DOĞA tarafından hizmet gören insanın soylu isteği, tam anlamıyla, GÜZELLİK aşkıdır.
Antik Yunanlılar dünyaya κοσμος, yani güzellik adını vermişlerdi. Her
şeyin yapılandırılmasındaki gibi ya da insan gözünün esneklik gücünde
olduğu gibi, gökyüzünde, dağlarda, ağaçta, hayvandaki temel formlar bize
kendi içlerinde ve kendileri için haz verirler; ana hatlarından,
renklerinden, hareketlerinden ve sınıflandırılmalarından ortaya çıkan bir
haz. Bunu kısmen gözün kendisine borçlu gibidir.
Göz, sanatçıların en iyisidir. Yapının ve ışığın kurallarının ortaklaşa eylemleri ile karakteri
her ne olursa olsun nesne yığınlarının hepsini iyi renklendirilmiş ve
gölgelendirilmiş bir küreye çeviren ve böylece belli objeler kaba ve
etkisiz kalırken, oluşturdukları manzara yuvarlak ve simetrik olsun diye
bütünleştiren perspektif üretilir.
Ve göz en iyi besteci olduğu gibi, ışık da
en iyi ressamdır. Yoğun ışığın güzelleştiremeyeceği kadar çirkin hiç bir
nesne yoktur. Ve gözün algılamaya gücünün yettiği dürtü ve sahip olduğu
zaman ve mekan gibi bir tür sonsuzluk, her cismi parlak ve canlı hale
getirir. Ölü bir beden bile kendine has bir güzelliğe sahiptir.
Ancak doğa
üzerinde yayılan bu genel güzelliğin yanı sıra mısır, üzüm, çam kozalağı,
kuyruk kokan kuşu, yumurta, kuş türlerinin çoğunun kanatları ve formları,
aslanpençesi, yılan, kelebek, deniz kabukları, alevler, bulutlar,
tomurcuklar, yapraklar ve palmiye gibi birçok ağacın formu gibi, tüm
özgün formların neredeyse hepsinin göze hoş göründüğü, bizim onları
sayısız defa taklit etmemizle kanıtlanmıştır.
Daha iyi anlamak için Güzelliğin yönlerini üç bölüme ayırabiliriz.
1. İlk olarak, doğal formların basit algısı bir hazdır. Doğadaki formların
ve eylemlerin etkisi insan için o kadar gereklidir ki, en alt seviyedeki işlevlerinde bile hammadde ve güzellik sınırları içinde yatar gibidir.
Zehirleyici bir iş ya da birliktelikler tarafından sıkıştırılmış olan beden
ve zihin için doğal bir tedavi edicidir ve onları sağlıklı haline geri
döndürür. Tüccar, avukat caddenin gürültüsü ve kurnazlığından çıkar ve
gökyüzünü ve ormanları görür ve yeniden bir insandır. Gördüklerinin
sonsuz dinginliğinde kendisini bulur.
Göz sağlıklı olmak için sanki bir
ufuk çizgisine ihtiyaç duyar. Yeteri kadar ileriyi görebildikçe hiç bir zaman yorulmayız. Ama başka zamanlarda Doğa, güzelliği ile bizi tatmin eder ve bunu
herhangi bir fiziksel fayda katmadan yapar.
Şafak vaktinden güneşin doğuşuna kadar, bir meleğin ortak olabileceği
duygularla, evimin karşısındaki tepenin üzerinden sabahın manzarasını
görüyorum. Uzun narin bulut şeritleri, koyu kırmızı bir denizdeki balıklar
gibi süzülüyorlar. Bir sahil misali, yeryüzünden bu sessiz denize
bakıyorum. Sanki onun bu hızlı dönüşümlerinde kendi yerimi alıyorum:
etkin cazibe benim toprağıma ulaşıyor ve genişliyorum ve sabah rüzgârı
ile bütünleşiyorum. Doğa, çok az ve sade unsurla bizi nasıl da
ilahlaştırır! Bana sağlıklı bir beden ve bir gün verin ve imparatorların
ihtişamını anlamsız hale getireyim. Gün doğumu benim Asur’um; gün
batımı ve ayın doğuşu Baf’ım ve perilerin hayal bile edilemeyen diyarı;
uzun öğleden sonra benim için duyguların ve anlayışın İngiltere’si; gece
bana göre mistik felsefenin ve rüyaların Almanya’sıdır.
