OĞUZCAN'IN DÖRTLÜKLER DÜNYASI

Dört satırlık şiir birimi, Türk şiirinin tarihi boyunca, özlü düşünceler ve yoğun duygular için en yaygın ve en etkili olarak kullanılan ifade aracı olmuştur. Divan ü Lugat-it-Türk'teki şiir parçaları, ilk Türk ozanlarının tek mısra, beyit ve üçlük birimleri üzerinde durmayıp en fazla dörtlüklerle içli dışlı olduklarını gösteriyor.

Dörtlükler, halk şiirimizde, hiç olmazsa bin yıldır baş tacı... Anadolu'nun dört bucağında, analar çocuklarına mani söyler, aşıklar sevdiklerine... Dilimizin en duygulu, en ince şiirlerinden çoğu, adını bilmediğimiz halk şairleri tarafından, mani biçiminde yaratılmıştır:

A benim bahtiyârım
Gönülde tahtı yârim
Yüzünde göz izi var
Sana kim baktı yârim

Halk düşüncesi, dünyayı değerlendirirken, varı yoğu yorumlarken, dörtlüklere başvurmuştur:

Mal sahibi mülk sahibi
Hani bunun ilk sahibi
Mal da yalan mülk de yalan
Var biraz da sen oyalan

Genellikle aruz kullanan (en çok Fâilâtün Fâilâtün Fâilün vezniyle yazılan) Tuyuğ da eski şiirimizin üstün ve özgün başarılarından saydığımız bir dörtlük türüdür. Türk düşünce ve duyarlığı, birkaç yüzyıl, nefis tuyuğlarla dile gelmiştir. Ne yazık ki sonradan bu türe rağbet azalmış, geleneksel şiire ilginin canlandığı dönemlerde bile tuyuğ nedense hep ihmale uğramıştır. Rübailere ve bağımsız dörtlüklere yeniden önem vermeğe başlayan Türk şairlerinin tuyuğ da yazmağa başlamasını umar ve dileriz.

Divan edebiyatımızda kıt'a ve dü-beyt diye tanımlanan dörtlükler de rağbet görmüştür. Fuzuli'nin ünlü dörtlüğü hatırlardadır:

İlm kesbiyle pâye-i rif'at
Ârzû-yu muhâl imiş ancak
lşk imi, her ne vâr âlemde
İlm bir kil u kal imiş ancak

Türk şairi, özlü düşüncelerini, hayat görüşlerini, felsefi yorumlarını, aklına yerleşen izlenimleri dile getirmek istediğinde, en çok «rübai» türüne başvurmuştur. «Rübai», İslâm uluslarının edebiyatına İranlıların bulup verdiği tek türdür. Eski söylentilere göre, «rübai» vezni, rastlantı sonucunda ortaya çıkmış:

Şen şakrak bir çocuk, kendi uydurduğu bir satırı yüksek sesle söylerken oradan geçen bir şairin hoşuna gitmiş. Şair (bazı kaynaklara göre, Rüdagi) çocuktan işittiği ritmi, aruza uygulayarak yeni bir vezin olarak geliştirmiş. Gitgide, ortaya 24 tane «rübai» vezni çıkmış, bunlar 12'şer vezinli «ahreb» ve «ahrem» adlı iki grupta toplanmıştır. Fars şiirinde rübaiye «terane» de demişler.

İran şiirinde rübai, en gözde şiir türlerinden biri... Nesiller boyunca, Hamadanlı Baba Tahir'in, Ebu Said'in, Şeyh-el-Ensari'nin rübaileri doya doya okunmuş, ezberlenmiş.

Gerek rübai, gerek hümanist heyecan olarak, tarihin en ünlü ve en önemli dörtlüğü, herhalde Mevlâna Celâleddin Rumi'nin «Bâz â bâz â herançi hasti bâz â» mısraıyla başlayan şaheser rübaisidir.

Gel, gel yine, her neysen, kimsen yine gel,
Kafirsen, ateş ve put seversen yine gel:
Girmez ki umutsuzluk bizim dergâha,
Yüz tövbeni bozsan bile gel, sen yine gel.

