"TÜRK ŞİİRİNİN BÜYÜK SAATİ" 80 YAŞINDA

Türk edebiyatının ölümsüz şairlerinden Turgut Uyar 4 Ağustos 1927'de doğdu. Ve yine bir ağustos günü, ayın 22'sinde ayrıldı bu dünyadan; 22 yıl önce… Biz de 'İkinci Yeni'nin üç atlısından biri' olan, Ece Ayhan'ın deyişiyle 'logaritmik şiirlerin şairi' Uyar'a, 80. yaşında bir selam gönderelim istedik.

Şiir çetrefilli bir konu. Başında kavak yelleri esmiş neredeyse herkesin hayatında kafiyeli iki dize karalamışlığı, art arda dizdiği bu satırlara bakıp kendini -kısa süre de olsa- şair saymışlığı vardır. Ama iş okumaya gelince, benim diyen herkes çıkamaz usta işi bir yapıtın içinden… Bu, bazen o şairin dilinden, anlatımını yokuşa sürme üslubundan kaynaklanır, bazen de okurun birikiminin eksikliğinden.

Ancak bazı şairler söz konusu olduğunda durum değişir. Dili akıcı, anlatımı yalındır; ama o şiirin özünde öyle bir ağırlık vardır ki her insan taşıyamaz içinde.

HEP AĞLAMAYA HAZIR…

Bu şairlerden Turgut Uyar 4 Ağustos 1927'de Ankara'da doğar, harita subayı bir babanın oğlu olarak. Baba hattattır aynı zamanda, Ankara'nın ilk Latin alfabesiyle yazılan sokak levhalarını geceler boyu çalışarak yazmıştır. Belki de -daha sonra yontuculukla kendini gösterecek- el becerisini babasından alır Turgut Uyar. Baba ölünce aile İstanbul'a, Edirnekapı'ya göçer. İlerki yıllarda da peşini bırakmayacak hüzün, o zamanlarda çöker üzerine. "Nedense hep ağlamaya hazır" gibidir.

Daha sonra yatılı olarak Bursa Askeri Lisesi'ne gider. Baba mesleği sürdürülecektir. Mutsuzdur bu okulda, ileride şöyle anlatır durumunu: "Asker okullarında hiç mutlu olmadım. Genellikle yatılı okullarda mutlu olan çocuk yoktur sanıyorum. Başkalarının, hatta somut başkalarının değil de, hiç kavrayamadığım bir otoritenin belirlediği ve çoğu zaman saçma bulduğumuz bir şeyler yaşamak…"

Lisenin ardından Askeri Memurlar Okulu'nu bitirir; genç bir subay olarak Anadolu'yu dolaşmaya başlar. Ama 'asker' olamaz bir türlü, ne karakteri uygundur buna ne de dünya görüşü. Yıllar sonra Lorca için yazdığı şiirde, "Ben severim omuzlarımı bir gün / Sırmaları, apoletleri olmasa da" diyecektir. Bu genç subayın Anadolu gezisi yalnız geçmez. Henüz 18 yaşındayken ailesi tarafından evlendirildiği komşu kızı Yezdan Hanım eşlik eder ona. İlk çocuk Semiramis İstanbul'da, ikincisi Tunga Terme'de, son çocuk Şeyda ise kura usulü tayinle gittikleri Posof'ta doğar.

KENDİSİNE İNAT…

'Turgut Uyar' oluşunun ilk adımını 1948'de Kaynak dergisinin açtığı şiir yarışmasına katılarak atmış, yarışmada ikinciliği kazanan "Arz-ı Hal" şiiriyle dikkatleri çekmiştir.

"… İşte insanlar bu minval üzre, Allahım!..
Kıt kanaat sere serpe yollar boyunca…
Sen, bizim için hâlâ o ezeli sırsın.
Sen de bizi bilmiş olsan başkalaşırsın…
Herkesin kederi gailesi boyunca.
İşte insanlar bu minval üzre, Allahım!.."
dediği şiir, 1949'da yayımlanacak ilk şiir kitabına da ismini verir.

