Şair Nigâr, Tanzimat'tan sonraki edebiyatımızın ilk kadın şairi olarak haklı bir şöhret yaptı. Eğitimi ve büyük kültür birikimiyle, Batı'da yepyeni bir Türk kadını imajı yarattı.
Şair Nigâr Hanım, Türk edebiyatının yetiştirdiği en büyük kadın şairlerdendir. Avrupa’da da en çok tanınan edebiyatçılarımızdan olan Şair Nigâr Hanım, Osmanlı Devleti’nin son döneminde Osmanbey’deki konağı ile Rumelihisarı’ndaki salonlarını, yerli ve yabancı edebiyat ve sanat adamlarına açmış, Batı’da yapılmakta olan kültür toplantılarının benzerlerini Türkiye’de ilk kez başlatmıştır. 7 dil bilen Şair Nigâr Hanım, 2 Padişah, 5 Hükümdar, 3 Kraliçe’yle görüşmüş, Sultan Abdülhamit’ten nişan almıştır.
Şair Nigâr Hanım’ın babası, 19. yüzyıl ortalarında Macaristan’dan Osmanlı topraklarına sığınmıştı. Bilindiği gibi, bu yıllarda, Orta Avrupa’da ihtilaller dönemine girilmiş, Batı’dan kaçmak zorunda kalan birçok hürriyetçi Osmanlı topraklarına sığınmıştı. Türkiye’ye sığınanlardan biri de, Şair Nigâr Hanım’ın babası, Macar kökenli genç Andor Farkaş’dı. Kendisi, ressamdı, müzisyendi ve 4 yabancı dil bilen bir filologdu. Türk ordusuna yüzbaşı olarak katıldı. Kırım Savaşı’nda, Serdar-ı Ekrem (Başkumandan) Ömer Paşa’nın yaverliğini yaptı. İslam dinini kabul ederek Osman Nihali adını aldı. Macar Osman Paşa olarak anılan Osman Nihali, Mutasarrıflık hizmetinde bulunan ve Sadrazam Keçeci Fuat Paşa’nın Mühürdarlığını yapan İzmirli Nuri Bey’in kızı Emine Rıfati Hanımla evlendi. Bu evlilikten iki çocuğu oldu.
Bunların ilki 1862 yılında doğan Nigâr, İkincisi 9 yaşındayken, Fatih’te Fil Yokuşu’nda bir kaza sonucu ölen Ali’ydi. Nigâr Hanım, 5 yaşındayken babası ve özel öğretmenler tarafından eğitilmeye başlandı. 7 yaşındayken Kur’an okumasını öğrendi. Aynı yıl, Kadıköy’de Madam Garos’un özel okuluna, yatılı olarak verildi. Bu okulda, Fransızca, piyano, resim, dikiş, bale ve dans öğretilirdi. Küçük Nigâr, bunların tümünde üstün başarılı bir öğrenciydi. Öte yandan, bu yatılı Fransız okulundaki zengin ve tanınmış azınlık ailelerinin kızlarından İtalyanca, Ermenice, Rumca da öğrendi. Babasından da Macarca ve Almanca dersleri aldı. Fransızcayı Letamsier’den, piyanoyu Dikran ve Borci’den, resmi Simon’dan öğrenen Nigâr, haftada iki defa özel ders aldığı Şükrü Hoca’dan -Fransızca’dan başka- Arapça ve Farsça öğrendi. Aynı hocadan din dersleri de aldı.
Nigâr Hanım 13 yaşında bir aşk izdivacı yaptı! Olay şöyle başlamıştı: Nigâr, Kadıköy’deki yatılı okuldan, bazan haftada, bazan on beş günde bir evine çıkardı. İstanbul’un saygın kişilerinden olan Hacı Salih Efendi’nin, İhsan adında bir oğlu vardı. Özel olarak okutulmuş -ailenin tek oğlu olarak- nazlı büyütülmiiştü. İhsan, Nigâr’ı okul çıkışında, Çengelköy iskelesinde gördü. Görür görmez âşık oldu! Hafta sonlannı sabırsızlıkla bekleyerek onu izliyordu. İhsan, bu küçük kızla evlenmek istediğini, kendisinden 10 yaş kadar büyük ablasına açtı. Ablası, Hacı Salih Efendi’nin konağına hâkimdi. İstanbul’da Divanyolu’ndaki, günümüzde Sağlık Müzesi’nin bulunduğu bina Hacı Salih Efendi’nin konağıydı. Nazlı ve biraz da şımarıkça büyütülen çocuğun bu erken arzusuna ailesi karşı koyamadı. Nigâr Hanım’ın ailesiyle temasa geçtiler.
