Bir gece yolculuğuna başlıyordum. Bir yayla kentinin uzak tren istasyonunun çimenlerle kaplı kırlığında, söğüt ağaçlarının karanlık yeşilliğine giriyordum. Vakit gece yarısına erişmişti. İstasyon kahvesinin tahta iskemlelerinde üç-beş garip yolcu idik. Bir düşüncenin uzak denizinde, tenha dağ yamaçlarından dizeleri alıp, görüntüler içinde yürüyordum. Tek başıma idim. Arkadaşım yoktu. Öbür insanlar da susuyorlardı. Akşamki rüzgâr başını alıp gitmişti. Gümüşe vuran söğüt ağaçları karanlığın kıyısında bir
çizgi gibi duruyorlardı. "Ben yalnız kalmak istemiyorum" deseniz bile, "sen yalnızsın" diyen istasyonun sarı lambaları, üşüyen kanepeleri ile sizi başbaşa bırakıyordu.
Saatim gecenin on ikisini geçiyordu. Tren ikiden sonra gelecekti. İki uyku arasında idim. Öyle zayıf bir ışık altında
oturuyorduk ki, kitap okuyamazdınız. Paslı demir gibi so
ğuk bir yayla rutubeti, iyice sarmaya başlamıştı bizi. Heybeli
köylüler uykularına yaslanmıştılar. Kömür cürufu dökülmüş istasyonda dolaşmaya başladım. Biraz uzaklaşınca,
istasyonun umutsuz karanlığını geride bıraktım. İlerde bir ateşin çevresinde oturmuş insan karaltıları gördüm.
Sokuldum onlara. Belki on kişiydiler. İçlerinden birini alnına dökülmüş saçları ile farkettim. Hem saz çalıyor, hem söylüyordu.
İlkin halk türkülerine, halk türkülerindeki yüreği açıp açıp ateş dolduran, insanı Kızılırmak gibi sürükleyen bir İğdır türküsüne beni mıhladı sandım. Yaylanın ıslak havasında üşümem, titremem durmuştu. Tanımıştım. Yunus Emre yüreğimi sımsıkı tutuyordu. Hemen oracıkta bir söğüde yaslandım. Dinledim onları, ilk kez çocuk gözlerimde yaşayan, çocuk dudaklarımda hecelediğim Yunus, gecenin bu karanlığında bana ışık uzatıyordu. Yedi yaşımın, dokuz yaşımın mavi gökyüzünü, annemin dizinde
seyrederken, annemden dinlediğim ilk ozan Yunus Emre idi. Onunla girmiştim şiir evreninin unutulmaz dizelerine.
Trenin büyük gürültüsü olmasa, orada daha ne kadar kalırdım, bilemiyorum. Çalı çırpıyla yakılan ateşin kızıllığında seyrettiğim kırışıklı yüzleri oracıkta bıraktım. Yüzyıllardan gelen Yunus'u söyleyen bu yorgun insanlar kimlerdi? Yunus'u orada bırakıp, alelacele bir vagona bindim. Köylülerle bir kompartımana doluştuk. Trenin sıcak atmosferi içinde tahta kanepelerde sarsıntılı bir uyku, bizi alıp götürdü...
Ne zaman Türk şiiri içinde, büyük bir hümanist düşünsem, usuma hep Yunus Emre gelir, çağdaş ozanlarımızın çoğu, onu pek incelememiştir. Yunus'un adını bilmek, "büyük ozanımızdır" demek yeterli mi? Dünyaya bakmasını öğrenmek, yeni sözcük bileşimi kurmak, kendi öz kaynaklarımıza girmekle olur ilkin. Avrupalı şiiri ne kadar incelersek inceleyelim, onun verdiği biçime göre bir şiir kurmaya çalışsak bile ortaya çıkan bu şiir, insanlarımızın gözlerindeki anlamı veremez bize.
Avrupalı şiir. Avrupalı kültür önemli değildir, yararlı sesler, yararlı özler vermez bize, demek istemiyorum. Ama bizim özümüz, bizim mayamız, bizim kerpiç duvarımızın insanı, bambaşka bir ulusal bileşimi ile yoğrulmuştur. Hümanist açıya, kendi ak
kâğıdımıza döktüklerimizle kendi çekilerimiz, kendi folklorumuzdaki seslerle girebiliriz ancak. Bunun için Yunus'un yenibaştan öğrenmeliyiz.