1958'de şiirde 10 yılı geride bırakmıştır artık; çünkü ilk şiiri "Yad", 1947'de Yedigün dergisinde yayımlanır. Ama önemsemez bu durumu. Çünkü o derginin şiir beğenisinin üst düzeyde olmadığı duygusu vardır içinde. İnatlaşmaya başlar. Kiminle? Tabii ki öncelikle kendisiyle. Hayatının geri kalanında da baskın olacak bu 'kendi büyüsüne kapılmama' huyu onu zorlayacak, hep daha iyisini yapmaya itecek, her seferinde yeni bir söz söylemesi için kamçılayacaktır. Bunun ilerde sağlığına mal olacağını henüz bilmiyordur.

1958'de, üç çocuklu bir aile babası olarak ordudan istifa eder, SEKA'nın Ankara Bürosu'nda çalışmaya başlar. Hem sivil hayata geçmiş hem de yaklaşık 10 yıldır sürdürdüğü edebiyat yaşantısına daha uygun bir işyeri bulmuştur.

Bu büroda geleni gideni hiç eksik olmaz. Genç şairler, kıdemliler, Bilge Karasu, Muzaffer Erdost, Cemal Süreya, Nurullah Ataç, Vüs'at O. Bener, hatta zamanın Çalışma Bakanı Bülent Ecevit… Konu hep şiirdir, daima şiir.

EFENDİMİZ ACEMİLİK

Turgut Uyar'ın ölçü ve uyak kullandığı bu ilk şiirlerinde işlediği temaların çoğunluğunu aşk, ayrılık ve ölüm oluşturur. Hatta bu şiirlerde Garip akımının etkileri de görülür.

Dönemin etkin eleştirmenlerinden Nurullah Ataç, Turgut Uyar'ın 1952 yılında yayımlanan ikinci kitabı "Türkiyem"e yazdığı önsözde, "zarını Uyar için atar".

Hatta bir acemilik sezmesine rağmen şöyle der: "Yeni yetişen bir şair için acemilik kötü bir şey midir? Başkalarına uymayıp da kendi yolunu aradığını göstermez mi? O acemiliği için de sevdim Turgut Uyar'ın şiirini."

Acemilik, Uyar'da bir üslup olarak kalır. Öyle ki, yüceltir bu özelliğini 1956'da yazdığı bir yazıda:

"Halbuki acemilik. Efendimiz acemilik. Bir taş alacaksınız, yontmaya başlayacaksınız. Şekillenmeye yüz tutmuşken atacaksınız elinizden. Bir başka taş, bir başka daha. Sonunda bir yığın yarım yamalak biçimler bırakacaksınız. Belki başkaları sever tamamlar. Ama her taşa sarılırken gücünüz, aşkınız, korkunuz yenidir, tazedir. Başaramamak endişesinin zevkiyle çalışacaksınız."

Her şiir yeni bir taş olur Turgut Uyar için. Tıpkı çok sevdiği yontuculuk gibi, şiiri de elinde şekillendirmekten zevk alır. Belki de sonuçtan çok o şekillendirme sürecidir onu yazmaya iten. Zaten 18 yıl aynı yastığa baş koyduğu Tomris Uyar da bu durumu şöyle örnekliyor Erhan Altan'ın kendisiyle yaptığı söyleşide:

"… Son zamanlarda yazdığı şiirlerin son dizelerine takılıyordum. Hep son dizenin o şiirde biraz fazla kaldığı dikkatimi çekmişti. Sonradan ikimiz birlikte düşününce onun bir sonraki şiire ait olduğunu anladık."

