GİRİŞ
Bende sığar iki cihân ben bu cihâna sığmazam
Gevher-i lâmekân benem kevn ü mekâna sığmazam
İnsanlık tarihi, bir açıdan insanın insana uyguladığı şiddetin tarihidir.
bir başka açıdan ise, düşünce ve inançlarını canları pahasına savunan
ve canından olan insanların, ölümlerinden sonra yankılanan, süregiden,
çınlayan çığlıklarının tarihidir.
Seyyid Nesîmî her iki bakış açısının da öznesidir.
Seyyid Nesîmî üzerine bilinenler ne yazık ki yeterli değildir. Sınırlı sayıda
yazılı kaynakta anılmakta daha çok söylencelerden ve yapıtlarından yola çıkılarak
hakkında bilgi edinilmektedir. İşin iyi yanı, Türkçe ve Farsça Divanı ve Arapça bir
divan boyutunda şiirleri elimizdedir. Mukaddimet-ül-hakayık adlı ona ait olduğu
kabul edilen düzyazı bir yapıtı ile İnsan adlı bir risalesi vardır.
Seyyid Nesîmî’nin 1369/1370 yılında Şamahı’da doğduğu, küçük yaşta
Kuran’ı öğrendiği, klasik İslâm eğitimi aldığı, Türkçe-Farsça-Arapça bildiği, önce
Hallac-ı Mansur’un gönül dostu Şeyh Şibli’ye daha sonra Esterabi Fazlullah’a
bağlandığı, Hurufilik öğretisini benimseyerek başarılı bir propagandacı olduğu,
Fazlullah’ın sağlığında ve ölümünden sonra Anadolu, Azerbaycan, Irak, İran,
Suriye’de pek çok yere giderek görüşlerini yaymaya çalıştığı, son olarak Halep’te
"Enelhak" dediği için 1417 yılında Emir Yeşbeğ zamanında derisi yüzülerek
öldürüldüğü kabul edilir.
ADLARI VE UNVANLARI HAKKINDA
Gel râzını fâş etme kâmu halka Nesîmî
Çün dünyede bir mahrem-i esrâr bulunmaz
Seyyid Nesîmî’den söz eden kaynaklarda onun için pek çok niteleme vardır.
Göz atalım:
1. Nesîmü’d-din-i Tebrîzî
İbnü Hacer El-‘Askalâni, Enbâ’ü’l-Gumr fî Ebnâ’i’l-Umr adlı yapıtında
Nesimi’den Nesîmü’d-din-i Tebrîzî diye söz eder.
2. Nesîmî-i Şirazî
Rıza Kulı Han-Hidayet, Rıyâzu’l-Ârifin adlı yapıtında Nesimi’den adı Nesîmî-i
Şirazî’dir, namı Cenab Seyid İmâdü’d-din’dir diye söz eder.
Hacı Mirsa Hasan Hüseynî Fesâî, Fars-name-i Nasırî adlı yapıtında Nesimi’den
adı Nesîmî-i Şirazî’dir, namı İmâdü’d-din’dir diye söz eder.
Muhammed Ali et-Tebrizî, Reyhanetü’l-Edeb adlı yapıtında Nesimi’den Seyyid
İmadü’d-din Şirazî diye söz eder, Nesîmî mahlasını kullandığını bildirir.
3. Emir Seyyid İmadü’d-din Nesîmî
Emir Kemalü’d-din Hüseyin, Mecalisü’l-Uşşak adlı yapıtında Nesimi’den Emir
Seyyid İmadü’d-din Nesîmî diye söz eder.
4. Seyyid Nesîmî-Seyyid İmadü’d-din
Kastamonulu Latifî, Tezkire-i Latifî adlı yapıtında Nesimi’den Seyyid Nesîmî
diye söz eder, asıl adının Seyyid İmadü’d-din belirtir, mahlas olarak Nesîmî’yi
kullandığını bildirir.
Âşık Çelebi, Meşâ’irü’ş-şu’arâ adlı yapıtında Nesimi’den Nesîmî Âmidî diye söz
eder ve gerçek adının İmâdü’d-din olduğunu söyler.
Kınalızade Hasan Çelebi, Tezkiretü’ş-Şu’arâ adlı yapıtında Nesimi’nin namı
İmâdü’d-din’dir.