Yunus, bir kalıp değildir. O, on yedinci yüzyıl Aşık'ı Ömer'in, bir Behçet Kemal'in anladığı ozan değildir. Yunus'u öğrenmek, anlamak bir başkadır. Onun için diz dövmek, onun için ağlamaklı seslerle ağıt düzmek başkadır. Yunus, Türk şiirinin sözcük
dünyasını, ince iç evrenini kurmuş, ona insancıl değerleri koymuş usta bir ozanımızdır. Bir ozanın getirdiklerine bakarken,
ilkin şöyle durmalı biraz. Bize bir dünya getirmiş mi? bize o dünyaya bakmasını öğretmiş mi? Bizi uygarlık katına çıkarırken, nasıl bir evren çizmiş? Hep bunlara bakarım ben. Oysa söylenmişleri yinelemek, hep bir parale
lin çizgisinde yürümek miyop bir gözün bulanıklığında bırakır bizi. Ulusal şiirin koşullarını yaratmak için kaynaklarımızın tel tel verdiği seslere varmalıyız.
Bugün Avrupalı şiirle dopdoluyuz? Bazı ozanlarımız ulusallık çabasına uzak düşmüşlerdir. Bundan ötürü, ulusal şiirin yoğun bileşimini bulmada güçlük çekiyoruz. Folklordan kök almamış bir şiir, insancıl değerlerden yoksun kalmış demektir. Bunun için Yunus Emre ve ondan sonrakiler, iplik iplik incelenmeli, derim ben. Charles Baudelaire'i ya da Stéphane Mallarmé'yi oldukça iyi okumuş sanatçılarımız var. ama o ölçüde Yunus Emre'nin getirdiği dünyayı, Pir Sultan Abdal'ın o unutulmaz isyanını.
Köroğlu'nun kurduğu dayatma gücünü, Karacaoğlan'ın çiçek çiçek işlediği çekilerimizi derinlemesine bilen ozanlarımız
var mıdır? Bundan kuşkuluyum. Evet Yunus bir mistiktir. Ama o ölçüden daha geniş hümanist bir görüşle dünyasını getirir bize. Özünde ve bileşimindeki insancıl aşk, bir doğa dokusu gibi durur. Bu doğa dokusuna iyice bakmalıyız. Bu doğa dokusunu iyice öğrenmeliyiz.
Onun şiirindeki derinliğe, söyleyiş güzelliğine yükselebilirsek, bir ozan yaşamına gireriz birden bire. Yunus'u her okuyuşumda, yeni yeni değerler bulurum, daha önce bunun nasıl ayrımında olmamışım, diye şaşarım kendime. Her seferinde mavi göğe açılan ya da tüm güzellik ve tüm
anlamı getiren yeni yeni pencereler bulurum onda. Yani her okuyuşumda onu yeniden keşfederim.
Öyle sanıyorum ki şiirimiz yeni bir döneme giriyor. Toplumsala yönelen şiirimiz, 1968 yılında ulusal hatta evrensel, aydınlık bir çizgiye giriyor. İlkin soyuta yaslanan ozanlara bakın. Bunalımdan sıyrılma başladıklarını göreceksiniz. Daha doğrusu çıkmazda olduklarını anladıklarına ilişkin belirtiler var. Sonra, ağır baskı koşullarından geçen toplumcu ozanların yeni şiirlerini okuyun. "Çağından haberli olmak" diye bir şey var ya, ivediyle ona, onun atmosferine giriyor bu ozanlarımız. Ne Nazım Hikmet şiirini
küçültme, ne bizlerin toplumsal şiirimizi yadsımak çabaları, bir gerçeğin özüne dayanmadığı için boşunadır, diyorum ben.
Daha Cumhuriyet döneminin şiiri tam olarak tartışılmamıştır. Değerler gerçek yerine oturtulamamıştır. Yeni yeni başlıyoruz, başlayacağız bu işe. Anılarla Yunus Emre şiirinin içinden geçip, onun şiir serüvenini anlamak ne kadar gerekli bugün, diyorum. O, yüzyılların ötesinden bir şiir çekisi, yürekli bir ozan çilesi koyuyor karşımıza, Yunus'un rahlesinin önüne oturup, divanına yüz sürerek, halk şiirindeki dünyamızı yeniden öğrenmeliyiz.
ÖMER FARUK TOPRAK
Ömer Faruk Toprak'ın Kaleminden Portreler, S. 139-143

ŞİİRLERİ