ŞİİRİNİN MİLADI

1959, Turgut Uyar şiirinin miladıdır, "Dünyanın En Güzel Arabistanı" yayımlanır. "Akçaburgazlı Yekta"yı yaratır bu kitapta ve şiirine yaşantıyı büsbütün sokar. Turgut Uyar dünyasının ilk durağı olur bu kitap. Bu şiirden önce daha boynu büküktür anlatımı, Anadolu'ya dönüktür. Burada yeni bir dil ve biçim yaratır kendine ki bu dil alabildiğine anlaşılırdır. Ama kolay olduğunu göstermez bu anlaşılırlık…

Bu milat, biraz da İkinci Yeni'nin habercisidir. Türk şiirinde değişik imge ve çağrışımlarla yeni bir üslup bulmayı amaçlayan bu akım, dilin alışılmış kalıplarını yıkar. Hayalgücü ve duygu ağırlıklı şiirlerin ana teması insandır. İnsanın yalnızlığı, uyumsuzluğu, sıkıntıları İkinci Yeni'cilerin de temalarıdır. Kullandıkları soyutlama yöntemi zaman zaman anlamın kaybolmasına yol açsa da, amaçları 'anlatmak'tan çok 'hissettirmek'tir.

Bu akımın öncülerinden olur Turgut Uyar. Hatta Edip Cansever ve Cemal Süreya ile birlikte ona 'İkinci Yeni'nin üç atlısı' ismi takılır. 'Şairane' şiire karşıdır bu şairler, onun yerine 'şiirselliği' tercih ederler.

Hem öz hem de biçim sürekli değişir Uyar'ın şiirlerinde. Halk şiiri olduğu kadar Divan şiiri de yerini bulur dizelerinde, ama 'Turgut Uyar şiiri' kimliği hiç bozulmaz.

Değişim onun için kaçınılmazdır. Durduğu yerde kalmaktan korkar. Onun için şiir "Bir sanat olayı değil, yaşama çabasıdır". O halde her gün yeniden duygulanan insan bunları yeni biçimlerle söylemelidir. Durmaktan korkar ama susmaktan korkmaz Turgut Uyar. Özellikle şiirin onun için 'ayağa düştüğü' dönemlerde köşesine çekilir ve yeni bir şiiri nasıl yaratacağını kurar.

Nicelik nitelikten sonra gelir her zaman. İçine kapalı yaşamı bir seçimdir aslında. Hep tek başına yaşamaya zorlandığına inanır. Gerekçesi ise 'toplumsal düzen gereği, mutluluğu tek başına araması, bin türlü hesaplı kargaşadan tek başına çıkabileceği konusunda şartlandırılmasıdır'; ama bunu dert etmez çünkü "Nereden bakılsa önemli olan sonuçtur ve anlık mutluluklar (mutsuzluklar birikir) birikmez".

ŞİİRİ TEK BİR GÖVDEDİR

Her ne kadar bazıları Turgut Uyar'ın şiirini "Dünyanın En Güzel Arabistanı"ndan önce ve sonra diye değerlendirse de, bu şiir bir bütündür bazı eleştirmenlere göre. Her şiir tek tek o bütünü inşa eder. Muzaffer Erdost, bunu 'iç dünyamızın karışıklığı ve keşmekeşliğinin ayrılmaz bir bütün oluşu'yla açıklar. Uyar ise ilk kitabından son kitabına giden çizgiyi şöyle anlatır bir yazısında:

"Evet, şiir her çağda yenilenir. Ama şiiri toplumdan, toplumsal değişmelerden önce bir ozan yeniler… Belki başka hiçbir sanat ürünü şiir kadar sanatçısına bağlı değildir. Yani bir bakıma şiirin tanımı ozanın tanımıdır denebilir."

Cemal Süreya da 'büyük bir gövde' olarak tanımlar onun şiirini, "Bu şiir, kımıldadıkça kendine benzeyen yeni gövdeler hazırlar, çoğaltır" Süreya'ya göre ve "Tek tek şiirleri yoktur, şiiri vardır. Bölerek parça parça düşünmek silahsızlandırmaktır onu biraz".

TOMRİS UYAR DÖNEMİ

Bir şiirin bittiği noktada diğerine başlayan şair Turgut Uyar, ilhama inanmaz. Aklına takılan bir konu ya da bir dize olduğunda hemen yazmaya başlayanlardandır… Ancak yalnızca elinde kalem önünde kağıtla uğraşmaz bir şiirle, haftalarca hatta bazen aylarca dizeler kafasının içinde döner durur. Doğru sözcüğü bulduğunda ise gece yarısı bile olsa kalkar yazar. Turgut Uyar'ın yazma sürecinin hem mesafe hem de anlayış olarak en yakın tanığı Tomris Uyar olur.

