ZİYA PAŞA

Ziya Paşa’mn vefalı torunlarından biri, bu değerli Tanzimat edibinin doğum gününü tesbit etmiş. Paşa, bundan 130 yıl evvel, bir 13 şubat gününde doğmuş. Ben bu vesikayı görmedim. Fakat böyle bir haber vesilesiyle Ziya Paşa’yı, hele onun bazı güzel sözlerini hatırlamakta özel zevk duyuyorum.



Gençliğinde bir Divan şairi olarak yetişen Ziya Paşa, bu büyük edebiyata onun yıpranmış hattâ yıkılmış bir devrinde başlamıştı. Divan edebiyatı artık büyük âlimler elinde değildi. Zira Divan şiirinin belli başlı şairleri aynı zamanda devirlerinin kudretli âlimleridir. O şiir, geniş bir ilme dayanmadan büyük şiir olamazdı. Bu, yarı şifahi yarı kitabî bir ilimdi. Okunan ve duyulanların hafızalarda sağlam kayıtlar halinde yaşaması özel bir hâfıza terbiyesine dayanıyordu.

Fakat bu tarzın ne de olsa yanıldığı zamanlar vardı. Nitekim Ziya Paşa vesikalara dayanmak ve mutlaka en doğruyu söylemek endişesine düşmezdi. Uzun zaman Avrupa'da bulunmasına rağmen temas ettiği mühim mevzulara fazla nüfuz edemeyişi bundandır. Türkçeyi üç dilden mürekkep bir "karma lisan" sanması; tamamiyle millî bir buluş ve söyleyiş olan "şarkı" tarzını, hele onun bilhassa Nedim tarafından söylenmiş hârikulâde yerli ve millî bedialarını milliyetimize yabancı sayması bu zihniyetin icabıdır.

Bununla beraber devrimizin bu noktalarda hâlâ aydınlanmamış zihniyetleri yanında o mevzuları o kadar hassasiyetle ele alan Ziya Paşa yine ne kadar büyüktür.

Geçenlerde Adana lisesinden bir okuyucum, Paşa'nın Şiir ve İnşâ makalesindeki bir noktaya takılmış, haklı bir tenkitte bulunmuştu. Dokunduğu nokta Ziya Paşa’nın, bizim şiirimiz "Hoca ve Itri gibi mûsikî - şinâsânın rabt-ı makamât eyledikleri Nedim ve Vâsıf şarkıları mıdır? Hayır.." cümlesidir

Genç okuyucum: Hoca, XIV.; Itrî, XVII.; Nedim, XVIII.; Vâsıf ise XIX. asırlarda yaşadıklarına göre, gerek Hoca gerek Itrî nasıl olur da Nedim’le Vâsıf’ın şarkılarını bestelemiş olabilirler? diyordu.

Haklıydı; Ziya Paşa o cümleyi her bakımdan karışık söylemişti. Paşa’nm cümlesi ancak "Hoca’ların, Itrî’lerin açtıkları yollarda yetişen mûsikîşinaslarımızm besteledikleri Nedim ve Vâsıf şarkıları" şeklinde anlaşılırsa doğru olabilir. O da yalnız cümle bakımından.. Yoksa fikir ve görüş olarak Nedim şarkılarını millî saymamak, hele Ziya Paşa için elbette büyük haksızlıktır.



Ziya Paşa, bütün Tanzimat yazarları gibi bizde büyük bir devri açan insanlardandır. Onlar çok çalışkan, çok meseleli, o kadar ki meseleler içinde bunalmış kimselerdi. Çeşitli konularda o kadar gayretle ve hassasiyetle çalışırken aksayan tarafları olmuşsa, bunlar, onların büyük hamlelerine bağışlanacak pürüzlerdir. Hele "mukayeseli edebiyat" metodunun Avrupa’da bile ne kadar yeni olduğu düşünülürse, Ziya Paşa daha da masum görülebilir.



