Sabahattin Kudret Aksal’ın şiirlerinde her yağmur sonrası içi eski kokan bir aynaya sabahın ilk ışıklarıyla yansıyan bir kedi yüzünün gizemi ve bir bacadan tüten dumanın inceliği egemendir. Dizelerinin arasında görünmeyen kediler gezinir:
Bahçeler içinde evler görüyoruz / Evlerin kedilerini görmeden geçip gidiyoruz.
Behçet Necatigil gibi evlere tutkun bir şairdir. Evlerimizde yalnızca kedilerimizin olmadığı konusunda uyarır bizleri: “Her evin bir ağaçkakanı vardır, yastığa başımızı koyar koymaz duyarız onu.”
Şiirlerinde hep suskundur... Susar susmaz şiire başladığını duyan Aksal genç bir ozana da, suskunluğu önerir:
“Çok konuşma / Suskunluğa yakın dur” ... Kedileri de, sakin yapılarından dolayı sever. İlk şiir kitabı “Şarkılı Kahve”den son kitabı “Buluşma”ya bütün şiirlerinde “sakin” bir melodi duyulur:
Hep böyle sakin şiirler yazmalıyım / Huzur dolu geceden bahsetsin / Her gün sabah sevinçle uyanmaktan.
Her sabah dünyayı yeniden bulmak yaşama sevinci verir Sabahattin Kudret Aksal’a... Oktay Akbal’ın yaptığı bir söyleşide sabahı şöyle tanımlar:
“Uyanınca yeryüzüyle ilişkimi hemen kuramam. Bir gece önce bıraktıklarıma alışmam, nesnelere ısınmam için biraz vakit geçirmek, birkaç sigara içmek gerek. Onlara uzun uzun bakarım, bakmayı severim. Bu, ayrıntılara inmeden bir bakıma, algılamadır diyebilirim. Bana öyle gelir ki, dünya her sabah yeniden kurulur.”
Evet!.. Dünya her sabah yeniden kurulur. “Çocuk” adlı şiirinde bu duyarlığını yansıtır okura:
Saçını kestirmiş
Dipten, pamuk ucu kadar
Kalmış saçlar
Uzayacak diyor, daha
Sabaha çok var!
Salâh Birsel “Ah Beyoğlu Vah Beyoğlu” adlı kitabında Sabahattin Kudret’in bir başka yönünü anlatır: “Nisuaz’da Sabahattin Kudret camın önünde oturur, gözüne kestirdiği kızların ardına düşmek için hemen caddeye fırlayacak biçimde tetikte bekler. Caddede ise, bir iki kez boynunu kütlettikten sonra avına yanaşır ve daha Taksim’e varmadan kızı ağına düşürmüş olur. Kimi zaman Salâh Birsel de takılır ona...”
Oktay Akbal’a “bakmayı” sevdiğini söyleyen Aksal’ın camın önünde oturması şaşırtıcı değildir. Pencerenin arkasından sokağa baktığı gibi çayını içtiği kahveden de, pencereye kayar gözleri... Çay elbetteki sabah çayıdır:
Sabah çayını /Evlerinin karşısındaki kahvede içerim / önünden geçtiğim pencere / Onun penceresi / Mavi göğe karşı
Şiir ile matematik arasındaki bağı şöyle tanımlar: “ilkçağdan bu yana yazılmış, bugün de bize seslenme gücünü yitirmemiş
şiirlere bakarsak, tümünün de matematiksel bir yöntemle kurulduklarını, buna karşın tümünün de gizemsel niteliği olduğunu, bir büyüyü gerçekleştirdiklerini görürüz. Matematiksel bir yöntemle bir büyü sağlamak! Böylece çelişik iki kavramdan şiir sanatının gerçeği belirlenmektedir. Bu denli çelişik iki kavramdan ortaya çıkan bir başka kavramı çözümlemek, olanaksız demeyeyim, kolay olmayacaktır. Gene de bir tanıma ulaşmak istersek, denilebilir ki şiir bir içeriğin dile dönüşümüdür, dilde kesinlenmesidir.”