'60'ların başında üç çocuğunun annesi Yezdan Hanım'dan boşanır Turgut Uyar. O zamanlar yazılarında R. Tomris imzasını kullanan Tomris Gedik ile ilişkileri başladıklarında, o da Cemal Süreya ile birlikteliğini yeni noktalamıştır.

1966 yılında başlayan ilişki, 1969'da nikahla resmiyet kazanır. Uyar'ın 1985'te ölümüne dek süren bu evlilikten bir de oğulları olur: Hayri Turgut. Oğluna kendi ismini vermesi ne kibrindendir ne de yaratıcılığının sığlığından. Yıllarca dolaştığı Anadolu'da böyle bir gelenek olduğunu görmüş ve daha baştan oğluyla adaş olmayı kafasına koymuştur. İlk oğluna Turgut ismini koymaması ola ki ilk eşi Yezdan Hanım'ın muhalefetindendir.

Tomris Uyar yalnızca karısı, arkadaşı, edebiyatını paylaştığı meslektaşı olmaz onun için; aynı zamanda 'dünyaya açılan pencere'sidir. Çünkü pek de sosyal biri denemez Turgut Uyar için. Ne çok güleryüzlüdür ne de çok konuşkan. Başkalarıyla iletişimi hep Tomris Uyar kurar. Neredeyse her akşam evden eksik olmayan konuklar Tomris Hanım'ın ziyaretçileridir çoğunlukla.

ŞAİRLERİN DOSTLUĞU

Turgut Uyar'ın en yakın dostu ise isimleri hep birlikte anılan, İkinci Yeni'nin diğer 'atlısı' Edip Cansever olur yaşamı boyunca. 'Hem şiir konuşulabilen hem de patlıcan salatası tarifi verilebilen' bir dostluktur onlarınki. Yaşam anlayışları gibi şiir anlayışları da birleşir. Ancak Tomris Uyar kendi edebiyatının Cansever'e daha yakın olduğunu itiraf eder. İmaja ve güzel şiir yazmaya önem veren Edip Cansever daha çok etkilemiştir öykücülüğünü, çünkü onda daha çok 'hikayeye gelir bir şiir mayası' bulmuştur.

Burada kast ettiği, şiir olarak kaleme alınmış öyküler değildir elbette. Yoksa Turgut Uyar'ın "Terziler Geldiler", "O Zaman Av Bitti", "Ölü Yıkayıcılar" gibi şiirleri başlı başına birer öykü gibidir. Fethi Naci 'hikaye ile şiirin birbirine en yaklaştığı, ama şiirin hikaye katına düşmeden şiir olarak sürüp gittiği yerde büyük bir ustalıkla şiirini söylediğini' yazar Uyar'ın.

Tomris Uyar bu etkileşimden Turgut Uyar'a söz etmiş miydi bilinmez. Zira şairin içine kapanıklık ve ciddiyet gibi özelliklerinin yanında çok etkin bir huyu daha vardır: Kıskançlık.

Hep "Çok kıskançtı" diye anlatır Tomris Uyar eşini. Kıskanç da olsa, onun gibi en çok özgürlüğüne düşkün bir kadını zaman zaman bunaltsa da, karısına yazdığı şiirlerle benzersizdir bir yandan.

"Seversin diye söylerim her şeyi, sana uygun olsun
Her şeyin birbirine uygununu sen bulursun
Gel ellerini ver en güzel ellerini öyle
Ruhum, ateş yüreğim, kokum birlikte öyle…"

diyen birinden vazgeçmek mümkün mü?

