"Siz” diyordu geçenlerde bir dostum "gemi iyiden iyiye azıya aldınız
"
"Neden" dedim "Ne yapıyoruz ki?"
"Daha ne yapacaksınız?" dedi, "Millî marş'ı ulusal düttürü'ye, otomobil'i öz
itişimli götürgen'e, uçaktaki hostes'in adını gök konuksal avrat'a, otobüsteki hostes'in adını da yer konuksal avrat'a çevirmişsiniz. Bunlar Türkçeymiş; Türkçeleşmeyi
anladık ama bunlar da nesi? Olur mu böyle şey?"
"Olur diyen kim?" dedim.
"Kim olacak, siz!" dedi "Kurumcular.."
Bundan birkaç gün önce bir günlük gazetede dille ilgili küçük bir fıkra yayımlandı. Fıkra yazarına birisi diyesiymiş ki, "özleştirmeciler nesil karşılığı kuşak
sözcüğünü kullanıyorlar. Oysa, ben buna daha uygun bir karşılık buldum. Nesil
karşılığı kuşak diyeceklerine uçkur deseler daha anlamlı olur!”
Dilde özleşme akımı, devlet zoru olmadan günden güne gücleniyor, yaygın
laşıyor ya, Türkçeye saygı bilincinden yoksun Osmanlıca özlemcilerinde bir tedirginliktir başladı. Bir biçimine getirip özleşme akımına karşı çıkmak istiyorlar. Bilime, sağduyuya, gerçeğe yaslanan bir karşı çıkmanın yolunu bulamadıkları için,
alay yoluna sapıyorlar, akıllarınca eğleniyorlar, birtakım sözcükler uydurup uydurup "işte Türkçecilik bu!" diyorlar.
Doğrusu hakları da yok değil bu özlemcilerin! Ne yapsınlar, "post elden gidiyor."
Özleşme akımı son yıllarda edebiyatın dar sınırları içinde kapanmış kalmıştı. Yasa
dili, yazışma dili, haber dili İstedikleri gibiydi. Türkçenin bağımsızlığına kavuşmaması, tutsak bir dil olarak yaşaması için ülke yönetimini elinde tutanların desteğini de bulmuşlardı. "Keyif onların, köy Mehmet Ağanın"dı.
Sonra olanlar oldu
işte, güvendikleri dağlara karlar yağdı. Son iki yıldır, devlet zoru olmadan özleşme
akımı gelişiyor, yaygınlaşıyor. Son aylarda gazetelerimizin haber diline inceleyici
bir gözle şöyle bir bakın gelişmeyi görürsünüz.
Radyoların söz yayınlarına bir kulak verin, dildeki değişmenin yüzde oranını
bulmakta güçlük çekmezsiniz. Yetişen kuşakların günlük konuşma diline dikkat
edin, yenileşmeyi hemen sezersiniz.
Bütün bu gelişmede, değişmede, yenileşmede bir zor kullanımı yoktur. Resmi yazışmalarda bile Türkçeye özenin gün geçtikçe çoğaldığını gösteren umut verici
belgeler vardır.
Geçenlerde büyük bankalarımızdan birisinde çalışan bir servis şefi Kuruma
başvurmuştu. Yazışmalarında Türkçe sözcüklere daha geniş ölçüde yer vermek
istiyorlarmış, Kurumun gazeteler için bir ”Sözcük Listesi" hazırlayıp dağıttığını
okumuşlar, kendilerine de gönderilmesini rica ediyorlardı.
Yargıtayın 'Görüşleri Birleştirme" kararlarına, zamanınız olursa bir göz atın.
Hukuk dilinin Türkçeleşme yolunda attığı adımlar sizi şaşırtacaktır.
Türk Dil Kurumu'nun geçen 26 eylülde Ankara'da açtığı kitap sergilerinin birinde,
Danıştayda görevli bir devrimciyle tanışmıştım. Konuşmamız dil üzerine oldu.
Bana şu mutlu haberi verdi: "Biz” dedi, "incelememizden geçen bütün yönetmeliklerin dili üzerinde de özenle duruyor, bunları Türkçeleştiriyoruz. Kimi zaman
güçlükler çıkıyor karşımıza. Kurum bize yardımcı olur mu?"
5 Yıllık Kalkınma Plânını hazırlıyan Devlet Plânlama Örgütü, plân üzerinde
bilimsel çalışmalarını bitirince dilinin Türkçeleştirilmesinin de gereksinmesini duymuş, bu konuda Türk Dil Kurumu'nun yardımına başvurmuştur. Bu, Kurumun isteğiyle değil, bir Devlet Örgütünün gereksinmesiyle girişilmiş bir çalışma oldu.
