CHRISTY BROWN
(1932 - 1981)




"A" HARFİ

5 Haziran 1932 de Rotunda Hastanesinde doğmuşum. Benden önce dokuz , benden sonra da on iki çocuk vardı ; yani ben orta gruba aittim. Toplam yirmi iki çocuktan on yedisi yaşadı , dördü bebekken öldü ve ailenin devamı için on üç tane kaldı.

Söylendiğine göre benim ki zor bir doğummuş. Anne de çocukta neredeyse ölüyormuş. Doğumdan sonra annem toparlanmak için bir kaç haftalığına gönderilmiş ve o yokken ben hastanede tutulmuşum. Orada bir süre isimsiz olarak kalmışım.

Bende bir acayiplik olduğunu ilk annem fark etmiş. O zaman dört aylıkmışım. Beni beslemeye çalıştığı zaman kafamın arkaya düştüğünü görmüş. Boynumun arkasına elini koyup kafamı sabit tutarak bunu düzeltmeye çalışmış. Fakat elini çektiği anda tekrar arkaya düşüyormuş. Bu ilk uyarı işaretiymiş. Ben büyüdükçe diğer eksikliklerin de farkına varmış. Ellerimin neredeyse sürekli olarak sımsıkı kapalı olduğunu ve arkaya doğru büküldüğünü görmüş. Çenem o küçük yaşta bile sımsıkı kapalı olduğundan ve biberonun ağzını kavrayamadığımdan ağzımı açmak onun için imkansız oluyormuş. Altı aylıkken etrafımda bir yastık dağı olmadan oturamıyormuşum ve on iki aylıkken de bu böyle olmuş.

Bundan çok endişelenen annem korkularını babama açmış ve fazla gecikmeden tıbbi yardıma başvurmaya ihtiyaçları olduğunu düşünmüşler. Bende bir gariplik olduğundan emin olmuşlar, anlayamadıkları ve isimlendiremedikleri ama çok gerçek ve rahatsız eden bir gariplik..

Beni gören ve muayene eden her doktor beni çok ilginç ama ümitsiz bir vaka olarak değerlendirmiş. Anneme beyinsel özürlü ve öyle kalacak bir çocuğu olduğunu söylemişler. Beş sağlıklı çocuk büyüten genç anneye bu çok ağır bir darbe olmuş. Doktorlar kendilerinden o kadar eminmişler ki annemin bana olan inancı onlara küstahlık gibi gelmiş .

Doktorların dediği gibi embesil olduğuma inanmamış annem. Vücudumun özürlü olmasına rağmen zekamın normal olduğuna dair inancını destekleyecek en ufak bir kanıt yokmuş. Bunun nedenini bildiğine inanıyorum ve hiç şüphe hissetmeden biliyordu işte. Doktorlar benden ümidini kesmesini söyledikten sonra, yani benim bir insan olduğum unutularak beslenip, yıkanıp bir kenara kaldırılacak bir şey olarak algılanmam gerektiğini vurgulayınca, annem olayların kotrolünu eline almış. Ben onun çocuğuydum, yani ailenin bir parçası. Her ne kadar aptal ve aciz olarak büyüsem de, bana da diğerlerine davrandığı gibi davranmaya, misafir geldiğinde acayip bir şey olarak değerlendirmemeye karar vermiş.

Geleceğimle ilgili olarak çok önemli bir karardı bu. Bu annemin her zaman yanımda olarak yapacağım tüm savaşlarda bana destek olacağı ve yenildiğimde bana güç vereceği anlamına geliyordu. Annem sadece geri zekalı olmadığımı söylemekten mutlu değildi , bunu ispatlamaya da girişti . Herhangi bir görev düşüncesiyle değil , sevgiyle..

O devrede zor olan , benim dışımda ilgilenmesi gereken beş tane daha çocuğu vardı. Ben beş yaşında olmama rağmen hala yeni doğmuş bir bebek kadar acizdim. Babam bizi geçindirmek için tuğla örmeye gittiğinde annem benim ve diğer kardeşlerimin arasında kalın bir perde oluşturan duvarı ağır sabırla tuğlalarını tek sökerek geçmeye çalışıyordu. Karşılık olarak benden çoğunlukla anlamsız bir gülümseme veya belirsiz bir kıkırdama geldiği için bu çok cesaret kırıcı bir işti. Konuşamıyor, mırıldanıyor, adım atmayı bırakın kendi başıma oturamıyordum bile. Fakat durgun ve hareketsiz değildim. Hareketle sarılmış gibi görünüyordum, uyku dışında beni hiç terk etmeyen vahşi yılan gibi kıvrak bir hareketle . Parmaklarım sürekli bükülüyor ve kasılıyordu. Kollarım geriye gidiyor ve oraya buraya savruluyordu. Başım yanlara doğru eğilip sallanıyordu. Acayip çarpık bir adamdım .

