SABAHATTİN KUDRET AKSAL
BİR ŞİİRİN HİKÂYESİ

SUNUCU:

Elli yılı aşkın bir sanat serüveni var Sabahattin Kudret Aksal'ın; kesintisiz, bir ırmak gibi akıp giden. Güzellikle, sevgiyle, bir doyumsuz musikiyle dopdolu... Aksal yaşantısını, şiirin altın köpüklü kanatlarına bırakıvermiş sanki. Yıllar yılı, cümle kalabalıklardan uzak, bir karlı dağ doruğunda yapayalnız yaşarmışçasına, içtenliğin-huzurun-ailenin-evin ve tekmil insanların mutlu geleceğine, gönül dilince mısralar düşürmekte...

Onun, titizliği aşan bir dııyarlıkla yazdığı ve alabildiğine derin bir kültürle beslenen şiirlerinde, tatlı bir söyleyişi ve güzelliği, içinize yudum yudum sindirirsiniz. Hani zamanın bir yerinde sevinçten uçacak gibi olursunuz ya, Aksal sizi şiir dolu bir dünyaya, ellerinizden tutup, öylesine alır götürür. Bir bembeyaz sessiz gemidir onun şiirleri.

Günlük hayatın getirdiği heyecanlar, sevgiler, tutkular, umutlar, bu minyatür gemiden size mendil değil, tatlı tatlı el sallar. Mısraları yeni bir mesajın adımlarını getirir kapınıza... Abartarak, çığlık çığlığa değil, hafif bir sesle ve daima gülümseyerek... Sabahattin Kudret Aksal, şiire duyduğu o sonsuz saygıyla, okuyucusunu da sanata ve şiire saygılı olmaya çeker, götürür. Şiir onun için tuz, ekmek ve su kadar kutsaldır, önemlidir, günlük hayatının ayrılmaz bir parçasıdır.

Oldum olası Sabahattin Kudret, çağdaş değer ölçüleri içinde bizim toplumumuzun, bizim insanımızın şiirini söylüyor. Bizim insanımızın günlük hayatı, şiirlerinin yapı taşları... Şiirin iç musikisini, adeta harfleri, heceleri, sözcükleri, nota gibi yerli yerinde kullanarak, okuyucusuna başarıyla sunuyor.

Şiirlerini derinden incelediğinizde, derinden derine Sabahattin Kudret Aksal'ın, "yaşanan hayat"ın yaşanmaya değer olduğu düşüncesinden hareket ettiğini, okuyucularına hayatın her ânının bir "yaşama sevinci" içinde geçmesi fikrini öğütlediğini anlıyorsunuz. Onun şiirleri, karamsar bir dünyanın çok ötesinde, azıcık mutluluklarla bile yetinilmesi gerektiğini, toplumun karşılıklı hoşgörü ve anlayış havası içinde yücelebileceğini dile getiriyor. Dilekte bulunuyor.

Sabahattin Kudret, gönül kadehinden taşırdığı şiirle yüklü düşüncelerini hikâyelerine taşıyor. Bir kanmazlık ve coşku içinde tiyatro eserlerine de götürüyor. Bu duygu akımını, güzel sanatların bütün dalları için, tam bir bütünlükle, yürürlükte kılıyor, dört dörtlük bir başarının sahibi oluyor. Günü, yirmi dört saate sığdıramayan bir sanatçı şevki ve heyecanı içinde, toplumumuzun bir bilge adamı, bir iyi niyet elçisi olarak hizmet vermeye devam ediyor...

Onun şiirinin hikâyesi İstanbul'un bir semtinde yaşayan insanlarla, bu insanların başından geçen acı tatlı günlük olaylarla ilgili... hikâyesini anlatmaya şöyle başladı Aksal:

S. K. AKSAL— (71 yaşlarında) Ben diyebilirim ki, şiirlerimde bir olaydan ya da bir yaşam kesitinden yola çıkmadım. Şiirlerimin kaynağmda somut bir olgu değil de, yaşamsal birikim vardır sanıyorum. Birden, nerden estiği belli olmaz, bir dize ya da bir beyit gelir ağzıma, onu çözmek isterim. Şiir de oradan başlar işte.

Düşünüyorum da, bunca yıl, yazdığım bunca şiir arasında beni somut görüntü, düşünce ya da duygunun etkilediği bir şiirim, daha doğrusu şiirlerim var mıdır? Anımsamaya çalışıyorum... Evet, sayısı pek az da olsa, yine de, birkaç parça vardır sanıyorum... Ne var ki, onlar da çok ayrıntılı değiller... Belki, ancak üç beş tümcelik öyküleri vardır...

Yalnızlık duygusu, şiirlerimin oldum olası vazgeçilmez teması olmuştur... Bir banka oturmuş, denizi dalgın dalgın seyreden yalnız biri, balık tutan bir başkası ilgimi çeker. Ne düşündüklerini merak ederim. Yaşantılarını tahmin etmeye çalışırım. Sonra da dizeler gelir, dört bir yandan düşüncelerime. Şiirin adı belirlenir. "Denize karşı" derim...