Öğleden sonra azalan hassasiyetimiz dışında, dün akşamüstünün büyüsü
olan Ocak ayı gün batımının mükemmelliği diğerlerinden daha az değildi.
Batı bulutları kendi içlerinde önce büyük, sonra küçük parçalara
bölünerek, tarif edilemez bir yumuşaklıktaki pembe tonlarında pullara
ayrılmıştı ve hava o kadar çok hayat ve tazelik içeriyordu ki, evin
kapısından içeri girmek acı veriyordu.
Doğanın söyleyeceği ne
olabilirdi? Değirmenin arkasındaki vadinin canlı uykusunda ve Homer ya
da Shakspeare’in benim için kelimelerle yeniden tasvir etmediklerinde
bir anlam yok muydu? Arka planları mavi doğu olan yapraksız ağaçlar,
gün batımında ateş kulelerine dönüşür ve çiçeklerin yıldız şekilli ölü
kaliksleri ve kurumuş her sap ve üzerine kırağı düşmüş her anız, bu sessiz
müziğe bir şekilde katkıda bulunur.
Şehir sakinleri taşra manzarasının yalnızca yılın yarısı boyunca güzel
olduğunu zannederler. Ben kış manzarasından zevk alırım ve bu
manzaranın bizi en az yazın ılıman etkilerindeki kadar duygulandığına
inanırım. Dikkatli gözler için, senenin her anı kendi güzelliğine sahiptir
ve baktığı aynı tarlada, her saat, daha önce hiç görülmemiş ve bir daha
asla görülmeyecek olan bir resmin vardır.
Gökyüzü her an değişir ve altındaki çayırlara ihtişamını ya da hüznünü
yansıtır. Etrafını çevreleyen tarladaki ekinlerin durumu haftadan haftaya
toprağın çehresini değiştirir. Zamanın, yaz vakitlerini ayırt etmesini
sağlayan sessiz saati oluşturan, çayırlardaki ve yol kenarlarındaki yerel
bitkiler silsilesi, dikkatli gözlemciyi günün bölümlerine bile duyarlı hale
getirecektir.
Zamanlaması mükemmel olan bitkiler gibi, kuş ve böcek sürüleri birbirlerini takip eder ve sene, içinde hepsi için bir yer
barındırır. Nehir yataklarında çeşitlilik daha fazladır. Temmuz’da
pontederia ya da su kenarı bitkileri, güzel nehrin sığ bölümlerindeki geniş
yataklarda çiçek açar ve sürekli hareket halindeki sarı kelebeklerle dolup
taşar. Sanat, mor ve altın renginin bu ihtişamı ile rekabet edemez. Gerçekten de nehir ebedi bir galadır ve her ay yeni bir dekor ile böbürlenir.
Güzellik olarak görülen ve hissedilen Doğanın bu güzelliği, en önemsiz
kısmıdır. Günün sergilediği gösteriler, çiğ ile kaplanmış sabah, gökkuşağı, dağlar, çiçek açmış meyve bahçeleri, yıldızlar, ay ışığı,
durgun sudaki gölgeler ve bunlar gibi birçok şey eğer çok fazla hevesle
kovalanırsa, yalnızca bir gösteri haline gelir ve gerçekdışı halleriyle
bizimle alay ederler.
Ayı görmek için evden dışarı çıktığında bu katıksız gösteriştir; kaçınılmaz yolculuğuna ışık saçtığı zamanki kadar haz
vermeyecektir. Ekim’in sarı öğleden sonralarında parıldayan güzellik,
bunu kim kavrayabilir ki? Onu bulmak için ilerlersin ve o gitmiş olur; gayret penceresinden baktığında o sadece bir seraptır.
2. Yüksek, yani spritüel unsura ait olanın varlığı, doğanın mükemmeliyeti
için kesinlikle gereklidir. Kadınsılık içermeden sevebilen yüksek ve ilahi
güzellik, bunun insan iradesiyle bütünlüğünde var olandır. Güzellik,
Tanrı’nın erdem üzerine yerleştirdiği işarettir. Her doğal eylem inayet içerir. Her epik eylem de alçakgönüllüdür ve mekan ve seyircilerin öne çıkmasına yol açar. Büyük eylemler sayesinde bize, evrenin, kendi içinde var olan her bireye ait olduğu öğretildi.
