1992 yılının Yunus Emre Sevgi Yılı olarak kabulü ve bu vesileyle
düzenlenen çeşitli toplantılar Yunus Emre'nin şiirlerinin üzeride yeniden
düşünmeye fırsat verdi. Yunus Emre'yi 13. yüzyıldan 20. yüzyıla büyük
bir tazelikle taşıyan güç neydi? Dindarların Yunus Emre bir mutasavvıftır,
onu ancak din açısından inceleyebiliriz, önemi bundan ibarettir yorumları
mı, yoksa Yunus bütün insanlık için konuşmuştur, onun dinlerle ilgisi
yoktur diyerek mevhum bir insanlık dinine onu sokmak isteyenlerin yorumları mı geçerlidir?
Elbette ki kültürümüzün oluşmasında payı büyük olan İslâmiyet,
Yunus'un şiirlerindeki insanlık anlayışını da içinde taşır. Ama onu bu güne
ulaştıran bence, bu değerlendirmenin dışında duygularını evrensel boyutta
işlemiş olması ve millî dil ile söylemesidir. Nitekim Yunus'u halk kültüründen
çıkarıp aydınlara mal edenler aslında Türkçüler olmuştur.
Yunus'un hayatının hemen hemen hiç bilinmemesi bazen iyi gibi
geliyor. Hayatını bilseydik ve onu efsanenin, menkıbelerin ötesinde tek bir
fert olarak görebilseydik, acaba ona bu günkü kadar değişik anlamlar yükleyebilir miydik? Bu cümleyi yazarken, ”buna hakkımız var mı?”sorusu
da hemen içimden yükseliyor. Ama cevabım evet.
Yunus Emre tıpkı
Nasrettın Hoca gibi âb-ı hayatı içmiş, bir milletin hayatında sonsuza kadar,
onlarla birlikte değişerek devam edecek bir timsal şahıstır. Nasrettin Hoca'nın fıkraları nasıl ki sosyal hayatımızda, fertler arasındaki değerleri, huzursuzlukları insan olmanın zayıflık ve üstünlükleriyle dile getirirse, Yunus
Emre de, insanların görünenin ötesindeki veya derinliklerinde aradıkları
sonsuz susuzluğu dile getirmekte devam edecektir. Onun içindir ki bu
şahısların eserlerine yaşadıkları dönemlerden sonra da pek çok malzeme
eklenmiştir.
Sosyal bozukluklar karşısında insanımız âdeta Nasrettin
Hoca'nın ruhunu imdada çağırmış veya kendi içindeki Nasrettin Hoca'yı
harekete getirerek o günün tenkidini Hoca'ya yaptırmıştır. İçindeki susuz
luğu, sonsuzluk ihtiyacını da âdeta Yunus'un şiirleriyle dindirmiştir. Yunus
hayatın geçiciliği karşısında isyan duyar, teslim olur. Tıpkı kaderinin karşısında fazla direnemeyen insanoğlu gibi. Ama insanoğlu bu geçici hayatta
hiç sonu gelmeyecek gibi görünen büyük ıstıraplara da dayanmak zorundadır. Bu zorlukları aşmak için Yunus yol gösterir:
Gelin tanışık idelüm işin kolayın tutalım
Sevelim sevilelim dünyada kimse kalmaz.
Yunus ile tanışmak, dünya cehennemini yaşanır kılacak bir formüldür.
Tanışmak, dostluğa, yardımlaşmaya giden ilk adım. Duyguların içinde,
diğer duyguları besleyen, onlara açılan da sevgi. Hele dünyanın geçiciliğini bilirsek, daha doğrusu hatırlarsak, bizi birbirimize dost kılacak,
dostlukla cennete dönecek bir dünya yaratmaz mıyız? Yunus'un bu mısralarındaki ”dünyada kimse kalmaz” hatırlatışı, müthiş bir tehdittir. İnsan
oğlu, bunu bilir, ama sık sık unutur ve kendi benini ön plâna çıkarır.
İslâmiyeti geniş, cahil kitlelere tanıtan ve sevdirenler, Halide Edib'in
"halk uleması” diye andığı dervişler olmuştur. Mütevazı söyleyişlerinin
ardında en çarpıcı ve müthiş gerçekler gizlidir. İslâmiyet böylece bir sevgi
dini olarak yorumlanmış, Tanrı'ya dua edilir, şükredilirken hep onun
"Cemal” cephesine müracaat edilmiş, "güzel Allahım” denmiştir.
Asırlar sonra Yunuş gibi içi iyilik, dili güzellik dolu Cahit Sıtkı,
"Türkçenin ses vekâleti bizim uhdemizdedir” diyerek herkesin mutlu olduğu bir ülke istemiştir:
Memleket isterim
Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun;
Kuşların çiçeklerin diyarı olsun.
Memleket isterim
Ne başta dert ne gönülde hasret olsun;
Kardeş kavgasına bir nihayet olsun.
Memleket isterim
Ne zengin fakir, ne sen ben farkı olsun;
Kış günü herkesin evi barkı olsun.
Memleket isterim
Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun,
Olursa bir şikâyet ölümden olsun.