Adam oturmuş denize karşı
Elinde oltası yıldız tutar
Çeker çıkarır bir bir geceden
Çeker çıkarır tadına bakar
Ardında ışık içinde çarşı

Bir kız geçer arkadaki yoldan
Bir edâ bir çalım akça-pakça
Ağzı yüzü bir delice türkü
Vurur kokusu uzaklaştıkça
Öyle bir düş ki beter gerçekten

Dalmış gitmiş işine beriki
Vız gelir çarşı türkü vız gelir
Çocuksu bir bakış gözlerinde
Bir başına rıhtımda oturur
Ne geçer içinden bilinmez ki...

"Denize Karşı" adlı şiir daha çok gözlemci yanımı anlatıyor, değil mi? Ama öykü şiirimdeki insanların yaşamlarında, yaşam biçimlerinde, duygu ve düşüncelerindedir... Okuyucu bunu yüreğinde hissetmeli, hayalinde canlandırmalı bence...

Şu an "Aile" adını taşıyan şiirimi düşünüyorum... Olabilir ki o, öyküsü biraz daha anlatılabilir olanlardandır... Gerçi aradan çok uzun zaman geçti, ama anımsamaya çalışayım, izin verirseniz...

1946 ya da 1947 yılıydı... Güz aylarmdaydık... Bir akşam üstüydü. Hava kararmış, caddeler, sokaklar, evler ışıklarını yakmışlardı. (Gülümseyerek) Yirmi altı, yirmi yedi yaşındaydım... Nişantaşı'ndan Beşiktaş'a doğru iniyordum.. Evler, ışıklar bende, onlar üstüne bir kurgu oluşturmak isteğini uyandırdı. Her evin ayrı bir yaşamı, dramatiği olmalıydı... Anne, baba, kız, oğul dörtlüsü belirlendi kafamda. Onlara portreler, biraz da yazgılar biçtim... Daha doğrusu onları dizelerle düşünmeye başladım...

SABAHATTİN — (Genç) Kimlersiniz?... Yaşamlarınız nasıl ?... Ya düşleriniz?... Düşlerinizi anlatır mısınız?... Lütfen saklanmayın ışıklı pencerelerin kapalı perdeleri arkasına... Çıkın ortaya... Lütfen... Sizleri tanımak istiyorum...

BABA — Biliyor musun delikanlı, dizlerim ağrıyor... Zamanı değil, geçmiş zamanı yaşamak istiyorum... Senin yaşında olduğum zamanı... Her şey bir başkaydı o günlerde... Bir kadın var düşüncelerimde. Yoo, yooo, şimdiki haliyle değil. Gençliğindeki gibi. O eşsiz elbisesinin içinde. Çok sevdim onu, çook uzun zaman sevmiştim...

SABAHATTİN — (Kendi kendine gibi) Ya şimdi?...

BABA — Bilemiyorum. Aradan yıllar geçti. Karım içerde şimdi. Yatağında, uyuyor. Bütün derdi çocukları. Oğlu ve kızı yani...

SABAHATTİN — Yalnızsın demek?

BABA — Bütün insanlar yalnızdır.. Tıpkı doğarken de, ölürken de oldukları gibi...

SABAHATTİN — Ben yalnızlığı severim. Ama senin için üzüldüm. Keşke uyumasaydı karın.

ANNE — (Hemen girer) Demek benim uyuduğumu düşünüyorsun delikanlı? Evet, haklısın, uyuyorum. Çocuklarımın babasıyla karşılıklı susup oturmaktansa, karşılıklı bakışmaktansa, uyumayı yeğliyorum. Sözcükler tükendi aramızda, anlıyor musun? Birbirimizi, bir haritanın bütün çizgi ve noktalarınca tanıyoruz. Çözülecek bir bilmece, merak edilecek bir konu yok aramızda. Kalmadı.

Bu durumda, sen olsan ne yaparsın? Düşlerini, hayallerini çocuklarınla süslersin tabii... Ah evlatlarım benim!... Muratlarını bir görsem!... Oğlanı büyütsem, kızı limon çiçekleri, gelin telleriyle süslesem... Derin bir uykunun içinde bunları yaşamak güzel, delikanlı. Bilmem beni anlayabilir misin? Öyle gençsin ki sen!...

SABAHATTİN — (Kendi kendine) Anlayabilirim...

ANNE — Bir zamanlar ben de gençtim. Ne giysem yakışırdı. Şimdi kendimi bıraktım. Çünkü bana dikkat eden yok artık. Güzelsin diyen yok...

SABAHATTİN — Üzüldüm. Bunca yıl birliktelikten sonra, mutsuzluk olamaz,..

