ÜNLÜ BİR SOYUN HAYAT ALBÜMÜ

1. NAMIK KEMAL AİLESİ

BİR asırdan beri, Türk milletinin kalbinde atan bir damar, tarihinde ve edebiyatında yaşayan bir abide var: Namık Kemal... Mürşit olarak, millette hürriyet fikrini yaratan, vatan sevgisini uyandıran Namık Kemal, ömrünü ve sağlığını bu uğurda harcayan mücadele adamıdır.

Bu vatan şairi hakkında bugüne kadar binlerce makale, yüzlerce kitap yayınlandı. Bunların her biri hürriyet kahramanının muhtelif yönlerini, siyasî, edebî değerini ve hizmetlerini belirtmektedir.

Biz, bu yazılarımızda Namık Kemal’in soyu sopu hakkında bazı bilgiler verecek, bir aile reisi olarak kendisinden ve devam etmekte bulunan neslinden söz açacağız. Bu arada bazı eski resimlerle onları tanıtmaya çalışacak ve esasen tanınmış olanları da tekrar hatırlayarak, kısa bir çerçeve içerisinde sunacağız.

NAMIK KEMAL’ İN 1000 MEKTUBU

Namık Kemal, tarihimizde ünlü kişilerin soyundan gelen bir şairdir. Kendisinin meşhur Topal Osman Paşa’ya dayanan bir aile şeceresi mevcuttur. Son yıllarda torununun torunu Osman, Londra Müzesi’nde bulduğu mükemmel bir şecerenin kopyasını İstanbul’a göndermiştir. öyle sanıyoruz ki, Namık Kemal’in ecdadına dair en mükemmel şecere budur.

Namık Kemal, katiyetle söyleyebiliriz ki, yarım asrı bulmayan kısa hayatında en çok mektup yazan ve mektup sevgisi çok üstün olan bir edibimizdlr. Okuyup yazmak, hele mektup yazmak, onun her gün almaya mecbur olduğu bir gıda gibidir. Zamanımıza kadar muhafaza edilmiş olanlardan binden fazla kıymetli mektubu Türk Tarih Kurumu tarafından satın alınmış bulunuyor. Benim arşivimde, Namık Kemal ile alâkalı 250'den fazla yayınlanmamış mektup ve vesika vardır. Bunlar daha çok Namık Kemal’in 'aile çevresi ile, yakın dostlarıyle ilgilidir. Sonsuz sevgi ve karşılıklı muhabbetin örnekleriyle doludur.

Şakalar, nükteler, hicivler, hücumlar, endişeler, malî sıkıntılar, memuriyet nakilleri ile alâkalı teşebbüsler, kadere inanışlar, devrin büyüklerine temas eden günlük havadisler, akraba ve dost haberleri, hastalıklar ve ufak tefek aile mahremiyetleri bu mektupların içerisinde uyumaktadır...

Namık Kemal’in aile çevresinden en çok mektuplaştığı babası Mustafa Asım Bey, kızı Feride ile damadı Rıfat Beydir. Aile mektuplarının çoğunda malî sıkıntılar, memuriyet ve ev nakilleri, oğlu Ali Ekrem’in tahsiliyle alâkalı hususlar, Namık Kemal’in yazdığı eserlerle alâkalı mevzular, damadının daha iyi bir vazifeye alınması hususundaki tavsiye mektupları, kızının doğumları ile alâkalı hisli ve sevgi dolu satırlar insanı çok duygulandırmaktadır.

Hele siyasî ve maddî bakımdan çok sıkıntılı geçmekte olan hayata karşı mukavemet tavsiyeleri, çekilen çileler, kahırlı günlerin acı duyguları, refaha kavuşma özlemi, bir şehirde müştereken oturamamanın ıstırapları, gurbetin iç sızlatan tahassüsleri bu mektupları okuyanların gözlerini yaşartacak acı intibalar taşıyor.

Namık Kemal’in babası Asım Beyle yaptığı mektuplaşmalar umumiyetle kısadır. Bazen de siyasî ahval dolayısıyle rumuzludur. Asım Beyin oğlu Namık Kemal’e gönderdiği mektupların çoğu, sanki çok samimî bir arkadaşa, eski bir dosta yazılmış intibaını vermektedir. Meselâ Asım Bey, oğlu Namık Kemal'den, mutasarrıf bulunduğu Adalar’ın rakısı meşhur diyerek rakı ister! Diğer taraftan sıhhatine iyi bakmasını bir arkadaş gibi öğütler. Kendisinden örnek veren Mustafa Asım Bey, 70 yaşına geldiği halde dinç kaldığını, hatta bu yaşında bile birkaç defa daha evlenmek istediğini oğlu Namık Kemal'e yazacak kadar şakacıdır!

Bu mektuplardan daha ince tafsilât öğrenmek de mümkündür. Meselâ, Namık Kemal, Midilli’de, Rodos’ta, Sakız'da sık sık hastalanır. Babası ona denenmiş kocakarı ilâçlarının reçetesini gönderir. Namık Kemal uzun müddet tedavisi mümkün olmayan basur hastalığından bu suretle kurtulur. Namık Kemal, kıyafetine meraklıdır. Onun kostümlerini babası Asım Bey. İstanbul'da hususî terzilere diktirterek gönderir.

Namık Kemal, kızı Feride ile de uzun uzun, hatta ölüm döşeğinde bile mektuplaşmıştır. Hayatında en çok sevdiği, tek kızıdır. Ondan her doğan torunu için âdeta bayram yaparak sevinir. Kızına yazdığı mektuplarda bebeklerini kolay doğurup doğurmadığını soracak kadar samimî bir babadır. Ara sıra torunlarının kime benzediklerini, büyüdükçe ne gibi yaramazlıklar ve maskaralıklar yaptıklarını merakla sorar. Kızından aldığı mektuplara aynı gün içerisinde büyük bir haz ve zevkle cevap yazar. Mektuplarının çoğunda yavrularına iyi bakmasını, onları sütanneye bırakmamasını tembih eder.

41 ÇOCUKLU DAMAT!

90 yaşında bulunduğu halde Sadrazam ve Serdar-ı Ekrem olarak İran seferine çıkan ve meşhur Nadir Şahı mağlup ettiği sırada şehit edilen Topal Osman Paşa, tarihimizin şerefli sayfalarında yer alan bir kahramandır. Namık Kemal, bu Topal Osman Paşanın, torununun, torunudur.

Osman Paşanın oğlu Ratip Paşa da devrinin ünlü kişilerindendir. Şöhretinin hususî ve resmî iki yönü vardır. Hususî şöhreti 41 evlâdı olmasıdır! Üstelik bu kadar bol zürriyetinden sonra, bir de damat olması kayda değer hadiselerdendir. Damatlıktan sonra Kapudanı-deryalığa tayin olunan Ratip Paşanın 41 çocuğundan en meşhuru Müderris Osman Paşadır.