5. Emir Seyyid Nesîmî
Ali Şîr Nevâî, Mecalisü’nNefâis adlı yapıtında Nesimi’den Emir Seyyid Nesîmî
diye söz eder.
6. Muslihü’dDin
Ali Emîrî Efendi, Esâmî-i Şuarâ-yı Âmid adlı yapıtında Nesimi’nin adının
Muslihü’d-Din olduğunu söyler.
7. Seyyid Ömer İmâddüddîn Nesimî-Şeyh
İmâdü’d-Din Seyyid Ömer Nesimî
Mehmet Tahir Bursalı Osmanlı Müellifleri adlı yapıtından Nesimi’den Şeyh
İmâdü’d-Din Seyyid Ömer Nesimî diye söz edilmektedir.
Nâil Tuman, Tuhfe-i Nâili adlı yapıtında Nesimi’den Seyyid Ömer
İmâddüddîn Nesimî diye söz edilmektedir.
8. Diğerleri
Muhammed Râgıp el-Halebî Tabbâh, A’lâmü’n-Nübelâ bi Târihi Halebi’ş-Şehbâ adlı yapıtından Nesimi’nin ismi’nin Ali olduğunu söyler.
Vecihi Timuroğlu İnançları Uğruna Öldürülenler adlı yapıtında Nesimi’nin
gerçek adının Ömer olduğunu ileri sürer.
Bazı kaynaklarda ise Nesimi’nin adı Mir Nesîmî’d-din Muhammed (Tahran
Üniversitesi Kütüphanesi Fihristi, Seyyid Muhammed Mişkât’ın Bağış Kitapları),
Nesimü’d-din Ebû Sa’id şeklinde geçmektedir.
Şiirlerinde Hüseynî, Seyyid, Seyyid Nesîmî gibi mahlasları kullanan Seyyid
Nesîmî’nin gerçek adının Ali mi? Ömer mi? olduğu hâlâ tartışma konusudur.
Hasta-dil miskîn Hüseynî sâ’il olmuş gör ne der
Bu teheccî kim okursun dersi kandandır değil
* * *
Seyyid dahı epsem ki ezelden şeh-i takdîr
Her kimseye öz kadri ilen sundu nevâle
* * *
Fakirin miskinin Seyyid Nesîmî
Nem ola rûy-ı zerdir armağanım
Onun için çeşitli kişilerce atfedilen İmadüddin, Muslihüddin gibi nitelemeler
için şunları söylemek olası: İmâdüddin “dinin direği”, Muslihüddin “dini ıslah eden”
anlamına geliyor, bu nitelemeler Nesîmî’ye duyulan saygı nedeniyle kullanılan
unvanlardır.(Kemal Edip Kürkçüoğlu, Seyyid Nesîmî Dîvanı’ndan Seçmeler, Ankara,
1985)
“Hüseynî” mahlasını Seyyid Nesîmî Fazlullah’a bağlanmadan önce
kullanmıştır. Hallâc-ı Mansur’un adına atıfla kullandığı düşünülebilir.
“Şeyh” unvanını Fazlullah’a bağlanması ile ilgili olduğu, Hurufilik görüşüne
katılması nedeniyle verildiği kabul edilmektedir.
Bilindiği gibi, Hz.Muhammed’in kızı Hz.Fatıma’dan doğmuş ve Hz. Ali’nin oğlu
Hüseyin soyundan olanlara “seyyid” denilmektedir.
Seyyid Nesîmî gerçek bir seyyid mi dir? Yani soy bağı taşımakta mıdır? Kesin
olarak bilinmemektedir.
Gerçi bugün Nesîmî’yem, Haşimî’yem, Kureyşi’yem,
Bundan uludur âyetüm, âyet ü şâna sığmazam.
[Günümüz diliyle: Bugün adım Nesîmî diye anılıyor ama ben aslında Haşimi
ailesinden, Kureyş kabilesindenim. Benim varlığım (âyetim) görüntülere ve şana
şöhrete sığmaz ki.]
diyen Nesîmi için, bu ikilikteki duygu ve düşüncelerinin, seyyid olmaktan çok,
yani soy bağı taşımaktan çok, Hz. Peygamber’e duyduğu sevgi ve bağlılıktan
söylediği kabul görür.
