Resmi ve hususi hayatını şiirlerine
tamamiyle aksettiren şairlerden biri de Ziya Paşadır. Paşa, memuriyet hayatının bütün safhalarında bahtsız ve mustariptir. Onun
için:
Bi-baht olanın bâğına bir katresi düşmez
Bârân yerine dürr-ü güher yağsa semâdan
der. Bu sabahki bahtsızlığının acısını ve ıstırabını şiirleriyle tadile çalışır. Duyduğu, söylediği, bizzat yaşadığı hayatın inikaslarıdır. Onu anlamıyanlar, sadece ihtiraslarının mağduru ve mazuru saymak gibi peşin
hükme kapılırlar. Paşada filvaki nazarı dikkati çeken bir yukarılık duygusu vardı. İlmine, iktidarına güvenirdi, idari kabiliyeti inkâr edilemezdi.
Devlet idaresini ellerinde tutan muasırlarının kendisinden üstün meziyet ve iktidar sahibi olduklarını kabul etmezdi. Onlarda icaplara uymak, yani bir nevi uysallık vardı. Bunun
için mevkilerini tahkim edebiliyorlardı. Aleyhlerinde tecelli eden hâdiseleri fevre uyarak
incelemek istemez, biraz da zamandan istifade, etmek isterlerdi. Zamanı, gelince de harekete geçmeyi bilirlerdi. Onların kışın uyuyan, yazın sokanları da vardı:
Mâr-ı sermâ-dîdeye Rabbim güneş göstermesin!
Paşanın kalemindeki iktidara, nefes aldırmayan hicivlerine karşı onların da ekran arkasında rolleri, hele bir zülfikar gibi kullanmak istedikler dedikoduları vardı. Paşa cepheden hücum eder, onlar arkadan hançerlerdi. Horatius, keder atımızın terkisine binip bizimle beraber gelir der. Istırap Paşanın atının terkisinden inmemekle kalmadı, Paşa atsız,
resmi adsız kaldığı zaman dahi onu bir gölge gibi takip etti.
Paşanın Esad Muhlis Paşa'ya ait olduğunu söylediği, hakikatte ismi edebiyat tarihlerine geçmemekle beraber başlı başına bir kıymet olan ve genç denecek yaşta veremden ölen
Ali Âlinin şu rengin ve zengin beyti sanki biraz da Ziya Paşa için söylenmiştir:
Neşve tahsil ettiğin sağar de senden gamlıdır
Bir dokun bin âh dinle kâse-i fağfurdan
Ziya Paşanın şiirlerinde o ahları, hiddeti, şiddeti, isyanı, tevekkülü, tahakküm ve tehekkümü tamamiyle hissedersiniz.
Bazan mihnet ve haksızlık karşısında bir sabır stajı yapmak ister ve o zaman şöyle der:
Sabr et ister isen hüsn-ı mükâfat
Fikr eyle ne zulm eylediler Yûsûf’e ihvân
Bazan kendini her türlü cefa ve belâya karşı metin göstermek ister biraz mütevekkil olur, ümidlenir ve o zaman da şöyle der:
Nâmerd olayım çerhe eğer minnet edersem
Cevrinle ben keder etsem mi sanursun
Allaha tevekkül edenin yâveri haktır
Nâşâd gönül bir gün olur şâd olacaktır.
Sonra içini bir nevi huzura götürmek ister, başka bir hükme varır ve hasmın sitem ve
çevrine karşı şöyle haykırır:
Bir gün gelecek sen de perişân olacaksın
Ey gonce bu cemiyeti her dem mi sanursın?
Sonra hislerini birden mahmuzlar ve hasımlarının bitmiyen tezvir ve iğvaları karşısında bunalır, ellerini semâya kaldırır ve Tanrı’ya şöyle hitap eder:
Zalimleri adlin ne zaman hâk edecektir
Mazlumların çıkmadadır göklere âhı
Ziya Paşanın muarızlarına hücumda haklı veya haksız olduğu üzerinde durmıyacağız, bu ayrı bir mevzudur. Paşanın yaşadığı müddetçe mustarip olmasını hazırlıyan iki büyük
hatâsı vardı: Biri hakikî dostlarını tanıyamaması, dost sandığı bedhahlar makûlesine açılması, ikincisi de ağzında bakla
ıslanmamasıdır.
Şimdi söyliyebiliriz ki Zîya Paşanın çektikleri biraz da dilindendir.
Şairi ve devrinin mücadeleci fakat her mücadelesinde bir az daha mağlûp ve mağmum
düşen devlet adamını hayatından çıkaralım. 1825 de İstanbulda dünyaya geliş, devrinin
rüştiye tahsili, buna hususî tahsil ilâvesi, genç yaşında Divan Edebiyatı son temsilcileri
Leskofçalı Galip, Hersekli Arif Hikmet, Nevres, Yenişehirli Avni, Üsküdarlı Hakkı ile temas, bunun neticesi harabat âlemine düşme, Mustafa Reşit Paşanın onu bu hayattan kurtarması, otuz yaşında Mabeyn kâtipliği ve Fransızca öğrenmek, Sadrâzam Âli Paşaya
karşı o tarihten başlamak üzere vaziyet almak, zaptiye müsteşarlığı, Atina sefirliği, Kıbrıs
mutasarrıflığı, Bosna teftişi, Meclis i Vâlâ azalığı, daavî nazırlığı, Amasya mutasarrıflığı,
hakkında tahkikat açılması, Caniğe nakil, Parise seyahat için Âli Paşadan izin istemek,
buna mukabil tekrar Kıbrıs mutasarrıflığına tayin emri, bu vazifeye gitmemek, Yeni Osmanlılar Cemiyetine iltihak, Prens Mustafa Fazıl Paşanın teklifini kabul, Namık Kemal ile Parise firar, Hürriyet gazetesinde Âli Paşaya hücumlar, Âli Paşanın ölümünden sonra İstanbula dönüş, tekrar vazife, tahkikat azil, Abdülâzizin hal’inden şonra maarif müsteşarlığı, Suriye Valiliği, Adana Valiliği, üzüntü ve hastalıklar ve 17 Mayıs 1880 de Adana'da elli beş yıllık dağdağalı bir hayatın
ebedî sükûna kavuşması...
