"DÜNYAYI GÜZELLEMEYE GELMİŞ"
BİR YAZIN ADAMI TALİP APAYDIN

Otobüsümüz Ankara’dan hareket ederken sanki bir daha dönmeyecekmişiz gibi bakıyorum geriye… Milyonlarca insanın kahrını, çilesini, sevincini, hüznünü çok katlı binalara hapsedip, birkaç günlüğüne de olsa Ankara’yı geride bırakıyoruz. Film arası gibi kısa bir zaman için Karadeniz kıyılarının güzel ilçesi Amasra’ya gidiyoruz.

Amasra Belediyesi ve Edebiyatçılar Derneği’nin Ortaklaşa düzenlediği “Amasra Temmuzu Kültür ve Sanat Festivali”nin bu yıl onur konuğu, edebiyatımızın usta kalemlerinden biri Talip Apaydın… Talip Apaydın’ın verilecek ödülün sunuş konuşmasını Edebiyatçılar Derneği Başkanı Gökhan Cengizhan’la birlikte yapacağız. Ertesi gün Abdullah Nefes, Gökhan Cengizhan ve Metin Turan’la birlikte “Köy Enstitülerinin Edebiyatımıza katkıları” bir açıkoturumda konuşacağız…

Otobüste Talip Apaydın’la yan yana oturuyoruz. Karşımızdaki koltuklarda Edebiyatçılar Derneği Başkanı Gökhan Cengizhan, yanında şair Abdullah Nefes. Arkamızdaki koltuklarda Abis müzik grubunun üyesi aydınlık yüzlü gençler oturuyor…

Talip Apaydın’la tanışalı kaç yıl oldu diye düşünüyorum. Kendisiyle tanışmadan önce yapıtlarıyla tanışıklığımızı düşünüyorum. Sanırım ilk okuduğum yapıtı “Sarı Traktör”dü. İşte o zamandan beri duygudaş olarak tanıyorum kendisini. En büyük dostluk duygu dostluğu, aynı pencereden bakabilmek yaşama. Aynı sözcüklerin ışıttığı yoldan gidebilmek ışıklı ülkelere… Aydınlanarak bakabilmek yaşamın gerçekliğine…

Otobüsümüz, güçlü ışıklarıyla karanlığı yara yara ilerlerken, geride kalan şehir karanlıklar içinde tükenip gidiyor. Önce büyük binalar bitiyor, sonra gecekondular, en sonunda da dağların eteklerindeki ıssız köyler… Bozkır başlıyor uçsuz bucaksız… Göz gözü görmüyor karanlıkta.

Apaydın’ın “Susuzluk” adlı şiiri geliyor aklıma; “Susadım / Bozkırlar ortasında/ kurudu dudaklarım/ çağırmayın gelemem/ Bir tas su uzatın/ Çabuk olun biraz/ beni kurtarın” (Susuzluk 1956).

Sonra Apaydın gibi bozkırın ortasında çırpınıp duran öğretmenlerimiz geliyor aklıma. Acaba bugün de var mıdır o öğretmenlerden Anadolu’nun bozkırlarında çırpınıp duran? Kaç zamandır köyler kendi derin uykularına terk edildi. Ses seda gelmiyor. Bir roman, bir öykü yok… Köy mü kaldı deniliyor sorulduğunda… En kötü hesaplamayla bugün yüzde 20 insanımız köylerde yaşıyorlar. Bu da 16 milyon insan demek! İstanbul 14 milyon nüfusuyla her gün televizyonlara haber olurken, köylerde yaşayan 16 milyon insanımızla ilgili bir tek haberin bile yapılmaması garip değil mi?

Gecenin yüreğine sürüyor yolculuğumuz. Konuşuyoruz… Birkaç gün önce Öykücü Osman Şahin’le telefonla görüştüm, Talip Ağabey için "Kahrın Ağır İşçisi Talip Apaydın" demişti, bunu anımsatıyorum kendisine, gülümsüyor.

