GİZLENEN BİR ŞAİRİN İLK KİTABI

Elbette biliyordum, biyografilerinden, Yaşar Kemal'in ilkgençliğinde şiirler yazdığını... Hem, Toroslar'da aşıklık yapan, ağıt ve destan toplayan bu genç, tutabilir miydi içinde biriken şiiri?

Haydi bütün bunlardan habersizdik, diyelim, okurken öykülerini, romanlarını, bir yerde durup, kim "düpedüz şiir bunlar'' dememiştir ki? Gene de Yaşar Kemal, bu kitabı oluşturan dosyayı önüme ilk koyduğunda, itiraf etmeliyim, böylesini beklemiyordum:

Öyle, şiirde de kendini denemiş bir kurmaca yazarıyla değil, katıksız bir şairle karşı karşıyaydım... Dosyanın başındaki (şimdi de bu kitabın başında!) "Irgatlık Anıları" konusunda ikircikliydi Yaşar Kemal, daha önce okuttuklarının "Bunlar şiir!" demesine karşın, soruyordu gene, bir kez daha: "Şiir mi bunlar?" Okur okumaz yanıtım hazırdı: "Şiir!"... Neden olmasındı ki?

Şiir çoktandır, manzumenin dize-uyak-ayak sarmalından çıkmamış mıydı? Aloysius Bertrand, Baudelaire, Lautreamont, Rimbaud çoktan belirlemişti "düzyazı"nın da şiiri olduğunu... 15-16 yaşlanndaki Yaşar Kemal ne bilsin bunları? O, çalışmak isteyip işsiz kalan Kemal Sadık'ın hüznünü, direncini, umudunu, dile getiriyor... Bir metnin şiir olabilmesi için şiir diye düşünülüp yazılması şart diyenler, bir kez daha durup düşünmeli derim ben...

Kaldı ki o yıllarda hiç de uzak değildi düzyazı olmayan şiirden de: Kitabın ikinci bölümündeki şiirler şahit buna. Daha 1940'ta, 14 yaşında başlamıştı yayımlanmaya şiirleri dergilerde: En çok da Adana Halkevi'nin yayını olan Görüşler dergisiyle Çığ dergisinde...

Şiirleri okurken, hiç düşünmemiştim Yaşar Kemal'in o yıllardaki yaşını. Bunlar, zamanının iyi şairlerinin iyi şiirleriyle rahat rahat yan yana gelebilecek şiirlerdi. Ne bir sözcük sarkıyordu ne bir yavanlık vardı. Sağlam şiirlerdi bunlar... Ama yaşını hatırlayınca, şiire yaşından da olgun bir giriş yapmış olduğunu kabullendim. Üstelik bir ikisi dışında, bu şiirlerde, onun büyük tutkusu halk şiirinin izleri de görünmez, "edebi şiirin", "yazılı şiir geleneği"nin ürünüdür bunlar.

Yaşar Kemal 1945' e kadar yoğunlaşmış şiirde ve çekilmiş... Hemen anımsayalım: İlk öyküsü "Pis Hikaye"nin yazılış tarihi 1946'dır... Sonrası, Türk öykü ve roman tarihinin sayfalarını taçlandırıyor, 1950'lerde yayımlanan birkaç şiiri bir yana. Ama belli ki burada bitmemiş şiiri Yaşar Kemal'in; "şiir bir çığlıktır; bastırılamayan bir çığlık" sözünü haklı çıkaran daha önce yayımlanmamış beş yepyeni şiir daha yer alıyor bu kitapta.

Haydi, diyelim ki "Ulaş" ve "Merhaba" şiirlerini Zülfü Livaneli bestesiyle, Livaneli'nin sesinden duyduk... Şimdi onlara şiirin odağından eğilme zamanı geldi işte. Öncelikle dikkatimizi çeken, her iki şiirin de geleneksel halk şiirinden beslenmiş oldukları. Özellikle ses, ton halk şiiri kaynaklı. Gene de, kalıpların benzerliğine karşın, özgün ve klişelerden uzak şiirler bunlar. Form olarak da kolay sınıflandınlır gibi değiller. Örneğin "Ulaş" şiiri Ulaş Bardakçı için yazılmış bir ağıt mı? Bence değil... Ne yakınma var ne acıma ... Vahlanma yok, ağıtların temeli olan. İsyancı bir şiir aksine; diklenen bir şiir... Bir destan mı? Böyle olmasını engelleyen temel bir şey var: Anlatımcı değil, sayıp dökmüyor, öykülemiyor kahramanlıklarını Ulaş'ın. Ayrıca, sadece Ulaş'a da odaklanmıyor:

"Selam söyle" diye 1960'ların ve 1970'lerin öldürülen devrimcilerini kuşatıyor. Eluard'ın, Aragon'un savaş sırasında yazdığı şiirler gibi, kolay kolay kabına, kalıbına sığmayan bir şiir "Ulaş" bence. "Merhaba", klasik halk şiiri kalıplarını kullansa da, klişe tadı vermeyen bir şiir. Yaşar Kemal'in 1940'lardan 1970'lere uzanan bütün yazı hayatı içinde ilkgençlik yıllarının "Âşık"lığını, "Âşık Kemal"liğini, hiç bırakmadığını ortaya koyuyor.

Bu yayımlanmamış şiirler arasında beni asıl şaşırtan "Hannaya Şiirler" başlıklı üç şiir oldu. Alabildiğine diri, alabildiğine modernist şiirler bunlar... Müthiş bir imge sağnağı içinde, Hanna'ya, bir bebeğe, içindeki dünyayı çiziyor Yaşar Kemal. Öfkeyle umut, başkaldırıyla sevgi iç içe... En kasıntılı bir şairin bile özgünlüğünden ürkebileceği bir şiir yazıyor Yaşar Kemal "Hannaya Şiirler'' de.

"Kırmızı Deynek" şiiri, bu kitap içinde, kendine bağımsız bir yer açmayı hak ediyor. Başlı başına tek şiirlik bir kitap özelliği taşıyor kanımca bu şiir. Sadece hacmiyle değil elbette. Taşıdığı özelliklerle, özgünlüğüyle. Belki, bu şiirin önüne 1955 yılında Vatan Gazetesi'nde yayımlanmış olan "Kapı" bir başlangıç, bir ilk adım olarak konulabilir ama bu "Kırmızı Deynek"in seçkinliğini degiştirmiyor.

Nedir özgün kılan bu şiiri? Bunu tanımlayabilmek için, bir başka ülkeye, bir başka şiire uzanmak istiyorum. 1920'lerde, Modernist Amerikan şiirinin temel adlarından olan William Carlos Williams, özellikle T. S. Eliot'ın fazlasıyla İngiliz ve evrensel karması şiirine de bir tepki olarak, şiirleri "American ldiom"la yazılması gerektiğini söylemişti. "American Idiom"u, "Amerikan Deyişi" diye çevirmeyi yeğliyorum çünkü Williams, bununla şiirlerin Amerikan konuşma ritimleri, tonlaması, konuşma söz düzeni, sözcük seçimleriyle yazılmasını tanımlıyordu. Ve şiirlerini de bu öneriye uygun yazmaya başlamıştı...

Bu yaklaşım, Amerikan şiirinin hem özgürlüğünü sağlamıştı hem de bugüne dek gelen birbirinden bağımsız pek çok şairi ve şiir görüşünü de etkilemişti. İşte bence, "Kırmızı Deynek" de, en yalın, en saf haliyle "Anadolu Türkçesi Ağzıyla" yazılmış belki de en özgün şiirdir. Bu şiir, bir başka yanıyla da, siyasi yanıyla da özgündür. Yaşar Kemal'in onu yakından tanıyanların çok iyi bildiği coşkunluğunu olağanüstü yansıtmaktadır.

"Kırmızı Deynek"i bu verdiğim özellikleriyle çözümlemek, açımlamak, bu sunuş yazısının boyutlarını fazlasıyla aşıyor. Bunu yapmayı bir başka yazıya erteleyerek, çekiliyorum aradan.

GÜVEN TURAN
Bugünlerde Bahar İndi, S. 7-9

ŞİİRLERİ



ARKADAŞINIZA GÖNDERMEK İÇİN:





ŞİİR PARKI