NÂZIM BİZİM İÇİN BİR EFSANEYDİ

Adı Resul Hamzatov. Ozan. Dağıstanlı ozan Hamzat Sadasa’nın oğlu. Kafkaslardaki Sada köyünde doğmuş. İlk kez 1956’da Türkiye’ye gelmiş. Bu ziyareti dördüncüsü. “Eskisi gibi değil hiçbir şey. Dünya değişiyor, Türkiye de değişiyor. İmkânsız olan şeyler imkânlı hale gelebiliyor. Açıklık ve samimiyetten memnunum” diyor ve ekliyor:

“Özellikle de Nâzım’ın konuşulması, tartışılması beni sevindiriyor.”

Doğa hayranı. “Yeryüzünün en iyi ozanı, en iyi ressamı” diyor doğa için. Sanatını en çok doğanın etkilediğini söyleyerek Dağlarca’nın bir şiirini okuyor:

"En çok sevdiğim dört ozan vardır / Dağ ozan Ağaç ozan / Yıldız Ozan / Su ozan."

“Bir efsaneydi bizim için” dediği Nâzım Hikmet’le 1952 yılında tanışmış. Biz de Nâzım’la başlamak istedik sohbete. Kalmakta olduğu Tepebaşı Etap’ta sabah kahvaltısı ederken bulduk Hamzatov’u. “Benim Dağıstanım” adlı kitabını Türkçeye çeviren Mazlum Beyhan’a “Başım ağrıyor” diyordu. Beyhan “Galiba biraz fazla içtik dün akşam” diye eklerken, “Yok, az içmekten bence” diye yanıtladı Hamzatov. Gülüştük.

Kanlı canlı kırmızımsı bir yüze sahip, kısa boylu ve şişman bir adamdı. Gri-mavi gözleriyle gözlüğünün ardından dikkatle bizi süzüyordu. 15. kattaki odasına çıktık ve sohbetimize başladık.

— Nâzım’la başlayalım mı sohbete, ne zaman tanıştınız?

HAMZATOV — Tarihini tam olarak hatırlamıyorum. Ama bana öyle geliyor ki, onu hep tanıyordum. Benim gençlik yıllarımda Nâzım bir efsaneydi. Şairlerimiz onun yaşamını çok merak ediyorlardı. 1951’de Sovyetler Birliği’ne gelişi çok önemli bir olay oldu. Herkes heyecanla bekliyordu gelişini zaten. Merak ediyorlardı, nasıl biriydi diye. Şair Tvardovski’nin bir şiirinde şu dizeler vardır:

"Gösterir göstermez yerini Volga’nın / Yatağı değişecekti ulu ırmağın / Bu yüzden çok korkuyordu adam." Şimdi Nâzım da öyle. Tanışınca bu efsane yıkılacak mı? Yok. Tam tersi oldu.

— Şiirleri çevrilmiş miydi o sıralarda?

HAMZATOV — Evet. Çok sayıda şiiri dilimize çevrilmişti, özellikle “Kerem Gibi”, herkesin dilindeydi. Ben o zamanlar çok gençtim. Moskova Üniversitesi’nde bir şiir gecesi yapılıyordu. 1952 ya da 1953 yılı olacak. Yirmiye yakın şair katılmıştı o geceye. Dinleyiciler arasında her ulustan gençler vardı. Doğrusu ben de gurur duyuyordum, Nâzım’la beraber aynı sahneye çıkıyorum diye. O elini omzuma koyduğu zaman öylece bir fotoğraf çektirmiştik. Sonra o fotoğrafı bana vermediler. Fotoğrafçı kandırmıştı beni. Ben şöhret peşinde değilim, ama o fotoğrafı istiyordum.

Nâzım o süre içinde bana Dağıstan’ı çok iyi bildiğini belirterek ben ve babam hakkında çok iyi şeyler söyledi. Nâzım her zaman sanatçıydı. İyi şeylere sevinir, olumsuzlukları eleştirirdi. O zamanlar Moskova’da bir otelde kalıyordum. Sık sık lokantalara giderdim. Garson kızların iyi arkadaşıydım. Yazarlar genellikle Moskova’da otururlardı. Nâzım da ziyaretlerini eksik etmezdi.

— Nâzım serbest şiir yazardı. Toplumcu bir anlayışı vardı. Sohbetlerinizde bu konu edilir miydi?

HAMZATOV — Birlikte olduğumuz zamanlarda daha çok Nâzım konuşurdu. Ben dinlemeyi yeğlerdim. Genç ve yeniydim çünkü. Ama Smelyakov, Vinokurov ve Lukonin, Nâzım’la bu konuyu çok tartıştılar. Onlar kafiyeli yazıyorlardı. “Şiirde disiplin olmalı” diyorlardı.

— Nâzım’ın şiirlerinden epeyce beste yapıldı Türkiye’de. Bildiğim kadarıyla sizin de bestelenmiş şiirleriniz var. Biraz söz eder misiniz?

HAMZATOV — Çok var. Özellikle biri çok meşhur oldu. “Turnalar” adında. Hiroşima’da yazmıştım. Dağıstan’da en sevilen sembolik kuş, kartaldır. Japonya’da ise beyaz turna. Orada şöyle inanç var: Bir insan beyaz kâğıttan bin turna yaparsa bin yıl yaşarmış. Hiroşima’ya bomba atıldıktan sonra radyasyona maruz kalan bir kız beyaz kâğıttan turna yapmaya başlamış, bin tane yapamadığı için ölmüş. O kız için bir heykel yapmışlar. Hiroşima’dayken mevsim, beyaz turnaların Sibirya’ya göç mevsimiydi. Onları gördüğüm gün, aldığım bir telgrafla annemin öldüğünü öğrendim. Turnaların o uçuşlarına bakarak savaşta öldürülen insanlarımızı düşündüm.

Turnalar “V” şeklinde uçuyorlardı ve aralarında boşluklar vardı. O boşluklar savaşta öldürülenlerin yeriydi gibi geldi bana. Ve bu şiiri yazdım. Avarca yazdım, Rusçaya çevrildi, ilkin Rusça söylenmeye başlandı. Bestecisi Yan Frenkel. Haum Grebnev Rusçaya çevirdi. Mark Bernes adında bir şarkıcımız vardı, o da seslendirdi. Mark Bernes daha sonra öldü. Cenaze töreninde “Turnalar”ın çalınmasını vasiyet etmişti. Ve çalındı. Sovyetler Birliği’nde 20 tane beyaz turna heykeli var, şarkı çıktıktan sonra yapıldılar. Hatta Dağıstan’da Beyaz Turna Günleri yapılıyor.

— Nasıl yani?

HAMZATOV — Beyaz turnalar savaşta öldürülenleri temsil ediyorlar. Savaştaki ölülerimizi anma günleri bu heykellerin önünde yapılıyor. Şimdi ben, Beyaz Turna Günleri uluslararası olsun istiyorum. Barış savaşımını temsil etsinler. Dağıstan’a komşu Osetin’de bir heykel yapılıyor. 7 beyaz turna var o heykelde. Bir kadının savaşta öldürülen 7 oğlunu sembolize ediyor, önümüzdeki yıl açılacak. Olay kendiliğinden yayılıyor. Besteciler kapımı aşındırıyorlar şiirlerim için. Bu ayın 15’inde Moskova Televizyonu’nda şiirlerimden gerçekleştirilen şarkılar icra edilecek.

Söyleşen: MÜRŞİT BALABANLILAR
Taha Toros Arşivi, 505212

ŞİİRLERİ



ARKADAŞINIZA GÖNDERMEK İÇİN:





ŞİİR PARKI