YÜKTE HAFİF PAHADA AĞIR
Sina Akyol'dan 'Vadedimveylaya'

Sina Akyol yükünü anlama vermiş, ağırlığından soyutlamış sözcüklerini. “Ham” derken bir olamama, olumsuzlama halinden bahsetmiyorum. Asıl olana varmaya çalışırken aslı oluşturan parçaların da şiire dahil edilmesi bu. Sina Akyol şiiri, her şeyiyle bir arada. Bir yandan pürüzsüz, diğer yandan törpülediklerini içinde taşıyan. Vadedimveylaya’daki “Telaş”, böyle bir şiir:

Benim
sakinim
leştir.

Bu alıntıdaki “m, im” eklerinde bir taşma söz konusudur. Koyu belirtilmiş yerler “beni sakinleştir” dizesini karşımıza çıkarır. Aslolan ile dışarıda kalan iç içedir. Şiirin aslıyla, değil’i yan yanadır. Hakeza “Sükunbozan” şiirinde öf! dedikçe ke! dizelerindeki “öfke” bir yarılmaya uğramıştır. “Öf!” sözcüğünün bileşeni diğer taraftadır. Maladan taşan gerçeklik, aslıyla birleşir orada. Adına “ham”lık dediğimiz bu okumaya “istenmiş kusur” da denilebilir pekâlâ. Bilerek yapılan bilerek konulmuş. Şairin bu tercihini yaşamda var olan her şeyin şiire dahil olması gerektiği fikrine bağlayabiliriz. Yaşamdan aldıklarını şiire emanet ederken “az” söylemek birincil koşuldur. Şiir, yalın olana varmak için vardır. Hatta “yalının dibi”ni görmek için.

‘SUSMANIN ESTETİĞİ’

Sina Akyol, şiirini susmanın içinden geçirir. Susmanın mekânı, şiirini terbiye ettiği yerdir. “Az”ın mümkün kılındığı evren. Orada olgunluğa bırakır şiirini. Orada bir vücut edinir şiir. Yalın olan, susmanın mekânını kat ettiğinde bir ağırlık kazanır. Kendine gider. Mananın kantarıdır susmak. Susan Sontag da bu doğrultuda fikir üretir. “Susmanın Estetiği” adlı yazısında şöyle der:

“Susma, arınmış, kesinti yaratmayan görü için bir eğretilemedir, görülmeden önce tepki vermeyen, temel bütünlükleri insanın dikkatli gözlemiyle bozulmamış sanat yapıtlarına yakışan bir eğretileme.”

Bu cümleler sanırsınız Akyol şiirini açımlamak üzere yazılmıştır. Yazının başında kullandığım “arınma”, burada devreye girer. Çünkü “susma”, “arınma”yla eşduyumludur. Birbirinin içine bakan bir içsöyleme bürünmüşlerdir. Susma, Sontag’ın ifadesiyle eğretilemeyi arınmadan geçirir. Bu bir değer atfetme biçimidir. Arınma, az olanın ya da içine gömülenin diline dönüşerek sanatı yüceleştirir. “Eğilim daha aza, daha aza doğrudur” der Sontag “ama “daha az” hiçbir zaman, kendisini “daha çok” olarak böylesine gösterişli biçimde öne çıkarmamıştır.” Akyol şiiri için yalın değil, yalının dibi görmek içindir, dememin karşılığını Sontag “daha az” şeklinde ifade ediyor, “daha çok” adına.

Peki, Sina Akyol “daha az” olandan “daha çok” olanı nasıl çıkarıyor? “Susma” ile bakışımlı “arınma” bu atmosferin oluşumunda nerede durur? İki sözcüğün çakışmasından bahsedebilirim burada; “açık kapalılık.” Nedir bu? Görünenle görünmeyenin birbirine içgeçişleridir. Sözcüğün ilk görüntüsünün insanda bıraktığı etkiyle mananın dibine inilirkenki görüntü birbirinin uzantılarıdır.

Bir benzetmeye başvuracağım. Vücuda temas eden kurşun, içeriye doğru genişleyerek yörüngesinde evrensel çemberler çizer. Bu dünyanın çizgisel hızına benzer bir şekilde dibe ve yanlara doğru açılımlar yaparak ilerler. En derine kadar. Kurşunla mananın yer değiştirdiğini düşünelim. Dibe doğru inen kaynağın sarmalında susma ve arınma vardır. “Daha az”dan “daha çok” olana doğru bir seyrüsefer söz konusudur. Akyol, manayı dibe yerleştirirken şiiri üstten başlayarak aşağılara doğru bir çember halinde yol alır. Üstteki “açık” alan dibe doğru zenginleşerek bir “kapalı” mekân yaratır. Yukardan bakıldığında ya da üstten okunduğunda hemen anlaşılırmış gibi duran saydam tabaka, dipte mananın karnına değer. Bu anlamda Sina Akyol şiiri, yükte hafif pahada ağır bir şiirdir.

Vadedimveylaya kitabındaki “Koca Bir Yıl Geçti” şiiri, bu gerçekliği biraz daha görünür kılar:

“ben zaten
kısacık şiiri
karıncaya yazdım.”

Bu dizeler “kurşun” benzetmesini açımlamak için önemli. Çünkü “kurşun” ile “karınca”nın çevrimsel hızları içgüdüsel olmasa da yayılım alanı olarak aynıdır. Yeryüzünde bir nokta gibi gezinen karınca, yanına aldıklarıyla yuvasına döner. Karıncanın kapısı, kendi vücudunun hacmi kadarken aşağılara indikçe kendi hacminin dışına çıkar. Girdiği mekân, labirentimsi bir şekilde odadan odaya açılır. Yanında getirdiklerini neredeyse bütün odalarda gezdirerek mekânı zengin eder, genişletir. “Daha az” ile başlayan yolculuk derine inildikçe “daha çok” olana evrilir. Kurşun gibi. Çevrimsel.

Akyol’un diğer kitaplarında olduğu gibi Vadedimveylaya kitabı da anlattığım bu durumdan nasiplenir. Büyüklenmeci değil. Yeryüzünün mükemmelliğini, yüceliğini, eğip bükerek avucumuza sığacak hale getirir.

Yeryüzü düşüncesini küçük endişelerle anlatır. Dünyayı bir tasa koyup önümüze koyacak kadar “az”a indirger her şeyi.

İnsan ölürken bir kumaş parçasına sarılır. Öte tarafa böyle taşınır. Üstümüzdekileri atmışızdır tamamen. En az halimizle oralarda olacağımızdan. Çıplağa yakınız. Sina Akyol şiiri, oralarda gezinir. Çıplakta.

VEYSİ ERDOĞAN
Cumhuriyet Kitap, 6 Ekim 2011,
Sayı:1129, S. 18

ŞİİRLERİ



ARKADAŞINIZA GÖNDERMEK İÇİN:





ŞİİR PARKI