Bu çocuğun doğuşunda bir müneccim Ratip Paşaya gelerek, doğan bu oğlunun ileride başının kesileceğini haber vermiştir. Müneccimin bu sözü üzerine Osman, asker ve siyaset adamı yapılmayıp medreseye verilmiş ve din adamı olarak yetiştirilmiştir. Fakat Rusya ile yapılan bir muharebede askerlere yardım için medreseden çıkanlardan bir kısmı gönüllü olarak harbe katılmaya karar verince. Müderris Osman Efendi bunların başında yer almıştır.

Bizzat harbe iştirak eden ve Rusçuk taraflarında büyük varlık gösteren Müderris Osman Efendiye serdar rütbesinin verilmesi Şeyhülislâma bildirilmiş ise de Şeyhülislâm’ın - Biz din adamlarıyız, manevî mücahedede liyakat gösterenlere rütbe veririz. Millî mücahedenin mükâfatı mülkî hükümete aittir - demesi üzerine, Osman Paşaya vezirlik rütbesi tevcih edilmiştir.

Gel gelelim, müderrislikten vezirliğe yükselen Osman Paşanın kıskanç düşmanları, onu çekememişlerdir. Bunlar hünkâra yanaşarak "Eğer günün birinde Osman Paşa verilen bu rütbenin baş döndürücü sevinci ile isyan ederse, ona karşı duracak bir vezirimiz yoktur" demişlerdir. Bunun üzerine Padişah, Müderris Osman Paşayı Eğriboz Valiliğine tayin ettirerek İstanbul’dan uzaklaştırmıştı.

Ancak Osman Paşaya karşı haset ve düşmanlık bununla da kalmamıştır. Osman Paşa, Eğriboz adasını karaya bağlayan köprüyü geçip maiyeti henüz karada iken köprü berhava edilmiş ve Osman Paşa. Ada'da tek başına kalmıştır. İşte bu sırada, İstanbul’dan hususî surette gönderilmiş olan Kapucubaşı, koynundan çıkardığı idam fermanını Osman Paşaya okumuş ve iki rekât namaz kılmasına müsaade ederek başını kesip İstanbul'a getirmiştir.

O sırada Osman Paşanın kardeşi Ali Bey, Sarayda içağalığı vazifesini görmektedir. Bir gün yemekten sonra elini yıkayan Padişaha leğen tutarken kardeşinin kesik başı kendisine gösterilmiştir. Hünkâr "Asilzade kişi, Ali Bey gibi olmalıdır. Halbuki kardeşi uğraşa uğraşa başını yedi" deyince, kardeşinin kesik başını gören Ali Bey neye uğradığını bilememiş, leğeni derhal yere bırakıp Padişaha dönerek "Sana hizmet edene lânet olsun" demiş ve Saray'dan çıkmıştır.

Ratip Paşanın 41 evlâdından ve Osman Paşanın küçük kardeşlerinden olan Asaf Paşa ile Naşit Bey de babaları gibi devrin ünlü kişilerinden olmuştur. Her ikisinin de divanları vardır. En küçük kardeşleri Şemsettin Bey ise III. Sultan Selîm’in maiyetinde uzun müddet çalışmıştır. III. Selim'in tahttan indirilmesi üzerine. Saraydan ayrılmış, IV. Sultan Mustafa ile II. Sultan Mahmut tarafından yapılan davetleri reddederek, "Ben bir adama hizmet ederim." sözleriyle Saray'da hiç bir vazife kabul etmemiştir, işte Namık Kemal, bu Şemsettin Beyin torunudur.

Namık Kemal’in inceleyip, damadı Rıfat Beye anlattığına göre, Şemsettin Beyin 101 yaşında iken bir oğlu dünyaya gelmiştir ki, bu, Namık Kemal'in babası Mustafa Asım Beydir. Namık Kemal'in dedesi Şemsettin Bey, 109 yaşında, nüzul isabet ederek ölmüştür.

Mustafa Asım Bey - birinci defa - Abdüllatif Paşanın kızı Zehra Hanımla evlenmiş, Namık Kemal bu kadından doğmuştur. 7 yaşında annesini Afyon'da kaybeden Namık Kemal, dedesinin yanında büyütülmüştür. Babası Mustafa Asım Bey, ikinci kere evlenmiş ve ondan Naşit adında bir oğlu olmuştur. Mustafa Asım Bey de (1816- 1900) 84 yaşında ölmüş, oğlu Namık Kemal’in ölümünü görmek gibi bir talihsizliğe uğramıştır.

Mustafa Asım Bey, müneccimdi. İstikbalden sezintilerle uğraşırdı. Rüyaya inanır, kaderi soğukkanlılıkla karşılar, Bektaşîliğe meyilli, hoş sohbet bir kişiydi.

Namık Kemal 17 yaşındayken orta halli bir komşu kızı olan Nesime Hanımla evlenmiştir. Bu evlilik daha çok ailesinin zoruyle olmuştur. Nesime Hanım kültürsüz ve yetişme tarzı itibariyle az hassas bir kadın olduğundan Namık Kemal'i anlayacak ve onunla derin hissî bağlar kuracak seviyede değildi. Bu bakımdan Nesime Hanım, kocasından çok, kızı Feride'nin evinde yaşamayı tercih etmiştir.



2. KAYINPEDERİM NAMIK KEMAL

NAMIK Kemal’in Midilli, Rodos, Sakız adalarında memuriyeti sırasında sıhhatine bakımı bazen bir ahretliğin, bazen de uşakların eline bırakılmıştı. Ancak oğlu Ali Ekrem, mutlak surette annesini babasının yanından ayrılmamaya zorlamış ve bu suretle karı koca arasındaki geçimsizliğin giderilmesine var kuvvetiyle çalışmıştır.

Namık Kemal’in Nesime Hanımdan 1864’te doğan Feride adlı bir kızı ile, - kendisinin Paris’e firarı sırasında - 1867’de doğan Ali Ekrem adında bir oğlu olmuştur.

TOPALIN GELİYOR, TOPALIN!

Namık Kemal’in padişaha yazdığı bazı resmî ve hususî mektupları «Yıldız» evrakı arasında bulunmuş ve Prof. İsmail Hakkı Uzunçarşılı tarafından "Belleten" de neşredilmiştir. Biz bu mevzua temas etmeyeceğiz. Yalnız elimizde mevcut yayınlanmamış bir belgeden sezlldiğine göre Namık Kemal’in kızı, padişahın fermanıyle Menemenlizade Rıfat Beyle evlenmiştir. Namık Kemal, kızına gönderdiği bir mektupta padişahın fermanıyle evleneceğini, müstakbel kocasının Rıfat Bey olduğunu bildiriyor. Kızına "Topalın geliyor, topalın!" diye latife dolu yazdığı mektupta

"Bizim ecdadımızda meşhur bir topal daha vardır." diyerek, dedesinin dedesi meşhur Topal Osman Paşayı hatırlatıyor.