Annem bana bir gün, üst kattaki odada geçen Christmas'da Noel Baba'dan aldığım hikaye kitabındaki resimleri göstererek içindeki hayvan ve bitki isimlerini bana tekrar ettirmeye çalışırken yaşadığı başarısızlığı anlatmıştı. Bu iş saatlerce sürmüş ve o da benimle konuşmuş ve gülmüştü. Sonunda üzerime eğilerek kulağıma yavaşca şunları fısıldamıştı :

"Hoşuna gitti mi Chris? Ayıları maymunları ve güzel çiçekleri beğendin mi? İyi bir çocuk gibi evet için kafanı salla."

Oysa ki ben onu anladığıma dair herhangi bir şey yapamıyordum. Yüzü umutla benimkinin üzerindeydi. Aniden tuhaf elim, boynuna dökülen koyu renk dalgalı saçının bir tutamını kontrolsüzce yakaladı .Sımsıkı kapanmış parmakları nazikçe açmasına rağmen aralarında hala birkaç tel kalmıştı. Şaşkın bakışlarıma arkasını dönüp odayı ağlayarak terk etti.

O zaman beş yanında olmama rağmen hala herhangi, bir zeka belirtisi göstermiyormuşum. Özelikle sol ayağımdakiler olmak üzere ayak parmaklarım dışında hiçbir şeye ilgi göstermiyormuşum. Genellikle mutfakta sırt üstü yatarmışım. Güneşli sıcak günlerde ise bahçede çarpık kas ve dolaşık sinir demeti olarak beni seven, benim için umutları olan, beni sıcaklıkları ve insanlıklarıyla sararak kendilerine ait bir parça haline getiren bir aile sarıyordu etrafımı. Yalnızdım, kendi dünyama hapsolmuştum, iletişim kuramıyordum. Varlığımla diğerlerinin varlığı arasında duran ve beni onların hayatının ve davranışlarının dışına iten bir cam duvar vardı aramızda. Diğerleriyle birlikte koşmak oynamak istiyordum ama beni saran bu esaretten kurtulamıyordum.

Derken aniden oluverdi. Birden içimde her şey değişti, geleceğim belirli bir şekil aldı, annemin bana olan inancı ödüllendirildi ve gizli korkusu açık bir zafere dönüştü. Onca yıllık bekleyişin ve belirsizliğin ardından o kadar çabuk oldu ki bütün bir olayı sanki geçen hafta olmuş gibi hatırlıyor ve hissediyorum.

Aralık ayının soğuk ve gri bir öğleden sonrasıydı. İçerde bütün aile küçük odayı tatlı bir alevle aydınlatan ve duvarla halıda kıpırdanan gölgeler yaratan büyük mutfak ateşinin etrafında toplanmıştı. Bir köşede kardeşlerim Mona ve Paddy önlerinde yırtık pırtık okul kitaplarıyla oturuyorlar, parlak sarı bir tebeşirle tahtaya yazıyorlardı . Ben sırtımdaki yastıklarla duvara dayanmış olarak onları seyrediyordum. Beni böylesine çeken tebeşirdi. İnce uzun canlı sarı bir çubuktu . Şimdiye değin hiç böyle bir şey görmemiştim ve tahtanın üzerinde öyle belirginleşiyordu ki ondan altın bir çubukmuşçasına etkilendim.

Kardeşimin yaptığı şeyi yapmak için aniden çok büyük bir istek duydum. Derken ne yaptığımı düşünmeden veya tam olarak bilemeden uzandım ve kız kardeşimin elinden tebeşiri sol ayağımla aldım. Bunu yaparken neden sol ayağımı kullandığımı bilemiyorum.Sol ayağım tamamen kendi iradesiyle uzandı ve kaba bir tavırla tebeşir kız kardeşimin elinden aldı. Tebeşiri ayak parmaklarımla sıkıca tutum ve bir dürtüyle hararet ederek tahtanın üzerinde vahşi denebilecek bir karalama yaptım. Hemen sonra durdum ve parmaklarımın arasına sıkışmış olan sarı tebeşire biraz şaşkın ve büyülenmiş olarak onun oraya nasıl geldiğini anlamadan şimdi ne yapacağımı düşünerek bakakaldım.

