Çocukları pek severim. Hayatta her insanın bir zaafı bir iptilası vardır. Benim tek büyük zaafım da - Niçin itiraf etmemeli...- çocuk sevgisidir! Ve bu aşk yüzünden ışık çevresinde dönen pervane misali öğretmenlik mesleğine tutulup kalışım bundandır.
Yalnız sevimli, terbiyeli, zeki ve çalışkan olanları değil, -Böylesini herkes sever! - ben sevimsiz, somurtkan, haylaz, hatta aptal çocukları da severim. Bana "Öğretmenim" diyen ses, beni "Annem" diye çağıran ses kadar sevgili ve kıymetlidir.
Bir yaşından yirmi yaşına kadar her çocuk, bence zevkle okunmaya değer meraklı bir kitap; karşısında uzun uzun, hayran hayran düşünülecek bir bilinmeyenler alemidir.
Yirmi bir yıldan beri bu kitapları yaprak yaprak, satır satır okumaya ve anlamaya çalışıyorum. Fakat hala "Çocuk" adlı kitapta anlayamadığım, sökemediğim cümleler rastladığım olur.
Bu itirafımdan sonra, okuyucularım bu eserde, tecrübelerin belki haklı; fakat herhalde soğuk ve tatsız gururunu elbette aramayacaklardır.
Hayır, sevgili okurlarım elinizdeki kitap, ağırbaşlı, psikolojik bir eser olmak iddiasında değildir.
Buna bir "hikaye kitabı" da denilemez. Çünkü içinde bir damlacık hayal bulamayacaksınız.
Ben bu kitapta sadece, gördüklerimi ve duyduklarımı -işittiklerimi değil, hissettiklerimi- sunuyorum. O kadar çok sevdiğim "Küçük Dostlarım'ı", daha doğrusu binlerce küçük dostumdan, rast gele birkaçını okurlarıma da tanıtmak istedim.
Küçük dostlarım... Fakat artık onların çoğu küçük değildir. Onlar öğretmen, subay, doktor, hakim, avukat, memur veya sanatçı olarak -İçlerinde bir kraliçe bile var!- yurdumun dört bucağına dağılmışlardır. Ve Tanrı'ya şükür, pek çoğu bugün anne, babadırlar.
Anadolu'nun hangi şehrine, hangi kasabasına varsam, orada "Hocam" diye ellerime sarılan bir genç kadın veya erkek buluyorum ve kalbim hazzın ipek kanatlarına sarılarak uçuyor.
Mesleğime nankör diyenler çok haksızdırlar. Bu eşsiz zevki "öğretmenlikten" başka hiçbir meslek insana duyuramaz.
"Ya acıları?..." mı diyorsunuz?..
Ah!... Evet acıları...
"Kaybolanlar"ın arkasından duyulan o müthiş kalp sancısı!
Manen kaybettiklerimi hafızamın en sisli köşelerine sıkı sıkı hapsediyorum. Fakat bir bahar çiçeği kadar taze ve bir ışık parçası kadar güzel ve temiz olarak toprağa verdiklerim...
Onları asla unutmuyorum, unutamıyorum. "Nadide"den "Semih"e kadar boy boy, renk renk, pırıl pırıl kız ve erkek çocuklar... Kadriye, Maide, Halime, Cavit, Şehvar, Fahri... Her biri başlı başına birer gerçek değer olan zavallı yavrularım!...
"Küçük Dostlarım"dan söz etmeye başlarken önce onların adlarını anmak, onların hatıralarını selamlamak, bana bir gönül borcu gibi göründü
Ve işte böyle, değerli okurlarım, aziz meslektaşlarım, anladınız değil mi? Bu kitabımla"Onlar"ı size tanıtmak istiyorum.
Birkaç kırık dökük çizgi, bir avuç gölge...Boyaların parıltılı dilinden yoksun, kara kalem bir çocuk portresi, bir küçük insan kişiliği. Ve çok defa bu kişiyi benim hafızamın köklerine altın çivilerle perçinlemiş olan bir küçük olay.
İşte kitabımda bunları bulacaksınız...
Basit şeyler ama, içlerinde hoşuna gidenler, gözlerinize bir damla yaş, dudaklarınıza bir küçük gülümseme getirenler, hatta başınızın karanlık bir köşeciğine titrek bir mum alevi uzatanlar olacaklar sanıyorum. Şüphesiz bir meş'ale, kuvvetli bir elektrik lambası değil, ancak bir mum alevi... Fakat ne de olsa bir ışık.
Tevfik Fikret:
"Ben bu ümmid ile teşyi-i hayat etmedeyim" der. Ben o kadar ileriye gitmeyeceğim. Fakat muhakkak ki bu umut bendeki çalışma gücünü ve yaşama zevkini arttırıyor.
Ben bu güzel umut'u alarak çekiliyorum. Sizi "Küçük Dostlarım"la karşı karşıya bırakıyorum.
1948, Bayramoğlu
HALİDE NUSRET ZORLUTUNA
"Benim Küçük Dostlarım" Adlı Kitabının Önsözü

ŞİİRLERİ