Bir insanın hayatını hiç kimse kendisi gibi
anlatamaz, çünkü gerçek iç yaşantısını ancak
insan kendisi bilir.
J. J. Rousseau
«Eserimiz hiçbir vakit kendimizin anlatılması değildir,» diyor Albert Camus.
«HeIe hayat hikâyelerimiz olmaya yeltenen eserler, hiç değil. Kimse hiçbir vakit
kendisini olduğu gibi açığa vurup anlatmayı göze alamaz.» Camus'nün bu yargısı belki mutlak anlamda doğrudur. Gerçekten, sanatçıların çoğu kendi heyecanlarının, duygularının, yaşantılarının ya tam olarak sırrına varamıyorlar, ya
da görüp yaşadıklarını bütüniyle yaratamıyorlar. Öte yandan, özellikle şair ve
yazarların, bilerek ya da bilmiyerek, eserlerinden kişilerin davranışları, konuşmalarda açıklanan düşünce ve duygular, olayların geliştirilmesi, üslûp özellikleri
gibi temel unsurlar bakımından kendi kişiliklerini yansıttıkları da akla yakın gözüküyor.
Yazarın kişisel varlığını eserine nasıl ve ne kadar koyduğunda, Camus'nün
de belirttiği gibi cesaretin büyük payı var. İç dünyalarını gözetliyen, kendilerinde ister istemez aksaklıklar görüp utanç duyan birçok sanatçılar, ya meydana getirdikleri kişilerin arkasına gizleniyorlar, ya da kendilerini gerçekten oldukları gibi değil, olmak istedikleri gibi göstermeye çalışıyorlar. Roman ve tiyatro böyle bir amaç için biçilmiş kaftan.
Ama, sanatçının kendi kişisel varlığını
ortaya sermemesi, bazı türlerde çok zor oluyor, bazılarında hiç olmuyor. Niteliği gereğince öznel olan şiirde ve başlıca konusu ve birinci kişisi bakımından
hayat hikâyelerinde, bu zorluk apaçık meydanda. Yazarın kendi yaşantılarını
günü gününe toplamak amacıyla ve okuyucular için değil, kendisi için tuttuğu
günlükte ise hiç olmuyor. Bütün başka türlerden çok daha fazla olarak günlük,
yazarın kişiliğini gözlerin önüne seriyor.
Stendhal, gençlik yıllarında (1801 'den 1814'e kadar) şaşılacak bir devamlılıkla ve başka birçok çalışmalarına yan çizerek tuttuğu günlüğüne şunları yazmıştı:
"Nosce te ipsum, kendini tanı. Benim bu amaçla kullandığım araç, işte
bu günlük.. Günlüğüm, varlığımın durumunu kesinlikle ve sadakatle yansıtmak
amacını güdüyor, Olanları ne iyi göstermeye çalışıyor, ne de olduğundan kötü.
Yer aldığına inandıklarımı apaçık, kesin, düpedüz anlatıyor, o kadar.. Bilincimin
gizli ve derin taraflarının yazıya dökülmüş şeklidir bu günlük."
Günlükler, önceleri birtakım gündelik işler görmek için tutulurmuş. Nitekim, ilk olarak günlük kullanan Romalıların «commentarii» adl verdikleri yazılı belgeler, yapılmış işlerin unutulmaması için kişilerin ya da kamu kuruluşlarının yazdığı notlarmış. Roma sarayında tutulan günlük kayıtlara «commentarii
diurni,» bizim orduda "savaş ceridesi" diye bilinen hareket raporlarına «efemeris»
adları verilirmiş. Bunlar, hayatla ilgili amaçlarla yazılmış, edebiyat değeri olmıyan, ama tarihçilere zengin bir belge yerine geçen yazılar. Romalılardan çağımıza kadar, ilerde kullanılmak için alınmış notlarla, olaylar ve kişiler hakkında çiziktirilmiş dağınık gerçekler ve gözlemlerle, havadan sudan söz açan bomboş gevezeliklerle dolu sayısız günlük tutulmuştur.
