şahı mağlup
ettiği sırada şehit edilen Topal Osman
Paşa, tarihimizin şerefli sayfalarında
yer alan bir kahramandır. Namık
Kemal, bu Topal Osman Paşanın, torununun,
torunudur.
Osman Paşanın oğlu Ratip Paşa da
devrinin ünlü kişilerindendir. Şöhretinin
hususî ve resmî iki yönü vardır.
Hususî şöhreti 41 evlâdı olmasıdır!
Üstelik bu kadar bol zürriyetinden sonra,
bir de damat olması kayda değer
hadiselerdendir. Damatlıktan sonra Kapudanı-deryalığa tayin olunan Ratip Paşanın
41 çocuğundan en meşhuru Müderris
Osman Paşadır.
Bu çocuğun doğuşunda bir müneccim Ratip Paşaya
gelerek, doğan bu oğlunun ileride başının
kesileceğini haber vermiştir. Müneccimin
bu sözü üzerine Osman, asker ve siyaset adamı yapılmayıp medreseye verilmiş ve din adamı olarak yetiştirilmiştir. Fakat Rusya ile yapılan
bir muharebede askerlere yardım
için medreseden çıkanlardan bir kısmı
gönüllü olarak harbe katılmaya karar
verince. Müderris Osman Efendi bunların
başında yer almıştır.
Bizzat harbe iştirak eden ve Rusçuk taraflarında büyük
varlık gösteren Müderris Osman
Efendiye serdar rütbesinin verilmesi
Şeyhülislâma bildirilmiş ise de Şeyhülislâm’ın
- Biz din adamlarıyız, manevî
mücahedede liyakat gösterenlere rütbe
veririz. Millî mücahedenin mükâfatı
mülkî hükümete aittir - demesi üzerine,
Osman Paşaya vezirlik rütbesi tevcih
edilmiştir.
Gel gelelim, müderrislikten vezirliğe yükselen Osman Paşanın kıskanç düşmanları, onu çekememişlerdir.
Bunlar hünkâra yanaşarak "Eğer günün
birinde Osman Paşa verilen bu rütbenin
baş döndürücü sevinci ile isyan
ederse, ona karşı duracak bir vezirimiz
yoktur" demişlerdir. Bunun üzerine Padişah,
Müderris Osman Paşayı Eğriboz
Valiliğine tayin ettirerek İstanbul’dan
uzaklaştırmıştı.
Ancak Osman Paşaya karşı haset ve düşmanlık bununla da kalmamıştır. Osman Paşa, Eğriboz adasını
karaya bağlayan köprüyü geçip maiyeti
henüz karada iken köprü berhava
edilmiş ve Osman Paşa. Ada'da tek
başına kalmıştır. İşte bu sırada, İstanbul’dan
hususî surette gönderilmiş olan
Kapucubaşı, koynundan çıkardığı idam
fermanını Osman Paşaya okumuş ve
iki rekât namaz kılmasına müsaade ederek
başını kesip İstanbul'a getirmiştir.
O sırada Osman Paşanın kardeşi Ali
Bey, Sarayda içağalığı vazifesini görmektedir.
Bir gün yemekten sonra elini yıkayan Padişaha leğen tutarken kardeşinin kesik başı kendisine gösterilmiştir. Hünkâr "Asilzade kişi, Ali Bey
gibi olmalıdır. Halbuki kardeşi uğraşa
uğraşa başını yedi" deyince, kardeşinin
kesik başını gören Ali Bey neye uğradığını
bilememiş, leğeni derhal yere
bırakıp Padişaha dönerek "Sana hizmet
edene lânet olsun" demiş ve Saray'dan
çıkmıştır.
Ratip Paşanın 41 evlâdından ve Osman
Paşanın küçük kardeşlerinden olan
Asaf Paşa ile Naşit Bey de babaları
gibi devrin ünlü kişilerinden olmuştur.
Her ikisinin de divanları vardır. En
küçük kardeşleri Şemsettin Bey ise
III. Sultan Selîm’in maiyetinde uzun
müddet çalışmıştır. III. Selim'in tahttan
indirilmesi üzerine. Saraydan ayrılmış,
IV. Sultan Mustafa ile II. Sultan Mahmut
tarafından yapılan davetleri reddederek,
"Ben bir adama hizmet ederim."
sözleriyle Saray'da hiç bir vazife kabul
etmemiştir, işte Namık Kemal, bu
Şemsettin Beyin torunudur.
Namık Kemal’in inceleyip, damadı Rıfat
Beye anlattığına göre, Şemsettin
Beyin 101 yaşında iken bir oğlu dünyaya
gelmiştir ki, bu, Namık Kemal'in
babası Mustafa Asım Beydir. Namık
Kemal'in dedesi Şemsettin Bey, 109 yaşında, nüzul isabet ederek ölmüştür.
Mustafa Asım Bey - birinci defa - Abdüllatif Paşanın kızı Zehra Hanımla evlenmiş, Namık Kemal bu kadından doğmuştur. 7 yaşında annesini Afyon'da
kaybeden Namık Kemal, dedesinin
yanında büyütülmüştür. Babası
Mustafa Asım Bey, ikinci kere evlenmiş
ve ondan Naşit adında bir oğlu
olmuştur. Mustafa Asım Bey de (1816-
1900) 84 yaşında ölmüş, oğlu Namık
Kemal’in ölümünü görmek gibi bir talihsizliğe
uğramıştır.
Mustafa Asım Bey, müneccimdi. İstikbalden
sezintilerle uğraşırdı. Rüyaya
inanır, kaderi soğukkanlılıkla karşılar,
Bektaşîliğe meyilli, hoş sohbet bir
kişiydi.
Namık Kemal 17 yaşındayken orta
halli bir komşu kızı olan Nesime Hanımla
evlenmiştir. Bu evlilik daha çok
ailesinin zoruyle olmuştur. Nesime Hanım
kültürsüz ve yetişme tarzı itibariyle
az hassas bir kadın olduğundan Namık
Kemal'i anlayacak ve onunla derin
hissî bağlar kuracak seviyede değildi.