“Nesîmî” mahlası hakkında Kastamonulu Latifî, Tezkire-i Latifî adlı yapıtında
Seyyid Nesimi’nin “Bağdat diyarında Nesim adlı nahiyedendir. Bundan dolayı Nesimi
olarak mahlas almıştır” der. Yani, Seyyid Nesîmî’nin Nesîmi mahlasını Nesim yer
adına nispetle kullandığını ileri sürer. Ama, yer adını mahlas olarak seçmek
geleneğimizde yok gibidir. Nesîm sözcüğü Arapça’da çölde esen rüzgâr, hafif esinti, sabahla gelen rüzgâr anlamları taşır.
“Nesîmî” mahlasını Fazlullah tarafından kendi mahlası olan Naîmî’ye ölçü ve
ses yakınlığı nedeniyle verildiği kabul edilir. Bir tuyuğ’unda yer alan “Adımı Hakdan
Nesîmî yazaram” dizesi bunu gösterir.
DOĞUM YERİ VE YILI HAKKINDA
Mekânsız oldu Nesîmî mekânı yoktur anun
Mekâna sığmayan ol bî-mekân mekânı neder
Seyyid Nesimi nerede doğmuştur? Tartışmalıdır.
Doğduğu yerler olarak Bağdat yakınlarındaki Nesim kasabası, Halep’in Nesim
köyü, Diyarbakır (Âmid), Tebriz, Şiraz, Nusaybin ve Şamahı ileri sürülmektedir:
1. Bağdat yakınlarında Nesîm ilçesinden olduğu?
Kastamonulu Latifî, Tezkirei Latifî adlı yapıtında Seyyid Nesimi’nin “Bağdat
diyarında Nesim adlı nahiyedendir. Bundan dolayı Nesimi olarak mahlas almıştır”
der.
Kınalızade Hasan Çelebi Tezkiretü’ş-Şu’arâ’da, Nâil Tuman Tuhfe-i Nâili’de
aynı bilgileri yineler.
2. Halepli olduğu?
Mecelletü’n Nisâb adlı yapıtta (Müstakimzâde) Nesim denilen yerin Halep’in
köylerinden biri olduğu ileri sürülür.
3. Diyarbakırlı?
Âşık Çelebi, Meşâ’irü’ş-şu’arâ adlı yapıtında Nesimi için “Âmid
memleketindendir” der.
Ali Emîrî Efendi, Esâmî-i Şuarâ-yı Âmid adlı yapıtında bu görüşü yineler.
4. Tebrizli olduğu?
İbnü Hacer El-‘Askalâni, Enbâ’ü’l-Gumr fî Ebnâ’i’l-Umr adlı yapıtında
Nesimi’den Nesîmü’d-din-i Tebrîzî diye söz ederek Tebrizli olduğunu söyler.
Abbas El-Azzâvi de Tarihü’l-Irak Beyne’l İhtilaleyn Irak / Mezopotamya Tarihi
adlı yapıtında Nesimi’nin Tebrizli olduğunu ileri sürer.
5. Şirazlı olduğu?
Rıza Kulı Han-Hidayet (Rıyâzu’l-Ârifin), Hacı Mirsa Hasan Hüseynî Fesât
(Fars-name-i Nasırî), Muhammed Ali et-Tebrizî (Reyhanetü’lEdeb), Emir Kemalü’d-din Hüseyin (Mecalisü’l-Uşşak)’e göre Şirazlıdır.
6. Nusaybinli olduğu?
Mehmet Tahir Bursalı, Osmanlı Müellifleri’nde “Hudavendigâr Gazî devrinde
Bursa’ya kadar geldiği menkûldur. Nusaybinli olduğu yazma bir divan sırtında
görüldü” demektedir.
7. Şamahı’lı olduğu?
Mehmet Kulu-zade Azerbaycan Edebiyatı Tarihi adlı yapıtında Bakü
yakınlarındaki Şamahı’da doğduğunu ileri sürer.
İrène Mélikoff da Kulu-zade’nin ve diğer Azerbaycanlı bilginlerin (S. Huseynova, Halil Jusifov, Hamid Arasly) araştırmalarına dayanarak Nesimi’nin
Şamahı’da doğduğuna katılır.
