ADALET CİMCOZ'A MEKTUP

Antibes, 14 Eylül 1959

Adalet,

Londra’da çok güzel, istediğim gibi, tam bir havadis ziyafeti mektubunu almıştım. Yazık ki istim üzerinde idim. Paris’te de büsbütün başka türlü oldu, inan dostum, Londra’dan Avrupa’ya geçen insan biraz da yıldız değiştirmiş gibi oluyor. Bütün o bakışınızı alıp götüren güzel kızlar ve kadınlar, İngiliz örfünün sertliği ve hürriyetsizliği, zenginlikler, parkların yeşili ile beraber kayboluyor. Yerine büsbütün başka bir şey geliyor.

Şüphesiz Paris çok güzel, hiçbir şeye değişmem ama... çirkin tarafı çok. Başta güzel denen şeyin azlığı geliyor tabiî. Hakikaten Anglo-Saksonlar tasavvur edilemeyecek kadar güzel. Fakat işte Paris’in de kendisine göre bir havası var. Bir hava ki başka yerde bulunmuyor. Hâmid’le Yahya Kemal’in farkları bu iki şehirden gelse gerek... Palavra tabiî. Çünkü Hâmid’in ilk gördüğü şehir Paris’tir. Avrupa şehri demek istiyorum. Hülâsa eski sevgili tekrar saltanatını kurdu, şimdi içmekte olduğum -Tarık duymasın- cigara gibi. Göğsüm âdeta çökük.

Bittabi (S) -Ey naz ü işve yâl ü bâl olan sana Y.K. geldi. Hastalandı, iyileşti. Kırıttı, gezdi, gördüklerini bildiğin tavırlarla bana anlattı. Dört gün de ona koy. Derken Adnan... Gayet sevimli, lüks eşya zekâsıyle. İki gün sonra S.’yı Adnan’a teslim ederek ben yola çıktım.

Bu sefer cenubu görmek istiyordum.. Ve Sabahattin’in de orada olacağını tahmin ediyordum. 13 saat Fransa denen bahçeden geçtik. Hiçbir zaman İngiltere kadar renkli değil, fakat harika güzel. Abidin çok üzel bir evde oturuyor. Akdeniz balkonunda. Ama Sabahattin yok. Bergen’den yedisinde gelecek olan Sabahattin’den haber bile yok. Doğrusu merak etmeye başladım.

Burada Pertev, Abidin, Avni, Pertev'le Abidin’in karısı sabah akşam birbirimizi görüyoruz. Güzin’in güzel bir otomobili var. Dün gece Fikret Muallâ’ya kart bırakmak ister gibi Cannes’a gittik. Tabiî bütün sahil ışıktan kırılıyordu. Muhteşem oteller, caddeler, tatil başladığı için hırdavat tarafı gitmiş, zenginler ve güzeller kalmış bir kalabalık. Turizm denen şeyin kraliçesi. Bir asrın can sıkıntısı ve rezileti ile beslenen, süslenen bir kadın.

Ara sıra bir otomobilde bizimkilere hiç benzemeyen bir milyoner geçiyor. Sinema ilânları, mağaza ışıkları, hıncahınç kahveler. Hülâsa iki gün sonra benim için eskiyecek bir yığın şey. Çünkü bu hayata girmemin imkânı yok. Biliyorum ki, Cartlon’da sekiz gece yatsam başka türlü bir insan olurum. Ama kabil değil. Onun için, sadece şaşıracağım ve benimseyemeyeceğim yalancı elmaslar satan bir kuyumcu dükkânı gibi her tarafım inanamadığım pırıltılarla doldu.

Sabahattin’den sonra ikinci hayal sukutu havanın bozması. Evvelsi akşam, dün sabah o kadar munis olan deniz kudurdu. Galiba lodos olacak. Acaip bir fırtına denizi ve etrafı alt üst ediyor vebittabi onunla beraber baş ağrıları, tatsızlık...

Daha çalışmaya başlayamadım. Zannediyorum ki hava açılırsa burada kalacağım. Romanın mühim bir kısmını burada bitirmek istiyorum. Allah kısmet ederse, tabiî ayrıca da biraz cenubu görmek. Belki İspanya’ya inerim. Belki de İtalyan Riviera’sına geçerim.

Programda her ikisi de var. Fakat asıl İtalya seyahatimi gelecek yaz yapmak istiyorum. Sizler ne haldesiniz? Deniz beni berbat etti. Müdhiş bir hasret var içimde. Hâlâ Tacettin’e geçmiş olsun diyeceğim. Bütün tanıdıklara çok selâm söyle ve Hamdi nefes almak, hepinizi tek tek hatırlamak için havanın düzelmesini bekliyor, de. Çünkü ne bu pelte gibi gök altında, ne gürültü cehenneminde insan hiç de kendisi değil.

Tekrar tekrar hepinizi kucaklarım. Sabahattin için gazetelere ilân vereyim mi? Mehmet Ali ne yapıyor? Doktor Kemal’in midesi ne oldu? Haydi gözlerinden öperim canım.

AHMET HAMDİ TANPINAR
Cumhuriyet Kitap, Sayı: 173

ŞİİRLERİ



ARKADAŞINIZA GÖNDERMEK İÇİN:





ŞİİR PARKI