Nigâr henüz 12 yaşındaydı! Babası Macar Osman Paşa bu yaştaki evliliğe karşı çıktı. İhsan’ın ailesine, birkaç yıl beklemelerini önerdi. Ancak karşı taraf ısrarlıydı. Nigâr’ın annesi, bazı ailelerde, böyle çocuk yaşta evlilikler yapıldığından söz ederek kocasının muvafakatini sağladı. Nigâr, 1872 yılında -12 yaşındayken- nikâhlandı. 1873 yılında -13 yaşında- İhsan ile evlendirildi ve Sultanahmet’te, Divanyolu’ndaki konağa gelin oldu.
Nigâr Hanım’ın ilk evlilik yılları normal sayılırsa da, kocasının dışarıdaki gece hayatına ve kumara eğilimi, yuvalarına huzursuzluk getirdi. Aile düzeni bozuldu. Konağın yüksek tavanlı odaları, Nigâr Hanım’ın yürekler sızlatan acılarını dindiremedi. 19 yaşındayken boşandı. Bu ayrılık küçük yavrularının üzerinde olumsuzluklara neden olunca, çocuklarına ana şefkatini tattırabilmek için, tekrar evlendiler. Bu birleşmede çocuklarının, İhsan Bey’in ve kayınpederi Hacı Salih Efendi’nin ricası etkili oldu. Ne var ki, “huylu huyundan vazgeçmez” sözü çok zaman gerçeği yansıtmıştır. İhsan Bey, eski alışkanlığını sürdürdü ve babasının servetini, gece âlemlerinde yemeye başladı.
Sırf çocuklarını düşünerek İhsan Bey’le tekrar evlenen Nigâr Hanım, tam bir hayal kırıklığına uğradı. Yuvaları ikinci defa bozuldu. Bu boşanma hem çocuklarını, hem Nigâr Hanım’ı çok üzdü. İhsan Bey’le Nigâr Hanım’ın 3 oğlu oldu. Her üçü de Sultan Abdulhamid’in emriyle, Mekteb-i Sultani’de (Galatasaray) parasız yatılı okutuldu. Annelerinin şefkatli ve duygulu tutumlarıyla eğitilen bu çocuklar, Türk kültür hayatının tanınmış kişileri arasında yer aldılar.
Şair Nigâr Hanım’ın eserlerinden sözeden ünlü bir edebiyatçımız “Onun en değerli eserleri üç oğludur” demiştir. Bu söz, bir dönem dillerden düşmeyen bir tanımlama oldu. Çocukları, Salih Münir Nigâr (1880-1940), Salih Feridun Nigâr (1882-1969), Salih Keramet Nigâr’dır (1885-1987). 102 yaşında ölen Keramet Nigâr hariç, diğerlerinin nesli devam etmektedir.
Nigâr ailesinin genel olarak, belirgin niteliği, kültür ve sanat konularındaki ağırlığıdır. Osman Paşa, kızının kendisi gibi yabancı dil öğrenmesini, müzisyen olmasını, resim yapmasını arzuluyordu. Nigâr Hamm, kendisini çeşitli diller öğrenmeye, müziğe ve edebiyata verdi. Son yıllarında bile her gün 2 saat piyano çaldığı olurdu. Edebiyat dünyasına küçük yaşta adımını attı, ilk manzumesini 14 yaşında yazdı. Bu, bir mersiye idi. Kardeşi Ali’nin, Fatih’te Fil Yokuşu’nda bir kazaya kurban gidişi, onun kalbinde derin bir yara açtı. İlk şiiri bir mersiye oldu. Ne acı bir rastlantıdır ki, Nigâr Hanım’ın son manzumesi de bir mersiye oldu. Döneminin ünlü bir edebiyatçısı, editörü M. Rauf Bey, 35 yaşında tifüsten ölünce, Nigâr Hanım son yazısını, bu gence bir mersiye olarak yazdı.
Nigâr Hanım’ın edebiyat hayatında, anne ve babasından büyük teşvik gördü. Anılarında bu konuya, özetle, şöyle değinir:
"... Benim şiire merakım yaratılışımdan kaynaklanır. İlk şiirimi üzüntülü bir sarsıntının etkisiyle yazdım. Şiir yazmakta yaratılışımın elverişliliği yanında, annemin etkisi oldu. Annem çok şiir bilen bir kadındı. Bana ilk şiir zevkini o aşıladı. Babamın bu konudaki teşviki de beni güçlendirdi”.