Tüm doğa, her rasyonel varlığa
verilmiş doğuştan gelen bir hak ve onun mülküdür. Eğer isterse, doğa
onundur. İnsan kendisini doğadan soyutlayabilir: çoğu insanın yaptığı
gibi, bir köşeye sokulup, krallığından el çekebilir ancak yaradılışı
dolayısıyla dünya onun yetkisindedir. Düşüncesi ve iradesinin enerjisine
orantılı olarak dünyayı özümser.
"İnsanın uğruna toprağı sürdüğü, yapılar
inşa ettiği, gemi ile yol aldığı her şey erdeme boyun eğer;" der Sallust.
"Rüzgârlar ve dalgalar," der Gibbon, "her zaman en becerikli rotacıların
tarafındadır." Aynı şekilde güneş ve ay ve gökyüzünün tüm yıldızları da
öyle.
Leonidos ve onun üç yüz şehidi ölmek için bir gün harcarken, güneş
ve ayın her ikisi de gelip Thermopylae’nin sarp dar geçidinde hepsine
birden baktığında; Alp dağlarının yükseklerinde, çığ tehlikesi altındaki
Arnold Winkelries, yoldaşlarının önündeki düşman hattını yarmak için
kendi saffındaki Avusturyalı mızrak takımını topladığındaki gibi; harika
bir doğal güzellik sahnesinde, yüce bir eylem gerçekleştiğinde; bu
kahramanlar bu sahnenin güzelliğine eylemin güzelliğini katma hakkına
sahip değil midir?
Önü, sahilde dizilmiş bambu kulübelerinden koşuşarak kaçışan vahşiler; arkası deniz ve etrafı Indian Archipelago dağları ile
çevrili olan Colombus Amerika sahiline yanaşırken; bu canlı resimden
insanı ayrı tutabilir miyiz? Yeni Dünya Colombus’un formunu, palmiye
koruları ve geniş çayırlarıyla üstüne uyan bir perde gibi renklendirmiyor
mu? Doğal güzellik, hava gibi süzülüp, her zaman büyük eylemlerin
etrafını sarmaz mı?
İngiliz kanunlarının savunucusu olan Sir Harry Vane, bir kızakta oturmuş, Towerhill’den yukarıya sürüklenerek idama
götürülürken, halkın içinden birisi ona şöyle bağırdı; "İhtişamlı bir
makama asla doymazsın."
II. Charles, Londra sakinlerinin gözünü
korkutmak için vatansever Lord Russel’ın darağacına götürülürken açık
bir at arabasında, şehrin ana caddelerinde dolaştırılmasına neden oldu.
"Ancak" der biyografisinin yazarı, "kalabalık, Lord Russel’ın yanında
özgürlük ve erdemin oturduğunu hayal ediyordu."
Özel yerlerde, kirli
nesnelerin ortasında geçekleştirilen bir dürüstlük ya da kahramanlık
eylemi, aniden gökyüzünü tapınağı ve güneşi mumu olarak kendine çeker gibidir. Yeter ki insanın düşünceleri onunkiyle eşit muhteşemlikte olsun,
doğa kollarını uzatıp insanı kucaklar. Memnuniyetle onun her adımını gül ve menekşeler ile donatır ve sevgili
çocuğunu güzelleştirmek için ihtişam ve erdem sınırlarını genişletir.
Yalnızca insanın düşünceleri aynı kapsamda olmalı ki, o zaman çerçeve
resme uysun.
Erdemli bir insan doğanın işleyişi ile aynı çizgidedir ve görünen gök
kubbenin başrol oyuncusu haline gelir. Homer, Pindar, Sokrates, Phocion,
zihnimizde uyumlu bir şekilde Yunan coğrafyası ve iklimi ile
ilişkilendirilirler. Görünen gökyüzü ve yeryüzü İsa ile aynı acıyı paylaşır.
Ve ortak yaşamda kim karakteri güçlü ve mutlu bir insan görürse, onun
her şeyi insanları, düşünceleri ve günü ne kadar kolay kendine çektiğini
ve doğanın bir insana bağımlı bir hal aldığını fark edecektir.