Bütün bunların elbette bir anlamı vardır. Bütün bu ileri atılım çabalarının
kaynağı, ana dili bilinci, Türkçeye sevgi ve saygının yeşermesi, gelişmesi, kökleşmeye
yönelmesi değil de nedir?
Bizim özleşme akımına karşı çıkmaya çalışan özlemcilerimiz bile, bu karşı çıkmalarını yerdikleri Türkçeyle yapıyorlar. Örnekleri çok.
Bu gerçekleri görünce, öz itişimli götürgen uydurmasının akıma etkisi olur
mu? Olsa olsa bir iki kişi aldanır önce, sonra aldandığını anlar. Nesil yerine ku
şak deneceğine uçkur denmesini öneren kişi, bir gerçeği unutuyor. Kuşak sözcüğü, Türk halkının, büyük çoğunluğun yüzyıllar boyunca kullandığı, bugün de
dilinden düşürmediği bir sözcüktür. O büyük halk çoğunluğu kuşak yerine uçkuru uygun bulup onu kullansaydı, nesil diyeceğimize uçkur derdik, bunun alay
edilecek yanı neresidir ki?
Türkçenin sorunu, bence, bunlar değil bugün. Türkçe, Arapçanın da, Farsça'nın da etkisinden kurtulmuştur. Üç dil kırması Osmanlıca'nın yaşarlık gücü yitmiştir. Bu kırma dilin kuralını bilen kalmamıştır hemen hemen. Sözcüklerinin ço
ğunu dilimizden atmışızdır. Geri kalanlar da, hızla ayıklanmaktadır. Beliren bir iki
direnme çabası ise, gerçekten eğlenceli olmaktadır. Demek istediğim, bir ”tehlike"
değil artık ne Arapça, ne Farsça, ne Osmanlıca Türkçe için!
Türkçenin bugünden beliren, yarın daha da çoğalacağından korkulması gereken bir başka "tehlike” karşısında olduğu gerçeğini gözden ırak tutmamamız
gerekir. Asıl savaş şimdi bir başka yönden açılmalıdır. Bunca emekle bağımsızlığına
kavuşturduğumuz Türkçeyi, yeniden tutsak edemeyiz.
Türkçenin ivedilikle çözüm yolu bekliyen en önemli sorunu, karşılaştığı en
önemli "tehlike", batı dillerinin etkisidir. Batı dillerinden her gün elini kolunu sallıya sallıya giren yabancı sözcükler sorunu üzerinde durmamız gerekir.
Batıdan gelen düşünceye, batıdan gelen bilimsel ürünlere değil, batı dillerinden
düşünceyle, bilimsel ürünlerle birlikte gelen sözcüklere bir gümrük duvarı çekmek
zorundayız.
Türkiye Doğu uygarlığından Batı uygarlığına yönelince, kendiliğinden yeni
girdiği uygarlığın etkisinde kalacaktı. Türkçeye Batı dillerinden giren sözcükler,
batı uygarlığına yönelişimizin zorunlu bir sonucu mudur? Böyle sayıp, elimizi ko
lumuzu bağlayıp oturmalı mıyız?
Batıya açtığımız ilk pencere Fransaya bakıyordu. Türkçeye giren sözcüklerin
geniş bir bölüğü bu yüzden Fransızcadan girmiştir. İkinci dünya savaşından sonra
siyasal bağlar, ekonomik ilişkiler yönümüzü değiştirdi. Batıya açılan pencere sayısı
çoğaldı. Çeşidi çoğaldı, Şimdi de İngilizceden, Amerikancadan sözcükler giriyor.
Bu yabancı sözcüklerin kimini Fransızca söylenişe göre almışız, alıyoruz; kimini
de İngilizce, Amerikanca söylenişine göre aktarıyoruz.
Peki, Türkçe ne oluyor?
"şirket"i "sosyete" yapmanın dile kazandırdığı nedir? Neden "ortaklık" değil?
"kâtip"in "sekreter" oluşu, bir batıya yöneliş midir? Dikkat edin güzelim "kaldırım" sözcüğünü bir kıyıya itip "trotuvar" demeyi neredeyse uygar kişi olmanın
ilkeleri arasında sayacaklarımız var içimizde.
Bunlara benzer daha bazı sözcükler sıralayabiliriz: fuar, şampiyon, konsey, kolye, eşarp, ofis, servis, kupon, kombina, sendika, mobilya, defile, büvet, peron, mesaj v.b.
