BU TOPRAKLAR ANAMIN YÜZÜ

I Bu topraklar anamın yüzü... Sabah aydınlığında, akşam gölgesinde uzayıp giden bu ıssız ovalar, sarı gök, uzun karga sürüleriyle bir baştan bir başa yırtılmış sessizlikler: anamın yüzü; bu namaz kıldığı seccade bir ömür boyunca ninemin, güneyden kuzeye, doğudan batıya düş ilmikleriyle, kan nakışlarıyla dokunmuş kutsal yaygı: anamın yüzü, boş göklerin dilsizliğinde sallanırken insanla Tanrı arasında parıldayan giz aman vermez bir kılıç gibi; onun yüzü hep: taştan taşa çağıldayıp çevrinip giden kör suların yer yer oyduğu, çalıların, böğürtlenlerin, dikenlerin yol yol çizdiği karanlık yüz, derin ıssızlık sessizliğin usul yılanı keskin ıslığıyla her yerde; yangınlarla kasırgalardan dört bir yana saçılmış köyler: in, yıkıntı, ören, mağara, tezekle, kerpiçle, samanla örülmüş ten, yokluğun yüzü; yüzyıllardır göç sesleriyle, ağır kağnılarla çiğnenmiş boş ovalar, kum denizleri, kel tepeler, uçsuz bucaksız düzlükler boyunca at süren acı rüzgâr, bir geyik gibi koşar koşar koşarken ufuk, bıçaklarını bileyen tuz acımasız bir beyazlıkta ve güneşin kızıl kırbacı çıplak kayalarda şaklayan... II Gündüzü kopkoyu bir yeşil Kazgöçüren ormanlarının yeşili kopkoyu bir gece; yaz indi mi bin çift öküzün çektiği kağnıyla dağlara akar zümrüt eriyikleri dipsiz koyaklardan aşağı, kuytularda harlı bir yürek gibi çarpar yaşam, doruklar arasında bir çılgın mekik gibi dokur yüzbinlerce kuş yaz göğünü: dağ keklikleri, sığırcıklar, ötleğen, yelve, çitkuşları, sarıağızlar; gün ortası bir yağmur iner dipsiz oluklarından göğün, dört bir yana saldırır birden suyun saydam küheylanları yemyeşil bir alev gezdirip çotuktan çotuğa, kütükten kütüğe; bir göz kırpışması arasında yükseliverir dişbudaklar, kara kayınlar, ladinler, mazılar, gürgenler, selviler ve sarıçamlarla dev bir orman: anamın yüzü. III Anamın yüzü hep: sınırsız gecesinde yaratılışın kıpkızıl bir yaşam çığlığı gibi yırtıp yerkabuğunu bin kollu şamdanıyla dimdik fışkıran dağ, yücelerinden köreltici bir ışık vurup insan yazgımıza, apansız parlamış bir kısrak sürüsü gibi boş göklere saldıran yıldızlar altında; akrebin yerdeki iniyle ankanın en yüce tepeye kurulmuş yuvasını sen özdeş kıldın benimle, sen ışıttın bana Gılgamış'ın ölmeye durup, aramaya durup geçtiği çatal başlı dağı, seninle ulaştım ben Utnapıştım'ın teknesine, anamın yüzü! göğü kollarında taşıyan dev yücelti, tanrısal doruk! ne bulutlar tırmanabilir ne katırlar yamaçlarına, uçurum üstüne uçurum aça aça, çığ üstüne çığ devire devire, çağlardan çağlara yükselen bin yüzlü tanrı! eteğinde yüz üstü sürüne sürüne bin yıldır uçmayı öğrendim, şimdi ben ruhu kartal ruhu, düşleri kartal düşü bir halkım işte eşiğinde bir dipsiz ufkun. IV Anamın yüzü: bir zamanlar Ferhat'ın külünkle deldiği kayadan fışkırıp taşan su döne döne inmiş ovaya, yürümüş kıvrıla büküle yollar boyu, tarlalar boyu, sürmüş beyaz koyunlarını ileri, durmadan ileri, susuzluktan çatlak toprağın söküğünü dikip her yerde yayılmış ülkeden ülkeye yerleşecek bir yurt arayan kalabalıklarca görkemli; Deliçay'ı gördüm Sorgun'da, giderdi su, çığrır giderdi iç uyaklar gibi çınlayıp çağıldayan bir şiirdeki; Gökçay'ı gördüm, Yenisu'yu, Tersakan’ı, yuttuğu canlar giderdi köpüre köpüre hiç dinmeyen ağıtlarıyla, yıl boyunca geçit vermeyen çaylar gördüm, azgın dereler, gem tutmayan atlar benzeri söküp götüren deli sular bütün köprüleri, bentleri; bir