Bu bakımdan Nesime Hanım, kocasından
çok, kızı Feride'nin evinde yaşamayı
tercih etmiştir.

2. KAYINPEDERİM NAMIK KEMAL
NAMIK Kemal’in Midilli, Rodos,
Sakız adalarında memuriyeti
sırasında sıhhatine bakımı bazen
bir ahretliğin, bazen de
uşakların eline bırakılmıştı. Ancak oğlu
Ali Ekrem, mutlak surette annesini babasının
yanından ayrılmamaya zorlamış
ve bu suretle karı koca arasındaki
geçimsizliğin giderilmesine var kuvvetiyle
çalışmıştır.
Namık Kemal’in Nesime Hanımdan 1864’te doğan Feride adlı bir kızı ile,
- kendisinin Paris’e firarı sırasında -
1867’de doğan Ali Ekrem adında bir
oğlu olmuştur.
TOPALIN GELİYOR, TOPALIN!
Namık Kemal’in padişaha yazdığı bazı
resmî ve hususî mektupları «Yıldız»
evrakı arasında bulunmuş ve Prof. İsmail
Hakkı Uzunçarşılı tarafından "Belleten"
de neşredilmiştir. Biz bu mevzua
temas etmeyeceğiz. Yalnız elimizde
mevcut yayınlanmamış bir belgeden
sezlldiğine göre Namık Kemal’in
kızı, padişahın fermanıyle Menemenlizade
Rıfat Beyle evlenmiştir. Namık
Kemal, kızına gönderdiği bir mektupta
padişahın fermanıyle evleneceğini, müstakbel
kocasının Rıfat Bey olduğunu
bildiriyor. Kızına "Topalın geliyor, topalın!"
diye latife dolu yazdığı mektupta
"Bizim ecdadımızda meşhur bir topal daha vardır." diyerek, dedesinin dedesi meşhur Topal Osman Paşayı hatırlatıyor.
Namık Kemal’in kızı Feride, iri gözleriyle.
beyaz teniyle, devrin en güzel
kızlarından biridir. Ona birçok talipler
çıkmıştır. Bunlar arasında Namık
Kemal'in yakın dostlarından olan Ebuzziya
Tevfik Bey de vardır.
Namık Kemal, her nedense, o devirde
tanınmış kişilerin kızlarının izdivacından
evvel Sarayı haberdar etmesi
gibi bir geleneğe uyarak, kızı hakkında
yukarıdan bir karar alınmasını arzulamış
ve bu âdete uymazsa, muahazeye
maruz kalabileceğini düşünmüş olabilir.
Burasını sarahatle bilmiyoruz. Ancak
bildiğimiz şey, Feride’nin Rıfat Beyle
evlenmesi, Namık Kemal’i fazlasıyle
hoşnut etmiştir.
RIFAT BEY KİMDİR?
Rıfat Beyin soyu, Adana'nın Karahisarlı
kasabasını merkez olarak kullanan
ve Menemencioğulları namiyle Toroslar’da
ün yapan bir aşirete dayanır. Rıfat
Bey, bu aşiretin son beyi olan Hacı
Ahmet Beyin oğludur.
Sultan Aziz zamanında Çukurova ve
Toroslar’da Kozanoğlu ile birlikte bazı
aşiretlerin isyan hareketleri üzerine
1865 senesinde padişahın fermanıyle
birçok aşiret reisleri yerlerinden kaldırılmışlardır. Bu arada Hacı Ahmet Bey
de İstanbul'a sürülmüştür. Rıfat Bey bu
sürgün esnasında 8-9 yaşlarındaydı.
Genç yaşta ayağı sakatlandığından topal
kaldı. Ayrıca ailenin en küçük erkek
çocuğu olduğundan, İstanbul’da büyük
ihtimamla yetiştirildi. Devrin bilgili
hocalarından hususî dersler aldı.
Memuriyet hayatına Babıâllde Maliye
ve Divanı Muhasebatta kâtiplikle
başladı. Daha sonra Anadolu'nun muhtelif
vilâyetlerinde ve Rumeli'de Defterdarlıklarda
bulundu. Çok dürüst ve çalışkan
bir memurdu. Meşrutiyetin ilk
senesinde Hüseyin Hilmi Paşa kabinesine
Maliye Nazırı olarak girdi. Daha
sonraki kabinelerde de aynı nazıklıkta
bulundu. Son siyasî vazifesi, Âyan Meclisi
Reisliğidir. 1932 yılında ölmüştür.
RIFAT BEY VE NAMIK KEMAL
Nasıl tanıştıklarını kısaca Rıfat Beyin
ağzından dinleyelim:
"... Peder merhum hayatta iken. Muhbir
ve Hürriyet gazetelerini okurdum.
Bende siyasete meyil o vakitten başlamıştır.
Hürriyet gazetesinin büyük muharriri
Namık Kemal, affolunarak İstanbul’a
gelince, Mahmut Nedim Paşanın
Sadrazamlığı sırasında, Nuri (Mabeyin
Başkâtibi ve reji komiseri), Reşat (Kudüs
mutasarrıfı) Tevfik (Ebuzzlya) beylerin
iştirakiyle Mahir Beyin idaresinde
İbret gazetesini, başmuharriri kendisi
olmak üzere, neşretmişti.
19 numaradan sonra gazete 4 ay kapatıldı. Kemal
Bey, Gelibolu mutasarrıflığına gönderilerek
İstanbul'dan uzaklaştırıldı. Kısa
süren bu vazifesinden ayrılarak İstanbul'a
dönünce, İbret gazetesini 132. sayıya
kadar çıkardı. Merhumun sürgünde
olduğu vakit çıkardığı ilâvelerle beraber
İbret’ln tam koleksiyonunu yapmıştım.
"Vatan yahut Silistre" unvanlı piyesinin
Gedikpaşa Tiyatrosunda ilk defa
temaşaya konulmasında, her yerin fiyatı
üç kat idi. Pederin muvafakatini alarak
tiyatroya gittim. Ayakta durmak
için bile yer bulamayarak döndüm. İkinci
defasında, fiyat iki kat oldu. Alt katta
28 numaralı locanın biletini aldım.