Leonarda da Vinci'nin değişik konulardaki dolgun notları günlük sayılmazsa, edebiyat değeri ya da tarihsel nitelik taşıyan ilk günlükler ancak Rönesans
sonlarında yazılmıştır denebilir. O zamandan beri bütün gelişen toplumlarda,
sanatçılar kişisel yaşantılarını ve gizli duygularını gün ışığına çıkmıyacak özel
defterlere, gözlemciler görüp işittiklerini tarihe bütün ayrıntıları ve canlılığıyla
bırakmak için gündelik kayıtlara geçirmişlerdir.
1768'den 1840'a kadar devamlı olarak günlük tutan Fanny Burney, on altı
yaşında ilk cümlelerini şöyle yazmış: "Düşüncelerimin, yaşantılarımın, tanıdıklarımın, hareket- lerimin hikâyesini, vaktin hâfızadan daha çevik davrandığı saatte elimde bulundurmak istemem beni günlük tutmaya zorluyor. Bu günlüğe her
düşüncemi geçirmeliyim, bütün kalbimi açmalıyım. Ama, günlüğüm birisine seslenmeli, konuşuyormuşum gibi - en yakın, en candan bir dostumla, sırlarımı onunla paylaşmaktan zevk duyacağım, ondan gizlediğime pişman olacağım bir
dostla konuşuyormuşum gibi. Gelgelelim, bu dost kim olmalı? En yakın hısımlarım üzerindeki özel düşüncelerimi, en candan arkadaşlarıma dair aklımdan
geçenleri, kendi umutlarımı, korkularımı, izlenimlerimi, sevmediğim şeyleri kime açıklamaya cesaret edebilirim ki? Hiç kimseye! Öyleyse günlüğüm
Hiç Kimse'ye seslenecek!'
Hiç Kimse'ye seslenen günlük, ancak yazarına sesleniyor demektir. Hele ilerde basılacağını bilmediği ya da basılmasını istemediği özel günlüğünde, yazar
kendisiyle yalnızdır. Bir okur topluluğu yoktur karşısında, tek bir okur bile yoktur. Onun için ele aldığı gündelik konu ya da kişisel itirafı ne olursa olsun çekimserlik duymaz, duyup düşündüğünü dilediği gibi, gerçekte olduğu gibi yazmaktan ürkmez.
Stendhal, 18 nisan 1801 tarihinde "Hayatımın hikâyesini gün gün yazmaya koyuluyorum", diyerek başladığı günlüğünde hem gündelik yaşayışının bütün ayrıntılarını, hem mânevi varlığını olanca çıplaklığiyle anlatırken günlüğünün gelecekte yayımlanacağını bilmiyordu. Bilmediği için de, kendisini olduğu gibi dökmüştü günlüğüne. Gerçekten, daha sonraki eserlerinin hiçbirinde günlüğündeki
içtenlik yoktur. Şurasını da düşünmeli ki, umduğu başarıyı kazandıktan sonra
günlük tutmaktan vazgeçmiştir Stendhal.
Buna karşılık, Baudelaire 23 ocak 1862'de günlüğüne yazdığı şu sözlerin ilerde
belki de yabancılar tarafından okunacağını kestiriyor, ama aldırış etmiyordu: "Çılgınlığımı sefahat ve dehşetle besleyip geliştirdim. Bugün ilk uyarmayla karşı karşıya kaldım. Deliliğin kanadlarının esintisinin üzerimden geçtiğini duydum."
Kafka, 1911 yılında, daha 28 yaşındayken, günlüğüne şu satırları geçirirken
çektiği acının saklı kalmasını düşünmüyor, istemiyordu belki de: "Onurunu korumaya çabalıyan bir ihtiyarım ben.. Başkalarının çocuklarına imrenen, ama kendisi evlâttan ve o yüzden hayatın gerçeğinden yoksun kalmış, sadece elle tutulur bir bedeni ve kafası olan, alnını da duvardan duvara vuran bir ihtiyar."
Kierkegaard, günlüğüne şu tüyler ürpertici acıyı, herkesin gözünden uzakta,
kuru başına ağlar gibi mi yazıyordu, yoksa kısırlığından ve hadımlığmdan felsefî
anlamda ve okurları için mi söz açıyordu, bunu kesin olarak bilemiyeceğiz herhalde: "İnsan alınyazısına ilişkin olan hayvanlık yok bende. Bana bir gövde ver,
öyleyse." "Ah! Hele gençlik yıllarımda, altı ay için bile olsa, erkek olabilmek
uğruna neyimi vermezdim ki... Bende eksik olan, bir gövde, bir de varlığın maddî çerçevesi."