Bu sözcükler için, "ama bunlar" diyeceksiniz "yeni girmiş sayılmaz, bir çoğunu
yıllardan beri kullanıyoruz." Bu sözcüklerin bir çoğunu yıllardan beri kullanmamız, onların uyruk değiştirdiğini, Türkçeleştiğini göstermez. El el durup dururlar
dilimizin içinde. Bunlara yenilerini katabiliriz. İşte birkaç örnek:
Senato, senatör, koalisyon, konsorsiyum, referandum, troleybüs, minibüs,
ekskavatör, buldozer, entansif, ekstansif, marjinal, perspektif, prodüktivite, standardizasyon, stabilizasyon, kortej, konvoy v. b.
Bunlar, benzerleri yabancı sözcükler Türkçe olarak karşılanamaz mı? Neden
karşılanamasın? Plânın dili üzerinde yapılan çalışmalar sırasında, zaman çok kısa,
çalışma çok hızlıydı ama gene de terim niteliğindeki yabancı sözcüklerin bir çoğuna yeni Türkçe karşılıkları bulunabilmiştir! Bunlar, plânda yer almış, en güç
beğenir kişilerin bile beğenisini kazanabilmiştir.
27 Mayıs'tan sonra hazırlanan Anayasanın halkoyuna sunulması sırasında
"referandum” sözcüğü almış yürümüştü. Çıkarcı politikacılar bu sözcüğü, "Amerikadan Mr. Referandum diye bir adam gelecek, devlet gemisini o yürütecek, bu
referandum o demek.." gibilerden söylentiler çıkarınca, Anayasanın referandumun
dan vazgeçildi de "halkoyuna sunulması"na karar verildi. Radyolarımızda gene
Anayasanın tanıtılması için yapılan yayınlarda "Senato" "Okumuşlar Meclisi" diye
halka anlatılmaya çalışıldı. "yatırım"lar başladığı sıralarda, bu işlerin adı "yatırım"
değildi, "envestisman"dı. Baktılar ki, büyük çoğunluk bu "envestisman"ın ne oldu
ğunu anlıyamıyor, istemiye istemiye "yatırım" dedilerdi.
Demek ki, halkın bilmesi anlaması gereken işler, çalışmalarla ilgili sözcükleri zora geldik mi, Türkçeleştirmeye yöneliyoruz. "yatırım" diyoruz, "halkoyuna başvurma" diyoruz, "Okumuşlar Meclisi" diyoruz. Büyük çoğunluk, aslında kendi di
linden olmıyan, ana dilinden çıkmamış sözcüklere ısınmıyor, sevmiyor onları, an
lamıyor. Ama okumuşlarımız, aydınlarımız böyle düşünmüyorlar. Onlarda, büyük
çoğunluktaki dil sağduyusu yok demek. Çünkü, direnmiyorlar yabancı sözcüklere.
Bu sözcüğe Türkçede ne diyebilirim? Bu kavramı nasıl karşılıyabilirim? diye düşünmek gereksinmesini duymuyorlar. Türkçeye yabancı sözcüklerin bolca girmesinde,
elbette halkın bir suçu yok. Suç, okumuşların, aydın kişilerin.
Peki, ne yapmamız gerekir? Bu açık kapıyı, ivedilikle kapamak zorundayız.
Ana dili bilincine ulaşmış, Türkçeyi gereği gibi seven, sayan kişiler güçlerini birleş
tirmelidirler. Türkçenin Batı dillerinin etkisinden kurtulması için bir çıkar yol düşünmelidirler. Türk Dil Kurumu, bu konuda öncülük etmeli, bilimcileri, dilcileri,
politikacıları, bankacıları, devlet yöneticilerini, teknik adamları bu yolda çalışmaya
çağırmalıdır.
Türkçenin karşılaştığı bu '"tehlike" küçük değildir. Şimdiden çalışmaya koyul
mak gerekir. Yoksa, bakarsınız Fransızcalı, İngilizceli, Türkçeli bir kırma dil daha
ortaya çıkıvermiş. O zaman da yeniden bir Atatürk mü bekliyelim, bir Dil Devrimi
daha yapsın da, Türkçeyi kurtarsın diye!
Sorumluluğunu bilen devrimci Türk aydınını bu konu üzerinde düşünmeye
çağırıyoruz. Türkçe için en önemli sorun budur. Kimsenin ”öz itişimli götürgen”
uydurmacılarıyla uğraşacak zamanı yok. Açık kapıyı elbirliğiyle kapamak, hem de
ivedilikle kapamak zorundayız.
SUNULLAH ARISOY
Türk Dili Dil ve Edebiyat Dergisi
Aralık 1962, S: 135, S. 131-134

ŞİİRLERİ