Oyunu hayranlıkla, kendimden geçerek
seyrettim. Tiyatro o gün başka bir âlemdi.
Aktörlerin ağzından çıkan her cümle
alkışlanıyor, tiyatro binası yerinden
oynuyordu. Oyunun sonunda "Yaşasın
Kemal-i millet" sesleri tiyatroyu inletti.
Bunu takiben seyirciler, «Muharriri
görmek isteriz* diye bağırmaya başladılar.
Bir taraftan alkış devam ediyor,
diğer taraftan "Kemal'i görmek isteriz"
sesleri yükseliyordu. Nihayet sahneye
birisi çıktı, muharririn orada bulunmadığını
söyledi. Meğerse Kemal Beyi ikinci perde açıldığı sırada tevkif edip hapishaneye götürmüşler. Ertesi günü hususî bir vapur tahsis edilerek Kemal Bey, Magosa'ya; Ahmet Mithat Efendi İle Ebuzzlya Tevfik Bey, Rodos'a:
Nuri Bey ile talebeden Hakkı Efendi, Akkâ'ya gönderildiler
Abdülaziz'in hal'i günü, şair Dell Hikmet ve Ahmet Mithat Efendinin yeğeni Mehmet Cevdet Efendi, Kırkanbar matbaasında buluştuk. Magosa, Akkâ ve Rodos’taki sürgünlerimize birer telgraf
yazılması kararlaştırıldı. Magosa'da
Namık Kemal'e yazılacak telgraf metninin
tarafımdan yazılması uygun görüldü."
Rıfat Bey o tarihe kadar, müstakbel kayınpederi Namık Kemal ile yüz yüze görüşmemişti. Ancak Namık Kemal’in Magosa dönüşünde tanıştırıldı ve onun büyük sevgisini kazandı. Sultan II. Abdülhamit devrinde Namık Kemal'in uğradığı
takibat sırasında, Rıfat Beyin de onunla haberleşmeleri hafiyeler tarafından
tespit edildiğinden uzun uzun sorguya çekildi ve o da Namık Kemal'in kaldığı tevkifhaneye gönderildi. İşte Rıfat Beyle Namık Kemal’in - daha sonra damatlığa varan - derin dostluğu
tevkifhanede büsbütün kuvvetlendi. Namık
Kemal, Midilli’ye gönderildikten sonra Rıfat Bey iki defa yanına gitti ve aylarca misafir kaldı. Damatlığı bu ikinci ziyareti sırasında kararlaştırıldı.
NAMIK KEMAL'İN ÖLÜMÜ
Namık Kemal hakkında yazılan kitaplarda,
onun ölümüne, cenaze merasimine
dair ya noksan, ya da birbirini tutmayan
bilgiler vardır. Rahmetli şair
Mithat Cemal Kuntay'ın üç büyük ciltlik
Namık Kemal adlı kitabında bu kısım
yer almamıştır. Yakından bildiğimize
göre, Mithat Cemal Kuntay, Namık
Kemal’in Sofrası adıyle 4. bir cilt
hazırlamakta iken ve Namık Kemal'in
ölümünü uzun uzadıya yazacakken vefat
etmiş, başladığı müsveddelerin akıbeti
meçhul kalmıştır.
Dünkü ve bugünkü nesil, Namık Kemal’in
ölümüne dair en doğru tafsilâtı,
onun en yakınından, yani oğlu Ali Ekrem'in
"Namık Kemal" adlı kitabından
almaktadır. Merhum Ali Ekrem Bolayır'ın bu mevzudakl izahatı da kısa olmuştur.
Bunun tafsilâtını yine damadı Rıfat
Beyden dinleyelim:
"... Balıkesir defterdarlığından avdetimi
müteakip, Sakız’da mutasarrıf olan
kayınpederim Namık Kemal Beyin müessif
irtihali vuku buldu. Beni Mabeyne
çağırarak vefatını haber verdikleri gibi,
pederleri Mustafa Asım Beye de bir
çavuş vasıtasıyla keyfiyet bildirildi. Haberi
Saraydan alan Manyasizade Refik
Bey (Meşrutiyetin ilk yıllarında Adliye
Nazırı) Yeni Osmanlılar Cemiyetinden
ve İbret gazetesinin neşrinde arkadaşları
olan Mabeyin kâtiplerinden Reji Komiseri
Nuri ve Kudüs Mutasarrıflığından
ayrılarak İstanbul'a gelen Reşat beyleri
bulup birlikte, büyük kayınpederim
Mustafa Asım Beye gitmişler. Ve bu
can yakan elemine iştirak etmişlerdir.
Kara haber çabuk duyulur derler. Bilmem
nasıl haber almışlar. Ben eve vardığım
vakit refikam ile kayınvalidem
ayılıp bayılıp duruyorlardı. Ben, merhumun
meftunlarından değil, âbltlerlndendim.
(Henüz 11-12 yaşlarında bulunduğum
sırada bir gün Kemal Bey hasta mıdır demişler, ne olmuş, namaz kılarken
"Yarabbi benim ömrümü Kemal
Beye ver" diye dua etmişim. Peder
merhum işiterek söyler dururdu)."
"Ekrem de (Namık Kemal'in oğlu Ali
Ekrem Bolayır) geldi. O da benim gibi
müteessirdi. Hanımefendi (Namık
Kemal’in karısı Nesime Hanım) ile merhum
arasında karşılıklı bir muhabbet
bulunmadığından, onun teessürü bizimkilerle
kıyas kabul etmezdi. Üçümüz
(Feride, Ali Ekrem, Rıfat) doya doya
ağlaştık. Kayınvalide bizi teselliye çalışıyordu.
Konuşmak için ağlamayı bıraktık.
Müzakere neticesinde Ekrem’in
Sakız’a gitmesine karar verdik.
Ertesi günü vapurla Ekrem gitti. Daha ertesi
günü beni Saraydan çağırdılar. Başmabeyincl
Hacı Ali Beyin yanına gittim.
