HASTANE ÖNÜNDE İNCİR AĞACI


Bu meşhur türkünün hikayesi, eski bir geleneğe, beşik kertmesine dayanır. Yozgat'ta iki komşu aile, çocuklarını daha beşikteyken birbirlerine nişanlar. Yıllar geçer, çocuklar büyür ve evlilik çağına gelirler. Ancak genç adam, düğün yapamadan askere gider. Ne yazık ki, askerde o dönemin amansız hastalığı olan vereme (ince hastalık) yakalanır.

Hava değişimi alıp Yozgat'a, ailesinin yanına dinlenmeye gelen genç adamın hastalığını öğrenen kız tarafı, mesafeli durur. O zamanlar bu hastalığın bulaşıcı olduğu bilinir ve tedavisi yoktur. Genç adam evinde istirahata çekilirken, kız tarafından kimse ne "hoş geldin" ne de "geçmiş olsun" demeye gelir; kızlarını da göndermezler.

Fidan gibi genç, günden güne mum gibi erir. Anası ve babası bu duruma çok üzülür, zira fakirdirler ve kız tarafına yalvarırlar: "Ne olur, oğlumuz sözlüsünü uzaktan da olsa bir kez görsün. Belki morali düzelir de hastalığı da iyileşir." Ancak kız tarafı "Oğlan tedavi olsun, iyileşsin bakalım. Ondan sonra kızımızı, oğlunuzla görüştürürüz" diye diretir.

Bu arada genç, rapor aldığı İstanbul'daki hastanede tedavi olmak için yola çıkar. Uzun süre hastanede yatar; ne geleni olur ne gideni. Hastalığı da gün geçtikçe ağırlaşır. Genç adamın gözünde, gönlünde anası, babası, hele nazlı sözlüsü tüter durur. Günlerce hastanenin balkonuna çıkar, etrafı seyrederdi.

Yine bir gün etrafı seyrederken, aklına sıla düşer, yar düşer. Bir ara gözü hastanenin bahçesindeki incir ağaçlarına ilişir. Titreyen, kalemi bile zor tutan elleriyle bir kağıda bir şiir yazar. Bu şiiri yazdıktan bir ay bile geçmeden hastanede vefat eder.

Bu acı haber Yozgat'taki ailesine ulaşır. Fakir olduklarından çocuklarının cenazesini Yozgat'a getiremezler. Cenazeyi İstanbul'da toprağa verirler. Hastaneden, genç adamın eşyalarıyla birlikte şapkasının içine sakladığı, bu dizelerle süslü kağıtları ailesine teslim ederler. Fakir aile, evlatlarının kaleminden dökülen bu mısraları okuyup okuyup dertlenir, gözyaşları sel olur. Evlatlarının bu dizeleri, daha sonra içli bir türkü olup, yurdun dört bir yanında söylenir:

HASTANE ÖNÜNDE İNCİR AĞACI Hastane önü incir ağacı, anam ağacı, Doktor bulamadı bana ilacı, anam ilacı, Baştabip geliyor zehirden acı, anam vay acı. Garip kaldım yüreğime dert oldu, Ellerin vatanı bana yurt oldu. Mezarımı kazın bayırdan düze. Yönümü çevirin sıladan yüze. Benden selam deyin hayırsız kıza. Gurbet elde garip kaldım ağlarım, Ateş aldım yüreğimi dağlarım.


(Yöresi: Yozgat; kaynak kişiler: Adem ALTINOKLU, Kiremitçi Kamil AĞA; derleyen: Merdan GÜVEN)


Hastane Önünde İncir Ağacı (Nedret'in Ağıtı) türküsünün farklı bir hikayesi de , Nida Tüfekçi'nin kız kardeşi Aysel Sezer Tüfekçi ve eşi Naci Sezer'in anlatımlarıyla gün yüzüne çıkıyor. Yozgat Akdağmadenli Naci Sezer'in, Pazarören Köy Enstitüsü'nde okuduğu yıllarda, aynı okulda, aynı zamanda hemşehrisi de olan ve kendisinden 2 yaş büyük olan "Nedret" isminde bir öğrenci arkadaşı daha okumaktadır.