Namık Kemal’in kızı Feride, iri gözleriyle. beyaz teniyle, devrin en güzel kızlarından biridir. Ona birçok talipler çıkmıştır. Bunlar arasında Namık Kemal'in yakın dostlarından olan Ebuzziya Tevfik Bey de vardır.

Namık Kemal, her nedense, o devirde tanınmış kişilerin kızlarının izdivacından evvel Sarayı haberdar etmesi gibi bir geleneğe uyarak, kızı hakkında yukarıdan bir karar alınmasını arzulamış ve bu âdete uymazsa, muahazeye maruz kalabileceğini düşünmüş olabilir. Burasını sarahatle bilmiyoruz. Ancak bildiğimiz şey, Feride’nin Rıfat Beyle evlenmesi, Namık Kemal’i fazlasıyle hoşnut etmiştir.

RIFAT BEY KİMDİR?

Rıfat Beyin soyu, Adana'nın Karahisarlı kasabasını merkez olarak kullanan ve Menemencioğulları namiyle Toroslar’da ün yapan bir aşirete dayanır. Rıfat Bey, bu aşiretin son beyi olan Hacı Ahmet Beyin oğludur.

Sultan Aziz zamanında Çukurova ve Toroslar’da Kozanoğlu ile birlikte bazı aşiretlerin isyan hareketleri üzerine 1865 senesinde padişahın fermanıyle birçok aşiret reisleri yerlerinden kaldırılmışlardır. Bu arada Hacı Ahmet Bey de İstanbul'a sürülmüştür. Rıfat Bey bu sürgün esnasında 8-9 yaşlarındaydı.

Genç yaşta ayağı sakatlandığından topal kaldı. Ayrıca ailenin en küçük erkek çocuğu olduğundan, İstanbul’da büyük ihtimamla yetiştirildi. Devrin bilgili hocalarından hususî dersler aldı. Memuriyet hayatına Babıâllde Maliye ve Divanı Muhasebatta kâtiplikle başladı. Daha sonra Anadolu'nun muhtelif vilâyetlerinde ve Rumeli'de Defterdarlıklarda bulundu. Çok dürüst ve çalışkan bir memurdu. Meşrutiyetin ilk senesinde Hüseyin Hilmi Paşa kabinesine Maliye Nazırı olarak girdi. Daha sonraki kabinelerde de aynı nazıklıkta bulundu. Son siyasî vazifesi, Âyan Meclisi Reisliğidir. 1932 yılında ölmüştür.

RIFAT BEY VE NAMIK KEMAL

Nasıl tanıştıklarını kısaca Rıfat Beyin ağzından dinleyelim:

"... Peder merhum hayatta iken. Muhbir ve Hürriyet gazetelerini okurdum. Bende siyasete meyil o vakitten başlamıştır. Hürriyet gazetesinin büyük muharriri Namık Kemal, affolunarak İstanbul’a gelince, Mahmut Nedim Paşanın Sadrazamlığı sırasında, Nuri (Mabeyin Başkâtibi ve reji komiseri), Reşat (Kudüs mutasarrıfı) Tevfik (Ebuzzlya) beylerin iştirakiyle Mahir Beyin idaresinde İbret gazetesini, başmuharriri kendisi olmak üzere, neşretmişti.

19 numaradan sonra gazete 4 ay kapatıldı. Kemal Bey, Gelibolu mutasarrıflığına gönderilerek İstanbul'dan uzaklaştırıldı. Kısa süren bu vazifesinden ayrılarak İstanbul'a dönünce, İbret gazetesini 132. sayıya kadar çıkardı. Merhumun sürgünde olduğu vakit çıkardığı ilâvelerle beraber İbret’ln tam koleksiyonunu yapmıştım.

"Vatan yahut Silistre" unvanlı piyesinin Gedikpaşa Tiyatrosunda ilk defa temaşaya konulmasında, her yerin fiyatı üç kat idi. Pederin muvafakatini alarak tiyatroya gittim. Ayakta durmak için bile yer bulamayarak döndüm. İkinci defasında, fiyat iki kat oldu. Alt katta 28 numaralı locanın biletini aldım. Oyunu hayranlıkla, kendimden geçerek seyrettim. Tiyatro o gün başka bir âlemdi. Aktörlerin ağzından çıkan her cümle alkışlanıyor, tiyatro binası yerinden oynuyordu. Oyunun sonunda "Yaşasın Kemal-i millet" sesleri tiyatroyu inletti.

Bunu takiben seyirciler, «Muharriri görmek isteriz* diye bağırmaya başladılar. Bir taraftan alkış devam ediyor, diğer taraftan "Kemal'i görmek isteriz" sesleri yükseliyordu. Nihayet sahneye birisi çıktı, muharririn orada bulunmadığını söyledi. Meğerse Kemal Beyi ikinci perde açıldığı sırada tevkif edip hapishaneye götürmüşler. Ertesi günü hususî bir vapur tahsis edilerek Kemal Bey, Magosa'ya; Ahmet Mithat Efendi İle Ebuzzlya Tevfik Bey, Rodos'a: Nuri Bey ile talebeden Hakkı Efendi, Akkâ'ya gönderildiler

Abdülaziz'in hal'i günü, şair Dell Hikmet ve Ahmet Mithat Efendinin yeğeni Mehmet Cevdet Efendi, Kırkanbar matbaasında buluştuk. Magosa, Akkâ ve Rodos’taki sürgünlerimize birer telgraf yazılması kararlaştırıldı. Magosa'da Namık Kemal'e yazılacak telgraf metninin tarafımdan yazılması uygun görüldü."

Rıfat Bey o tarihe kadar, müstakbel kayınpederi Namık Kemal ile yüz yüze görüşmemişti. Ancak Namık Kemal’in Magosa dönüşünde tanıştırıldı ve onun büyük sevgisini kazandı. Sultan II. Abdülhamit devrinde Namık Kemal'in uğradığı takibat sırasında, Rıfat Beyin de onunla haberleşmeleri hafiyeler tarafından tespit edildiğinden uzun uzun sorguya çekildi ve o da Namık Kemal'in kaldığı tevkifhaneye gönderildi. İşte Rıfat Beyle Namık Kemal’in - daha sonra damatlığa varan - derin dostluğu tevkifhanede büsbütün kuvvetlendi. Namık Kemal, Midilli’ye gönderildikten sonra Rıfat Bey iki defa yanına gitti ve aylarca misafir kaldı. Damatlığı bu ikinci ziyareti sırasında kararlaştırıldı.