Ebuzzlya Tevfik Bey, merhumun Bolayır’da
Gazi Süleyman Paşa türbesi avlusuna
defni için, vasiyeti olduğunu arz
etmiş. Mucibince irade-i seniye sadır
olmuş ve Sakız'a telgrafla emir verilmiş."

3. NAMIK KEMAL’İN MEZARINDA KESİLEN KURBAN
"LİVA Maiyet vapuru Kemal'in na'şını Bolayır'a götürmeye memur edilmiş... Ertesi günkü vapurla Gelibolu’ya gittim. Gelibolu'ya gelişimde,
kim olduğumu, polise de söylemedim. Yatacak bir yer sordum. Bir meyhanenin üstünde büyücek ve döşeli bir oda gösterdiler. Oraya çantamı göndererek ben de gidip hemen soyundum. Bir kahve içip yatacaktım. Jandarma kumandanının beni
görmek istediğini haber verdiler.
Kumandan geldi: "Mutasarrıf beyefendi, arzı ihtiram ediyor. Burada kalmanıza razı değil. Hemen kendi hanelerine buyurmanız rlcasındadır." dedi, itizar ettim. Israrına karşı, özrümü tekrar ederek,
"Vapurda rahatsız oldum, kalkacak
halim yoktur. Yarın gelir, hâk-i payilerine
yüz sürerim," dedim.
Kumandan gitti, yarım saat geçmeden meyhanenin önünde bir araba durdu.
Mutasarrıf Nuri Bey bizzat gelerek hemen çantamın kaldırılmasını garsona emretti ve bana: "Burada kalmanız katiyen caiz değildir, buyurun," dedi.
O gece mutasarrıfın evinde kaldım. Aynı gece kayınbiraderim Ekrem Bey de Çanakkale Kumandanı Âsaf Paşanın
botu ile Gelibolu'ya gelerek, mutasarrıf beyin evinde birleştik.
Verilen emir üzerine, Namık Kemal merhumun cenazesi Sakız'daki kabrinden
çıkartılmış, tahnit mümkün olmadığından
tabutu kurşunla sarılarak diğer bir
sandığa konulmuş ve Maiyet vapuruna
yerleştirilmişti. Ekrem Bey de yolcu vapuru
ile Çanakkale’ye gelip oradan Gelibolu'ya
gidecek bir vapur aramışsa da
bulamamış, Âsaf Paşa haber aldığından
kendi botu ile Gelibolu'ya göndermişti.
O gece orada kalınarak ertesi günü, mutasarrıf beyin arabası ile Bolayır'a gidildi.
İki gece, orada Şehzade Gazi Süleyman
Paşanın türbesi bitişiğindeki odada
kaldım. Üçüncü günü. Maiyet vapuru
körfezde göründü. Vapurun sancağı
yarıya indirilmişti.
Ben, ayağımdaki arıza sebebiyle, sahile kadar inemedim. Bir bölük kadar
askerle, Bolayır'ın çocukları, Ekrem ile
beraber indiler. Mübarek tabut gelinceye
kadar ben inişin başında bekledim.
Oradan tabuta refakat ederek, türbeye
kadar geldim.
Kapıda bulunan bir müfreze asker tabutu selâmladı. Göz yaşları sel gibi akmaya
başladı. Ben ise kendimi bilmeyecek bir hale geldim. Yanımdaki bir odaya götürdüler. Bilmiyorum, oranın âdeti midir? Bir kurban getirip, mezarın üstünde kestiler
ve kanını mezara akıttılar.
Mukaddes tabut, mezara indirildikten sonra artık orada işimiz kalmadığından,
hemen Gelibolu’da, hazır bulunan vapura
binerek İstanbul'a döndük."
KEMAL'İN TORUNLARI
Şimdi, Namık Kemal ailesinin devamını, kızı Feride ile oğlu Ali Ekrem’in ve
bunlardan olan çocukları, eski fotoğraflarla
izleyelim.
Evvelâ, şurasını hemen belirtmek isterim ki, Namık Kemal’in kızı Feride"nin fotoğrafı yoktur. Neden? Namık Kemal,
huyu itibariyle fotoğraf çektirmekten,
fotoğrafçı önünde uzun uzun poz vermekten
hazzetmediğini yakınlarına çoğu
zaman ifade etmiştir. Hatta: "Fotoğrafçıya
poz vermek, benim için, sırat
köprüsünden geçmek gibidir," diye latifelerde
bulunmuştur. Bu nedenle, şairimizin
mevcut fotoğrafları, parmaklarımızın
adedini geçmez.
Fakat damadı Rıfat Bey, fotoğrafa büyük değer verir. Feride ile evlendikten sonra birlikte bir fotoğrafhaneye gidip aldırdıkları
resmi, babaları Namık Kemal’e gönderirler.
Namık Kemal bu fotoğrafı hiç beğenmez. Çünkü Feride, Namık Kemal’in gözünde dünya güzelidir ve fotoğrafta
hiç de bu güzellikten eser yoktur. Derhal fotoğrafı yırtar ve fotoğrafhanedeki negatifin de kırılmasını İster.
İşte bu yüzden Namık Kemal’in tek kızı
Feride’nin, çocuklarına ve torunlarına
hatıra olarak bırakacağı bir resmi yoktur.
Feride, kocasının defterdar olarak bulunduğu Şam'da 30 yaşında, veremden
öldüğü zaman, arkasında dört öksüz
çocuk bırakmıştır.
Namık Kemal’in kızı Feride'den olan
torunlarının ikisi kız, ikisi erkektir.
Şairin, kucağına alarak doya doya sevebildiği ilk torunu — geçen yıl 85
yaşında vefat eden — Muvaffak Menemencioğlu’dur. Uzun yıllar Anadolu Ajansı Umum Müdürlüğü yapmıştır. Meşrutiyetin ilk yıllarında Paris'ten modern sporu Türkiye'ye getirmeye çalışanlardandır. Bizde fotoğrafla ilk spor
yazarlığını yapan da odur.