Edebiyat günlüklerinin değeri ve başarısı, yazarların içtenliğine, doğruya
bağlılığına ve sanatçı dürüstlüğüne dayanıyor. Yazar o günkü düşünce ve duygularını gerçekte olduğu gibi kâğıda geçiriyorsa, günlüğü ergeç okunur inancıyla
kendi kendisini sansür etmiyorsa, ya da bilinci dışındaki kuşkular ve çekingenlikler yüzünden olayları değiştirerek yansıtmıyorsa, günlüğünde okuyanı saran
bir özdenlik vardır; yaşanmış olayların çıplak gücü, yaşadıkça yazılanın bozulmamış değeri vardır.
Ama, yazar gerçeğe bağlı değilse günlüğün yapmacıklığını,
içinde anlatılanlar da, yazarın anlatışı da ele verir, Rousseau, bu durumu apaçık
görmüştür: İnsan "hayatını anlatırken onu bir örtüye bürür... görülmesini
istediği gibi göstermeye çalışır, gerçekte olduğu gibi değil." Bir sanatçının yaşadıkları ve düşündükleri arasından neleri günlüğüne koymadığı, ne kadarını kendi
dileğiyle örtbas ettiği bilinemez elbet... Böyle bir ayıklama onun kişisel hakkıdır,
sanatçı hakkıdır. Ama, günlüğüne koyduklarını elinden geldiği kadar gerçeğe
bağlı kalarak yazmasını eleştirmen de, okurlar da bekler ve ister yazardan. Daha
yaşarken yayımladığı günlüğüne Gide belki birtakım yaşantılarını koymamıştır,
ama yazdığı her olayda, her duyguda dillere destan içtenliğinden ve pervasızlığından uzaklaşmamıştır. Onun için de günlük türünün bellibaşlı eserlerinden
biridir Gide'in günlüğü.
Çağdaş İtalyan yazarı Cesare Pavese'nin 1935'ten 1950'ye kadar tuttuğu günlük de benliğini her yönüyle ortaya dökebilecek kadar mert bir sanatçının eseridir. Pavese'nin günlüğünde, cinsel yoksunluğu yüzünden bitmiyen bir acıyı yaşamakta olan duygulu bir insanın ölüme yaklaşmasını günü gününe izliyoruz.
Daha 1937'de cinsel acısından şöyle yakınıyor Pavese: "Bu başarısızlığım, intiharın değerini gözümde büyütüyor." Sonraları diyor ki: "Hiçbir kadın benden cinsel zevk almıyor, alamaz da."» "Başlıca düşüncem, kendimi öldürmek!" "Kendini
öldürmek için gerekli olan mertlikten hep yoksun kalacaksın. Bu düşünceye
kaç kere kapılmış olduğuna baksana!" İntiharından az önce şöyle yazıyor günlüğüne : "Tek bir cevap var: intihar." 1950 yılında, kendine kıymasından iki
gün önce en son cümlelerini koyuyor: "Bütün bunlar iğrenç. Lâf değil. Bir haraket. Artık yazmıyacağım." Yazmıyor ondan sonra, kendini öldürüyor. Günlüğünün bittiği yerde Pavese de bitiyor.
Günlük, genellikle yalnız başına yaşıyanların başvurdukları bir tür. Ömrünün nice yıllarını tek başına geçiren Amerikan yazarı Thoreau'nun «Devşirmeler:
Zamanın Günlüğümden Koparamadıkları" başlığı altında yayınladığı iki milyon
kelimelik günlük, bir yalnız adamın günlüğü. Ama, buna karşılık, bazı kimselerin
içinde yaşadıkları çağ ve toplum hakkında gün gün kaleme aldıkları gözlemler
ve izlenimler de var: Amerika'da George Washington, John Quincy Adams, John
Adams, Aaron Burr, Horace Greeley, İngiltere'de Nevil Chamberlain gibi devlet
ve siyasa adamlarının günlükleri, yaşadıkları hayat gereğince, kamu olayları
ve çağın ileri gelen kimseleri üzerine kimi önemli, kimi abur- cuburdan öteye
geçmiyen bilgilerle dolu.
