ABBAS YOLCU

İlkin Yokluğa sığınmak duygusunu içine sindirmeli insan yeni bir aşkın ürpertisiyle Sonra iştahla tutmalı ölümü bir kutsal meyvayı soyar gibi. Azat buzat beni cennet kapısında gözet, salıvermeli topal bir örümceği mavi bir aydınlığa uyanan mağaradan, bir ninni mırıldanmalı okşayarak çözer gibi bürümceği. Ve sezmeli tohumların tam patlamadan önceki şehvetini, doğmalı can evinde uzun özlemler ardından samanyoluna kavuşan gecelerin büyüsü... Abbas yolcu. Yıllar yılı "Ayıp, ayıp!” Umursamadıktan sonra, Gider ayak, perişan evrakı toplayıp düzene koymalı biçare ailenin dağınık işlemlerini hiç değilse. Vasiyetname yazmalı bir yol - anasının nikâhını istemezse avukatla noter. "Ölüm hak, miras helâl” demişler eskiden. Baştan sona ecel beşiğiydi benim yaşamım: ne kadar çırpındımsa da bir şeyler kurtaramadım aslanın ağzından. Şimdi çoluk çocuğa ne miras kalır sanki vaktiyle ölü fiyatına edindiğimiz kırık dökük eşyadan, üç beş baba yadigârından başka? Bir de cılız banka hesabı var, ama onu geç bir kalem. Bari nişanları, eski kılıcı, antika saati kimlere bıraktığımı yazayım da şu senin, bu benim diye kavgaya tutuşmasınlar. "Hazır mezarın ölüsü” ağzımdan düşmeyen söz. Gel gör ki ölmek de yaşamak kadar çetrefil. Adıma bir çeşme kalsaydı keşke, hayrat, bağrı yanıklara, yolculara zencefil... Kör talih, kim nerden bulacak o kadar parayı? Çaresiz, evlâd ü ayal kalacak sefil. Yine de herkesi ayrı ayrı düşünüp gönül almalı, hakkını yememeli hiç kimsenin. Komşunun yalın ayak başı kabak ahretliğine yüreğim parçalanırdı ya, ona cep harçlığı bıraksam mı? Olmaz ki, mahallede ayyuka çıkar dedikodu. İyisi mi, şimdiden birkaç kuruş tutuşturayım eline, ama kızcağız ”Bayram değil, seyran değil..." demez mi? Taşradaki arkadaşlara birer mektup yollamalı ecelin beni okşayıp durduğunu sezdirmeden. Kalender, hattâ keyifli lâflar mı etsem? "Göreceğim geldi” dememeli ölü gözü.. Bir de bu sefer "Eliniz değerse yazın” diye bitirmemek gerek. Ve sonra, İstanbul'un doyum olmaz birkaç semtini dolaşmalı dünya gözüyle, savruk bir ömrün yan çizdiği lezzetleri şu son günlere sığdırarak yel yepelek... Serinlemek Bizans'tan kalma bir ayazmada, en yakın dallardan çitlembik koparmak, mescidin kitabesini okumak ilk kez, Arnavut kaldırımlarına son bir serzeniş, şirket vapurlarını kalyonlarla yarıştırmak limanda ve yeniden inşa etmek çıra gibi yanmış cânım yalıları, okşamak bir deri bir kemik kalmış sütçü beygirlerini, yerden iki üç kara dut alıp dişlemek, kulağımda yeniçerilerin gülbangi çınlarken muhallebicide kazandibi kaşıklamak, cennet taamı, karabatak taşlayan piçleri kovalamak bunca yıl sonra, kör kuyuya sarkıp bir yankı bırakmak, hatmilere, hüsnüyusuflara birer öpücük, pencerelerdeki tüm saksılara, kızkurularına merhaba.. Kim bilir, Şelki Orfeo gibi dönmek kısmet olur o semtlere ve belki iskeledeki çınarla mahallenin delisi o güne dek unutmazlar beni. Dost düşman bilir hurafelere inanmadığımı, ama Telllbaba