ANNE — Yoo, yanlış anladın. Mutsuzum demedim ki ben. Dolu dolu sevdim, sevildim, yaşadım, yaşlandım. İki evlât sahibi oldum... Bütün suç, bizi bu duruma getiren yıllarda...

SABAHATTİN — Buna inanamam... Bütün suç, sizde... Gönlünü yaşlandıranlarda... Kalp gözünü sevgiye kapayanlarda. Böyle olmayabilirdi...

KIZ — (Hemen girer) Biliyor musun, kalbim nasıl çarpıyor...

SABAHATTİN — Sen ailenin kızısın...

KIZ — Bildin...

SABAHATTİN — Uyumuyor muydun?

KIZ — Hayır. Hayaller öylesine heyecan verici ki, nasıl uyurum...

SABAHATTİN — Neyin hayalini kuruyorsun?

KIZ — Okuduğum romanın...

SABAHATTİN — Ne okuyorsun?

KIZ — Adı önemli mi? Ne fark eder? Leyla ile Mecnun, Kerem ile Aslı, Ferhat ile Şirin... Ya da Romeo ve Juliette olmuş adları. Evet, ne fark eder? Adem ile Havva'dan bu yana, yaşamıyorlar mı o yoğun duyguları?...

SABAHATTİN — Yüreğini çarptıran bir genç var değil mi?

KIZ — Hayır, ne yazık ki henüz yok... Ama olacak, biliyorum... Onu ölünceye kadar, giderek artan bir aşkla seveceğim... O da beni öyle sevecek... Birçok çocuğumuz olacak, el ele, yüreğimiz hep sevgiyle çarparak yaşlanacağız...

SABAHATTİN — Dilerim, isteklerin yerine gelir...

OĞLAN — (Gürültülü bir geliş yapar - Güler)

KIZ — Ayy!... Dikkat etsene biraz!...

OĞLAN — Korktun!...

KIZ — Korkarım elbet... Hem sen nerdesin bu saate kadar? Babam kızdı, annem merak etti...

OĞLAN — Artık büyüdüm ben. Bu kadar karışmasınlar banal...

KIZ — Aman, büyümüşe bakın hele!...

OĞLAN — Yataktan baş aşağı sarkmış ne yapıyorsun sen?

KIZ — Bir kere yataktan sarkmadım... (Şakacı) Balkondan sarkıp Romeo'ya öpücük yolladım...

OĞLAN — Hiii! Valla babama söyleyeceğim!... Ablam bir oğlana öpücük yolluyor diyeceğim...

KIZ — Hadi, deli deli konuşup durma da git yat. İyi uyu... Yarın sabaha kadar annemle babama hesap verecek kadar güç topla...

SABAHATTİN — Size iyi geceler diliyorum ışıklı pencerenin arkasındaki aile... Mutluluğunuz sürekli olsun...

S. K. AKSAL — (Anlatır) İşte benim öyküm... "Aile" şiirimin belki de tamamını, o akşam, o sokaklarda, kafamda yazdım... Yanımda kağıt yoktu çünkü... En büyük kaygım, düşüncelerimde şekillenen dizeleri unutuvermekti... Hem hızlı hızlı yürüyor, hem de dizeleri belleğime kazımaya çalışıyordum... Eve gelince kağıda geçirdim. Şiir üzerinde yaptığım değişiklik, ufak tefek bir iki değiştirme, düzeltme oldu, o kadar...

Şimdi, gelelim sözünü ettiğim, öyküsünü anlattığım "Aile" adlı şiirime...

Saatin on biri çalmasından sonraydı
Gördüm ev halkının dağıldığını birer birer
Bilmem soyunmaya mı gittiler
Bir zaman sonra hepsi uykudaydı

Baba yaşamadaydı geçmiş zamanı
Bir pencere açık dururdu düşüncesinde
Bir kadın eşsiz elbisesinin içinde
Ne uzun zaman sevmişti onu.

Çocuklarının derdindeydi anne
Biricik umudu çocuklarının
Çekirdeği değil mi onlar dünyanın
Dalmıştı bir derin uykuya öylesine

Yaşanacak bir anın sevincinde genç kız
Balkonundan uzanır gibi sarktı yatağından
Gülümsedi durdu yarı karanlık dünyasından
Başına gelecek cümle aşktan habersiz.

Evin erkek oğluna gelince
Bir çemberin peşinde buldum onu
Gelmez zannederek bu koşmanın sonu
Yaşadı bir oyunu kaderince.

Hepsi iyiydi iyi ve rahat
Bir aileydiler koynunda gecenin
Kalplerinde asılı duran bir bilmecenin
Anahtarını almış götürüyordu bir at...

FEYZİ HALICI
Türk Dili Dil ve Edebiyat Dergisi
Mart 1992, S: 483, S. 799-804

ŞİİRLERİ



ARKADAŞINIZA GÖNDERMEK İÇİN:





ŞİİR PARKI