Biz kelâm idik ezelden nutk ile bulduk vücûd
N’eylerim da’vî edip zâhid bes esmâsında ben
Seyyid Nesimi ne zaman doğmuştur? Tartışmalıdır.
Varolan kaynaklardan hiçbiri doğrudan Seyyid Nesîmî’nın doğum yılı
hakkında bilgi vermemektedir. Bazı kaynaklar doğum tarihini 1339-1344 yılları
arasında gösterirse de bu bilgi kesin belgelere dayalı değildir. Yalnız, Mehmet Kulu-zade Azerbaycan Edebiyatı Tarihi adlı yapıtında Bakü yakınlarındaki Şamahı’da
1369/70 yıllarında doğduğunu ileri sürer.
ÖLÜM YERİ VE YILI HAKKINDA
Nesîmî’nin mekânı lâ-mekândır
Mekânsız âşıkın Hakdır mekânı
Seyyid Nesimi nerede ve ne zaman ölmüştür? Tartışmalıdır.
Seyyid Nesîmî’nin, Emir Kemalü’d-din Hüseyin Mecalisü’l-Uşşak’ta 1404’te,
Refii’nin Beşaretname’sinde 1408’de, İbnü Hacer El-‘Askalâni Enbâ’ü’l-Gumr fî
Ebnâ’i’l-Umr’da 1417’de, Mehmet Kulu-zade Azerbaycan Edebiyatı Tarihi’nde
1417’de, Rıza Kulı Han-Hidayet Rıyâzu’l-Ârifin 1433’te öldürüldüğünü ileri sürerler.
Ölüm yeri bellidir: Halep. Ancak gömüldüğü yer tartışmalıdır: Emir Kemalü’d-din
Hüseyin Mecalisü’l-Uşşak’ında Halep’te, Rıza Kulı Han-Hidayet Rıyâzu’l-Ârifin‘nde
Şiraz’ın Zerkan köyüne gömüldüğü belirtilmektedir.
KÖKENİ HAKKINDA
Rûh-ı Kuds oldu Nesîmînin hakîkat sözleri
Varlığın ortaya koydu kendi çıktı aradan
Seyyid Nesîmî için Âşık Çelebi ve Ali Emirî Türkmen’dir, diyorlar.
Şiirlerini Azeri lehçesi ile yazan, Türkçe Divanı olan ve yalnız Türk yazın
geleneğinde bulunan tuyuğları olan Seyyid Nesîmî’nin “Türk-Türkmen-Azeri ya da
Türkleşmiş Arap kökenli olması” kabul edilir.
Şiirlerinde kökeni hakkında şöyle diyor:
Türk evine gelesin hem çü Nesîmî olasın
Bir gün ola diyesün bu cübbe vü destar denir
* * *
Arab nutku tutulmuştur dilinden
Seni kimdir diyen kim Türkmensen
* * *
Aynın hatasız ey büt-i Çin döktü kanımı
Türki Hıta’dır aslına varır hatası yok
* * *
Adımı Hakdan Nesîmî yazaram
Bil bu ma’nîden ne sîmem ya zerem
Hem hidâyet eylerem hem azaram
Hem bütü uşadıcı hem Âzerem (Tuyuğ)
ERENLERİN MİRACI ’NA VARANDA
Ger ene’l hak söylemekten dâra asılsam ne gam
Bunda Mansûrun asılmış başı ber-dâr uşta gör
Kastamonulu Latifî’nin Tezkire-i Latifî’sinde yer alan bir söylentiye göre
Seyyid Nesîmî Sultan Murad zamanında Bursa’ya kadar gelmiş ve Eskişehir
cıvarındaki Şeyh Süca tekkesinde Kemal Ümmî adındaki şair ile buluşarak Baba
Sultan’ın bir koçunu habersiz olarak boş yere kesmişlerdir. Bu davranışa kırılan
Baba Sultan, öfkesini belli etmeden armağan olarak Nesîmî’nin önüne bir ustura,
Kemal Ümmî’nin önüne de ilmekli bir ip koymuştur. Baba Sultan bu yolla Nesîmî’nin
derisinin yüzülerek, Kemal Ümmî’nin asılarak can vereceğini ima ile etmiştir. Ancak,
bu üç ismin bir araya gelmesi tarihi olarak olası değildir.