NAMIK KEMAL'İN ÖLÜMÜ

Namık Kemal hakkında yazılan kitaplarda, onun ölümüne, cenaze merasimine dair ya noksan, ya da birbirini tutmayan bilgiler vardır. Rahmetli şair Mithat Cemal Kuntay'ın üç büyük ciltlik Namık Kemal adlı kitabında bu kısım yer almamıştır. Yakından bildiğimize göre, Mithat Cemal Kuntay, Namık Kemal’in Sofrası adıyle 4. bir cilt hazırlamakta iken ve Namık Kemal'in ölümünü uzun uzadıya yazacakken vefat etmiş, başladığı müsveddelerin akıbeti meçhul kalmıştır.

Dünkü ve bugünkü nesil, Namık Kemal’in ölümüne dair en doğru tafsilâtı, onun en yakınından, yani oğlu Ali Ekrem'in "Namık Kemal" adlı kitabından almaktadır. Merhum Ali Ekrem Bolayır'ın bu mevzudakl izahatı da kısa olmuştur. Bunun tafsilâtını yine damadı Rıfat Beyden dinleyelim:

"... Balıkesir defterdarlığından avdetimi müteakip, Sakız’da mutasarrıf olan kayınpederim Namık Kemal Beyin müessif irtihali vuku buldu. Beni Mabeyne çağırarak vefatını haber verdikleri gibi, pederleri Mustafa Asım Beye de bir çavuş vasıtasıyla keyfiyet bildirildi. Haberi Saraydan alan Manyasizade Refik Bey (Meşrutiyetin ilk yıllarında Adliye Nazırı) Yeni Osmanlılar Cemiyetinden ve İbret gazetesinin neşrinde arkadaşları olan Mabeyin kâtiplerinden Reji Komiseri Nuri ve Kudüs Mutasarrıflığından ayrılarak İstanbul'a gelen Reşat beyleri bulup birlikte, büyük kayınpederim Mustafa Asım Beye gitmişler. Ve bu can yakan elemine iştirak etmişlerdir.

Kara haber çabuk duyulur derler. Bilmem nasıl haber almışlar. Ben eve vardığım vakit refikam ile kayınvalidem ayılıp bayılıp duruyorlardı. Ben, merhumun meftunlarından değil, âbltlerlndendim. (Henüz 11-12 yaşlarında bulunduğum sırada bir gün Kemal Bey hasta mıdır demişler, ne olmuş, namaz kılarken "Yarabbi benim ömrümü Kemal Beye ver" diye dua etmişim. Peder merhum işiterek söyler dururdu)."

"Ekrem de (Namık Kemal'in oğlu Ali Ekrem Bolayır) geldi. O da benim gibi müteessirdi. Hanımefendi (Namık Kemal’in karısı Nesime Hanım) ile merhum arasında karşılıklı bir muhabbet bulunmadığından, onun teessürü bizimkilerle kıyas kabul etmezdi. Üçümüz (Feride, Ali Ekrem, Rıfat) doya doya ağlaştık. Kayınvalide bizi teselliye çalışıyordu. Konuşmak için ağlamayı bıraktık. Müzakere neticesinde Ekrem’in Sakız’a gitmesine karar verdik.

Ertesi günü vapurla Ekrem gitti. Daha ertesi günü beni Saraydan çağırdılar. Başmabeyincl Hacı Ali Beyin yanına gittim. Ebuzzlya Tevfik Bey, merhumun Bolayır’da Gazi Süleyman Paşa türbesi avlusuna defni için, vasiyeti olduğunu arz etmiş. Mucibince irade-i seniye sadır olmuş ve Sakız'a telgrafla emir verilmiş."



3. NAMIK KEMAL’İN MEZARINDA KESİLEN KURBAN

"LİVA Maiyet vapuru Kemal'in na'şını Bolayır'a götürmeye memur edilmiş... Ertesi günkü vapurla Gelibolu’ya gittim. Gelibolu'ya gelişimde, kim olduğumu, polise de söylemedim. Yatacak bir yer sordum. Bir meyhanenin üstünde büyücek ve döşeli bir oda gösterdiler. Oraya çantamı göndererek ben de gidip hemen soyundum. Bir kahve içip yatacaktım. Jandarma kumandanının beni görmek istediğini haber verdiler.

Kumandan geldi: "Mutasarrıf beyefendi, arzı ihtiram ediyor. Burada kalmanıza razı değil. Hemen kendi hanelerine buyurmanız rlcasındadır." dedi, itizar ettim. Israrına karşı, özrümü tekrar ederek, "Vapurda rahatsız oldum, kalkacak halim yoktur. Yarın gelir, hâk-i payilerine yüz sürerim," dedim.

Kumandan gitti, yarım saat geçmeden meyhanenin önünde bir araba durdu. Mutasarrıf Nuri Bey bizzat gelerek hemen çantamın kaldırılmasını garsona emretti ve bana: "Burada kalmanız katiyen caiz değildir, buyurun," dedi.

O gece mutasarrıfın evinde kaldım. Aynı gece kayınbiraderim Ekrem Bey de Çanakkale Kumandanı Âsaf Paşanın botu ile Gelibolu'ya gelerek, mutasarrıf beyin evinde birleştik.

Verilen emir üzerine, Namık Kemal merhumun cenazesi Sakız'daki kabrinden çıkartılmış, tahnit mümkün olmadığından tabutu kurşunla sarılarak diğer bir sandığa konulmuş ve Maiyet vapuruna yerleştirilmişti. Ekrem Bey de yolcu vapuru ile Çanakkale’ye gelip oradan Gelibolu'ya gidecek bir vapur aramışsa da bulamamış, Âsaf Paşa haber aldığından kendi botu ile Gelibolu'ya göndermişti.

O gece orada kalınarak ertesi günü, mutasarrıf beyin arabası ile Bolayır'a gidildi. İki gece, orada Şehzade Gazi Süleyman Paşanın türbesi bitişiğindeki odada kaldım. Üçüncü günü. Maiyet vapuru körfezde göründü. Vapurun sancağı yarıya indirilmişti.

Ben, ayağımdaki arıza sebebiyle, sahile kadar inemedim. Bir bölük kadar askerle, Bolayır'ın çocukları, Ekrem ile beraber indiler. Mübarek tabut gelinceye kadar ben inişin başında bekledim. Oradan tabuta refakat ederek, türbeye kadar geldim.