İlk kitabı 1886’da yayınlanan Efsus’tur. Bundan sonra 1896’da Neyran, 1900’de, Aksi Sedâ neşredildi. Manzumelerinde bol miktarda Arapça ve Farsça kelimeler kullanmıştır. Şiirlerinde bazan Recaizade’nin, bazen Abdülhak Hamid’in etkisi görülür. Ne var ki seçtiği konular içinde kadın ızdırabı ağırlıktadır. Şiirlerinde, Batılı bir hava da sezilir. Bu yüzden Tanzimat’tan sonraki edebiyatımızın ilk kadın şairi olarak, haklı bir şöhret yapmıştır. Abdülhak Hamid “Avrupa'nın en uygar ülkelerinde bile böyle bir kadına az rastlanır” demektedir. Eserlerinde ızdırabını işlemekle beraber, vatanının güneşine, baharına, mehtabına, semasına doyamaz. Denize hayrandır. Boğaziçi’ne aşıktır. “Piyade” adını verdiği sandalıyla Boğaziçi’nin safasını sürmüş olan tek kadındır.
Süleyman Nazif şöyle der: “Boğaziçi, onun güzel yüzünü, görkemli görünümünü ve özellikle ruhları etkileyen gözlerinin çekici bakışlarını hiç bir zaman unutamaz”. Bebek’te, sandalıyla geziye çıkan Nigâr Hanım’a rastlayan büyük şairimiz Yahya Kemal de, onun kişiliğinde İstanbul’un ruhunu gördüğünü söylerdi. Batı’nın büyük merkezlerinde, tanınmış kişilerin evlerinde gelenek haline getirdikleri sanat ve edebiyat toplantıları, Türkiye’de Nigâr Hanım’la başladı. Bu açıdan da Nigâr Hanım, bizde Batılı anlamda, benzeri toplantıların öncüsüdür. Osmanbey’deki konağı ile Rumelihasarı’ndaki yalısının salonları, Salı günleri dolar taşardı.
Buraya dönemin kalburüstü kişileri, edebiyat ve sanat mensupları gelirler, sohbet ederlerdi. Bunlar arasında Maarif Nâzın Münif Paşa, Süleyman Nazif, Ahmet Mithat Efendi, Abdülhak Hamit, Cenap Şahabettin, Faik Ali, kadın edebiyatçılardan Şair ve Bestekâr Leyla Hanım, Mihrinnisa ve Fahriye Atıf Hanımlarla, ünlü tarihçi Cevdet Paşa’nın kızları Fatma Aliye ile Emine Semiye Hanımlar gelirlerdi. Daha nice aydın kişiler bu salonların devamlı konuğu idiler. Bu salonun konukları arasında Pierre Loti, Süllü Prodom, Pol Burje, Karmen Silva gibi yabancılar da bulunmuşlardır. Bu salona ünlü virtüözler ve müzisyenler, yakınlarıyla, gelirler ve gece yarılarına kadar müzik icra ederlerdi. Genellikle piyano, bazen de gitar çalarak, zevkli saatler geçirirlerdi.
Musiki yönü güçlü olan Nigâr Hanım, sık sık saraya da davet edilirdi. Oradaki musiki fasıllarına katılırdı. Sultan Abdülhamid’in hanımları ve müzisyen, bestekâr oğulları ve kızlarıyla dosttu. Sultan Reşat ile karşılıklı sohbetlerde bulunmuştu. Edirne’nin Bulgarlardan geri alınması üzerine Nigâr Hanım’ın yazdığı coşkulu manzume, Sultan Vahidettin tarafından bestelenmişti.
0 dönemde hiçbir Türk kadınının yaşamadığı yabancı ülkeleri gezme olanağına Nigâr Hanım sahip oldu. 2 defa Avrupa’yı, bir kere de Mısır’ı dolaştı. Bütün gezilerini tek başına gerçekleştirdi. Yabancı dillere vukufu dolayısiyle gezilerini kolaylıkla yaptı. Bu seyahatlerinde bazı kral ve kraliçelerle görüştü. Onların davetlerine katıldı. Hepsini şaşırtan kültür birikimiyle değişik, yepyeni bir Türk kadını imajı yarattı.
1 Nisan 1918 günü Şişli Etfal Hastanesi’nde tifüsten ölen Şair Nigâr Hanım, İstanbul’u yasa boğdu. Hayattan ayrılan hiçbir edebiyatçının ardından böylesine yoğun bir yayın yapılmadı. Nigâr Hanım’ın, her ortamdan dostları ve hayranları vardı. Edebiyatçılar, müzisyenler, diplomatlar, aydınlar, ardından gözyaşları döktüler.
TAHA TOROS
Sky Life, Mayıs 1994
Taha Toros Arşivi, 001580755010

ŞİİRLERİ