Fakat Ziya Paşa, aynı çağlarda:

"Milyonla çalan Mesned-i izzette ser-efrâz
Birkaç kuruşû mürtekibin câyı kürektir" gibi,

yahut:

"Onlar ki verir lâf ile dünyâya nizâmât
Bin türlü teseyyüb bulunur hanelerinde"

gibi her zaman, her yerde geçer akçe olabilecek, kuvvetli sözler söylemiş bir fikir sanatkârıdır.

Ziya Paşa için, gerçi büyük şâir demek kolay değildir. Şiir, esasen asırlar içinde çok nâdir söylenmiş bir dil, ruh ve san’at cevheridir. Fakat Ziya Paşa gibi devrinin lisanına kuvvetle hâkim bir fikir adamı olmak, milletinin lisanında atasözü değeri kazanan; dillerde hâfızalarda yer etmiş, fırsat düştükçe söylenir, manzum nükteler, hikmetler yaratmak, ve bunun için lisanın türlü inceliklerinden kolayca faydayanabilmek de yine çok az sanatkâra nasip olmuş, bir büyük meziyettir.

Ziya Paşa’nın manzum hikmetler halinde söylediği beyitlerdeki fikirler çok kere yeni ve ibdâî değildir. Fakat değerli sanatkâr, tarihin birçok kuvvetli fikirlerine devrinin duyuş, görüş ve düşünüşü içinde yenî ve sağlam bir lisan vermek kudretini göstermiştir. Ata sözü haline gelmiş beyitlerinin zengin bir demet halinde toplandığı meşhur Terkîb-i bend’inde sözler, çok defa bu söylediğim özelliktedir. Bununla beraber yazarın zaman zaman aynı beyitlere gizli bir lirizm kattığı ve:

"Cânan gide, rindan dağala, mey ola rizan
Böyle gecenin hayr umulur mu seherinde?"

gibi, şiir iklimlerine yücelmiş hisli mısralar söylediği de vardır.

Tıpkı bunun gibi:

"En ummadığın keşf eder esrâr-ı derûnun
Sen herkesi kör, âlemi sersem mi sanırsın?"

tarzında dile gelmiş bir zekâ, târîz ve hücum beytinden sonra birden yumuşayarak, aynı sitem lisanını:

"Bir gün gelecek sen de perişan olacaksın
Ey gonce bu cem’iyyeti her dem mi sanırsın?"

şeklinde, güllerin, goncaların geçici ömürlerinden ve hazin bir sonuca varacak güzelliklerinden dem vurur bir söyleyişe yöneltmesi hayli güzel sürprizlerdir. Evet, vücut ve onun güzelliği nasıl olsa geçicidir. Ebedî olan ruhtur ve onun güzelliğidir. Dünya güzelleri gibi iktidar sahipleri de bunu hayatlarının veya iktidarlarının baharında anlayabiliyorlar mı? İşte bu mühimdir.



Ziya Paşa, bizde bir tefekkür edebiyatı çığırını müjdeliyen şâir Rûhi’nin ve bu müjdeyi çığır haline koyan Nâbi ile Koca Ragıp Paşa'nın Tanzimat yıllarındaki ve Tanzimat atmosferi içindeki kuvvetli devamıdır. Fakat bir çok cepheleriyle yenidir ve yeniliği kuranlardandır. Bu nokta, Paşa’ya ait sözlerimi zamanımızdaki bir yenilik anlayışiyle bitirmemi zarurî kılıyor:

Hani Paşa unvanlarının kalktığı, yerine generâl denildiği günlerde bir kısım müfritler de tarihi değiştirmeğe kalkmışlardı.

Bu arada genç bir edebiyat hocası bir gün lisedeki son sınıfına girer.. O gün Ziya Paşa okunacaktır. Hoca ilk söz olarak talebesine der ki:

— Çocuklar şimdi sizinle Generâl Ziyâ’yı okuyacağız.



Bu cümle bizim yenilik anlayışımızın, Ziyâ Paşa devrinden bu yana, ne hedeflere vardığını gösterir.

20. 2. 1955

NİHAD SAMİ BANARLI
Taha Toros Arşivi, 517094

ŞİİRLERİ



ARKADAŞINIZA GÖNDERMEK İÇİN:





ŞİİR PARKI