3. Dünyanın güzelliğinin, özellikle aklın bir nesnesi haline geldikçe
gözlemlenebileceği bir yönü daha vardır. Nesnelerin erdem ile ilişkilerinin yanı sıra, düşünce ile de ilişkileri vardır. Akıl, evrenin
mutlak düzenini, Tanrı’nın zihninde var oldukları şekliyle ve duygusal
yakınlığın renklerini içermedikleri haliyle keşfeder. Entelektüeller ve
etkin güçler birbirlerini takip eder gibidir ve birinin kendine has
faaliyeti, diğerinin kendine has faaliyetini doğurur. Her birinde diğerine
karşı dostane olmayan bir şey vardır ancak onlar hayvanların birbirini
takip eden beslenme ve çalışma döngüleri gibidir; biri hazırlık yapar ve
diğeri bunu takip eder.
Bu yüzden güzellik de, daha önce eylemle ilişkili olarak gördüğümüz gibi, aranmadan ve aranmadığında bulunur, aklın
algısı ve arayışı olarak kalır ve üstelik sırası geldiğinde etkin güçten
gelir. İlahi olan hiç bir şey ölmez. İyi olan her şey ebediyen üretkendir. Doğanın güzelliği kendisini zihinde yeniden şekillendirir ve bunu verimsiz beklenti için değil, yaradılış için yapar.
Tüm insanlar dünyanın görünüşü karşısında bir nebze etkilenir; hatta bu
bazı insanlar için haz derecesindedir.
Bu güzellik aşkı zevktir. Bazıları da aynı aşka öyle bir aşırılıkla sahiptir
ki, hayranlıkla yetinmez, onu yeni formlarla somutlaştırma arayışındadırlar.
Güzelliğin yansıması sanattır. Sanat eserlerinin yaratılması insanlığın gizemine ışık tutar. Bir sanat çalışması, dünyanın soyut ya da somut halidir. Doğanın akıbeti ya da ifade edilişinin minyatürüdür. Doğanın eserleri sayısız ve hepsi
birbirinden farklı olsa da bunların hepsinin sonucu ya da dışa vurumu
birbirine benzer ve tektir.
Doğa temelde benzer ve hatta eşsiz formlar
deryasıdır. Bir yaprak, bir güneş ışığı, bir manzara, okyanus, zihinde analojik bir etki yaratır. Hepsinde ortak olan şey – o mükemmeliyet ve
ahenk, güzelliktir. Güzelliğin standardı tüm doğal formlar çemberidir,
İtalyanların “il piu nell’ uno” olarak ifade ettiği doğanın bütünüdür.
Hiç bir şey yalnızken tamamen güzel olamaz: bütünlük içindeki her şey
güzeldir. Tek başına bir obje, sadece bu evrensel erdemi akla getirdiği
kadar güzeldir. Şair, ressam, heykeltıraş, müzisyen, mimar, bunların her
biri bir noktada dünyanın görkemine yoğunlaşmanın peşindedir ve her
biri, onları üretmeleri için teşvik eden bu güzellik aşkını farklı
çalışmalarında tatmin etmek için çalışır.
Bu yüzden, sanat doğanın insan
süzgecinden geçmiş halidir. Böylece doğa sanatta, kendi ilk
çalışmalarının güzelliği ile dolu olan insan iradesi üzerinden işler. Dünya
böylece güzellik arzusunu tatmin etmek için ruhta var olur. Ben bu unsuru
nihai son olarak adlandırıyorum.
Ruhun neden güzellik arayışında olduğu
hakkında hiç bir neden aranamaz. Güzellik, en geniş ve derin anlamıyla,
evrenin kendini ifade şekillerinden biridir.
Tanrı herkese adildir. Gerçeklik ve iyilik ve güzellik aynı Bütünün farklı yüzleridir. Ancak
doğadaki güzellik nihaidir. Bu, derinlemesine güzelliğin habercisidir ve
tek başına güvenilir ve tatmin edici hayırdır. Doğanın nihai amacının bir parçası olarak dururken, yine de son ve en yüksek ifadesi olmamalıdır.
RALPH W. EMERSON
Doğa, S. 20-26

ŞİİRLERİ