"Bir şiirimde kullanmıştım o dizeyi. Ardından Mehmet Başaran 'Kahrın Ağır İşçisi Talip Ayaydın' başlıklı bir yazı yazdı. Osman, güzel arkadaşım benim, hep onu söyler… Biliyor musun Osman Şahin benim en sevdiğim yazarlardan birisidir. Aydın, yurtsever, iyi yetişmiş bir öğretmen. Dilini çok iyi kullanan bir yazar. Koyacaksın öykülerinden birini lise ders kitaplarına çocuklarımız, gençlerimiz dilinin güzelliklerini görsün, tadını alsın… Ama nerede? Ülkemizde gençlerimiz yıllarca dünyanın üç büyük ozanından biri sayılan Nazım Hikmet’i tanımadan, şiirlerini okuyamadan büyüdüler. Nazım kendi ülkesinde yasaklıydı. Gizli gizli okuduk şiirlerini. Ben Nazım’ın tüm şiirlerini bilirim ama en az yüz tanesi ezberimdedir. Şimdi kaç öğrencimiz ezberinde şiir tutuyor?"

"Nice iğne deliklerinde geçip tüyünü vermeyen" yiğit kuşağın temsilcilerinden biri de Talip Apaydın... Yüzüne bakıyorum... Yüzündeki derin çizgiler içinden hüzünler akıyor… Ülkenin geldiği durum "Keşke bu kadar uzun yaşamasaydım da bugünleri görmeseydim" noktasına getirmiş onu. Acı içinde sık sık tekrarlıyor bunu. Cumhuriyetin ilk yıllarını, Köy Enstitülerini ve sonrasını anlatıyor. Yapayalnız kalışlarını… "Azizim diyor, bizden vebalı gibi kaçıyorlardı. Biz daha okulumuza varmadan haber ulaşıyordu. Bunlar komünist dikkat edin" diye uyarılar yapılıyordu.

Otobüsümüz İstanbul’a giden büyük karayolundan ayrılıyor, Bolu’nun Yeniçağa ilçesinden Bartın yoluna dönüyoruz. Bozkırdan sonra bu kez yemyeşil ormanların arasına dalıyoruz. Gölün kıyısından akıp gidiyor yol. "Karadeniz başladı" diyorum. Talip Ağabey, "Güzeldir Karadeniz’imiz, Akdeniz’imiz, Ege’miz, İç Anadolu’muz, Doğu ve Güney Doğu Anadolu’muz" diyor, "Ama bu yoksulluk, bu sömürü düzeni, insanlarımızın din baskısıyla sömürülmesi…"

Yurt sorunlarından hep sorumlu hissediyor kendini. "Ah kardeşim ah! Şu Köy Enstitüleri birkaç yıl daha kalıverseydi, tüm korkuları yıkılacaktı ülkenin, köylü çocukları olarak içerisinden çıktığımız ilkel koşulları el birliğiyle değiştirecektik." Bir süre uzaklara bakıyor ve “Borç” adlı şiirini okuyor ezberinden…

"İnsanlar, borçluyum size / Sözlerle, seslerle renklerle / Bunca güzellikleri yaratanlar / Borçluyum size / Kolay Ödenmez /… Ne tad alıyorsam dünyada / Sizin eseriniz / Geriye ne kalırdı /Siz olmasaydınız… Nice doğruları söylediniz / Kutup yıldızı gibi değişmez / Daha ben yokken açtınız / Dümdüz yolları / Geriye dönülmez /… Demirin pası var / Ama özü eğilmez / İnsanlar borçluyum size / Kolay ödenmez.” (Kırsal Sancı, 1999)

* * * * *

Gecenin bir yarısı konuşa konuşa Amasra’ya ulaşıyoruz. Amasra Belediyesi konuksever, otobüs garajında karşılıyorlar bizi. Otelimize yerleşip, yıldız düşmüş denizin kıyısında güzel bir lokantaya oturuyoruz. Balık, rakı ve yıldızlar… Bir yandan konuşurken, diğer yandan denize bakıyorum… Yıldızlar göz kırpıyor çağlar öncesinden. İlk Çağ Tanrıları sanki aramızda ve bizimle kadeh kaldırıyor… Fatih Sultan Mehmet "Lala Lala Çeşm-i Cihan bura mı ola?" diye soruyor Amasra’ya doğru eğilmiş… Gecenin geç saatlerinde dönüyoruz otele…