İngiliz edebiyatınm en gözde günlüklerinden biri - belki de birincisi - olan Samuel Pepys'in Günlük'ü (1660-1669) çağının Londralı
aydınlarının, sanatçılarının ve siyasacılarının kişiliklerini ve yaşayışlarım kılı kırk
yaran bir ayrıntı zenginliğiyle ve bir fotoğraf kesinliğiyle saptamıştır. İngilterenin XVIII. yüzyıl din adamlarından John Wesley'nin elli beş yıl boyunca tuttuğu
günlük, Pepys'inkinin tersine ve Wesley'nin kamu hayatındaki oldukça önemli
yerine karşın, o zamanın olayları ve kişileri üzerine (hele toplumun genel yaşayışı üzerine) inanılmıyaeak kadar az bilgi verir.
Süre bakımından herhalde
günlük rekorunu elinde tutan John Evelyn, kendi hayatını ikinci plânda bırakmış, ömrü boyunca yer alan olayları ve tanıdığı kişileri yetmiş yıl günü gününe defterine geçirmiştir. İngiliz sosyalistlerinden Beatrice Webb'in 1924-1930
yılları arasındaki günlüğü, hareketli bir siyasal çağın içinde bir düşünce akımının gelişmesini adım adım izlemiştir.
Bu bakımdan günlükler, edebiyat değerleri olsun olmasın, tarihçiler için
zengin bir kaynaktır. Olaylara tanık olanların, ya da olayların içinde bulunup
onları etkiliyenlerin kendi gözleriyle görüp vakit kaybetmeden günlüklerine
yazdıkları izlenimler, tarihçilere çoğu zaman değerli bir bilgi dağarcığı vermiş
olur. Özellikle devlet adamlarının gönlükleri, tarihsel incelemelerde yararlı oluyor. Ayrıca, ün kazanmamış kişilerin günlükleri de toplumlarının toplumsal ve
kültürel özelliklerini anlatmak bakımından önemli tarih belgeleri olabiliyor:
Amerikalı Yargıç Samuel Sewall'ın 56 yıl tuttuğu günlük, böyle bir değer taşıyor; içinde XVII. yüzyıl sonunda ve XVIII. yüzyıl başında Amerika'nın New
England bölgesinde yaşanan hayatın dört - başı - bayındır bir panoraması var.
Kristof Kolomb'un Amerika yolculuğu sırasındaki günlüğü, o tarihsel keşifle
ilgili en etraflı ve güvenilir belge. Nice savaşların hikâyesi, o savaşlara katılanların günlüklerinden çıkarılıyor.
Kim tarafından yazılmış olursa olsun, günlüklerde birçok tarih olayları
canlı olarak karşımıza çıkıyor: Okuyucu yazarla birlikte o gün o yerde aynı
olayı yaşamış gibi bir duyguya ve heyecana kapılıyor. Lincoln'un öldürülüşünü
çağın Deniz Kuvvetleri Bakan'ı Gideon Welles'ın günlüğünde okurken o günün
ve o ânın tüyler ürpertici gerçeğini duyuyoruz. İlerki kuşakların üzerinde kafa
yordukları birtakım olayların anlatılışını bazen eski günlüklerde en canlı şekilde buluyoruz: William Charles MacCready adlı bir İngilizin Amerika'da zenci kölelerin açık arttırma ile satılışını anlatan acıklı yazısı, o vakit tuttuğu günlüğündedir.
Günlükler, meteoroloji incelemelerine bile yararlı olabiliyor. Geçmiş günlerin hava şartlarını bilerek tahminlerde hata payını azaltmak amacıyla, incelemeler yapan bazı meteorologlar, eski günlükleri de gözden geçiriyorlar. Çünkü
günlüklerde en sık sözü geçen şey, hava durumudur.
Hayat hikâyesi yazanlar için de günlükler dolgun bir kaynak. Çünkü günlükler, başka belgelerde bulunmıyan birçok olayları zaman sırasına göre yazıyorlar; üstelik yazarlarının olaylar karşısındaki tutumlarını, ruh durumlarını
açıkça belirtiyorlar. Sezar, St. Augustin, Dostoyevski, Stendhal bu bakımdan çok
yararlı hayat belgeleri bırakmışlardır. Aynı şey, Lincoln'un katili John Wilkes
Booth'un günlüğü için de söylenebilir.