«Rübai» türünün en büyük üstadı, elbette Ömer Hayyam'dır. Sadece kendi dilinde ve ülkesinde değil, Batı ve Doğunun başka kültürlerinde de Hayyam yaygın rağbet görmüştür ve görmektedir. Felsefi söyleyişin doruğuna özlü şiirlerle varan Hayyam üzerinde uzun süredir hararetli bir tartışma yapılıyor: Bazı yorumculara göre, rübaiyatın yüce ustası, din-dışı düşüncelerini dile getiriyordu; bazılarına göre ise, üstü-kapalı ifadeler kullanarak tam bir mutasavvıf gibi yazıyordu. Bu tartışmalar bir yana, İran'da ve başka ülkelerde Hayyam'ın hikmeti, hicvi, hayat görüşleri dillere destan olmağa devam ediyor.

Türkiye'de Hayyam en sevdiğimiz, en benimsediğimiz İranlı şair olmuştur Bunda, birçok usta çeviricinin ve elbette en başta Yahya Kemal'in büyük emeği geçmiştir. «Hayyam» adlı rübaisinde Yahya Kemal ne güzel bir özet sunmuştur:

Hayyâm ki her bahsi açar sâgarden
Bahsetmedi cennette akan Kevser'den
Gül sevdi şarab içti gülüp eğlendi
Zevk aldı tırâşide rübailerden.

Yahya Kemal, Hayyam'dan çevirilerine «Türkçe Söyleyiş» adını vermişti. Çevirideki üstün başarısının sırrını rübai tarzında dile getirmiştir:

Hayyâm'ı alıp tercüme et derlerse
Öğrenmek için tâlib isen bir derse
Derdim ki rübaisini nazmetmelisin
Hayyam onu türkîde nasıl söylerse

Ömer Hayyam'ı Batının popüler bir şairi yapan Edward FitzGerald, nefls İngilizce söyleyişler sunmuş, ama Hayyam'ın anlamını ve sözlerini bazan tanınmayacak kadar değiştirmiştir. Üstelik, Hayyam'ın birbirleriyle bağlantısız olan rübailerini sanki bağımsız değillermiş gibi belirli bir sıraya koymuş ve aralarında ilişkiler bulmağa ya da kurmağa kalkışmıştır. Yine de, FitzGerald'ın çevirileri kudretli, göz kamaştırıcıdır.

Hayyam'ın orijinal rübailerinden Türkçeye yüzlerce çeviri yapıldı ama, FitzGerald'ın İngilizce adaptasyonlarından hiç çeviri yok. Umarım, bellibaşlı çevirmenlerimizden biri ya da birkaçı bu büyük eksikliği yakında giderir.

Rübai sanatı, Türk şiirinde doruğuna Yahya Kemal'le erişti. Yahya Kemal'in rübaileri, güçlü ve güzel gerçekleri inanılmaz bir rahatlıkla dile getirmiştir. «Ömür» başlıklı rübai, bu pürüzsüz sanatkarlığın ünlü örneklerinden biridir:

Bir merhaleden güneşle derya görünür
Bir merhaleden her iki dünya görünür
Son merhale bir fasl-ı hazandır ki sürer
Geçmiş gelecek cümlesi rüyâ görünür

Yahya Kemal'in diri tuttuğu rübai geleneğini Cemal Yeşil ve Arif Nihat Asya günümüze kadar sürdürdüler. Orhan Veli de birkaç tane güzel rübai yazdı, rübai çevirdi. Nazım Hikmet, aruz veznini bir kenara iterek, modern «Rübailer» yarattı.

Türk şiirinin dörtlük geleneği, en etkili örneklerinden birkaçını çağımızda «Râbia Hatun» dan kazandı. «Râbia Hatun» un dillere pelesenk olan dörtlüklerinden biri:

Olsandı sen hava, olsamdı ben sema,
Alsamdı ben seni dem dem, nefes nefes;
Olsandı sen zaman, olsamdı ben mekân
Eflâki dolduran bir aşk olurdu, bes.