Ertesi günü (10 Temmuz 2012) Amasra Belediyesi Sefa Park’ta Talip Apaydın’a Onur Konuğu plaketini verecek. Edebiyatçılar Derneği Başkanı Gökhan Cengizhan’dan sonra sözü bana veriyorlar, sunuş konuşmamı yapıyorum:

"Saygıdeğer Konuklar;

Edebiyatımızın büyük ustalarından biri olan Talip Apaydın’ı kişiliğiyle, yapıtlarıyla, ödülleriyle ve edebiyatımıza katkılarıyla anlatmak gerçekten çok zor. Bana verilen bu sınırlı zaman içinde onu yaşamından ve yapıtlarından örnekler vererek tanıtmaya çalışacağım.

Öncelikle, edebiyatımıza; şiir, anı, öykü, oyun ve roman alanında 42 yapıt kazandırmış, yalnızca Kurtuluş Savaşımızı anlatan romanları, Toz Duman İçinde (586 sayfa) Vatan Dediler (530 sayfa) Köylüler (448 sayfa) Toplam: 1564 sayfa olan bu büyük yazarımızın önünde saygıyla eğiliyor ve sizleri onu alkışlamaya davet ediyorum…

Ayrıca; Amasra Belediyemize, Belediye Başkanımız Sayın Emin Timur’a, Edebiyatçılar Derneği Başkanı Sayın Gökhan Cengizhan’a ve etkinliğe emeği geçenlere bu değerbilirliklerinden dolayı çok çok teşekkür ediyorum…

Buradan TÜYAP gibi büyük kitap fuarı organizasyonlarına da sitemde bulunmak istiyorum. Bugüne kadar Talip Apaydın gibi edebiyatımıza 42 yapıt kazandırmış büyük bir yazarın TÜYAP Onur Konuğu olmaması, görmezden gelinmesi bizleri üzüyor.

Saygıdeğer Konuklar,

Talip Apaydın 1926 yılında, Ömerler köyünde doğdu. Üç yaşında iken Beypazarı’nın Kapullu köyüne (babasının köyü) göçtüler. Orada büyüdü. Üç sınıflı köy okulunu okudu. Annesi üç yaşında iken öldü. Üvey ana elinde zor bir çocukluk dönemi yaşadı. Yoksulluk, karanlık… Babasının hiç toprağı yoktu. El tarlalarında ortakçılık (yarıcılık) yapardı. Karabasan gibi geçti, Apaydın’ın o yılları…

Beypazarı’nda yoksul köy çocukları için açılan parasız yatılı pansiyonlu okulda dördüncü beşinci sınıfları okudu. Babasının onu okutacak gücü yoktu. Bir rastlantı olarak Hamidiye Köy Öğretmen Okulunun açıldığını, ilkokulu bitirmiş köy çocuklarını aldığını öğrendiler. 10 Kasım 1938 günü (Atatürk’ün öldüğü gün) oraya girebildi. Hamidiye Köy Öğretmen Okulu 1940 da Çifteler Köy Enstitüsü oldu.

Aslında çocukluğunda yaşadığı bu kapkaranlık acı yıllar onun kişiliğinde derin izler bıraktı. Apaydın’la yaptığımız bir söyleşide bu burumun yaşamını derinden etkilediğini anlatmış ve şöyle demişti. "İnsanoğlunun ilk 6 yaşındaki algıları çok önemlidir, hiç unutulmaz. Kişiliğimizin kurulmasında büyük katkıları vardır. O yıllarda yaşadığım haksızlık, kötülük olguları bende derin izler bıraktı. Haksızlığa, zulme hep karşı oldum. Ezilenden yana tavır aldım. Bugüne kadarki edimlerimde hep bunun izleri var."

