"Perde kurdum, şem’a yaktım..."
Hacivat’ın yukarıdaki sözleriyle başlayan gölge oyunu
eğlence dünyasındaki yerini televizyona
bırakıp turizm sektöründeki emeklilik
köşesine çekilmiş olsa da şiir kitapları arasında kurulan “perde"ler, yakılan
“şem”alar kendilerine bir okur bulacaktır her zaman!..
Nâzım Hikmet’in dizelerindeki sekiz
yaşındaki çocuğun peşine takılarak Karagöz’ü seyretmeye birlikte gidelim:
“çamurlu karanlık sokakta bata çıka / Karagöz’e gidiyorum ramazan gecesi / önde körüklü kâat fener / belki böyle bir şey olmadı / belki bir yerlerde okudum / sekiz yaşında bir oğlanın / Karagöz’e gidişini ramazan gecesi / İstanbul’da dedesinin elinden tutup / dedesi fesli ve entarisinin üstüne / samur yakalı kürkünü giymiş / ve harem ağasının elinde fener / ve benim içim içime sığmıyor sevinçten”
Karagöz oynatanların önceleri tarikat şeyhleri, saray musahipleri arasından çıktığını sonradan toplumun çeşitli katmanlarına yayıldığı Ercüment Melih Özbay’ın “Karagöz” adlı yapıtında belirtilir. “Şehbaa” yani gece oyuncusu denilen oynatıcının yanında bazen “yardak” denilen bir yardımcı bulunur.
Kökleri Uzakdoğu, Orta Asya, Hindistan'a kadar uzanan gölge oyunu başlangıçta dinsel bir etken olarak doğmuş, insanlardaki iyilik ve kötülük ikileminin yansıtılmasını amaçlamıştır.
Televizyon reklamlarında olmasa bile Oktay Rifat’ın “Pandispanya Reklamı”
adlı şiirinde Hacivat kendisine bir dizelik “rol” bulmuştur:
Bir yiyen bu pandispanyadan
Ruhçu olur
Sanatçı olur
Zehir misali
Acı olur
Hacı olur
Hacivat olur
Adam olur adam
Metin Eloğlu’nun Hacivat ile Karagöz’ü kuşlar arasında oynattığı şiirinde
Nâzım Hikmet’te olduğu gibi bir harem ağası çıkar karşımıza:
"Ne kuşlarası, karşında Hacivat yok, ne
kuşlarası
En vıcık vıcığı sula, kıpkıvırcık İstanbul’ları kırp da sen
Ne güvercinleresi, ne evet kırlangıçlarası
Allahın karagözü, papağan sızıyor ceplerinden
Sarhoş musun nesin, tırnaklarını kemiriyor cumbada bak
Bunca cumhuriyetin en erkek harem ağası"
Ece Ayhan bir düzyazı şiirinde Hacivat ve Karagöz’ü eleştirir:
“İster Hacivat’ın, ister Karagöz’ün olsun, ölü bir altyapıya dayandığı için, birbirinin tersi olmaktan öte, bir anlamı, karşıtların çatışması olmayan bu düşünceler, topraklarda, halkın arasında, bir halife, bir oğul bırakmayacaktır, bırakmıyor.”
Oysa Hacivat olaylara ağırlığını koyamamış, Karagöz ise durmadan düşen
“şapka”sıyla aynı perdeyi paylaşan iki
politikacımıza çok benzemektedir!..
National Geographic Society dergisinin 1970 yılında yayımlanan ve Çingenelere geniş yer ayıran bir sayısında Karagöz resminin altına şu sözler yazılıydı:
“Çingene oyuncusu sakallı Karagöz’ün bir Türk kadınını aldatması.”
Karagöz’ün Çingene olduğu iddialarının, seyircileri “Zomboros keros” diye
Çingene diliyle selamlaması, demircilikle uğraşması, kürek ve maşa
yapması güçlendirmektedir. Ama
en önemlisi Cevdet Kudret Solok’un
Hellmut Ritter’den derlediği üç ciltlik Karagöz külliyatında Karagöz şu sözleri söyler:
“Bizim pederden mirastır çeribaşıcılık intikaal Çingeneyim nam kazandım Çingene vücudumun üst kısmı-Güruh-i Kıptiyan’dan olduğum cihetle-hiç efendim
benimkisi çingenelik-Sulukule’de
mevludum düşüp meydana geldim
ben, sorarsan hâl ü şânımdan sual et
var Selâmsızdan, Temürcü karagöz
nâmında bir Çingâne geldim ben”.
“Hacivat’ın Karısı” adlı şiir kitabı ve “Hacivat Günlüğü”nü yayımlayan Salâh Birsel’in gölge oyunundaki gözbebeği elbetteki Hacivat’tır. Behçet Necatigil evlerin hallerini anlatan şiirlerinde unutmuş olsa da, Salâh Birsel gölge oyunundaki evi usta bir dil ile anlatır:
"Hacivat’ın evi
Köşede ufaktan
Bir tüfek atımı duraktan
kapı pencere elekten
Döşemeler zemberekten
Dökülmekten
Sökülmekten
İncelmiş süprülmekten
Karagöz’ün, kitap okumuşluğu
her halinden belli olan Hacivat’a ikide bir vurmasına çok sinirlenen
Salâh Birsel, Hacivat’ın karısına
Beyoğlu’nda gezmeyi yakıştırır:
Hacivat’ın karısı
İncecikten yeldirmeli
Göz kaş oynatmalı
Gerdan kırmalı
Belden sarmalı
Gülmeli güldürmeli
Rakı süzmeli
Aşık üzmeli
Şiir düzmeli
HACİVATın karısı
Beyoğlu’nda gezmeli
Gölge oyununda perdenin sahibi her
ne kadar Hacivat ise de, çocukların sevgilisi Karagöz’dür. Ama bir geleneğe uygun olarak Hacivat’ın sözleriyle başladığımız yazımızı onun sözleriyle bitirelim:
“Yıktın perdeyi eyledin viran,
varayım sahibine haber vereyim heman.”
SUNAY AKIN
Cumhuriyet Dergi, 21 Mart 1993, Sayı: 365, S. 24

ŞİİRLERİ