GENÇLERİN SALDIRISI

Her ne kadar '50'lerin sonunda Uyar'ın şiirindeki gelişim ve değişimden söz etsek de; Kemal Tahir, Uyar'ın 1970'de yayımlanan "Divan" adlı şiir kitabını geleneğe bir dönüş olarak değerlendirir. "Epeyce geç kalmış bir dönüş"tür bu Tahir'e göre. Kitabın eski şiirimizle bağlantısını öncelikle adıyla kurar ve Divan edebiyatımızdan nasıl yararlanabileceğimizin bir ispatı olarak görür. Ancak Kemal Tahir'in bu değerlendirmesi Turgut Uyar tarafından pek benimsenmez. Çünkü Uyar 'şakacı bir bilge' olarak, bıyık altından bir tebessümle ele almıştır

Divan şiirini. Tahir'in yorumu genç şairler tarafından da kullanılır, gelenekçilikle suçladıkları Turgut Uyar'a kendilerince itiraz ederler. Bu dönemin çiçeği burnunda şairleri arasında İsmet Özel, Ataol Behramoğlu ve Süreyya Berfe de vardır. Bu gençlerle Turgut Uyar'ın özel de bir bağı… SEKA'daki büroya uğrayıp şiirlerini ustaya gösterirler. Ataol Behramoğlu ve Süreyya Berfe'nin bu tepkilerinden ötürü daha sonra özür dilediklerini söyler.

Tomris Uyar; ona göre Turgut Uyar'ın şiirine en yakın düşen şair Berfe'dir. Turgut Uyar bu gençlere içerlemez ama kızar. Çok da umrunda değildir belki, çünkü ona göre gerçek şudur: "Herkes bu sorunları konuşadursun. O sıralarda, yeni bir büyük şair bütün bu boşuna çabalara, uzaktan gülümsemekte olacak mutlak".

UZUN SÜRMÜŞ BİR ÖLÜM

"Divan"ın ardından 1974'te "Toplandılar", 1981'de "Kayayı Delen İncir", 1984'te ise "Büyük Saat" ve "Dün Yok mu" gelir. '70'lerin sonlarına doğru kolunda ve kalçasında oluşan kırıklar büsbütün eve -ve içine- kapar Uyar'ı. Yavaş yavaş 'ölüme yatar'. İyileşmek için bir çaba sarf etmez, bu kırıkların kahrını en çok Tomris ve Edip çeker.

Tomris Uyar, 'accident prone' (kazaya yatkın) bir kişilik olduğunu düşünür: "Bu kişiler bir şeyde çok iyi oldukları zaman biraz daha iyisini yapamayacaklarını anladıklarında bilinçsiz olarak bir yerlerini kırıyorlar. Bazen de bir şeyle yüzleşmek istemediklerinde…"

1984 ise sonun başlangıcıdır Turgut Uyar için. Matematiğe ve tıbba özel ilgi duyan Uyar, anlar siroz olduğunu ama doktora gitmeye yanaşmaz. 'Uzun' ve 'zahmetli' olan ölümünü neredeyse istediği izlenimi uyandırır yakınlarında.

'Bir mumun eriyişi gibi' zamanla erir ve 22 Ağustos 1985'te söner. Ölümü yaşamın bir parçası olarak gören şair, ölümsüzlüğe doğru yol alır.

Arkasında -kasıtlı olarak- hiçbir şey bırakmaz. Yalnızca yayımlanan şiirler. Eşi Tomris Uyar, vasiyetine uygun olarak ("Öldüğümde el yazısıyla tek şiirim kalmayacak arkamda" demiştir) çift daktilo sayfasına yazmadığı şiirleri atar, beğendiklerini bile. Geriye kalan şiirler 2002'de Yapı Kredi Yayınları tarafından "Büyük Saat" başlığıyla yayımlanır. Bir başka şair Refik Durbaş'ın Uyar'ın ölümünün ardından yazdığı gibi, "Hayatının 'Büyük Saat'i dursa da şiirinin 'Büyük Saat'i sürekli işleyecektir".

MİRAÇ ZEYNEP ÖZKARTAL
Milliyet Kitap / Eylül 2007

ŞİİRLERİ



ARKADAŞINIZA GÖNDERMEK İÇİN:





ŞİİR PARKI