Fazıl Hüsnü Dağlarca 1960'1arda ve 1970'1erin başında yayınladığı en güzel şiirlerinden çoğunu, dörtlük türünde verdi. Vezinsiz kafiyesiz dörtlüklerinde Dağlarca aklın, muhayyilenin, heyecanların, ince duyguların özdeyişlerini sunmaktadır:

İNANSIZLAR

Susarken
Dilleri yoktur
Konuşurken
Ağızları

KEDiLER

Sıcaktır
Dulun
Kedisi
Gelinin kedisinden

YUMUŞAK

Bir ekmeği
Var eder
Bir açın
Ağzı

TANRIYLA BEN

O
İşinin ozanı
Ben Tanrısıyım
İşimin

Dörtlük ve özellikle rübai türünün çağdaş üstadlarından biri, Ümit Yaşar Oğuzcan... Belirli vezinler ve kesin kafiye / rediflerle dört satıra derin bir düşünceyi ya da sürükleyici bir duyguyu sığdırmak hiç de zor değilmiş gibi, Oğuzcan bize özlü sevgi, felsefe, toplumsal eleştiri dörtlükleri veriyor. Muhteva ve üslûbu dört başı mamur bir sentezde birleştiren şu şiiri, rübai türünün şaheserlerinden biridir:

Her gün yeni bir can yaratır hak bende
Ergeç yeşerir kupkuru yaprak bende
Son meyvesiyim ben bir ölümsüz ağacın
Binbir tohumun sürdüğü toprak bende

Oğuzcan'ın rübailerinden ve başka dörtlüklerinden çoğu, veciz sevgi şiirleri:

Gökyüzüm olsan seni dağ gibi sevsem
Her anını yeni bir çağ gibi sevsem
Sevenler için bu dünyada ölüm yok
Ölsem de seni bin yıl sağ gibi sevsem

Oğuzcan'ın aşkı bu şiirlerde bazan beşerî ölçüler içinde güçlü bir güzelliği dile getiriyor:

Bir bakıp gözlerime herşeyi anlarsın ya
Benimle kederlenir, benimle ağlarsın ya
Şu sonsuz karanlıklar hiç umurumda değil
Batmayan güneş gibi içimde sen varsın ya

Bazan da, dört satır içinde, aşk bir ölümsüzlük macerası oluyor:

Bir ömre değer sevdiğimin bir gecesi
Ağzımda duadır adının her hecesi
Fani yaşayıp böyle ölümsüz sevmek
Alemde bütün sevgilerin en yücesi

Son yılların en güzel birkaç sevgi şiirinden biri olan bu dörtlükteki manevi yüceliş, Ümit Yaşar'ın dörtlüklerinde sık sık görülen bir temadır:

Ölüm olmaz cihanda sevmeyi, sevilmeyi
Yüz yıl yaşamaktan daha üstün tutana.

Aşka taptık diye korkutma cehennemle bizi
Biz o âlemde asıl cenneti bulduk Tanrım.

Bir damla dedim, sen bana deryâ verdin
Her ânıma renk, ömrüme mânâ verdin
Yıllarca o tek mutluluğun girmediği
Dünyâmı yıkıp bir yeni dünya verdin.

Aşkın sancıları ve kuşkuları da var Oğuzcan'ın dörtlüklerinde... Şair, sona ermeğe mahkum yaşantıların üzüntüsü içindedir:

Bir gün sevilenden ve sevenden ne kalır
Gözden, o dudaktan, o bedenden ne kalır
Anlat bana ey sevgili, senden başka
Can verdiğim an âleme benden ne kalır

Oğuzcan'ın derin bir karamsarlığı, yaşamak ve sevmek karşısında umutsuz ağıtları da var:

Bir gün bile anmaz bizi andıklarımız
Ergeç unutur sevgili sandıklarımız
En sonra kül olduk bu büyük yangında
Boşmuş, tutuşup kor gibi yandıklarımız

Hayal kırıklıkları, hayatın katı gerçekleri karşısında kötümserlik, güvensizlik ve yakınma da Oğuzcan'ın dörtlüklerinde başgösteren duygu ve dertler arasında...

Hak her kulunun alnına bir şey yazmış;
Bir say bakalım alnı açık kaç kişi var.

Hep aynıdır âlemdeki zindancıbaşı
İşkence kalır, yalnız esirler değişir.

Ergeç sezeceksin var olan şey yokluk
Binbir yalanın kaynağı bir eski yalan.