Fâş eyledim cihâna ene’l hak rumûzunu
Doğru haberdir anun için dâra düşmüşüm
Kastamonulu Latifî’nin Tezkire-i Latifî’sinde yer alan bir başka söylentiye
göre Seyyid Nesîmî’nin kardeşi Şâh Handan, Seyyid Nesîmî’nin,
Mansur ene’l hak söyledi Hakdır sözü Hak söyledi
Anun cezâsı gam değil bîgâneden ger dâr imiş
ikiliği duyunca, sırrı ifşa etmeme konusunda uyarmış ve bunun üzerine
Seyyid Nesîmî yanıt olarak,
Derya-yı Muhit cûşa geldi
Kevn ile mekân huruşâ geldi
Sırr-ı ezel oldu âşkâra
Aşık neçe eylesin müdâra
Yer gök arası Hak oldu mutlak
Söyler def ü çeng ü-ney Ene’l Hak
ikiliklerinin yer aldığı mesnevisini yazarak gönderir.
Latifî, sözlerini şöyle sürdürür: “Sonunda Arap imamları Haleb şehrinde bu
sözlerin zâhirî, şeraite aykırıdır, diyerek katline fetva verip derisini yüzdüler. Ve
sözün dış görünüşüne bakarak şeriat yolu ile amel ettiler” der.
Dâim ene’l-hak söylerim Haktan çü Mansûr olmuşum
Kimdir beni ber-dâr eden bu şehre ben sûr olmuşum
Bir başka söylence ise şöyledir: Seyyid Nesîmî’yi ortadan kaldırmaya karar
verenler, bir gün kendisinden habersiz olarak, çarığının içinde Kur’an’dan koparılmış
bir yaprak koyarlar. Sonra bir toplulukta Nesîmî’ye: “Bir kimse Kur’an-ı kerim’i
çiğnerse bu ne yapmak lâzım gelir?” diye sorarlar. Bir şeyden haberi olmayan
Nesîmî: “Kur’an’ı çiğneyenin elbette katli gerekir” yanıtını verir. Bunu fırsat bilen
düşmanları “Tamam, kendi hükmünü verdin!...” diyerek onu cellâda teslim ederler.
Cellât sözcüğünün asıl anlamı deri yüzen demektir. Cellât Nesîmî’yi bir direğe
bağlayarak, diri diri iken, derisini yüzer ve bu deriyi kıpkızıl etinin üzerine atar.
Nesîmî o can acısıyla şimşek gibi yerinden fırlar ve Antep’e doğru koşmaya başlar,
Antep’e girerken can verir.
Uşta Nesîmîyim bu gün kendi vücûdum şehrine
Feth eyledim Haktan bu gün hakan u sultân olmuşum
İrène Mélikoff, Hacı Bektaş Efsaneden Gerçeğe’de olayı şöyle anlatır:
“Nesîmî’nin 1417’de şehitlik yazgısı ile karşı karşıya gelişi Halep’te oldu.
Yaşamı daha az biliniyor olsa da, dehşetiyle herkesi ürperten, derisinin diri diri
yüzülerek öldürülüşü, hep anlatılagelmiş bulunuyor. Âzerbaycan’da bugün de
yaşayan, ve çağdaş dram yazarı, şair Bahtiyar Vahapzâde’nin güzel bir oyununa,
Feryad’a esin kaynağı olmuş bir geleneğe göre, Halep’te “bazar” yerinde Nesîmî’nin
gazelini okuyan bir genç küfürle suçlanarak tutuklanır. Mürşidinin adını vermemek
için, genç, gazelin kendisinin olduğunu söylemiş ve ölüme yargı giymiştir. Nesîmî, cezânın uygulandığı yerde, ortaya çıkarak şiirin yazarı olarak yazım hakkını ister?
sapkınlıkla suçlanarak tutuklanır. Ulemâ, yönetim merkezleri Tebriz’de bulunan
Karakoyunlu Türkmenleri cezalandırmaya geldiğinde Memlûk sultânı Müeyyed’e onu
teslim eder. Bu, cezânın sertliğini açıklayacaktır. Söylence, işkence süresince,
Nesîmî’nin bir an kendini kaybetmeden, hep “Ene’l Hak” (Ben Hak’ım) demesini
istiyor. Böylece, o, Türkler için, kendi uluslarının bir Mansur el-Hallâc’ı olmuştur.