Muvaffak Menemencioğlu'nun halen biri Londra'da oturan Nermin ile Türkiye'de bulunan Suzan adında iki kızı ve Turgut adında
bir oğlu vardır. Bu Turgut, Büyükelçi Turgut Menemencloğlu'dur. Namık Kemal’in ikinci erkek torunu, eski Dışişleri Bakanlarından Büyükelçi Numan
Menemencloğlu'dur ki, (1892 - 1958) Namık
Kemal'in ölümünden sonra doğmuştur.
Onun adına izafeten (Numan Kemal)
adı verilmiştir. Numan Bey, çocuksuz
vefat etmiştir.
Namık Kemal'in Ferlde'den, iki kız torunu olmuştur ki,
bunların ilki halen 84 yaşında olan Beraat Hanımdır. Aile içerisinde buna "Büyük Beraat Hanım" denilir. Çünkü Namık
Kemal'in oğlu Ali Ekrem'den olan bir torununun adı da Beraat'tır. Ona da aile arasında küçük Beraat denilmektedir.
Namık Kemal hayatta iken doğan Beraat Hanım, 84 yaşında olduğu halde
dinç bir hafızaya maliktir, çocukluğu,
annesi ile dedesi arasında geçen yazışmalara
göre hırçın geçmiş ve dedesi
Namık Kemal onun yaramazlıklarını
kızından aldığı mektuplardan öğrenerek
latifell cevaplar yazmıştır.
Namık Kemal'in ilk kız torunu olan Beraat Hanım, 1901 yılında Babıâli Hukuk
Müşavirliğinde çalışan Mümtaz Beyle evlenmiştir. Daha sonra Adana Valiliği yapan Mümtaz Bey. İller Bankasının
ilk umum müdürü olmuştur (1872-1935).
Kocasını 1935 yılında kaybeden Beraat Savut, ayrıca iki büyük felâkete uğramış,
genç yaşta iki oğlunu kaybetmiştir. Bunlardan küçük oğlu İlhan Savut eski içişleri bakanlarından merhum Şükrü
Kaya'nın damadı, hâriciyemizin parlak istikballi gençlerinden biri iken, Adnan Menderes'le Londra’ya giderken, uçak
kazasında ölmüştür.
Namık Kemal'in kızından ikinci kız torunu rahmetli Nahide Hanımdır
(1887-1962). Doğuşunda dedesine çok benzediği Mustafa Asım Beyin, Namık Kemal'e yazdığı bir mektuptan anlaşılıyor. Bu kızın adını evvelâ Safiye olarak nüfusa geçirmişlerse de, Namık Kemal bu addan hiç hoşlanmamış, (Barika),
(Basıra), (Vicdan), (Nahide) isimlerinden birini seçmesini mektupla kızı Feride'ye bildirmiştir. Nahide adı uygun
görüldüğünden, Safiye adı unutulmuştur.
Namık Kemal'in ikinci kız torunu Nahide, babası Rıfat Bey tarafından, Bedii Beyle evlendirilmiş ve iki oğlu (tanınmış işadamlarımızdan Bülent Büktaş ile Mücahit Büktaş) ve Nevin
ile Berin adlı iki kızı olmuştur.

4. BİRİNİ AŞK GÖTÜRDÜ, BİRİNİ TİFO ALDI..
NAMIK Kemal'in tek oğlu. Ali Ekrem Bolayır'dır (1867-1937).
O doğduğu zaman Kemal, Avrupa'daydı. Babası Mustafa Asım Bey bu doğumu müjdeleyen mektubunda, ona konulacak
adı da Namık Kemal'den sormuştu. Namık Kemal, Recaizade Mahmut Ekrem’i çok sevdiğinden, gurbette doğan bu oğluna
Ekrem adını verdi. Ali Ekrem, çocukluğunu kısmen babasının, kısmen dedesinin yanında geçirdi. Bir aralık hemşiresi Feride ile eniştesi Rıfat Beyin evinde kaldı.
Tahsiline Arapça ve
Farsça lisaniyle, hususi hocalar yanında başladı. Batıyı görmüş olan Namık Kemal, oğlunu Avrupa'da okutmak ve
Batılı yetiştirmek istiyordu. Oysa, sürgün hayatı ve maddî imkânsızlık bu arzusunu engelliyordu. O sıralarda yurt dışında
tahsile gitmek, umumiyetle Sarayın bilgisine, hatta müsaadesine dayanırdı. Avrupa'da tahsile gönderilecekler,
Saray tarafından seçilecek olurlarsa, masrafları Hazine tarafından karşılanırdı. Nemık Kemal için, tek oğlunu Avrupa'da okutmak büyük bir gaye idi ama, bunu sağlayacak maddî varlıktan mahrumdu. Çareyi, Saraya müracaatta buldu ve oğlunun Avrupa’da tahsil ettirilmesini rica etti.
II. Sultan Abdülhamlt, Namık Kemal'in arzusunu yerine getirmedi ama, onu
tatmin için Ali Ekrem'i Mabeyin Kâtipliğine, yani Saray'daki bürosuna, tayin ettirdi. Bu suretle Namık Kemal’in oğlunu,
bir nevi hem himayesine, hem de gözaltına almış oluyordu. O devirde Mabeyin Kâtipliği diğer memuriyetlerden
üstün sayılıyordu. Ali Ekrem, bu vazifeye tayin edilirken, Namık Kemal de Sakız’da ölümle pençeleşiyordu. Netekim
o sıralarda vefat etti.
Ali Ekrem, bir taraftan Saray'da kâtiplik yapıyor, bir taraftan da H. Nadir
takma adı ile manzumeler yazıyordu. Gerçi yazdıkları, babası ayarında değildi; fakat Namık Kemal'in oğludur diye
itibar görmekteydi. Pek nazik, muaşeret usullerine fazlasıyla vâkıf, münevver bir Babıâli efendisi idi. Sarayda uzun
müddet kâtiplikten sonra, Kudüs mutasarrıflığına
tayin olundu. Şimdiki Akdeniz'deki adaların çoğu o zaman blzimdi. Bu adalar valiliğini yaptı.