solukluk dur Kızılırmak, n'ettin allı gelini, söyle, yanısıra on beş atlıyı? Kızboğan'ı gördüm, Durdul’u, Çevrice'yi, büyük düdenler, çavlanlar altında yıkandım, çimdim çevrintiler içinde; aldı beni götürdü sular, sular kayalardan aşağı, sular kıyılardan öteye ve ben denizlere yol buldum, sonsuzluğa: senin yüzüne! V Yüzümsün sen, etim kemiğim, gönlüm usum yüreğimsin sen, geçmişle gelecek, bana düş, bana bellek, bana aydınlık, bana bilgi, bilinç, umutsun, dilsin bana: tan dediğimde gün ağarır, gülümser tanrı, göğü baştan başa doldurur akağan kuşları Türkçemin, süt tadında, kekik kokuşlu, yel esişli, yağmur yağışlı, üveyik ötüşlü dilimsin; ekmek dediğimde yüzyıllar ötesinden çağıldar gelir kille, kanla, alınteriyle kabarmış bir ırmak, alnımın ıssız ovasında yayılır uzak yakın ayak sesleri nice halkın, anamın yüzü, anamın sütüsün sen bana; o ne coşku su dediğimde, şol cennetin ırmaklarıdır akar allah deyu deyu, gök ak göğüslü bir güvercindir yeryüzünde gezinir şimdi, ötelerden gelir bir kervan yerden yağan rahmettir yükü, insanoğlu al haberi: ilk bahçe biziz, gülü bizdedir, dinle neyden: ete kemiğe büründük, indik aranıza; gönülden gönüle yol bulup dost elinden akar gelir su, bir güz iner ıssız ovaya uçar gider kınalı keklik, bir kış basar toy gönülleri tozar Elif Elif diye kar; bir şimşektir çakar apansız kandır akar gelir: kıratın kişnemesi çınlar göklerde, dağlar sadâ verip seslenir; eğil dağlar: burası Muş'tur, yolu yokuştur hep, ne iştir bre dilber aman bu yüzler, bu ağıtlar denizler boyu, çöller boyu? dedim akan ne? dedi yazgın, dedi düşündür, düştür akar gelir: inerim ben o denizlerden aşağı, inerim yazlardan, güzlerden dağlarla düzlerden aşağı, ararım tekneyi, yol aşıp çağlardan çağlara, iz sürüp dillerden dillere, bulurum ıssız bir kıyıya bağlanmış silme sözcük dolu tekneyi. VI Hiç yolun düştü mü Çaldağ’a? Akkuyu'dan batıya doğru geçip Oğlaklı'yı, Gökçün'ü, Belveren'in güneyindeki tepeden aşınca gördün mü çağıldayıp inen Göksu'yu gür yelesi rüzgâr altında? Eğribel'i dolandın mı hiç? sık ormanın sonuna doğru çamlar arasından görürsün masmavi bir kaydırak taşı gibi seker su üstünde gök; indin mi hiç Yıldızeli'nden Çamlıbel'e doğru? yeşilin bin türlüsü kuş olur uçar, kuş olur iner bin türlüsü koyaklara; işittin mi hiç Karaçay'ın çağıltısını bir saatlik yoldan? ağustos sıcağında üç gün üç gece gittin mi tek atlı bir yaylı üzerinde Söğütözü'nden Azaplı'ya doğru, çıldırmış yıldız yağmurları altında? halaya durdun mu bir bayram sabahında gelinleriyle kızlarıyla Çataldoruğun? bir temmuz öğlesi, Kırkdilim ovasında yer sinisinden, kağnı tekerleğinden büyük bir güneş kurşun eritirken tepende, hiç düven sürdün mü? ah! bense doğudan batıya, güneyden kuzeye, tek karış yer kalmayasıya dolaştım bu toprağı yağmur demeden, kar demeden, güneş demeden eski zaman dervişlerince; hele bir gün vurdum yollara Belveren'e doğru, külüstür bir kamyonla Akyar'ı aştım, dolandım Çivril'i, ulaştım (gözlerimde bin görüntünün, kulağımda bin sesin tozu) Akyazı'dan Gündüzeli'ne; ah! söylemem ne gördüğümü. ............................................ Ah! söylemem ne gördüğümü, git de kendi gözlerinle gör. ............................................ Git de kendi gözlerinle gör!

Sait Maden
( 1932 - 2013 )

Bütün Şiirleri 2, Yol Yazıları, S. 11-23


Bu şiiri şairin sesinden dinlemek için tıklayınız.



ŞİİR PARKI