Hasan Âli Yücel Köy Enstitülerinden söz ederken, "Dağ başlarında kendi kendine açıp solan çiçek bırakmayacağız" demiştir. İşte Talip Apaydın eğer köy çocuklarının kurtuluşunu sağlayacak en büyük proje olmasaydı, büyük olasılıkla, babasının yazgısına ortak olacak ve yaşamını ortakçılıkla sürdürecekti.

Talip Apaydın, Çifteler Köy Enstitülerinde yaşadıklarını “Köy Enstitülü Yıllar” adlı yapıtında anlatmıştır. Kurtuluş Savaşımızın hemen ertesinde yaşanılan aydınlanma savaşının Kurtuluş savaşımızdan kalır yanı yoktur. Bozkırın ortasına binalar dikilir, su getirilir, elektrik getirilir. Çevre ağaçlandırılır. Bahçe kurulur meyve sebze yetiştirilir.

Apaydın beş yıl okuyarak, 1943 de Çifteler Köy Enstitüsü’nü bitirdi. O kararını enstitüde vermiş, yolunu çizmiştir. "Kendimi kurtarmak fikri toplumu kurtarmak, toplumu iyiye doğru değiştirmek fikrine dönüştü enstitüde." İşte bu ilke yaşamı boyunca ve yazdığı yapıtlarda kendine rehber olacaktır. Köy Enstitülerinde aldığı iş eğitimi onu "Esen rüzgarlara karşı" dimdik durmasını sağlayacak, içinde çıktığı köylüleri, yoksul insanları, ezilenleri, sömürülenleri yazacak, onları bir bakıma kalemiyle savunacaktı.

"Ne rüzgârlar esti karşıdan
Gözümüzü kırpmadan göğüsledik
Bin yılların açığını kapatmak
Ne demektir, onu öğrendik."

Köy Enstitülerinde uygulanan eğitimin en önemli yanı öğrencilere okuma sevgisi aşılanarak, okuma bilinci oluşturulmasıydı. Apaydın; "Dersi sevdiren, insanı düşündüren bir eğitim. Edebiyatın tadına böyle varabiliyor. Sürekli okumalarla arkası geliyor elbet. Köy Enstitüleri eğitiminde en çok önem verilen konulardan birisi buydu. Okumak… Yerli yabancı yazarları düşünürleri koğuşturmak. Her dönemde evimizde bir kitaplığımız oldu. Dergileri, yeni yayınları olabildiğince izledik. Yaşımız ilerledikçe kitaplığımız büyüdü odalara sığmaz oldu." diyor bu konuda…

Talip Apaydın, bir tür köy üniversitesi olan ve Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsüne girdi. Burada İsmail Hakkı Tonguç en başta, Sabahattin Eyüboğlu, Prof. Hikmet Birant, Prof. Selahattin Batu, Vedat Günyol, Prof. İrfan Şahinbaş, Yunus Kazım Köni, Faik Canselen, Hamdi Keskin, Mahir Canova, Ulvi Uraz, Ruhi Su, Aydın Gün, Mehmet Öztekin… gibi önemli isimlerin öğrencisi oldu.

İlk şiir ve yazıları Yüksek Köy Enstitüsü öğrencileri tarafından çıkarılan “Köy Enstitüleri Dergisi”nde çıktı…

Ancak, II: Dünya Savaşı bitince, soğuk savaş dönemi başladı ve ülkemizde birdenbire işler değişmeye başladı. Bu yeni dünyada Köy Enstitülerine yer yoktu. Köy Enstitülerinin kapatılıp yerlerine yoksul kesimin çocuklarına İmam Hatip Liseleri açılacaktı. Apaydın, Yüksek Köy Enstitüsü’nde okurken kapatılma süreci başlatılmıştı. Gidenlerin gelenlerin hatti hesabı yoktu. Enstitüler hakkında inanılmaz bir iftira kampanyası başlatıldı.