1908 inkılâbından sonra, Namık Kemal'in oğlu hakkındaki
görüşlerde İttihatçılar, ikiye ayrıldılar. Bir kısım İttihatçı idareciler onun azline gittiler. Büyük Kabine zamanında
Ali Ekrem aynı vazifeye iade edildi. Daha sonra İstanbul Edebiyat Fakültesinde profesörlük yaptı: bu arada
Galatasaray Sultanîsinde, askeri liselerde
edebiyat dersleri okuttu
Ali Ekrem, Yıldız Sarayı'nda Mabeyin Kâtibi İken, Mısırlı Celâl Paşanın kızı
Celile Hanımla evlendi. İlki erkek, diğer üçü kız, dört çocuğu oldu.
NAMIK KEMAL AİLESİNİN İLK
KURBANI: CEZMİ 'NİN İNTİHARI
Namık Kemal'in, Ali Ekrem'den olan ilk torunu, 11 mart 1896’da doğdu. İsmini,
Mehmet Kemal Cezmi koydular. Cezmi, Namık Kemal'in ünlü bir eserinin adıdır. Ali Ekrem, babası Namık Kemal'in kendisi hakkında Avrupa'da tahsil yaptırmak arzusunu oğlu Cezmi
için uygulamak istedi. Onu Namık Kemal'e lâyık bir torun olarak yetiştirmek arzusundaydı. Cezmi'nin musikide büyük
kabiliyeti vardı. Mektep sıralarında verdiği konserler, onu küçük bir yıldız olarak belirtiyordu.
Cezmi evvelâ İstanbul'da Türk ve yabancı mekteplerde okutuldu, sonra İsviçre'ye gönderildi. Orada bilgisini ve tahsilini ilerletmekle kalmadı, musiki sahasında ün yapacak bir kabiliyet olarak
yurda döndü. İstanbul'da da hususî surette müzik derslerine devam etti.
O zaman Ali Ekrem Bey, Boğaz'da, Arnavutköy'de oturuyordu. Cezmi'nin müzik
hocası Belçikalı evli bir kadındı. O da Büyükada'da otururdu. Cezmi'ye ders vermek için bazen evlerine gelir, bazen
de Cezmi onun evine giderdi.
İşte ne olduysa bu sıralarda oldu! Müzik nağmeleri içerisinde genç talebe ile ondan çok yaşlı, çoluk çocuk sahibi hoca arasında başlayan aşk alevi, Cezmi'nin kalbini ve kafasını yakmaya başladı.
Belçikalı kadın, Cezmi'nin kendisine olan bu çocukça meylini biliyor, onu kırmadan münasebetlerini normal şekilde
devam ettirmeye çalışıyordu. Ruh sıkıntıları içerisinde sinirleri bozulan Cezmi, bu kadını, kocasından bile kıskanmaya
başladı!
Müzik sesi arasında doğan bu aşkı, Cezmi yenemedi. Çok hassas ve biraz
da hasta ruhluydu. 6 mart 1917 günü, Şişli'de eniştesi o zamanki Ayan Reisi Menemenlizade Rıfat (Menemencioğlu)
Beyin evinde, onun tabancasını ele geçirerek intihar etti. Yakında oturan Doktor Aristldi Paşa ilk imdada koşanlardan oldu. Cezmi'yi yaralı olarak Şişli Çocuk Hastanesine kaldırttı.
Bütün İstanbul
çalkanmıştı. İntiharın sebebini tahkik için adli merciler işe el koydular. Kendisine doktor süsü vererek tahkikatı
yürüten müddeiumumi, Cezmi'nln ölmek üzere bulunduğu dakikalarda ona birçok sualler soruyordu. Tahkikatın aydınlatılması bakımından intihar sebebini soran salahiyetli memura Cezmi, gözlerini kapatarak şu son sözleri söyleyebildi:
- Beyefendi, ben hayatımla uğraşıyorum. sizi doktor zannettim, can çekişen
bir gence böyle bir sual sorulur mu? Ben, ölümden kurtulmak dahi istemem!
Cezmi, intihar teşebbüsünden iki gün sonra hastanede öldü. Büyük bir cenaze merasimi yapıldı. Namık Kemal'in oğlundan olan ilk torunu genç yaşta toprağa verildi. Bu cenaze merasimini başta gözleri yaşlı olarak devrin Sadrazamı Sait Halim Paşa ile Talat Bey (Paşa), Maliye Nazırı Cavit Bey ve Hüseyin Cahit
Bey gibi İttihat ve Terakki'nin tanınmış kişileri takip ettiler.
Cezmi'nin feci şekilde hayatına kıyması Namık Kemal ailesini perişan etti. Zavallı babası şair Ali Ekrem, bu felâket karşısında, Recalzade Mahmut Ekrem’in genç yaşta ölen oğlu Nejat için yazdığı mersiyelere benzeyen manzumeler yazarak kendini avutmaya çalıştı.
NAMIK KEMAL AİLESİNDEN
GENÇ BİR ÖLÜM DAHA
Namık Kemal ailesindeki bu erken yaprak dökümü, bu kadarla kalmadı. Ali
Ekrem'in mavi gözlü güzel kızı Masume, yaptığı kısa süren iki evlilikten, beklenilen saadete erememiştl. Üçüncü
bir evlenişle Kahire'ye gelin gitti. Orada 28 yaşındayken tifodan öldü.
Masume 1899 yılında dünyaya gelmişti. Namık Kemal’in oğlundan olan, ilk
kız torunuydu. Doğduğu zaman babası Ali Ekrem Bey, Mabeyin Kâtipliğinde çalışıyordu. Bu doğum padişaha duyuruldu. Sultan II. Abdülhamit yavruya Ülviye
Şükriye adını verdi. Nedense daha sonra aile bu adı benimsemeyip Ayşe Masume'yi uygun buldu.
Masume, 6 yaşındayken, Şehzade Kemalettin Efendiden, Türkçe dersleri alarak tahsiline başladı. Bir aralık Rodos'ta Sörler Mektebi'nde okudu; daha sonra 1912 yılında Harbiye’dekl Fransız Kız Mektebi'ne devam etti. Değişik tabiatlı,
hassas bir kızdı. Tutumu hayatın dikenli yollarında desteksiz yürüyebilecek metanette değildi. Yetişme çağına gelince,
halazadesi Numan Beyle evlendirilmesi aile arasında söz konusu oldu. Fakat bu mevzu sözde kaldı.