Bir bakıma, yaşadıkça yazılan günlükte ömrün sonuna doğru yazılan, anılar'dan daha çok gerçek payı vardır. Kişi, günlükte kendi hayat hikâyesini günü gününe yazmış gibidir; iyi ve kötü taraflarıyla göstermiştir kişiliğini; yaşadığını apaçık koymuştur günlüğüne, sonradan değiştirememiştir, Anılar'da ise yazar geriye bakıyordur. Hatırlamaya çalıştığı olayları, kişileri, sözleri, düşünceleri
yarım - yamalak bulacaktır belki. Ya da hiç bulamıyacaktır, çünkü büsbütün unutmuştur. Belki onları unutmayı seçmiştir. Hayatını yaşamış ve geniş tecrübe edinmiş bir anılar yazarı, herhalde eski olayları yeni bir görüşle yorumlıyacaktır. Kaldı ki anılar'da varlıkları sona ermek üzere olan yazarlar kişiliklerini ve eserlerini
haklı göstermek çabasına girişirler ister istemez.
Öte yandan, günlükte olayları yanlış değerlendirmek, aşırı yargılara vurmak
tehlikesi vardır. Hele devlet adamlarının ve siyasacıların günlüklerinde bu sık sık
kendini gösterir.
Değişik amaçlarla yazılmış pek çok günlük var:
St. Francis de Sales (1567 -
1622) dinî ve felsefî düşüncelerinin günlüğünü tutmuştu. Kardinal John Newman
(1801-1890) ciltler dolduran günlüğünde dinî düşünceyle gündelik hayat ve siyasal olaylar hakkında görüp düşündüklerini yazdı. Cocteau, "Bir Filmin Günlüğü"nü tuttu. Panny Burney, duygulu bir kadının anı defteri olarak başladığı günlüğünü evlenip Madame d'Arblay olduktan sonra çağının sosyetesinin bir romanı
gibi yazdı.
Jonathan Swift, Stella için Günlük'te daha çok bir seri yazı denemesi
yapıyor gibiydi. E. M. Forster, 1912 de yaptığı Hindistan yolculuğunda ve yalnız o
yolculuğun izlenimleri için bir küçük günlük tuttu. Thomas Mann, "Dr. Faustus"
romanını yazışını günü gününe izliyen bir günlükte hem kendi hayatının birçok
yönlerini ve gündelik olaylarını, hem de "içimdeki güçleri bütün öbür kitaplarımdan çok daha fazla sömüren" diye anlattığı "Dr. Faustus" un bir eser olarak nasıl
geliştiğini gösterdi.
Simone de Beauvoir, "Amerika Günlüğü"nü sadece kısa bir
yolculuğun gözlemlerine ayırdı. Edison, insanüstü bir çalışmayla geçen ömrünün
sonuna doğru, kısa bir yaz tatilinde birkaç gün için bir günlük tutmuş, dostları ve
ailesiyle geçirdiği hoş dakikalar hakkında ılık, şen, güzel şeyler yazmıştı. Yüzyılımızın en tanınmış Amerikan nüktecilerinden Will Rogers da günlüğünü her günkü
hayatının hikâyesi halinde tutarken bir sürü nükte doldurmuştu içine. ("Medeniyet
ilerlemiyor diyemezsiniz, baksanıza her savaşta canınızı yeni bir usulle alıyorlar.")
Rogers, nükte ve fıkralarının bir kısmını önce kullanmış, sonra günlüğüne geçirmiş; bazılarını da günlüğüne yazdıktan sonra kullanmış.
William Wordsworth'ün
kızkardeşi Dorothy Wordsworth, arkadaşlarının sürekli üstelemelerine karşın, hiç
bir edebiyat eseri yazmamış ("Kendimi yazar olarak ortaya koymak düşüncesinden
nefret ediyorum."), ama geniş bir günlük tutarak özellikle ünlü kardeşinin kişiliğini, yaşama ve yaratma çabasını anlatmıştır. Darwin, "Yeryüziinün Çevresinde
Yolculuklar" adlı tarihî eserini günlük türünde yazdı. Kaptan Cook'un keşif yolculuklarında, Lewis ve Clarke'm Amerika'nın bazı yerlerine insan ayağı girmemiş
olduğu zamanlardaki gezintilerinde tuttukları günlükler, seyahatname ile anı defteri. karışımıdır.