Kafamı kaldırdığımda herkesin konuşmayı keserek sessizce bana baktığını gördüm. Kimse kıkırdamadı alnımdan inen teri hissettim. Annem elinde kaynayan çaydanlıkla kilerden geldi .Odadaki gerilimi hissederek ateşle masanın tam ortasında bir yerde durdu. Diğerlerinin bakışlarını takip ederek köşede beni gördü .Bakışları yüzümden parmaklarımın arasına sıkışmış tebeşirle duran ayaklarıma indi, elinden çaydanlığı bıraktı. Daha önceden defalarca yaptığı gibi bana doğru yürüdü ve yanımda dizlerinin üzerine çöktü.

"Sana bununla ne yapacağını öğreteceğim Chris "dedi çok yavaş ve garip, şaşkın bir tavırla. Yüzü heyecanla kızarmıştı. Kız kardeşimden başka bir tebeşir parçası aldı ve çok net biçimde önümde yere A harfi çizdi. Yüzüme sabit bakarak:

"Kopya et" dedi."Kopya et Christy." Yapamadım. Etrafıma baktım ve bana dönük gergin, heyecanlı , ve sabırsızca önlerinde bir mucize gerçekleşmesini bekleyen yüzler gördüm. Derin bir sessizlik vardı. Oda gergin sinirlerimi uyur uyanık bir uykuyla sakinleştiren ve gözlerimin önünde dans eden alevler ve gölgelerle doluydu. Tekrar denedim. Bacağımı uzattım ve eğri bir çizgiden başka bir şeyle sonuçlanmayan vahşi bir hamle yaptım. Kulağıma :

"Tekrar dene Chris" diye fısıldadı annem."Tekrar"

Yattım. Üçüncü kere vücudumu kastım ve sol ayağımı uzattım. Harfin bir tarafını çizdim. Diğer yarısını da çizdim. Derken tebeşir kırıldı ve kalan parçasıyla kalakaldım. Onu fırlatıp vazgeçmek istedim. O anda annemin elini omuzumda hissettim ve bir kere daha denedim. Ayağım öne fırladı, titredim, bütün kaslarımı gerdim ve terledim. Ellerim öylesine sıkı kapalıydı ki tırnaklarım etime geçti. Dişlerimi alt dudağımı delecek kadar sıkmıştım. Etrafımdaki yüzler beyaz parçacıklar olana kadar odadaki her şey yüzdü. En sonunda yazdım .

"A" harfi .Önümde yerde duruyordu titrek belirsiz ve çarpık köşeleri ve belli belirsiz orta çizgisiyle. Kafamı kaldırdığımda gözyaşları yanaklarına düşmüş annemin yüzünü gördüm. O anda babam eğildi ve beni omuzuna aldı. Başarmıştım. Yere ayak parmaklarım arasına sıkışmış kırık bir tebeşirle çizilen o bir harf yeni dünyaya açılan zihinsel özgürlüğümün anahtarıydı . O gergin garip şey için ,yani çarpık bir ağız arkasında bir şeyler ifade etmenin hasretini çeken benim için bir rahatlama yolu olmuştu. Bir başlangıç...



Özürlü bir çocuğun yaşam mücadelesinin yanısıra ona olan inancını yitirmeyen bir anne yüreğinin sıcaklığını da anlatan bu öykünün kahramanı olan Christy Brown 1932 yılında Dublin'de doğdu. Beyin felci kurbanı olduğu için sol ayak parmaklarından başka vücudunun hiçbir yerini kontrol edemiyordu. Bu başarısı onun resim yapmasını , kendi otobiyografisini yazmasını sağladı. Önce "Sol Ayağım" ( My Left Foot ) isimli otobiyografik romanını yazan Brown daha sonra "Parlak Meslek", "Yaz Üzerinde Gölge", Vahşi Zambaklar" adlı romanları ve şiirlerini topladığı "Toplu Şiirler" kitabıyla İrlanda Edebiyatının devleri arasında yer aldı . Sol Ayağım adlı eseri 1989 yılında filme uyarlandı . Brown'ı canlandıran Daniel Day-Lewis en iyi aktör , annesini canlandıran Brenda Fricker ise en iyi yardımcı kadın oyuncu Oskar ödülünü aldılar.( Yukarıdaki resim ) Christy Brown 1981 yılında yaşamını yitirdi





Gönderen : Nebahat Akgül


ARKADAŞINIZA GÖNDERMEK İÇİN :




ŞİİR PARKI