Hangi ulusun uçağına adım atarsanız, hafif müzik
olarak o ulusun melodilerini duyarsınız. Fransız,
bir kabare şarkısının havasını verir, İtalyan, bir
operanın Intermezzo’sunu çalar, Amerikalı, bir Hollywood filminden anımsadığınız notaları duyurur. Öyle ki,
nereye; kimin uçağına adım attığınızı hemen bilirsiniz.
Hindistan’da da bu böyledir, Arabistan’da da, Çlnmaçin'de de.
Ama, Türkiye’de değil.
Türk uçağına bindiniz mi, Türk melodisinden başka her şey duyabilirsiniz: Gürültülü bir caz parçası da olabilir, bir Latin Amerika tangosu da. Bilirsiniz ki, müziğinden oturup kalkmasına, yemek yiyişine ve düşünüşüne kadar her şeyiyle bir benlik ya da benliksizlik
bunalımı geçiren bir toplumdasınız.
Oysa, benliğimizle bütünleşmiş bir müzik türü yok da değildir. Hangi tür, adı üstünde, bir türkü kadar Türk
olabilir? Türkü, Türk’ün şarkısıdır.
Ruhi Su, 1950 öncesinin gür bir opera sesiyken, sonra niçin türküyü çağdaşlaştıran, sazla birlikte bugünün insanına bağlayan bir ses oldu?
Fantezi mi, kolaya kaçış mı, zora sürüş mü, kişisel bir esinti mi?
Yoksa, bu seçişin temelinde çok daha derin bir anlam mı yatıyor?
Ezdiğimiz, dışladığımız, hatta kaçmaya zorladığımız insanlardan zaman zaman en yerli, bu ülkenin insanlarına en yakın davranışların gelmesinde düşündürücü bir yan görmüyor musunuz? “İstiklal Savaşı Destanı”nı bazen insanı çıldırtacak kadar iyi seçilmiş sözcüklerle en
iyi anlatan Nâzım Hikmet oldu. Aziz Nesin’in diktiği mizah anıtı, bütün evrensel yaygınlığına karşın her şeyiyle Türk'tür. Ruhi Su, çağdaş anlatım için en çok bizden olan müziği, türküyü seçmiştir.
Örnekleri daha da çoğaltabilirsiniz. Sanki bütün bu davranışlarda yaratıcı insanı kendi toplumundan koparmak, onunla toplum arasına erişilmez uzaklıklar koymak isteyenlere verilmiş ince bir yanıt saklı gibidir.
Haksızlığın zirvelerinden dolaşıp gelen, böyle olduğu için de değeri büsbütün artan bir ulus sevgisidir bu.
Bir ulusu titremeden, hiç kandan, kinden, dinden, söz etmeksizin kendine döndürmenin en sağlıklı yolu da belki budur. Çünkü böyle bir inceliğe ve
sevgiye bulaşmamış titreyişli, kanlı, kinli ve dinli bir kendine dönüş, geriye gitme, çağdışına düşme tehlikesini de birlikte getirir.
Oysa Türkiye, soysuzlaşmadan değişmek, köksüzleşmeden yenileşmek zorundadır. Soysuzlaşmayı ve
köksüzleşmeyi önlemek ile geriye gitmek arasındaki çizgi, çok nazik, çok hassas bir çizgi. Örneğin, Şah döneminin kokuşmuşluğundan Humeyni döneminin kapalılığına sıçrayan İran, bu çizgiyi tutturamadı. Paris’siz yaşayamayan, boyalı, taklitçi yüzeysel bir Batılılaşma ile mollalık düzeni arasında herhalde daha sağlıklı bir başka yol olmalı.
Ruhi Su gibileri, kullandıkları araçların yerliliği ve kafalarının çağdaşlığıyla, bu yol üzerinde önemli kilometre
taşlarıdır. Hele bunu kendilerine yapılan eziyetlerin üstüne çıkarak gerçekleştirmiş olmaları karşısında, siyasal
inancınız ne olursa olsun, ancak saygı duyabilirsiniz.
MÜMTAZ SOYSAL
Milliyet, Yıl: 36, Sayı: 13605

ŞİİRLERİ