Kapıda bulunan bir müfreze asker tabutu selâmladı. Göz yaşları sel gibi akmaya başladı. Ben ise kendimi bilmeyecek bir hale geldim. Yanımdaki bir odaya götürdüler. Bilmiyorum, oranın âdeti midir? Bir kurban getirip, mezarın üstünde kestiler ve kanını mezara akıttılar.

Mukaddes tabut, mezara indirildikten sonra artık orada işimiz kalmadığından, hemen Gelibolu’da, hazır bulunan vapura binerek İstanbul'a döndük."

KEMAL'İN TORUNLARI

Şimdi, Namık Kemal ailesinin devamını, kızı Feride ile oğlu Ali Ekrem’in ve bunlardan olan çocukları, eski fotoğraflarla izleyelim. Evvelâ, şurasını hemen belirtmek isterim ki, Namık Kemal’in kızı Feride"nin fotoğrafı yoktur. Neden? Namık Kemal, huyu itibariyle fotoğraf çektirmekten, fotoğrafçı önünde uzun uzun poz vermekten hazzetmediğini yakınlarına çoğu zaman ifade etmiştir. Hatta: "Fotoğrafçıya poz vermek, benim için, sırat köprüsünden geçmek gibidir," diye latifelerde bulunmuştur. Bu nedenle, şairimizin mevcut fotoğrafları, parmaklarımızın adedini geçmez.

Fakat damadı Rıfat Bey, fotoğrafa büyük değer verir. Feride ile evlendikten sonra birlikte bir fotoğrafhaneye gidip aldırdıkları resmi, babaları Namık Kemal’e gönderirler. Namık Kemal bu fotoğrafı hiç beğenmez. Çünkü Feride, Namık Kemal’in gözünde dünya güzelidir ve fotoğrafta hiç de bu güzellikten eser yoktur. Derhal fotoğrafı yırtar ve fotoğrafhanedeki negatifin de kırılmasını İster. İşte bu yüzden Namık Kemal’in tek kızı Feride’nin, çocuklarına ve torunlarına hatıra olarak bırakacağı bir resmi yoktur.

Feride, kocasının defterdar olarak bulunduğu Şam'da 30 yaşında, veremden öldüğü zaman, arkasında dört öksüz çocuk bırakmıştır.

Namık Kemal’in kızı Feride'den olan torunlarının ikisi kız, ikisi erkektir.

Şairin, kucağına alarak doya doya sevebildiği ilk torunu — geçen yıl 85 yaşında vefat eden — Muvaffak Menemencioğlu’dur. Uzun yıllar Anadolu Ajansı Umum Müdürlüğü yapmıştır. Meşrutiyetin ilk yıllarında Paris'ten modern sporu Türkiye'ye getirmeye çalışanlardandır. Bizde fotoğrafla ilk spor yazarlığını yapan da odur.

Muvaffak Menemencioğlu'nun halen biri Londra'da oturan Nermin ile Türkiye'de bulunan Suzan adında iki kızı ve Turgut adında bir oğlu vardır. Bu Turgut, Büyükelçi Turgut Menemencloğlu'dur. Namık Kemal’in ikinci erkek torunu, eski Dışişleri Bakanlarından Büyükelçi Numan Menemencloğlu'dur ki, (1892 - 1958) Namık Kemal'in ölümünden sonra doğmuştur. Onun adına izafeten (Numan Kemal) adı verilmiştir. Numan Bey, çocuksuz vefat etmiştir.

Namık Kemal'in Ferlde'den, iki kız torunu olmuştur ki, bunların ilki halen 84 yaşında olan Beraat Hanımdır. Aile içerisinde buna "Büyük Beraat Hanım" denilir. Çünkü Namık Kemal'in oğlu Ali Ekrem'den olan bir torununun adı da Beraat'tır. Ona da aile arasında küçük Beraat denilmektedir.

Namık Kemal hayatta iken doğan Beraat Hanım, 84 yaşında olduğu halde dinç bir hafızaya maliktir, çocukluğu, annesi ile dedesi arasında geçen yazışmalara göre hırçın geçmiş ve dedesi Namık Kemal onun yaramazlıklarını kızından aldığı mektuplardan öğrenerek latifell cevaplar yazmıştır.

Namık Kemal'in ilk kız torunu olan Beraat Hanım, 1901 yılında Babıâli Hukuk Müşavirliğinde çalışan Mümtaz Beyle evlenmiştir. Daha sonra Adana Valiliği yapan Mümtaz Bey. İller Bankasının ilk umum müdürü olmuştur (1872-1935).

Kocasını 1935 yılında kaybeden Beraat Savut, ayrıca iki büyük felâkete uğramış, genç yaşta iki oğlunu kaybetmiştir. Bunlardan küçük oğlu İlhan Savut eski içişleri bakanlarından merhum Şükrü Kaya'nın damadı, hâriciyemizin parlak istikballi gençlerinden biri iken, Adnan Menderes'le Londra’ya giderken, uçak kazasında ölmüştür.

Namık Kemal'in kızından ikinci kız torunu rahmetli Nahide Hanımdır (1887-1962). Doğuşunda dedesine çok benzediği Mustafa Asım Beyin, Namık Kemal'e yazdığı bir mektuptan anlaşılıyor. Bu kızın adını evvelâ Safiye olarak nüfusa geçirmişlerse de, Namık Kemal bu addan hiç hoşlanmamış, (Barika), (Basıra), (Vicdan), (Nahide) isimlerinden birini seçmesini mektupla kızı Feride'ye bildirmiştir. Nahide adı uygun görüldüğünden, Safiye adı unutulmuştur. Namık Kemal'in ikinci kız torunu Nahide, babası Rıfat Bey tarafından, Bedii Beyle evlendirilmiş ve iki oğlu (tanınmış işadamlarımızdan Bülent Büktaş ile Mücahit Büktaş) ve Nevin ile Berin adlı iki kızı olmuştur.



4. BİRİNİ AŞK GÖTÜRDÜ, BİRİNİ TİFO ALDI..

NAMIK Kemal'in tek oğlu. Ali Ekrem Bolayır'dır (1867-1937). O doğduğu zaman Kemal, Avrupa'daydı. Babası Mustafa Asım Bey bu doğumu müjdeleyen mektubunda, ona konulacak adı da Namık Kemal'den sormuştu. Namık Kemal, Recaizade Mahmut Ekrem’i çok sevdiğinden, gurbette doğan bu oğluna Ekrem adını verdi. Ali Ekrem, çocukluğunu kısmen babasının, kısmen dedesinin yanında geçirdi. Bir aralık hemşiresi Feride ile eniştesi Rıfat Beyin evinde kaldı.