Şair, kötülerin, aç gözlülerin, sömürücülerin boş yere didindiklerini de dört kuvvetli mısra ile apaçık belirtiyor:

Hep zulmederek halkı soyup gitmişler
Eller keserek, gözler oyup gitmişler
Yıllar yılı çaldıkları dünya malını
Bir gün yine dünyada koyup gitmişler.

Oğuzcan'ın karşısına dikilen dünyada «Devler küçülür, gözde büyürken cüceler»... Böyle bir çevrede, dindarlar da yanlış düşünceler, boş umutlar içinde görünür.

Dindar kişiler zannediyor hak çağırır
Aslında o fanileri toprak çağırır
Toprak anamız her zaman adil ve büyük
Her canlıyı ölmezliğe mutlak çağırır

Şair, Tanrıyı Tanrıya şikayet eder gibidir: Dünyayı sakat yaratmıştır, kötülük ve adaletsizlikle doldurmuştur. Şair'in elinde olsa yepyeni bir evren yaratırdı:

Son ver ulu Tanrım bana küskünlüğüne
Ben çoktan inandım senin üstünlüğüne
Bambaşka bir alem yaratırdım yine de
Versen o büyük kudreti bir günlüğüne

Türk edebiyatının en güzel lirik protesto şiirlerinden biri, Oğuzcan'ın pürüzsüz bir rübaisidir:

Bitsin diyorum bunca karanlık bitsin
Boş midelerin duyduğu açlık bitsin
Madem ki eşit geldik eşit gitmeliyiz
Haksızlık imiş, zulm imiş, artık bitsin

Karanlık ve kahpe bir dünya içerisinden insanı güzelliğin, zevkin ve aşkın yücelttiğini şair ne hoş sözlerle belirtiyor:

Her zevki tadıp her şeyi bilmek ne güzel
Her sevgiyi, her neş'eyi bilmek ne güzel
İnsanlığın alçaldığı bir dünyada
Bir insanı sonsuz sevebilmek ne güzel.

Rübai şeklini, vezinlerini, kafiye düzenini Ümit Yaşar Oğuzcan kadar başarılı ve etkili kullanan üç beş kişi kaldı Türkiye'de... Oğuzcan'ın rübai ustalığı, hem klasik rübai, hem yenilikçi rübai alanında üstün başarı sağlamasıyla gerçekleşmiştir. Şu rübai Ömer Hayyam'ın ruhunu şad ettiği gibi, Yahya Kemal'i de sevindirir, hatta imrendirirdi herhalde...

Âlemdeki esrarı serencâm söyler
Sâki susar ellerde gezen câm söyler
Her mısraı nâdide rübailerle
Söylerse büyük gerçeği Hayyam söyler

Oğuzcan, rübai kalıplarından çıkıp hece vezninde dörtlüklere yöneldiğinde de taze ritmlerle, ince duygusal söyleyişlerle etkiliyor okurlarını... 7-7 ile yazdığı şu aşk dörtlüğü, sevenlerin ve sevilenlerin dilinden düşmeyecektir:

Bir pınarsın, içilen ama hiç kanılmayan
Seveni yanıltmayan, sevince yanılmayan
Özlenen sen, özleyen sen, özleten sen
Varken, doyulmayansın; yokken, dayanılmayan.

Oğuzcan'ın dörtlükleri, kendi içlerinde, bir felsefi bütünlük, bir duygu bayındırlığı, bir mimari denge sağlamaktadır. Ne var ki bu doyum olmaz şiirlerden çoğunu okurken, keşki daha fazla sürseler diye düşünmemek elde değil. Dörtlükler, felsefe alanında, his ve heyecan ülkesinde uzamasını özlediğimiz birer tavaf...

Rübai, mani, tuyuğ, kıt'a, dü-beyt, terane; daha geniş bir terimle: dörtlük... Şiirin bu temel biriminde doruğa yükselenlerin arasına Ümit Yaşar Oğuzcan, elinizdeki rübailer ve dörtlükler derlemesiyle giriyor. Oğuzcan'ın dörder satırlık nefis şiirlerini yıllar boyunca doya doya okuyacağız, ezberleyeceğiz, okutacağız.

TALÂT SAİT HALMAN
Ümit Yaşar Oğuzcan, Rübailer, Önsöz, S. 7-17

ŞİİRLERİ



ARKADAŞINIZA GÖNDERMEK İÇİN:





ŞİİR PARKI