Fuad Köprülü'nün incelemeleri, Ziya Gökalp'ın Yunus tesiri açıkça
görülen şiirleri ve benimsediği, dünyaya hâkim olmasını dilediği sevgi
ahlâkı, millî edebiyat mensuplarına da derinden tesir etmiştir. Yakup
Kadri'nin mistik ruhu da Millî Mücadele yıllarında Yunus'un Moğol
istilâsından duyduğu ıstırabı dile getirdiği topraklarda bu defa da Yunan
zulmünü görünce isyan eder ve Yunus'un ruhundan imdat ister:
"Yazıklar
olsun, seni sevmesini bilmeyenlere; ey gamlı ülke!.. Seni sevip senin
sessiz hâilen içinde gömülüp gitmekten korku çekenlere!.. Taşın, toprağın
ne bitmez bir sabır ve mukavemet haznesidir! İnsan, senin göğsünde ya
destanî bir kahramanlığa erer veyahut en ilâhî mizaçlı velilerin feragat
ve mahviyet derecesine varır.
Şimdi şu söğüt dalının altından haykırsam Yunus Emre bana ses verecektir:
Derviş gönlü taş gerek
Gözü dolu yaş gerek
Koyundan yavaş gerek
Evet pirim; evet pirim. Ben işte burada öyle olmaya çalışıyorum. Bu bodur
ve seyrek ekinler, bu boynu bükük başaklar, bu buğulu söğüt ağacı, bu
donuk ve sessiz su, hulâsa, bütün bu yoksul tabiat parçası neyin remzidir.”
"Bunlar arasında bir ruh, toprağa gömülmüş bir tohum değil midir?
Ben, ihtiyat zabiti Ahmet Celâl; Ferit Celâl Paşa'nın oğlu Ahmet Porsuk
çayının kenarına böyle bir tohum haline girdim. Bir kulaç, iki kulaç kara
toprak içinde filizimi sürmek, dal ve budaklarımı aydınlığa doğru uzatmak,
meyvamı vermek için Allah'ın rahmetini bekliyorum. Ve gömülü olduğum
toprağın ıstırabını bedenimde hissediyorum. Her hususta ona karışıyorum.”
(Yaban, s. 57)
Bu satırlar Yunus'un, Osman Gazi'nin meşhur rüyasını andıran şu
şiirini bize hatırlatıyor:
Her kime kim dervişlik bağışlana
Kalpı gide pâk ola gümüşlene
Nefesinden misk ile amber tüte
Budağından il ü şar yemişlene
Yaprağı dertlilere derman ola
Gölgesinde çok hayırlar işlene
Âşığın gözü yaşı hem göl ola
Ayağında saz bitip kamışlana
Cümle şair dost bahçesi bülbülü
Yunus Emre arada durraçlana
Yunus'un şiirlerinin bütününden ayrılarak belirli durumları anlatabilecek güçte olan mısra ve beyitlerinin, birer ata sözü gibi dillerde dolaşanları, şüphesiz ki değişik yoruma da elverişlidir. Onların şiirin bütününden
gücünü alan manalarının dışında da, yeni birer hayat kazanmaları manalıdır. Dilimizde, halk arasında çok kullanılan ”o da insan evlâdı” sözü,
karşısındakini tanımayı, hakkını bilmeyi şart koşan Yunus'un:
Kişi hakkı bilmektir
mısraına eşittir. Kişi hakkını tanımak, çok sözü edilen, ama çift standartlardan bir türlü kurtarılamayan insan hakları ile yakından ilgilidir. Belki de dünyadaki ilk belgesidir. Bu mısradaki hak kelimesinin Tanrı'nın bir
adı olan Hak ile münasebeti açıktır. Fakat her şair gibi, Yunus da bir kelimeyi tek anlamı ile kullanamaz, kelimelerin çağrışım güçlerinden de yararlanır. Hak kelimesi, Tanrı, adalet, doğruluk anlamlarına da gelir. Tıpkı
İstiklâl Marşı'mızdaki
Hakkıdır Hakka tapan milletimin istiklâl
mısraında olduğu gibi.
Yunus'u okuyup anlamaya çalışmak, onu sadece yaşadığı ortam ve
tarihî şartlarla açıklamaktan ibaret değildir. O, insanoğlunun çilelerini
derin bir şekilde söylemiş, kullandığı Türkçe ile şair ve yazar torunlarına
da ebedî bir miras bırakmıştır. Merhum hocamız Prof. Dr. Mehmet Kaplan
”hemşehrim” dediği Yunus'u her vesile ile anar, onun birçok duruma uyan
mısralarını da sık sık zikrederdi. Biz, onun sayesinde Yunus'un bu günün
meselelerine de cevap verebilecek güçte olduğunu öğrendik.
Eserlerinde gelenekten ve Yunus'tan çok faydalanan Turan Oflazoğlu, "Ozan Dediğin” adlı yazısında, şiir anlayışının gelenek ile bağlantı
sını belirttikten sonra sözlerini Yunus'tan bir alıntıyla şöyle bitirir:
"Erenlerin himmeti yerden göğe direktir diyor Yunus. Ben bunu
biraz değiştirip şöyle diyeceğim: Ozanların çabası yerden göğe direktir.”
Kültür bir birikim ve işlemedir. Bizim kültürümüzün temelindeki kaynaklardan biri Yunus'tur. Nasıl ki destanlarımızdan itibaren kültür malzememizi kendisinde toplamışsa, onları kendinden sonrakileri de beslemek
üzere sunmaktadır.
Cümle âlem dost bahçesi bülbülü
PROF. DR. İNCİ ENGİNÜN
Türk Dili Dil ve Edebiyat Dergisi
Aralık 1991, S: 480, S. 440-443

ŞİİRLERİ