GİDERKEN BİRAZ GÖLGE DÜŞTÜ MÜ GÖZLERİNE?

I Eski zaman tepelerinde Hep birlikte olduğumuz anlarda, Su koşar çalılar titrerdi. Ormana sınır yuvamız vardı. O henüz on yaşındaydı ben otuzunda, Evren bendim onun için. Ah! Çimen ne güzel kokardı, Yeşil kuytu korularda. Kaderimi aydın edendi, İşimi kolay, göğümü mavi. Baba deyince, kalbim, Tanrım! Diye inlerdi. Sayısız düşler arasında, Şen sesini dinlerdim, Ve gölgede bile aydındı alnım, Onun nurlu gözlerindeki ayda. Bir prensesin edası vardı. Elinden tutsam bir an, Sürekli çiçekler arardı, Ve fakirler yolda duran. Tüm gözlerden ırakta, Sanki yardım gibi değil, Hırsızlık etmiş gibi verirdi. Ah! Anımsar mısınız minicik giysilerini? Akşam mumun alevinde, Tıpış tıpış cıvıldardı. Kızarmış cama dışardan, Pervaneler dadanırdı. Melekler onda yansırdı, Tanrı bahşetmiş gözlerine, O yalansız bakışı. Selamı ne başkaydı! Ah! Onu daha büyümüş görseydim, Kaderimin yolunda. Şafağımdaki yıldızdı, Tan yerindeki rüya. Ay dingin ve berraksa, Parlayan göklerde güzel anlarda, Biz kırların yolunu tutardık, Koşardık hep korularda! Ve sonra gözden ırak ışığa doğru, Karanlık sığınağımız yıldızla donanmış, Döner gelirdik vadilerden, Eski duvarı dönünce köşeden. Gönüllerimizde bir sıcaklık her dönüşte, Göklerin ışıltısından her söz edişte, Arı nasıl balını işlerse, Ben de işçiydim o genç gönülde. Saf düşünceli melekti, Koşarken bir su gibi neşeli... Şimdi her şey uçtu gitti. Rüzgâr gibi, gölge misali! Villequier, 4 Eylül 1844 II Ah! İlk anlarda deliye döndüm. İniltilerle üçgün ağladım durdum. Siz analar babalar hanginizin ruhu acıda? Hiç duydunuz mu duyduklarımı Hanginizin umudunu çaldı Tanrı? Kaldırım taşında çatlatsam yeridir alnımı, Sonra o korkunç zaman diliminde, İsyan ettim yaradana. Bakışlarım hâlâ o dehşet anında. Ve olamaz! Diye haykırdım, inanamadım. Tanrı sen misin umutsuzluğu kalplere salan? Bu olsa olsa zalim bir karabasan. Böyle terk etmesi mümkün mü beni, Yandaki odada gülüşleri yankılanıyor sanki. O ölemez imkânsız bu. Şu kapıdan süzülüşünü gördüm demin. Ah! Nice söylendim susun! O konuşuyor dinleyin! Bakın işte anahtarlarda elinin sesi. Bekleyin, geliyor, izin verin dinleyeyim. Hiç kuşku yok, evde bir yerlerde gizlenmeli. Jersey, 4 Eylül 1852 III Yaşarsın, konuşursun, başının üstünde, Gök durur, bulutların olur. Yaşlı bilgelerin kitaplarından haz duyarsın, Virgil'i, Dante'yi okur, Hoş yerlerde eş dost, turlarsın. Meyhanede kahkahadan kırılır, Bir kadının bakışından sarsılırsın, Seversin, sevilirsin, keyfin krallarda yoktur! Gülistanda bülbül sesleriyle mest olursun. Sabah olunca uyanır, öpücüklere boğarlar, Annen, kardeşin, kızın, seni. Bir elinde gazete, bir elinde dünya nimeti. Tüm gün umutla düşüncelere, aşklara, işlere dalarsın. Yaşam karmaşık tutkularla gelir, Loş meclislerde nutuk bile atarsın. İstediğin hedef önündedir, Ama kader bir enselerse seni. Görürsün büyük, küçük, fakir mi zengin mi? Fırtınalarda ruh misali, Yığınlarla debelen dur. Her şey gelir geçer, kâh bayramlarda güler, Kâh matemde solarsın. Bir ileri bir geri çabala. Didin sürekli, bin bir hacet Sonra ölüm, derin dipsiz bir sükunet. IV Çocuk çağlarında nerdeyse her sabah, Alışıktı odama gelmeye. Işığı bekler gibi beklerdim onu. Girince "günaydın babacık" der, başlardı söze, Divitimi alır, kitaplarımı kapar, Yatağıma kurulup, kâğıtlarımı savurur, Gülücükler dağıtıp, bir kuş gibi uçup giderdi. Yorgun başım ellerimin arasında kalır, İşime sekte vurur ve notlarımın arasında, Sık sık çılgın arabesk çizgileriyle çıkardı karşıma. Ve avuçlarında buruşmuş nice boş sayfalarla Bilmem belki bu yüzden yazdım en güzel dizelerimi, Tanrıyı, çiçekleri, yddızları ve yeşil çimenleri, Severdi, sanki kadın olmadan önce bir önseziydi. Ruhundaki aydınlık bakışlarında yansırdı. Her an her konuda bana danışır, Ah! Ne hoş ışıltılı kış akşamlarıydı. Bu, tarih ve gramerle yoğrularak geçen anlar, Dizlerimin dibine sokulmuş dört yavru, Ve hemen oracıkta anneleri ve ateşin Önünde sohbet eden birkaç dostla Azla mutlu olunan bir yaşamdı. Ama öldü bak! Ne yazık! Tanrım bana yardım etse! O üzgünse neşe benim neyime En sevinçli balolarda bile üzgünüm yine Giderken, biraz gölge düştü mü gözlerine? Kasım 1846 V Nasıl kuşkuyla denizci ölçer ya haritasını, Ya da yıldızlara sorarsa rotasını, Nasıl gözleri hayal eder dolu çoban, Ararsa yolunu ormanlar arasından, Nasıl ışıklara gark olmuş gökbilimci, Milyonlarca fersah uzakta tartarsa gezegenleri, İşte ben de bu uçsuz pürü pak gökte, Arar dururum yitiğimi. Ama bu zahiri, bu loş safir, bir karanlık uçurum! Mor giysileriyle ayırt edilmez geceler Semada kayarken ürperir melekler. Nisan 1847

Victor Hugo ( 1802 - 1885 )

( Fransa )

Çeviri: Galip Baldıran

Cumhuriyet Kitap, 7 Ağustos 2003, S. 17





ŞİİR PARKI