Tahsiline Arapça ve Farsça lisaniyle, hususi hocalar yanında başladı. Batıyı görmüş olan Namık Kemal, oğlunu Avrupa'da okutmak ve Batılı yetiştirmek istiyordu. Oysa, sürgün hayatı ve maddî imkânsızlık bu arzusunu engelliyordu. O sıralarda yurt dışında tahsile gitmek, umumiyetle Sarayın bilgisine, hatta müsaadesine dayanırdı. Avrupa'da tahsile gönderilecekler, Saray tarafından seçilecek olurlarsa, masrafları Hazine tarafından karşılanırdı. Nemık Kemal için, tek oğlunu Avrupa'da okutmak büyük bir gaye idi ama, bunu sağlayacak maddî varlıktan mahrumdu. Çareyi, Saraya müracaatta buldu ve oğlunun Avrupa’da tahsil ettirilmesini rica etti.

II. Sultan Abdülhamlt, Namık Kemal'in arzusunu yerine getirmedi ama, onu tatmin için Ali Ekrem'i Mabeyin Kâtipliğine, yani Saray'daki bürosuna, tayin ettirdi. Bu suretle Namık Kemal’in oğlunu, bir nevi hem himayesine, hem de gözaltına almış oluyordu. O devirde Mabeyin Kâtipliği diğer memuriyetlerden üstün sayılıyordu. Ali Ekrem, bu vazifeye tayin edilirken, Namık Kemal de Sakız’da ölümle pençeleşiyordu. Netekim o sıralarda vefat etti.

Ali Ekrem, bir taraftan Saray'da kâtiplik yapıyor, bir taraftan da H. Nadir takma adı ile manzumeler yazıyordu. Gerçi yazdıkları, babası ayarında değildi; fakat Namık Kemal'in oğludur diye itibar görmekteydi. Pek nazik, muaşeret usullerine fazlasıyla vâkıf, münevver bir Babıâli efendisi idi. Sarayda uzun müddet kâtiplikten sonra, Kudüs mutasarrıflığına tayin olundu. Şimdiki Akdeniz'deki adaların çoğu o zaman blzimdi. Bu adalar valiliğini yaptı.

1908 inkılâbından sonra, Namık Kemal'in oğlu hakkındaki görüşlerde İttihatçılar, ikiye ayrıldılar. Bir kısım İttihatçı idareciler onun azline gittiler. Büyük Kabine zamanında Ali Ekrem aynı vazifeye iade edildi. Daha sonra İstanbul Edebiyat Fakültesinde profesörlük yaptı: bu arada Galatasaray Sultanîsinde, askeri liselerde edebiyat dersleri okuttu

Ali Ekrem, Yıldız Sarayı'nda Mabeyin Kâtibi İken, Mısırlı Celâl Paşanın kızı Celile Hanımla evlendi. İlki erkek, diğer üçü kız, dört çocuğu oldu.

NAMIK KEMAL AİLESİNİN İLK
KURBANI: CEZMİ 'NİN İNTİHARI

Namık Kemal'in, Ali Ekrem'den olan ilk torunu, 11 mart 1896’da doğdu. İsmini, Mehmet Kemal Cezmi koydular. Cezmi, Namık Kemal'in ünlü bir eserinin adıdır. Ali Ekrem, babası Namık Kemal'in kendisi hakkında Avrupa'da tahsil yaptırmak arzusunu oğlu Cezmi için uygulamak istedi. Onu Namık Kemal'e lâyık bir torun olarak yetiştirmek arzusundaydı. Cezmi'nin musikide büyük kabiliyeti vardı. Mektep sıralarında verdiği konserler, onu küçük bir yıldız olarak belirtiyordu.

Cezmi evvelâ İstanbul'da Türk ve yabancı mekteplerde okutuldu, sonra İsviçre'ye gönderildi. Orada bilgisini ve tahsilini ilerletmekle kalmadı, musiki sahasında ün yapacak bir kabiliyet olarak yurda döndü. İstanbul'da da hususî surette müzik derslerine devam etti.

O zaman Ali Ekrem Bey, Boğaz'da, Arnavutköy'de oturuyordu. Cezmi'nin müzik hocası Belçikalı evli bir kadındı. O da Büyükada'da otururdu. Cezmi'ye ders vermek için bazen evlerine gelir, bazen de Cezmi onun evine giderdi.

İşte ne olduysa bu sıralarda oldu! Müzik nağmeleri içerisinde genç talebe ile ondan çok yaşlı, çoluk çocuk sahibi hoca arasında başlayan aşk alevi, Cezmi'nin kalbini ve kafasını yakmaya başladı. Belçikalı kadın, Cezmi'nin kendisine olan bu çocukça meylini biliyor, onu kırmadan münasebetlerini normal şekilde devam ettirmeye çalışıyordu. Ruh sıkıntıları içerisinde sinirleri bozulan Cezmi, bu kadını, kocasından bile kıskanmaya başladı!

Müzik sesi arasında doğan bu aşkı, Cezmi yenemedi. Çok hassas ve biraz da hasta ruhluydu. 6 mart 1917 günü, Şişli'de eniştesi o zamanki Ayan Reisi Menemenlizade Rıfat (Menemencioğlu) Beyin evinde, onun tabancasını ele geçirerek intihar etti. Yakında oturan Doktor Aristldi Paşa ilk imdada koşanlardan oldu. Cezmi'yi yaralı olarak Şişli Çocuk Hastanesine kaldırttı.

Bütün İstanbul çalkanmıştı. İntiharın sebebini tahkik için adli merciler işe el koydular. Kendisine doktor süsü vererek tahkikatı yürüten müddeiumumi, Cezmi'nln ölmek üzere bulunduğu dakikalarda ona birçok sualler soruyordu. Tahkikatın aydınlatılması bakımından intihar sebebini soran salahiyetli memura Cezmi, gözlerini kapatarak şu son sözleri söyleyebildi:

- Beyefendi, ben hayatımla uğraşıyorum. sizi doktor zannettim, can çekişen bir gence böyle bir sual sorulur mu? Ben, ölümden kurtulmak dahi istemem!

Cezmi, intihar teşebbüsünden iki gün sonra hastanede öldü. Büyük bir cenaze merasimi yapıldı. Namık Kemal'in oğlundan olan ilk torunu genç yaşta toprağa verildi. Bu cenaze merasimini başta gözleri yaşlı olarak devrin Sadrazamı Sait Halim Paşa ile Talat Bey (Paşa), Maliye Nazırı Cavit Bey ve Hüseyin Cahit Bey gibi İttihat ve Terakki'nin tanınmış kişileri takip ettiler.

Cezmi'nin feci şekilde hayatına kıyması Namık Kemal ailesini perişan etti. Zavallı babası şair Ali Ekrem, bu felâket karşısında, Recalzade Mahmut Ekrem’in genç yaşta ölen oğlu Nejat için yazdığı mersiyelere benzeyen manzumeler yazarak kendini avutmaya çalıştı.