Tekkesinde fukaranın birinin mumu sönmüş, onu yakmalıyım gizlice. Köşedeki kolsuz bacaksız dilencinin tasına sadaka atsam cennete hak kazanacak değilim, yine de yüreğime su serpilir bir ayağım çukurdayken hiç değilse bir ufacık sevap işledim diye. "Emri hak” yaklaşırken başka gözle bakılıyor kurda kuşa. Radyoda papaz ölüsü mü kaldırıyorlar ne? Arkadan bir gazel hırçın kediler gibi odaları dolaşıyor bir bir. Bunlar bile artık cana yakın, mâveradaki sessizlik daha mı iyi sanki? Nasıl veda etsem şu Allah'ın cenneti, kulların cehennemi kente? El sallasam görür mü imbatta şaşkına dönmüş mavnalar? Dalgakırandan ufka hem rahmet, hem lânet okuyan martılar ürperir mi bir ân? Ölüsü dirisine binmiş caddelerde hangi yabancıya "Hakkını helâl et, hemşehrim” desem? Acaba minarelere bir yanık türkü mü söylesem Hiçbirinin umurunda mı sıradan bir adamın, nergis gibi mağrur, ölüme yaklaştığı ve belki de ilk kez varlığını aştığı? "İnadına bir piyango bileti almalı” diyorum - en azından, züğürt tesellisi, Kahrolası, param çıkışmıyor. Niyet çekiyorum iş olsun diye: "Bu sene leyleği ayakta gördün” yazılı. Niyetçi - burnunda kocaman bir et beni - çocukluk masallarımdaki Zebani. Güvercin uçmağı çoktan unutmuş, inliyor boyuna. Şadırvandan bir maşrapa su içiyorum kana kana. Ömür boyu abdest almamışım: nasıl kabul etsin cennet beni? Bari bakkalın çakkalın hesabını görüp peşin paraya geçeyim son günlerde... "Borçlu ölmez, benzi sararır" derler; Borçsuzun benzi sararmıyor mu? Hiç olmazsa ölümlüğümü koymuşum bir kenara. Cenaze levazımatçısı "lüküs tarife” diye dil döktü. Pabuç bırakmadım: Yoksa eş dost "Ayranı yok içmeğe.. ' der Bir de başımı sokacak bir yer bulsam... Kaç yıl oldu Şehitlikteki aile mezarlığımız dolalı. Gerçi ölmüşlerimizden uzaklara gömülmek de bir gurbet ama, onlar bağışlar beni: Bilirler ki oldum olası kafileden ayrı kalmışımdır. Karıma, çocuklara birer mektup? Ölümlerden ölüm beğen; Duygulu yazsam belki okur okur ağlarlar, Kuru yazsam yüreklerinde bir kurt yeniği: Bizi sevmiyor muydu? Vedaları döşekteki son sözlere bırakmak da var: Can verirken sayıkladıklarımız şaşırtıcı da olsa, gizemli de, anılarda daha gür yaşar. Goethe ”lşık, biraz daha ışık” diye mırıldanmış, Atatürk sormuş: 'Saat kaç?” Babam, en son "Metin olun” demişti. Ben de baş ucumdakilerin unutmayacağı bir çift lâkırdı tasarlasam bari şimdiden. Yatalak olmamayı kafama koymuşum ya, ana sütü gibi tertemiz gideceğim. Kötü huylarıma içerleyenler "Bu herifi teneşir paklar” derdi hani; şimdi teneşir imrenecek, Su, kendi gibi, aziz bilecek mi beni? Gazeteye ilân verilsin mi? Önceden hazır etsem mi ilânın yazısını? Hakçası, paraya yazık, ama adım gazetede çıkacak hayatımda ilk kez, bizim çocuklar belki önemseyecek "rahmetli pederi”. Fena mı? Onların adı da gazeteye geçmiş olacak. Tabutumu yeşile mi saracaklar, bayrağa mı? Gerisi tasa değil doğrusu: Cami belli, cemaat dünden hazır. Nasıl olsa ecir sabır diye çığrışarak üşüşecek