Bazı günlükler, toplum hayatının dışında kalan insanlar tarafından avunup
vakit geçirmek amacıyla yazılmıştır. Büyük yoksunluklar ve felâketlerle karşı
karşıya kalan kimselerin de acılarını günlüğe döktükleri oluyor. Anne Frank'ın
Günlük'ü böyle bir zorunluktan doğmuştur. Emanuel Ringelblum'un Varşova Yahudi Mahallesinden Notlar adlı günlüğü, toplumdan koparılıp alınarak bir Yahudi toplama yerine konulmuş bir Musevinin ve oradaki başka Musevilerin, insanlığın yüz karası olan gaddarlıkların ıstırabını çeke çeke, türlü türlü felâketle
karşı karşıya yaşayışının hikâyesidir.
Kısa bir süre önce Auschwitz toplama
kampı yakınlarındaki Lodz Getosunun üç numaralı ölü yakma yerinde bulunan
bir günlükte, adı bilinmiyen bir Musevi, kızının yaklaşmakta olan ölümü hakkında şunları yazıyor: "Onun yaşamaya devam etmesini istiyorum. Varımı yoğumu satmaya, herşeyimi elden çıkarmaya hazırım. Ama acaba kızımı kurtarabilecek miyim? Bilmiyorum ki." "Bu sabah elimden gelen herşeyi yaptım; iğne bile
yaptırdım. Korkarım, kollarımın arasında ölüp gidecek."
Günlükler, büyük tragedyaları sayfalarında barındırdıkları gibi, dedikodu ve
fasafisoyla da dolu olabilirler. Nice günlükte siyasa veya sanat çevreleriyle ilgili
dedikodular, yazanın ancak kendisinin bilmesi gereken gerçekler, gizli düşünceler,
itiraflar vardır. Ostrovski'nin "Bir Yezidin Günlüğü" adlı eserinde kahraman, bütün dostlarının karakteri, rezaletleri, içyüzleri hakkında günlük tutar. Günlük yanlışlıkla dostlarının eline geçince kızılca kıyamet kopar. Hepsi birden aforoz ederler
onu. Ama sonradan herkes, kendisi hakkında yazılanların yanlış, başkaları üzerine
yazılanların doğru olduğuna inanmaya başlayınca kahraman bağışlanmış olur.
Çoğu günlükler - hele uzun süre tutulanlar ve genç yaşta başlananlar - üslûp
bakımından da bütünlükten yoksun görünürler. Geçen zaman boyunca yazarın
duygularında, düşüncelerinde ve anlatılarında değişmeler olduğu için, günlükte
genellikle üslûp birliği ve devamlılığı olamaz.
Şu da var ki günlük sanatçıya her gün, hiç değilse sık sık, yazmak zorunluğunu
verir. Yazar için bir çalışma disiplini, bir devamlı çaba, düzenli faaliyet oluyor.
Tıpkı parmaklarının durmaması için piyanistlerin her gün yaptıkları çalışmalar
gibi, günlük yazarı da çalışma alışkanlığını geliştiriyor. Ama, yazarın günlüğüne
fazla bağlanmaktan da kaçınması gerek. Günlükle haşır - neşir olmak, yaratıcı faaliyet üzerinde tekel kurarsa başka türlerdeki çalışmaları köstekliyebilir. Yazar,
günlüğünün gerektirdiği çalışmanın ölçüsünü kaçırmamalıdır.
Anlaşılması hemen hemen imkânsız olan insan varlığının karanlıklarını da
bir parça aydınlatır günlükler. Hiç değilse, yazanın kişiliğine, yaşayışlarının iniş
çıkışlarına, öznel gerçeğin doğruluğu oranında, raslanabilir günlüklerde. Bir bakıma, J. M. Barrie'nin dediği gibi: "Her insanın hayatı bir günlüktür. İçine bir
hikâye yazmak ister ama, başka hikâye yazar."
Yine de bir insanı en açık, en çıplak, en gerçek hâliyle gösterebilen tür, günlük
türüdür, Yaşadıkça yazılanda gerçek vardır.
TALÂT SAİT HALMAN
Türk Dili Dil ve Edebiyat Dergisi
Nisan 1962, S: 127, S. 436-441

ŞİİRLERİ