NAMIK KEMAL AİLESİNDEN
GENÇ BİR ÖLÜM DAHA

Namık Kemal ailesindeki bu erken yaprak dökümü, bu kadarla kalmadı. Ali Ekrem'in mavi gözlü güzel kızı Masume, yaptığı kısa süren iki evlilikten, beklenilen saadete erememiştl. Üçüncü bir evlenişle Kahire'ye gelin gitti. Orada 28 yaşındayken tifodan öldü.

Masume 1899 yılında dünyaya gelmişti. Namık Kemal’in oğlundan olan, ilk kız torunuydu. Doğduğu zaman babası Ali Ekrem Bey, Mabeyin Kâtipliğinde çalışıyordu. Bu doğum padişaha duyuruldu. Sultan II. Abdülhamit yavruya Ülviye Şükriye adını verdi. Nedense daha sonra aile bu adı benimsemeyip Ayşe Masume'yi uygun buldu.

Masume, 6 yaşındayken, Şehzade Kemalettin Efendiden, Türkçe dersleri alarak tahsiline başladı. Bir aralık Rodos'ta Sörler Mektebi'nde okudu; daha sonra 1912 yılında Harbiye’dekl Fransız Kız Mektebi'ne devam etti. Değişik tabiatlı, hassas bir kızdı. Tutumu hayatın dikenli yollarında desteksiz yürüyebilecek metanette değildi. Yetişme çağına gelince, halazadesi Numan Beyle evlendirilmesi aile arasında söz konusu oldu. Fakat bu mevzu sözde kaldı.

Masume 1917 yılında kısa süren bir evlilikten sonra, ikinci evliliğini yaptı; ondan da ayrılarak ruhunun sükûneti için ailesi tarafından kısa bir müddet Berlin'e ve Paris'e, oradaki yakın dostlarının yanına gönderildi. Avrupa’dan dönüşte, Masume üçüncü izdivacını, annesinin akrabasından Topuzzade Tevfik Beyle 1926 yılında yaptı ve Mısır’a gitti. Orada hastalandı ve 28 yaşını bitirdiği sırada tifodan öldü.

Şair baba, 20 yaşında bir oğul kaybetmenin çöküntüsünden sonra. 28 yaşında ilk kızının ölümü ile büsbütün ezildi. Bu iki acıyı, hatıra defterinde şu kıta ile dile getirdi:

Yavruların annesine dedim ki,
İki kalbe az gelirdi bir mezar...
Yalnız kalsın (Cezmi) senin kalbinde.
Kalbimde de (Masume) nin kabri var.

Ali Ekrem, talihsiz bir baba olarak, uğradığı felâketlerin acısını hafifletmek için ömrünün son senelerinde geniş dost muhitleri seçmişti. Bir aralık kendisini edebiyata ve biraz da içkiye verdi. İç sıkıntısını gidermek için aldığı içki de onu hayata bağlayamadı. 1937 yılında, sessiz sedasız, aramızdan ayrılıp gitti. Eşi Celile Bolayır da 1953 yılında öldü.

Namık Kemal'in - oğlu Ali Ekrem’den olan - iki kız torunu hayattadır. Bunlardan 1902 doğumlu Hatice Selma Bolayır, uzun yıllardan beri Amerika'dadır ve oraya yerleşmiş gibidir. Amerika'ya ilk defa 1923 senesinde giden Selma, arada Türkiye'ye muhtelif defalar gelmişse de tekrar Amerika’ya dönmüştür. Orada İngilizce üç mühim kitabı yayınlanmış ve büyük okuyucu bulmuştur. Namık Kemal'in oğlundan olan son torunu, aile arasında, Küçük Beraat namı ile adlandırılan Fatma Beraat Bolayır'dır. Halen İstanbul'da, Şişli'de mütevazı bir apartman dairesinde, acı, tatlı aile hatıraları ile baş başa yaşamaktadır. Hayatını, tamamen hayır işlerine, fakir ve kimsesiz çocukların kültür hizmetlerine bağışlamıştır,



5. "YAKINDA KARA HABER ALACAKSIN!..."

NAMIK Kemal ailesi hakkındaki yazı serisi, burada sona eriyor. Ünlü şairin çoğumuzun meçhulü olan soyuna ait bilgiler, ilk yazımızdan itibaren okuyucularımızda merak ve alâka uyandırmıştır. Öyle sanıyoruz ki, bazı meçhuller de biraz aydınlığa kavuşmuş oluyor. Bu arada kızı Feride'nin evlenme şekli, oğlunun Avrupa'ya tahsile gönderilmesi yerine padişah tarafından Mabeyin kâtipliğine alınması, şairin kendisinden - bugünkü kuşağa kadar - devam eden neslinin panoraması ilgiyle okunmuştur.

Hepsinden önemlisi, Namık Kemal'in fotoğraflarıdır. Bildiklerimizden çok değişik resimlerin bulunuşu, bir adım sayılabilir. Bugüne dek tarihlerimizde, edebiyat kitaplarımızda gördüğümüz tepesinde bol ve gür saç bulunan Namık Kemal resimlerinin, onun son yıllarındaki tipini aksettirmediği gerçeği ortaya çıkmıştır. Olsa olsa, kitaplarımızda yer alan Namık Kemal'in, ithaflı ve ithafsız klasik resimleri, tamamen gençlik devresine ve belki de Avrupa’daki yıllarına aittir.

Bu sayfada, Namık Kemal'in hiç neşredilmemiş bir fotoğrafını daha görüyorsunuz. Tepesindeki saçların dökülmeye başladığını tespit eden bu resim, müzemize "Namık Kemal'in Gençliği" olarak girmiş bulunuyor! Genç yaşta tepesi böylesine açılan Namık Kemal'in, son yıllarında tepesinde saç kalmaması ve hele gür saçlı hiç olmaması lâzım. Neteklm yazı serisinin birincisinde, Midilli Mutasarrıfı Namık Kemal olarak yayınlanan fotoğrafta tepesinde tek saç bulunmaması, gerçek Namık Kemal'in resmi olduğu kanaatini doğrulayacak niteliktedir.

Birçok tarih, edebiyat kitaplarıyle dergilerinde, son yıllarındaki resmidir diye bol ve gür saçlı Namık Kemal'ların yer alması, insanı epeyce düşündürmektedir. Gerçekten Namık Kemal, son senelerinde böyle miydi? Yoksa bunlar, şairimizin çok genç yaşında aldırdığı resimlerden teksir edilerek, biraz da heybetli gözüksün diye fotoğrafçılar tarafından üzerinde işlenmiş fotoğraflar mıdır? Netekim, eski harflerle Mısır’da bastırılan "Namık Kemal" adlı kalın bir kitapta, şairin mevcut fotoğrafları üzerinde münakaşalar yapılmakta, hatta bazı tereddütler ortaya atılmış bulunmaktadır.