abullabut hısım akraba ile mahallenin leş kargaları. Elden ne gelir, kendi geleneklerimize göre toparlanıp gideceğiz: İmamın dört çiftesine binmek böyle olur. Hintliler gibi cesedimi yakıp küllerimi ırmağa serpecek değiller ya. Tören mören istemesem "Ölüsü kınalıdan ne beklenirdi?” der konu komşu, "Dinsiz imansız gitti... Cehennemde yanacak." Varsın, "zındık" damgası vursunlar; eloğlu doğru söylemiş: "Benden sonra tufan". Ne var ki düşünmemek olmaz ailenin şerefini, sağ kalanların huzurunu. Bilmem kaç rekât namazım kılınacak. Benim gibisinin cenazesinde ihtiram kıtası bando mızıka, alacalı çelenkler olacak değil elbet. Bizim aslanlar musalladan omuzlayacak tabutumu, ağır ezgi fıstıkî makam yola koyulacağız. Kabristanda okuyup üfleyecekler, Ye'cuc ile Me'cuc alkış tutarken, üstüme birer tutam taş toprak atarak çukura koyuverecekler beni. Belki öteki ölüler tedirgin olacak ama, Allah bilir ya, ne selviler umursayacak, ne de kuşlar. Lokma dağıtılacak bizden bile yoksul ailelere. Evde hatim indirilecek: Ayılan bayılan olmaz inşallah. Biraz gül suyu serpilirse benim rûhum şâd olur... Kırk gün sonra mevlûdum okunacak her halde. O gün camide ben de gezineceğim usulcacık ve sevineceğim Süleyman Çelebi merhaba bahrini benim için yazmış gibi. Şeker vereceklerdir kapıda, tatlı yiyenler adımı tatlı ansın diye. Çok sonra, mezar taşı da dikebilirler, üstünde vezni bozuk, yarım kafiyeli bir manzume, "Biricik Varlığımıza El-Fatiha” Oldu olacak, dargınlarla barışmalı gider ayak Kırdıklarım olmuştur, kırıldıklarım, İnsanlık hâli... Teneşir horozu, şirretlik etmemeli. Son demimde hiçbirisiyle can ciğer kuzu sarması olacak değilim ama, bağışlayacağım başıma Deccal gibi dikilip anamdan emdiğim sütü burnumdan getirenleri, kan kusturanları bile onlar bana küs kalsalar da, Allah taksiratımı affeder mi, onu Allah bilir; kullar affetsin diye elimden geleni ardıma komayacağım. Bağışlamak, en yaman öç. Bir de, yola düşmeden, evdeki kitapları kâğıtları düzene koymak var: Birikmiş bunca mektubu yeniden okuyup kimisini saklamak, kimisini yakmak. Peki, uğrunda ömür çürüttüğüm bunca yazı ne olacak? Eski yeni evrakı zarflara yerleştirerek İyice işaretlesem birer birer ve albüme dizsem aile fotograflarını çıplak bebekler sünnet düğünü mülâzım-ı evvel dayımla lepiska saçlı yengem bir Boğaz gezintisi askerlik hatıraları. tavan arasına çıkıp annemden kalma sandığı açsam sadakora sarılmış bir altıpatlar sıçrayacak üstüme ve lâvanta çiçekleri fışkıracak kucak kucak... Şu bahar temizliği yok mu, işte asıl o, gözümü korkutuyor: Ömür törpüsü. Tevekkeli, atalarımız "Ölümün ötesi kolay” dememişler. Öbür dünyaya hazırlanmak ne zor. En iyisi, ansızın göçüp gitmeli, tek bir kanat çırpışıyla.. Görkemli bir şelâlenin altında durup başını göğe kaldırınca Tanrıdan bile gizlenen bir ebemkuşağını görmüş gibi.

Talât Sait Halman
( 1931 - 2014 )

Türk Dili Dil ve Edebiyat Dergisi Haziran 1991, S: 474, S. 357-364




ŞİİR PARKI