Birkaç gün daha yaşasaydı yine bir talihsizlik yüzünden perişan olacak, mühürdarının
yaptığı yolsuzluklar kendisine isnat edildiği için yeni bir tahkikat ile karşılaşacaktı. Zira
Paşa öldüğü gün müfettiş Hacı Akif Efendi de tahkikat için Adana'ya geliyordu. Hazin bir
tecelli!..
Devlet adamı.. Şair..
Ziya Paşayı devlet adamı ve şair olarak iki ayrı bölümde incelemek lâzımdır:
Devlet adamı Ziya Paşa, vazifesinin ehli; müdir ve muktedirdir, fakat müdebbir değildir. Lüzumsuz mücadele için cidal açar. İkbalde biraz mağrur ve mütehakkim. idbarda tamamiyle âsi ve mütehakkimdir. Kendisine müteveccih bütün kötülüklerin Âli Paşadan geldiğine kat’iyetle inanmıştır. Bu, onda
sabit bir fikir halindedir. Âli Paşayı rüyasında görse uykuya bile lanet eder.
Ziya Paşa hür fikirlidir, zekidir, fakat düşmanlarının kurnazlığını mağlûp etmek için zekâsını vasıta yapmak tenezzülünde bulunmaz. Sabır ve tahammül Ziya Paşanın idare hayatında en uzak dostlarıdır.
Bunun için hayal kırıklıkları, ruhi ihtibaslar Ziya Paşayı zaman zaman sarsar, şair Paşa
o zaman kalemine sarılır, yazar, yazar, mısralarında hayatının saatlerini saymak mümkündür. İşte devlet adamı Ziya
Paşa budur.
Şair Ziya paşada biz üç Ziya Paşa görüyoruz:
1 — Paşa divanı ile orta halli bir divan
şairi durumundadır, yalnız gazelleri onu bu durumdan biraz kurtarır, zira onlarda sosyal
mevzulara şöylece bir temas vardır.
2 — Terkip ve terciibentleri ile Ziya Paşa hakikaten kuvvetlidir. Terciinde şark
felsefesi, İslâm görüşü, Batı zihniyeti aralarında köprü kurmaktadır. Bu eserinde bazı
felsefî serpintiler var fakat
bunların hepsini bir araya getirseniz felsefî bir görüş ve düşünüş bulamazsınız. Ziya Paşa
yalnız bir yelkenli ile felsefe kıyılarından geçmiştir.
Paşa terkibinde: "Ey saki
can mayası olan ve itâbe uğrayanların aklına huzur ve sükûn veren içkiyi getir. O içki
kemal sahibi olanların gönlüne
cilâ olur, pişkin olmıyanların
aklına da ziyan verir" mânasına gelen mısralarla başlar. Ziya Paşa terkibinde tasavvufa iltica eder, İslâm tarihinden
söz açar, âdil ve zalimleri anlatır, cehalet, zulüm ve zulmetten şikâyette bulunur. Terkipte dil ve fikir kuvvetlidir.
3 — Üçüncü Ziya Paşayı Zafername adlı kasidesi ile tahmisinde ve şerhinde görüyoruz.
Âli Paşa 1868 de Girit isyanını bastırmağa memur edilmişti, bu vazifede muvaffak
olamadı, üstelik Belgrat da Sırplara verildi. Âli Paşanın başarısızlığı. Ziya Paşa için bir hiciv mevzuu oldu. Kin ve adavetin nasıl şaha kalkabileceğini kasidenin ve tahmisinin mısralarında görmek mümkündür.
Hürriyet ve meşrutiyet için çalışan Ziya Paşa apayrı bir şahsiyettir, 0nun bu yoldaki çalışmalarında isabetleri kadar hatâları da vardır.
Paşanın telif ve tercüme eserlerinden burada ayrıca bahsetmek istemiyoruz. Zira bu eserler Ziya Paşanın şahsiyetine büyük bir şey ilâve etmemişlerdir,
Zafername ve şerhinin 1908 de basılan nüshasının kabında Ziya Paşanın güzel bir resmi ve resmin altında da şu kıt’ası
var:
Cism i zârım hâkte pinhân olunca isterim
Bir zaman olsun Ziya âlemde nâmım pâydâr
Siyretim asâr-ı hâmemden kılınsun içtihâd
Suretim bu resm ile kalsun cihanda yadigâr
Ölümünden bu yana yetmiş iki yıl geçti. Ziya Paşa Tanzimat edebiyatının kuvvetli şahsiyeti olarak bugün de yaşıyor, hem adı, amansız hasım bildiği Âli Paşanın adından daha çok zikredilerek!. Ziya Paşanın hayatta mağlûp edemediği düşmanını acaba zaman mı mağlûp etti dersiniz?...
3. 6. 1952
RİFAT NECDET EVRİMER
Taha Toros Arşivi, 1640810

ŞİİRLERİ