Gün ışığı penceremden girdiği anda yatağımdan fırlayıp hazırlanmaya başladım. Her bahar annemin gözlerinde gördüğüm, yüzüne bambaşka bir güzellik veren ışıltıların gizini sonunda öğrenebileceğim için çok heyecanlıydım.
Bu gizin çiçeklerle ilgili olduğunu tahmin edebiliyordum ama sanki... Sanki çiçeklerden öte bir anlamı daha vardı bu ışıltıların.
Annem tam bir çiçek âşığıydı. Mahallemizdeki herkes ona “Çiçekçi teyze” diyordu.
Doğrusu, çiçekçi teyzenin kızı olduğum için çok özel bir gurur duyuyordum.
Henüz bahçesiz bir evde yaşarken bile tüm odalarımız, pencere kenarları, her yer çiçek doluydu. Annem çiçekleri yalnızca saksılarda değil, eski oyuncaklarda, ayakkabılarda, çizmelerde, çaydanlıklarda, deniz kabuklarında da yetiştiriyordu. Hatta kolları, bacakları kopmuş, eski oyuncak bebeklerimizde bile! Masanın üzerindeki eski oyuncak bebeğin, başından omuzlarına yemyeşil, uçlarında minik çiçekler olan saçlar dökülüyordu. Evimize gelen konuklarımız annemin bu yaratıcılığına hayran kalıyorlardı.
Ortaokulu bitirdiğim yıl ise, neredeyse uçsuz, bucaksız olarak tanımlayabileceğim denli büyük bahçeli bir eve taşındık. Annem artık tüm gününü bahçede, çiçekleriyle geçiriyordu. Çocuk yetiştirircesine büyük bir özen ve sevgiyle bakıyordu çiçeklerine.
Onun çiçekleri ile konuştuğuna ilk kez tanık olduğumda çok şaşırmıştım.
Annem benim bakışlarımdaki şaşkınlığı görünce “Çiçeklerin de kendilerine özgü bir dili olduğunu biliyor musun?” diye sormuştu. Bakışlarımdan, söylediklerine inanmakta zorlandığımı görünce de eklemişti:
“Evet, onların da bir dili var. Sen onlara sevgi sözcükleri fısıldadığında, kendi mutluluğunu onlara yansıttığında, onlar da sana kendi beden dilleriyle yanıt verir, çiçek açar, yeşerir, hızla büyürler. Ama bir de tersini dene istersen. Sürekli tartışmaların yapıldığı, sevgisiz ortamlarda uzun süre yeşil kalmayı başaran bir çiçek bulmak öylesine zordur ki...”
Doğrusu, gözlemlerim beni şaşırtıyor ve annemin söylediklerinin doğru olduğuna inanmaya başlıyordum.
Gerçekten de, solmak üzere olan çiçekler, annemin ellerinde canlanıp, yeşeriyorlardı.
Eve taşındıktan bir yıl sonra, bahçemiz tam bir cennete dönüşmüştü. Annem, yetiştirdiği çiçekleri özenle çoğaltıyor ve isteyen herkese armağan olarak veriyordu.
Çiçekleri öylesine bereketliydi ki, annem dağıttıkça, bahçedeki çiçekler eksileceğine artıyorlardı.
Bahçenin rengarenk çiçeklerle bezendiği bahar aylarının ise ayrı bir gizemi vardı benim için.
Annem, sabah erkenden kalkıp, bahçemizden derlediği çiçek demetleri ile evden çıkıyor ve öğleden sonra eve boş ellerle dönüyordu. Benim asıl ilgimi çeken ise, annem eve döndüğünde, gözlerinde gördüğüm o ışıltıydı.
Böyle günlerde yalnızca bahçemizde değil, annemin yüzünde de güller açıyordu sanki.
İşte yine ilkbaharı karşılamaya hazırlandığımız, bahçemizin rengarenk bir halıya dönüştüğü bir günde, annem beni yanına çağırdı ve “Her bahar elimde çiçeklerle nereye gittiğimi ne denli merak ettiğini biliyorum” dedi gülümseyerek. Sonra bir giz fısıldarcasına kulağıma eğildi:
“İşte o büyük gün geldi küçük hanım” dedi. “Yarın sabah erkenden kalkıp hazırlan. Bu kez birlikte çıkacağız evden.”
Sabahın olmasını beklerken o gece, sonsuz düş gücümle nasıl bir sürprizle karşılaşabileceğimi tahmin etmeye çalışıyordum. Ve işte sonunda annemle bahçedeydik! Topladığımız çiçeklerden, onlarca demet yaptık. Elimizde rengarenk çiçek demetleriyle evden çıktığımızda heyecanım doruktaydı.
Annem, hiçbir açıklamada bulunmuyor, yüzünde tatlı bir gülümseme ile “Biraz sabırlı ol küçük hanım” diyordu.
Otobüsten, hastanenin önünde indiğimizde, içimdeki heyecana biraz tedirginlik karışmıştı. Hele o, kararlı adımlarıyla hastaneye doğru yürüyünce daha fazla sessiz kalamadım. “Anneciğim, hastanede yatan bir tanıdığımızı mı ziyarete geldik yoksa?” diye sordum.
Annem parmağını dudağına götürerek “sus” işareti yaptı. Ondan bir açıklama beklerken hastaneden içeri girmiş, merdivenlerden yukarı çıkıyorduk.
Hemşire odasının önüne geldiğimizde, annemi gören hemşireler hemen yanımıza koştular.. Birisi “Hoş geldin çiçekçi teyze” derken, öteki “Doğrusu, sana ‘Bahar teyze’ demeliyiz. Çünkü bu ilaç kokuları arasında, elinde rengarenk, mis kokulu çiçeklerinle baharı sen getiriyorsun bize” diyordu.
Annem birkaç çiçek demetini hemşire odasına bırakıp, onlardan bir liste aldı.
Ben, olan biteni kafamda yorumlamaya çalışırken annem elinde tuttuğu kağıdı gösterdi bana: “İşte bizim mutluluk listemiz” dedi. “Burada hiç ziyaretçisi gelmeyen hastaların oda numaraları yazılı. Şimdi, çiçeklerimizi onlara götüreceğiz. Ben çiçeklerini dağıtırken, sen dikkatle onların gözlerine bak, olur mu?”
Kucağımızda demet demet çiçekler ve elimizdeki listeyle odalara giriyor, “Geçmiş olsun” dileklerimizle demetleri tek tek hastalara veriyorduk.
Annemin söylediği gibi, çiçekleri eline alan hastaların yüzlerine dikkatle bakıyordum. O ana dek belki de acı içinde kıvranan hastaların yüzlerinde bir anda güller açıyor, gözlerinde ışıklar parıldıyordu.
Sonunda annemin gizini bulmuştum! Hastaların gözlerindeki ışıltı ve mutluluk, bir ayna gibi, onun kendi gözlerine yansıyordu.
Eve geldiğimizde yanılıp yanılmadığımı anlamak için hemen aynanın önüne koştum. Yanılmamıştım! İşte benim de gözlerim ışıl ışıldı ve benim de yüzümde binlerce pembe gül açmıştı...
NURAY BARTOSCHEK