(s.170)
Her bir ser-i mû Mansûr olup söyler ene’l-Hak
Hakkâ mey içenler irişirler irdi zülâle
Muhammed Râgıp el-Halebî’nin Tabbâh’ın A’lâmü’n-Nübelâ bi Târihi Halebi’ş-Şehbâ adlı yapıtında, Seyyid Nesîmi hakkında, Mısır Sultanı Melikü’l-Müeyyed
“…derisi yüzüle, ölüsü Haleb’te 7 gün teşhir edile, yer yer durumu her canibe
duyurula, sonra vücud uzuvları parçalana, birer parçası imanlarını tağyir ettiği Zül
Kadir oğlu Ali Beğ’le kardeşi Nâsurü’d Dîn’e ve Kara Yülük Osman’a gönderile!”
hüküm tasdiki yer almaktadır.
HAKKINDAKİ SÖYLENCELERDEN BİRKAÇI
Fâş eylemişim halka ene’l-hakı vü Haktan
Bir bencileyin âşık-ı ber-dâr kimin var
Nesîmî’nin derisini yüzerlerken çok kan akmıştı. Rengi sapsarı olunca,
çevresindekiler:
- Rengin neye sarardı, dediler.
Nesîmî:
- Ben sonsuzluğun ufkunda doğan aşk güneşiyim
Gün batımında güneş her
zaman solar,
diye yanıt verir.
* * *
Nesîmî’nin derisinin yüzülmesine fetva veren müftü, sağ elinin işaret
parmağını sallayarak “Bunun kanı da murdardır. Kazara bir uzva damlasa, şer’an o
uzvun da kesilmesi lâzım gelir” demiş, tam o ânda Nesîmî’nin bir damla kanı
müftünün işaret parmağına sıçramış, alandaki insanlardan biri “Müftü efendi!
Fetvanıza göre parmağınızın kesilmesi lâzım gelir” deyince, Müftü pişkince yanıt
vermiş “Nesne (bir şey) gerekmez, biraz suyla temizlenir”.
Bunu işiten Nesîmî kanlar içinde:
Zâhidin bir parmagın kessen döner Haktan kaçar
Gör bu gerçek âşıkı ser-pâ soyarlar ağrımaz
ikiliğini söylemiştir.
* * *
Nesîmi’nin derisinin yüzülmesi bitince bir de bakmışlar eğilip derisini almış ve
bir post gibi sırtına vurmuş yürümüş. Kimse peşine düşmeye cesaret edememiş.
Haleb’in on iki kapısında bulunan kapıcılar ve halk görmüşler ki Nesîmî derisi
sırtında kapıdan çıkmış ve kayıplara karışmış. Kapıcılar ve halk bir araya gelince
herkes, falan kapıdan çıktı diye iddiaya girişmiş ve anlamışlar ki Nesîmî, on iki
kapıdan da çıkmıştır.
Yolda karşılaştığı biri “Bu ne hal, nereye gidiyorsun?” diye sorunca,
yüzülmüş derisini göstererek “Biz aşk Kâbe’sinin gerçek yolcularıyız, ihramımız da
budur” dediği söylenir.