Masume 1917 yılında kısa süren bir evlilikten sonra, ikinci evliliğini yaptı; ondan
da ayrılarak ruhunun sükûneti için ailesi tarafından kısa bir müddet Berlin'e ve Paris'e, oradaki yakın dostlarının
yanına gönderildi. Avrupa’dan dönüşte, Masume üçüncü izdivacını, annesinin akrabasından Topuzzade Tevfik
Beyle 1926 yılında yaptı ve Mısır’a gitti. Orada hastalandı ve 28 yaşını bitirdiği sırada tifodan öldü.
Şair baba, 20 yaşında bir oğul kaybetmenin çöküntüsünden sonra. 28 yaşında
ilk kızının ölümü ile büsbütün ezildi. Bu iki acıyı, hatıra defterinde şu kıta ile dile getirdi:
Yavruların annesine dedim ki,
İki kalbe az gelirdi bir mezar...
Yalnız kalsın (Cezmi) senin kalbinde.
Kalbimde de (Masume) nin kabri var.
Ali Ekrem, talihsiz bir baba olarak, uğradığı felâketlerin acısını hafifletmek
için ömrünün son senelerinde geniş dost muhitleri seçmişti. Bir aralık kendisini edebiyata ve biraz da içkiye verdi.
İç sıkıntısını gidermek için aldığı içki de onu hayata bağlayamadı. 1937 yılında, sessiz sedasız, aramızdan ayrılıp
gitti. Eşi Celile Bolayır da 1953 yılında öldü.
Namık Kemal'in - oğlu Ali Ekrem’den olan - iki kız torunu hayattadır. Bunlardan 1902 doğumlu Hatice Selma Bolayır, uzun yıllardan beri Amerika'dadır ve oraya yerleşmiş gibidir. Amerika'ya
ilk defa 1923 senesinde giden Selma, arada Türkiye'ye muhtelif defalar gelmişse de tekrar Amerika’ya dönmüştür.
Orada İngilizce üç mühim kitabı yayınlanmış ve büyük okuyucu bulmuştur.
Namık Kemal'in oğlundan olan son torunu, aile arasında, Küçük Beraat namı ile adlandırılan Fatma Beraat Bolayır'dır.
Halen İstanbul'da, Şişli'de mütevazı bir apartman dairesinde, acı, tatlı aile hatıraları ile baş başa yaşamaktadır.
Hayatını, tamamen hayır işlerine, fakir ve kimsesiz çocukların kültür hizmetlerine bağışlamıştır,

5. "YAKINDA KARA HABER ALACAKSIN!..."
NAMIK Kemal ailesi hakkındaki yazı serisi, burada sona eriyor. Ünlü şairin çoğumuzun meçhulü olan soyuna ait bilgiler, ilk yazımızdan itibaren okuyucularımızda merak ve alâka uyandırmıştır. Öyle sanıyoruz ki, bazı meçhuller de biraz aydınlığa kavuşmuş
oluyor. Bu arada kızı Feride'nin evlenme şekli, oğlunun Avrupa'ya tahsile gönderilmesi yerine padişah tarafından
Mabeyin kâtipliğine alınması, şairin kendisinden
- bugünkü kuşağa kadar - devam eden neslinin panoraması ilgiyle okunmuştur.
Hepsinden önemlisi, Namık Kemal'in fotoğraflarıdır. Bildiklerimizden çok değişik
resimlerin bulunuşu, bir adım sayılabilir. Bugüne dek tarihlerimizde, edebiyat kitaplarımızda gördüğümüz tepesinde bol ve gür saç bulunan Namık Kemal resimlerinin, onun son yıllarındaki tipini aksettirmediği gerçeği ortaya
çıkmıştır. Olsa olsa, kitaplarımızda yer alan Namık Kemal'in, ithaflı ve ithafsız klasik resimleri, tamamen gençlik
devresine ve belki de Avrupa’daki yıllarına aittir.
Bu sayfada, Namık Kemal'in hiç neşredilmemiş bir fotoğrafını daha görüyorsunuz. Tepesindeki saçların dökülmeye
başladığını tespit eden bu resim, müzemize
"Namık Kemal'in Gençliği" olarak girmiş bulunuyor! Genç yaşta tepesi böylesine açılan Namık Kemal'in, son
yıllarında tepesinde saç kalmaması ve hele gür saçlı hiç olmaması lâzım. Neteklm yazı serisinin birincisinde, Midilli
Mutasarrıfı Namık Kemal olarak yayınlanan
fotoğrafta tepesinde tek saç bulunmaması, gerçek Namık Kemal'in resmi olduğu kanaatini doğrulayacak niteliktedir.
Birçok tarih, edebiyat kitaplarıyle dergilerinde, son yıllarındaki resmidir diye bol ve gür saçlı Namık Kemal'ların yer alması, insanı epeyce düşündürmektedir.
Gerçekten Namık Kemal, son senelerinde böyle miydi? Yoksa
bunlar, şairimizin çok genç yaşında aldırdığı resimlerden teksir edilerek, biraz da heybetli gözüksün diye fotoğrafçılar
tarafından üzerinde işlenmiş fotoğraflar mıdır? Netekim, eski harflerle Mısır’da bastırılan "Namık Kemal" adlı kalın
bir kitapta, şairin mevcut fotoğrafları üzerinde münakaşalar yapılmakta, hatta bazı tereddütler ortaya atılmış bulunmaktadır.
Netice şudur ki, mevzu, hakikaten üzerinde durulmaya değer. Namık Kemal.
30 yaşında iken, yani Avrupa'dan dönüşü sırasında bile gür saçlı değildi. Fakat daima sakallı idi. Hele saçları hiç de böylesine gür ve siyah değildi. Kumral, hatta kumraldan daha açık olarak sarışındı.