"Çok partili döneme geçince Atatürkçü ilkelerden ödünler verilmeye başlandı. Halk tek parti döneminden memnun değildi, iyice bunalmıştı. CHP iktidarı giderek halktan uzaklaşmıştı. Parti ağaları ve bencil bir bürokrasi halkı eziyordu. Yeni kurulan Demokrat Parti’de bunu iyi kullandı. İktidara geldiklerinde her şey değişecek, ülke güllük gülistanlık olacaktı. Öyle konuşuyorlardı. Halk gittikçe o yana akıyordu. CHP’nin üst düzey sağ kesimi bundan çok rahatsızdı. İktidarı elden bırakmak istemiyorlardı onun için ödünler verilmeye başlandı. Okullara din dersi kondu. Köy Enstitüleri değiştirilmeye başlandı. Adım adım yozlaştırıldı. Kendi özgün eğitim sisteminden uzaklaştırıldı." (1)

Bu karanlık rüzgâr içinde Talip Apaydın Yüksek Köy Enstitüsünü bitirdi ve Cilavuz Köy Enstitüsünde öğretmenliğe başladı. Ancak kısa bir süre sonra askere alındı. Yedeksubay okulunda 55 Köy Enstitülü arkadaşıyla birlikte çavuş çıkarıldı. Yapılan baskılara direne direne yolunu buldu.

"Sen yazar mısın öğretmen misin? Bundan sonra yazmayacaksın!" diyen valilere karşı kalemini hiç kırmadı. Bakanlık emrine alındı, sürüldü, kıyıldı ama halktan yana olan tavrını hiç değiştirmedi…

(.....)

Saygıdeğer Konuklar,

Mehmet Başaran bir şiirinden esinlenerek Talip Apaydın için, "Kahrın Ağır İşçisi Talip Apaydın" diye bir yazı yazmıştı. Osman Şahin eğer buraya gelmiş olsaydı sunuşunun adı "Kahrın Ağır İşçisi Talip Apaydın" olacaktı. Ben sunuşuma yine bir şiirinden esinlenerek "Dünyayı güzellemeye gelmiş bir yazın adamı Talip Apaydın" adını verdim…

BEETHOVEN’İ DİNLERKEN

Derin bir suyun dibinde yürürken
Seslerle düşünüyor sözcükler yetmeyince
Başka bir yanından bakıyor dünyaya
Onu söylüyor acı çeken insana

Yalnızlığın tünelinde kaşları çatık
Yüzü bir kez olsun gülmemiş
Yürür gene de insan üstü gücüyle
Yok ki duyan dinleyen
Çünkü çok erken

Dünyayı güzellemeye gelmiş
Onca olmazların içinde
Dişleriyle demiri kemirirken
Sesleri evreni dolduruyor
İyi ki geç değil, erken.

(Kırsal sancı, 1999)

Sözlerime bu şiirle son verirken öğretmenim Talip Apaydın’a kişiliğiyle bize örnek olduğu için, romanlarıyla, şiirleriyle, öyküleriyle, anılarıyla, denemeleriyle bizi aydınlattığı için ona hepimiz adına çok teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum."

* * * * *

Amasra’da İki gün boyunca çok güzel duygular ve anlar yaşıyoruz. Talip Apaydın’ın ve Abdullah Nefes’in yazın tarihi sayılabilecek anılarını pür dikkat dinliyoruz.

Amasralıların sanatçılara, yazarlara, ozanlara sahip çıktıklarını görmek bizleri çok mutlu ediyor. Anadolu’da bu insanların varlığı umutlarımızı yüceltiyor. Onlar oralarda mücadele ettikçe biliyoruz ki; Anadolu’da aydınlanma ışığı sönmeyecek…

İki gün sonra, yemyeşil ormanlar içinden Bartın’ı, Çaycuma’yı, Devrek’i, Mengen’i, Yeni Çağa’yı geride bırakarak Ankara’ya dönüyoruz…

(1) Anadolu’da Aydınlanma Ateşini Yakanlar, Erdal Atıcı, Köy Enstitüleri ve Çağdaş Eğitim Vakfı Yayınları s. 194

ERDAL ATICI
Patika Dergisi Ekim, Kasım, Aralık 2012 sayısı

ŞİİRLERİ



ARKADAŞINIZA GÖNDERMEK İÇİN:





ŞİİR PARKI