"Birazdan ay çıkacak, /
Gitme kal diyeceğim. /
Biliyorum gideceksin, /
Her şey senden yana. /
Ay denize karışmış, /
Yağmur da yağmıyor. /
Hep benimle kalan, /
Şarap kokulu şarkılar.”
Bergama, Ayvacık, Tuzla güzergahından Behramkale’ye doğru yol alıyorum; virajlı, inişli çıkışlı bir yol. Etrafımda saçlarına çelenk yaptığım zeytin ağaçları, inatçılığını hatırlatan keçi sürüleri, yosun yeşili gözlerin pınarların yalaklarında. Seviştiğimiz yerler gibi, kuytulara saklanmış tüm güzellikler. Oysa ben, çam ağaçlı, zakkum çiçekli yollardan sana gelmeye alıştım. Uzun bir tırmanışın sonunda; bir ara, gök ile yer arasına çizilmiş bir çizgi gibi düzleşiyor yol. Sen geliyorsun aklıma sakinleşiyorum. Biliyorum, bütün yollarım sana çıkıyor, varamazsam başlıyor paniklerim.
Düzlük bitiyor, tekrar iniş başlıyor. İçimde bilmediğim yerlere gitmenin heyecanı, birazda tedirginliği var. Ne umuyorum, ne bulacağım? Hep sana gelirken duyduğum çekingenliğe benziyor duygularım. Seni her gördüğüm andaki gibi birden rahatlayacağım, biliyorum. Behramkale karşıda görünüyor ve içimi bir mutluluk kaplıyor. Hiç yanılmadım, sende hep umduğumdan fazlasını buldum; gene bulacağım eminim.
İnsanlar çift yaratılırmış, her insanın bir benzeri olurmuş; şehirlerinde öyle. Elazığ Harput Kalesi, Behramkale; senle ben gibi benzeşiyor zihnimde. Harput Kalesi düz bir ovanın, Behramkale Ege Denizi’nin koynunda. Her ikisinden de bakabiliyorum; senin gözlerindeki gibi sonsuzluklara. Gözlerim uzaklara dalıyor, yüreğim kuş kanadındaki özgürlüğe sevdalı. Başım dönüyor, hafifim, üflesen uçacağım; bir kuş olup, etrafında döneceğim; yorulunca gene sana konacağım.
Ben niye geldim, kim koymuş bu kocaman taşı buraya? Unutuyorum. Tıpkı ben, sanki boşlukta duruyor. Desteğim sen, bir fiske vursan yuvarlanacağım; önüme ne çıkarsa ezip geçeceğim. Düşüncemin gürültüsünden kurtulup, içinde bulunduğum ana dönüyorum. İnancımın yönelişiyle 14. Yüzyıl Murad Hüdavendigar Camii’nin mihrabındaki bezeme ve süslemelere dalıyorum. Motif olmuş inancını alçı kalıba dökmüş sanki usta. Caminin açık kapısından giren güneş ışıkları motiflerin üzerine düşmüş, kutsuyor inancını. Pencerelerden giren ölgün ışık mistik bir hava veriyor mekana. Giriş kapısının üzerindeki, Latince yazılı, haç işaretli devşirme tapınak taşı kadar; bütün inançlara saygıyla açık yüreğim. Dalmışım,seni bile unutmuşum; içinde bulunduğum anı yaşıyorum.
Akşam serinliği, telaşsız, yavaşça çöküyor etrafa. Batan güneşin kızıllığında bir siluet beliriyor kapıda. Göbeği açık, şortlu güzel bir kız, yüzünü tam seçemiyorum. Bacakları sanki son cemaat yerinin mermer sütunları. Yoksa ben mi yanılıyorum? Tanrıça, batan güneş gibi kayboluyor Ege’nin mavi sularında. Siluetinin tanrıça güzelliğine doyamıyorum. Her seferinde sana söylediğim gibi: Gitme kal! Diyeceğim, utanıyorum. Uyduracağım bütün mazeretler geçersiz. Dışarıda yağmur yağmıyor, ay ışığı yakamoz olmuş; balıklarla oynaşıyor. Bana düşen, ardından bakakalmak. Tek tesellim, gecenin karanlık örtüsünde; birazdan çıkacak yıldızlar, ızgara balık ve anason kokusu sinmiş hüzünlü şarkılar. Ayrılırken demedin ki gitme, içine sinmez bensiz oralar.
Bunları düşünürken; Şeytan çarpmadıysa eğer: Şeytanın da aşka saygısı varmış meğer...
ERTUĞRUL BOZKURT
Ağustos 2004
Gönderen : Yakup Yıldırım