ŞİİRLERİNDEN İKİ ÖRNEK
Merhabâ hoş geldin ey rûh-i revânım merhabâ
Ey şeker-leb yârı şirîn lâ-mekânım merhabâ
Çün lebin câmı Cem oldu nefhai Rühu’l-Kudüs
Ey cemilim ey cemâlim bahr u kânım merhabâ
Gönlüme hîç senden özge nesne lâyık görmedim
Sûretim aklım ukûlüm cism ü cânım merhabâ
Ey melek sûretli dil-ber cân fedâdır yoluna
Çün dedin lahmike lahmi kana kanım merhabâ
Geldi yârım nâs ile sordu Nesîmî neçesin
Merhabâ hoş geldin ey rûh-i revânım merhabâ
* * *
Bende sığar iki cihân ben bu cihâna sığmazam
Cevher-i lâmekân benim kevn ü mekâna sığmazam
Kevn ü mekândır âyetim zâta gider bidâyetim
Sen bu nişân ile beni bil ki nişâne sığmazam
Kimse gümân ü zann ile olmadı Hakk ile biliş
Hakkı bilen bilir ki ben zann ü gümâna sığmazam
Sûrete bak vü ma’nîyi sûret içinde tanı kim
Cism ile cân benim velî cism ile câna sığmazam
Hem sadefim hem inciyim haşr ü sırât
Bunca kumâş ü raht ile ben bu dükâna sığmazam
Genc-i nihân benim ben uş ayn-ı ayân benim ben uş
Gevher-i kân benim ben uş bahr ile kâna sığmazam
Arş ile ferş ü kâf ü nûn bende bulundu cümle çün
Kes sözünü uzatma kim şerh u beyâna sığmazam
Gerçi muhît-i a’zâmım adım âdem durur âdemim
Dâr ile kün fekân benim ben mu mekâna sığmazam
Cân ile hem cihân benim dehr ile hem zamân benim
Gör bu latifeyi ki ben dehr ü zamâna sığmazam
Encüm ile felek benim vahy ile melek benim
Çek dilini vü epsem ol ben bu lisâna sığmazam
Zerre benim güneş benim çâr ile penc ü şeş benim
Sûreti gör beyân ile çünkü beyâna sığmazam
Zât ileyim sıfât ile Kadr ileyim Berât ile
Gül-şekerim nebât ile piste-dehâna sığmazam
Şehd ile hem şeker hem şems benim kamer benim
Rûh-ı revân bağışlarım rûh-ı revâna sığmazam
Tîr benim kemân benim pîr benim civân benim
Devlet-i câvidan benim îne vü âna sığmazam
Yer ü gökü düzen benim geri dönüp bozan benim
Cümle yazı yazan benim ben bu dîvâna sığmazam
Nâra yanan şecer benim çarha çıkar hacer benim
Gör bu odun zebânesin ben bu zebâne sığmazam
Gerçi bugün Nesîmîyim Hâşîmîyim Kureyşîyim
Bundan uludur âyetim âyet ü şâna sığmazam
SON SÖZ YERİNE
Gel gel beri kim savm u salâtın kazâsı var
Sensiz geçen zamân-ı hayâtın kazâsı yok
Kastamonulu Latifî, Tezkirei Latifî’de Seyyid Nesimi için “Aşk meydanının
korkusuzu ve cesaretlisi, muhabbet Kâbe’sinin büyük fedaisi, seyyidlerin uyulmaya
lâyık olanı Seyyid Nesimi’dir” der.
İrène Mélikoff’un belirttiği gibi o Türk Hallâcı Mansûr’dur.
Seyyid Nesîmî AleviBektaşi geleneğinde Hayatî, Fuzûlî, Pir Sultan Abdal, Kul
Himmet, Yemînî, Vîrânî ile birlikte “yedi ulu ozan”dan biri kabul edilir. AleviBektaşi
ayin ve nefeslerinde Nesîmî’nin adı sıkça geçer. AleviBektaşi menâkıbnâmelerinin
çoğunda ismine rastlanır. Erenlerin serdengeçtisi, şehitler şahı nitelemeleri ile anılır.
Alevi - Bektaşi geleneğinde Dar’ın üçüncü piri Seyyid Nesîmî’dir, dizüstü duruşla
derisi yüzülmeye hazır konumda duran can, hem Nesîmî’nin acısına katıldığını, hem
de yolundan dönmeyeceğini bildirir. Seyyid Nesîmî ikrarındanimanından
dönmemenin, acı ve işkencedeki direnişin simgesidir.
Gerek Divan Edebiyatımız gerekse Tasavvuf Şiirimiz Seyyid Nesîmî’nin lirik
şiirleriyle varlığını sürdürebilmiş, gelişebilmiştir. Kur’an’dan bu denli yararlanan
başka bir Türk şairi yoktur.
Seyyid Nesîmî yalnız Anadolu’da değil, Türkçe konuşulan tüm ülkelerde hâlâ bilinmekte, anılmaktadır.
TUĞRUL ASİ BALKAR
https://bachibouzouck.com/, 13 Mayıs 2005

ŞİİRLERİ