İlk defa yayınlanan bu nüshadaki Namık Kemal'in "Tanzimat Müzesi"ndeki gençlik resmine bakınız: Namık Kemal'in gençliği böyle olursa, yaşlılığında tepesinde gür saç bulunması
mümkün olur mu?
BÜYÜK BEYİN SON GÜNLERİ
Namık Kemal'in babası Mustafa Asım’ın aile arasında adı "Büyük Bey"dir. Oğlundan 12 yıl sonra 1900 yılında öldüğünde 84 yaşını bitirmiş, 85 yaşına girmişti. Namık Kemal gibi bir evlâdın acısını hafifletmek için son günlerini, esasen mesleği olan müneccimliğe vermişti.
Gaipten haber vermeye, bazı emarelerden faydalanarak geleceğe ait
sezişlerde bulunmaya meraklıydı. Netekim oğlunun acı akıbetini de önceden içinde duymuştu.
Damadı Rıfat Bey. kayınbabası Namık Kemal'in ölümünden bir ay kadar
evvel Balıkesir Defterdarlığından ayrılarak
İstanbul'a dönmüştü. Yerleşme günlerinde, bir gün yeni evlerine Büyük Bey geldi. Hem torunu Feride'yi görmek,
hem ondan doğan küçük torunları kucaklayıp
sevmek için bu ziyareti yapmıştı.
Büyükle büyük, küçükle küçük olmasını bilen bir yaradılışta, şakacı, hoş
sohbet olan Büyük Bey, torunu ve torununun
çocuklarıyle tatlı bir gün geçirdi. Ayrılırken elini öpen damadı Rıfat Beyin kulağına, korkulu ve endişeli bir sır söyler gibi şunları fısıldadı:
- Yakında bir kara haber alacaksın!
Hakikaten bir ay geçmeden Namık Kemal'in Sakız'da öldüğü, saraya çağrılmak
suretiyle, damadı Rıfat Beye bildirildi. Yani bu ölümü, Yıldız Sarayı, Namık Kemal ailesinden daha önce haber almıştı.
Büyük Beyin müneccimliğine, istikbalden sezişlerine dair birçok hikâye anlatılır. Bir keresinde, boşta kalan Namık Kemal'in damadı Rıfat Bey, taşrada bir vazifeye talip olunca kendisine Van Defterdarlığı teklif olunur. Rıfat Bey, Büyük Beye danışır. Büyük Bey, cevap vermek için mühlet ister. Üç gün sonra:
- Van'a git... ileride orada bir felâket zuhur edeceğe benzer! Fakat sizin
aile efradının adedinde bir noksanlık gözükmüyor... der.
Rıfat Bey, Van Defterdarı iken büyük bir zelzele olur, halkın bir kısmı ile birlikte kışın şiddetli birkaç haftasını
ailesi efradı çadırda geçirir.
BÜYÜK BEYİN MERAKLARI
Büyük 8ey hususi hayatında içkiyi çok severdi. Çapkıncaydı da... Fakat son
eşinin Naşit adında bir çocuk doğurması ve onu çok sevmesi sebebiyle, üzerine herhangi bir kadınla evlenmek veya
eğlenmek istememişti. Büyük Bey, gerek büyük oğlu Namık Kemal ile gerek son çocuğu Naşit ile bir içki sofrasında
birlikte oturacak kadar arkadaş idi! Netekim Avrupa dönüşünde Namık Kemal şerefine eliyle bir sofra hazırlamıştı.
Büyük Bey mütevekkildir. Bektaşîliği sever, hoş fıkralar anlatır. Kadere inanır. En ağır hadiselere bile sızıltısız katlanmaya çalışır. Namık Kemal'in 27 yaşındayken Avrupa'ya firarında
babası onu asla muaheze etmemiştir. Oğlunun ileri görüşlü yetişmesini ve bir mücadele içerisinde bulunmasını yadırgamamıştır. Onun karısını ve çocuklarını
bağrına basarak, kendisini, onların hizmetine vermiştir. Bu suretle Namık Kemal’in gözlerini arkada bırakmamıştır.
Ama Büyük Beyin bir merakı vardır: Rütbe ve nişan! O devirde revaçta olan
ve her memurun beklediği şeylerdir bunlar... Mustafa Asım Bey, oğlunun Midilli'de, Rodos'ta ve Sakız'da mutasarrıf
olarak bulunduğu yıllarda gönderdiği mektuplarda, bu mevzua büyük ehemmiyet verir. Oğlundan tek ricası şudur:
Babıâli'de veya Mâbeyin'de yakın dostları nezdinde tavassutta bulunması ve babasına yeni bir rütbe ve nişan verdirmesi!
FERİDE’DEN KALAN TEK HATIRA
Namık Kemal’in kızı Hatice Feride Hanım veremden ölmüştür. Uzun tedavi
görmüşse de hastalığı önlenememiştir. Kocası Rıfat Bey, Şam'da defterdar iken, oranın sıcak iklimi Feride'ye uygun
gelmediğinden, hastalığı büsbütün artmıştır. Bunun üzerine Rıfat Bey, müsait iklimli bir yere, ya bir mutasarrıflığa,
yahut yine defterdarlığa nakledilmesini, İstanbul'a gönderdiği resmi ve hususi mektuplarda tekrarlamıştır. Uygun cevap alamaması üzerine istifa suretiyle Şam'dan ayrılırken, yolda Feride, hayata gözlerini kapamıştır.
Feride'nin pek genç yaşta 1896 yılında ölümü bütün aileyi üzmüştür. Mezarı Beyrut'tadır. Kocası Rıfat Bey, yıllardan sonra Maliye Nazırı olduğu sırada, ona güzel bir mezar yaptırmış, daha sonra
küçük oğlu Numan Menemencioğlu, Beyrut'ta Başkonsolos olarak bulunurken, annesinin mezarını tamir ettirmiştir. Ferlde'nin çocuklarına ve torunlarına yadigâr olarak bıraktığı tek fotoğrafı yoktur. Ancak kendisinden sonrakilere kalan tek
hatıra, şu sayfada gördüğünüz bir mezar resmidir.
TAHA TOROS Taha Toros Arşivi, 580859
 ŞİİRLERİ
| | | | | |