Çocuk masalları içinde Alageyik hâlâ eşsizdir:
Çocuktum, ufacıktım,
Top oynadım, acıktım,
Yerde buldum bir erik,
Kaptı bir Alageyik!
Biliyor musunuz, bu çocuk şiirini yazarken hâlâ içim beni çocuklaştıran bir hazla doluyor!
Benim gönlüm kış günü aç
Kalan bülbül gibi muhtaç,
Ruhum hasta, sensin ilâç,
Beni dertten kurtar Tanrım!
Nasıl? Vezninden, kafiyesinden ve mânalı olmasından başka kusuru yok değil mi?
Nuruosmaniye’deki îttihat ve Terakki merkezinin Encümen odasında her gün toplanırdık: Ömer Seyfettin, Ali Canip, Orhan Seyfi, Enis Behiç, Fuat Köprülü en çok, en sık gelenlerdendi. Haaa, bir de şair İdris Sabih... Tanımadınız değil mi?... Bayram sabahı Çanakkale’de şehit düşen kardeşi için:
Kaşından daha çok bıyığın yokken,
Döğüştün yeleli arslanlar gibi!
................................................
El fıtra verdi, sen canını verdin,
Ne acı bir Şeker Bayramı yaptık!
mısralariyle ağlayan şair...
Gökalp, bu odada her gün yeni bir konuya ışık tutardı:
— Cami, adından da belli, cem olunan yer, içtima mahalli. Orada, müslüman Türkler hayır işlerini, sosyal dâvalarını konuşacaklar... Camide, sıralar ve sandalyeler olacak... Kadın, erkek, oturup büyük mürşitlerin nasihatlerini dinliyecek, aydınlanacak! Mescit, yine adından belli: Secde edilen yer. Orada müslümanlar namazlarını kılarlar, Tanrı’ya dualarını yükseltirler...
Bu konuşmalar her gün değişirdi: Türk edebiyatı, Türk tarihi, Türk mimarlığı, Türk mitolojisi onun dile getirdiği başlıca bahislerdi.
Diyarbakırlı Ziya Gökalp, şarklı kılığı içinde garplı ilim kafasını taşıyan tek adamımızdır.
Konuştuğu konu üstünde, sözü dağıtmadan, dikkatini, bilgisini onun kadar toplayan insan görmedim. İnandığını cezbe içinde savunurdu. Bir gün, Büyükada’da Türkleşmek, İslâmlaşmak, Avrupalılaşmak üstüne fikirlerini anlatırken, masa üstündeki fesi yere düşmüş,
— Ziya bey, demişler, fesiniz yere düştü... Göz ucuyla bile bakmadan:
— Giderken alırım! diye yine sözüne devam etmiş...
Onu, Mütareke'de tevkif edeceklerdi. Dostları «kaç» dediler. Güldü ve sustu. Ertesi sabah «Bekirağa Bölüğü» ne hapsettiler. Haftada iki gün ziyaretine giderdim. Demir karyolasının bir ucuna o otururdu, bir ucuna ben... Bu ölüm hücresinde, yatak odasındaymış kadar rahat yine eski sohbetlerine devam ederdi.
— Bizim, derdi, iki benliğimiz, vardır: Biri şeytan benliğimiz, biri melek. Zindanda olan şeytan benliğimizdir. Melek benliğimiz, hür duygular, hür düşünceler halinde dolaşıyor!
Asılmaktan kurtulup da Malta’ya sürüldüğü gün, ne cebinde on parası vardı, ne evinde... Dostu Cafer Dikmen, rıhtımdan kalkmak üzere çarkları işleyen gemiye, nefes nefese bir kaç yüz lira yetiştirebilmişti ancak.
Bu on parasız adamın, on dakikada milyoner olacak güçte bir politikacı olduğuna bugün inanabilir misiniz?
YUSUF ZİYA ORTAÇ
Portreler, S. 110-111

ŞİİRLERİ