Nedret, sarı saçlı - mavi gözlü çok güzel bir kız ile nişanlıdır ve arkadaşlarına okulunu biran evvel bitirip öğretmen olarak atandıktan sonra, çok sevdiği nişanlısı ile hemen yuvasını kurmayı hayal ettiğini anlatmaktadır.

Tesadüf bu ki; Nedret'in nişanlısı olan sarı saçlı - mavi gözlü o çok güzel kız, yıllar sonra Naci Sezer'in evleneceği Aysel Sezer Tüfekçi'nin de uzaktan akrabasıdır. (NOT : Aysel Sezer Tüfekçi, kızın adını önce hatırlayamadı, sonrasın hatırlasa da halen yaşadığı ve de başka birisiyle evli olduğu için ismini yazmamızı istemedi.)

Nedret isimli genç, Kayseri Pazarören Köy Enstitüsü'nde okurken, 1947 yılının çok çetin geçen kış aylarında üşütüp rahatsızlanır ve yarı ahşap yarı toprak olan enstitünün revirine yatırılır. Revirde yattığı sırada yangın çıkar. Nedret, hasta ve bitkin olduğu için hızla alev alan revirden dışarı kaçamaz. Arkadaşları ve öğretmenleri onu kurtarana kadar maalesef vücudunda çok ciddi yanıklar oluşmuştur.

Bunun üzerine, okul arkadaşları ve öğretmenleri, aman vermeyen kar ve tipiye rağmen olağanüstü bir gayret ile çalışarak, küreklerle yolları açarak Nedret'i, Kayseri'deki bir hastaneye yetiştirmeyi başarırlar. Doktorlar vücudunun büyük bölümü ciddi şekilde yanmış olan bu genç adam için çok uğraşsalar da, Nedret birkaç gün içinde maalesef hayatını kaybeder.

Bu olay, hastanenin önünde iyi haber bekleyen arkadaşlarını ve öğretmenlerini derin bir üzüntüye boğar... Cenazeyi alarak enstitüye doğru yola çıkarlar... Yolculuk sırasında -Naci Sezer'in çok gayret etmesine rağmen ismini bir türlü hatırlayamadığı- Nedret'in sınıf arkadaşlarından bir Avşar genci tarafından, içli bir ağıt yakılır.

"HASTANE ÖNÜNDE İNCİR AĞACI,
DOKTOR BULAMADI BANA İLACI"

Nedret'in hemşehrisi olan ve 2 dönem alt sınıfta okuyan Naci Sezer, mezun olup, Akdağmadeni'nin köylerine öğretmen olarak atandıktan yıllar sonra, Nida Tüfekçi'nin kız kardeşi Aysel Hanım ile evlenir ve bu ağıtı da ona bir kıtasını havasıyla, iki kıtasını da güfte olarak nakleder.

Çok güzel bir ses rengine sahip olan Aysel Hanım, bu türküyü yıllarca Yozgat Akdağmadeni'nde kına gecelerinde, eş dost toplantılarında söyler... Türkü yörede o kadar çok sevilir ki dilden dile aktarılarak yayılır. Elbette yöre insanının dilinde, ilk hali gibi kalmayıp, o yöreye ait bir söyleyiş biçimi ve tavır da kazanır.

Yozgat Akdağmadeni'nde çok sevilen ve söylene gelen "Nedret'in ağıtı", yörenin yetiştirdiği ünlü sanatçı Nida Tüfekçi tarafından, THM Repertuarı'na kazandırılırak tüm yurtta bilinen ve sevilen bir türkü halini alır.

Hastane önü incir ağacı, annem ağacı, Doktor bulamadı bana ilacı, annem ilacı, Baştabip geliyor zehirden acı, annem vay acı. Garip kaldım yüreğime derdoldu, annem derdoldu Ellerin vatanı bana yurdoldu, annem yurdoldu Mezarımı kazın bayırdan düze, annem vay düze Yönümü çevirin sıladan yüze, annem vay yüze Benden selam söylen sevdiğimize Başına koysun karalar bağlasın, annem bağlasın Gurbet elde kaldım diye ağlasın, annem ağlasın.





Türküyü Volkan Konak'tan dinlemek için tıklayınız.


ARKADAŞINIZA GÖNDEREBİLİRSİNİZ :





ŞİİR PARKI