Netice şudur ki, mevzu, hakikaten üzerinde durulmaya değer. Namık Kemal. 30 yaşında iken, yani Avrupa'dan dönüşü sırasında bile gür saçlı değildi. Fakat daima sakallı idi. Hele saçları hiç de böylesine gür ve siyah değildi. Kumral, hatta kumraldan daha açık olarak sarışındı.

İlk defa yayınlanan bu nüshadaki Namık Kemal'in "Tanzimat Müzesi"ndeki gençlik resmine bakınız: Namık Kemal'in gençliği böyle olursa, yaşlılığında tepesinde gür saç bulunması mümkün olur mu?

BÜYÜK BEYİN SON GÜNLERİ

Namık Kemal'in babası Mustafa Asım’ın aile arasında adı "Büyük Bey"dir. Oğlundan 12 yıl sonra 1900 yılında öldüğünde 84 yaşını bitirmiş, 85 yaşına girmişti. Namık Kemal gibi bir evlâdın acısını hafifletmek için son günlerini, esasen mesleği olan müneccimliğe vermişti.

Gaipten haber vermeye, bazı emarelerden faydalanarak geleceğe ait sezişlerde bulunmaya meraklıydı. Netekim oğlunun acı akıbetini de önceden içinde duymuştu.

Damadı Rıfat Bey. kayınbabası Namık Kemal'in ölümünden bir ay kadar evvel Balıkesir Defterdarlığından ayrılarak İstanbul'a dönmüştü. Yerleşme günlerinde, bir gün yeni evlerine Büyük Bey geldi. Hem torunu Feride'yi görmek, hem ondan doğan küçük torunları kucaklayıp sevmek için bu ziyareti yapmıştı.

Büyükle büyük, küçükle küçük olmasını bilen bir yaradılışta, şakacı, hoş sohbet olan Büyük Bey, torunu ve torununun çocuklarıyle tatlı bir gün geçirdi. Ayrılırken elini öpen damadı Rıfat Beyin kulağına, korkulu ve endişeli bir sır söyler gibi şunları fısıldadı:

- Yakında bir kara haber alacaksın!

Hakikaten bir ay geçmeden Namık Kemal'in Sakız'da öldüğü, saraya çağrılmak suretiyle, damadı Rıfat Beye bildirildi. Yani bu ölümü, Yıldız Sarayı, Namık Kemal ailesinden daha önce haber almıştı.

Büyük Beyin müneccimliğine, istikbalden sezişlerine dair birçok hikâye anlatılır. Bir keresinde, boşta kalan Namık Kemal'in damadı Rıfat Bey, taşrada bir vazifeye talip olunca kendisine Van Defterdarlığı teklif olunur. Rıfat Bey, Büyük Beye danışır. Büyük Bey, cevap vermek için mühlet ister. Üç gün sonra:

- Van'a git... ileride orada bir felâket zuhur edeceğe benzer! Fakat sizin aile efradının adedinde bir noksanlık gözükmüyor... der. Rıfat Bey, Van Defterdarı iken büyük bir zelzele olur, halkın bir kısmı ile birlikte kışın şiddetli birkaç haftasını ailesi efradı çadırda geçirir.

BÜYÜK BEYİN MERAKLARI

Büyük 8ey hususi hayatında içkiyi çok severdi. Çapkıncaydı da... Fakat son eşinin Naşit adında bir çocuk doğurması ve onu çok sevmesi sebebiyle, üzerine herhangi bir kadınla evlenmek veya eğlenmek istememişti. Büyük Bey, gerek büyük oğlu Namık Kemal ile gerek son çocuğu Naşit ile bir içki sofrasında birlikte oturacak kadar arkadaş idi! Netekim Avrupa dönüşünde Namık Kemal şerefine eliyle bir sofra hazırlamıştı.

Büyük Bey mütevekkildir. Bektaşîliği sever, hoş fıkralar anlatır. Kadere inanır. En ağır hadiselere bile sızıltısız katlanmaya çalışır. Namık Kemal'in 27 yaşındayken Avrupa'ya firarında babası onu asla muaheze etmemiştir. Oğlunun ileri görüşlü yetişmesini ve bir mücadele içerisinde bulunmasını yadırgamamıştır. Onun karısını ve çocuklarını bağrına basarak, kendisini, onların hizmetine vermiştir. Bu suretle Namık Kemal’in gözlerini arkada bırakmamıştır.

Ama Büyük Beyin bir merakı vardır: Rütbe ve nişan! O devirde revaçta olan ve her memurun beklediği şeylerdir bunlar... Mustafa Asım Bey, oğlunun Midilli'de, Rodos'ta ve Sakız'da mutasarrıf olarak bulunduğu yıllarda gönderdiği mektuplarda, bu mevzua büyük ehemmiyet verir. Oğlundan tek ricası şudur: Babıâli'de veya Mâbeyin'de yakın dostları nezdinde tavassutta bulunması ve babasına yeni bir rütbe ve nişan verdirmesi!

FERİDE’DEN KALAN TEK HATIRA

Namık Kemal’in kızı Hatice Feride Hanım veremden ölmüştür. Uzun tedavi görmüşse de hastalığı önlenememiştir. Kocası Rıfat Bey, Şam'da defterdar iken, oranın sıcak iklimi Feride'ye uygun gelmediğinden, hastalığı büsbütün artmıştır. Bunun üzerine Rıfat Bey, müsait iklimli bir yere, ya bir mutasarrıflığa, yahut yine defterdarlığa nakledilmesini, İstanbul'a gönderdiği resmi ve hususi mektuplarda tekrarlamıştır. Uygun cevap alamaması üzerine istifa suretiyle Şam'dan ayrılırken, yolda Feride, hayata gözlerini kapamıştır.

Feride'nin pek genç yaşta 1896 yılında ölümü bütün aileyi üzmüştür. Mezarı Beyrut'tadır. Kocası Rıfat Bey, yıllardan sonra Maliye Nazırı olduğu sırada, ona güzel bir mezar yaptırmış, daha sonra küçük oğlu Numan Menemencioğlu, Beyrut'ta Başkonsolos olarak bulunurken, annesinin mezarını tamir ettirmiştir. Ferlde'nin çocuklarına ve torunlarına yadigâr olarak bıraktığı tek fotoğrafı yoktur. Ancak kendisinden sonrakilere kalan tek hatıra, şu sayfada gördüğünüz bir mezar resmidir.

TAHA TOROS
Taha Toros Arşivi, 580859

ŞİİRLERİ



ARKADAŞINIZA GÖNDERMEK İÇİN:





ŞİİR PARKI