Sabahattin Kudret Aksal yukarıdaki sözlerini “Şiir Üstüne Notlar” adlı şiirinde dizeleştirmiştir:
Bir avucun matematik, / Bir avucun büyü, / Bunda da çelişki yok. / Sonra düşün, olsa da ne çıkar: / Çelişkidir şiir. /
İlkçağdan günümüze seslenme gücünü yitirmemiş şiirlerin gizemini de, çelişkili bir benzetmeyle anlatır: Şiir, tarihinden bu yana pek de değişmedi / İnsan yüzleri gibi tıpkı / O denli benzer / O denli başka.
Sabahattin Kudret Aksal, Paul Valery’nin “ İlk dize Tanrı vergisidir, ondan sonrası da çaba” sözünü benimsemiştir. İlk dizenin nereden geldiği belirsizdir:
İmge avlama
Gelirse kapıyı aç
Öncelikle nereden geldiği belirsiz olan ilk dizenin gerçek dize olup olmadığını anlamak ister. Bunun için de iç sesine kulak verir:
Ses / Sesteki tını / Bak işte o, çok önemli: / A ’dan sonra U, U’dan sonra A.
Şiirlerinde kolay söylenmiş sanısını vermeye çalışmıştır. Şiir işçiliğindeki çabası, çabasız görünmek adınadır. Aksal’a göre ozanın amacı emeğiyle emeksizmiş gibi bir görünüm sağlamak olmalıdır. Bunu da şiir sanatının bir başka çelişkisi olarak tanımlar:
Göğe benzemeyi dene
Gök gibi doğal
Gök gibi şaşırtıcı
Birçok şiirinde suluboya ile yapılmış bir tablo duyarlığı ağır basar:
Köy sarısıyla akıyor
Kocamış davarıyla
Mor söğütleriyle akıyor
Gömütlüğü güney kavruğu
Mısırı iğdesi ayçiçekleri
Kazları ördekleri
Bir ırmakta akıyor.
“Düşünün ki, şiirsever kişinin ya da ozanın sevdiği şiirleri belleğinde taşıması, ressamın ya da resimseverin, günün yirmi dört saatinde Louvre’u yanında taşıması gibidir”... Herhalde Sabahattin Kudret Aksal’ın bu sözlerini, yani şiirin bir müzeyi belleğimizde taşıma olanağını verdiğini “Ev” adlı bir tablo duyarlığındaki şiirini ezberlersek doğrularız:
Mavinin ve turuncunun /
Ufkunda ev / Ak bir bulut çatıda / Karpuz yüklü kamyonlar geçen yoldan / Bayır aşağı serviler / Patiska perdeleri rüzgârda uçan.
Trenlere tutkundur... Ama, sırık fasulyelerin çevirdiği çitin ortasında kargalarıyla duran istasyon makasçısının evine daha çok tutkundur. Küçükyalı tren istasyonundaki kahveye giderdik en çok... Sabah işe gitme telaşındaki insanların yanıbaşında çayımızı yudumlarken yağmurun yağmasını beklerdik saatlerce... Sanatçının, sanatının dışında bir işlevle, en azından aydın kişi olma sorumluluğundan başka bir işlevle yükümlü olmaması gerektiğini söylerdi... Ozanın her dakikası şiire “bakmak” ile geçmeliydi!.. Ve yağmur yağdığında çocuk gözleri çıkıyordu ortaya:
Ey yağmur
Çocukluğumun yağmuru
Akıyorsun bu gece de
Camından vagonumun
Bir çocuk attığı taş ile kırdı camları... Tren uzaklaştı istasyondan; süpürdü beraberinde insanları... Kedi kayboldu aynanın içinde... Yağmur içine yağıyor kahvenin:
Belli oldu artık ölmüşüm
Bir dost ağlamak istedi
Mektup yazdılar eve
Bütün gece içim sıkıldı.
Neler gitti elimden beklenmedik
Bir oda bir yatak
Bir dolap kitaplarla dolu
Perdeler sigara sürahide su
Bir şehir içinde doğdum büyüdüm
Köşe başında meyhane
Bir cadde ışıklı
Kahve arkadaşı iki tane
Her şey her şeyim kayıpta şimdi
Bir sofra kalabalık
Bir deniz vapurlu
Bir şarkı dokunaklı.
Hepsi arkadaştı bana yaşadığımda.
SUNAY AKIN
Taha Toros Arşivi, 001640929010

ŞİİRLERİ