Ziya Paşa, bütün Tanzimat yazarları gibi bizde büyük bir devri açan insanlardandır. Onlar çok
çalışkan, çok meseleli, o kadar ki meseleler içinde bunalmış kimselerdi. Çeşitli konularda o kadar gayretle ve hassasiyetle çalışırken aksayan tarafları olmuşsa, bunlar, onların büyük hamlelerine bağışlanacak pürüzlerdir. Hele "mukayeseli edebiyat" metodunun Avrupa’da bile ne kadar yeni olduğu düşünülürse, Ziya Paşa daha da masum görülebilir.

Fakat Ziya Paşa, aynı çağlarda:
"Milyonla çalan Mesned-i izzette ser-efrâz
Birkaç kuruşû mürtekibin câyı kürektir" gibi,
yahut:
"Onlar ki verir lâf ile dünyâya nizâmât
Bin türlü teseyyüb bulunur hanelerinde"
gibi her zaman, her yerde geçer akçe olabilecek, kuvvetli sözler söylemiş bir fikir sanatkârıdır.
Ziya Paşa için, gerçi büyük şâir demek kolay değildir. Şiir, esasen asırlar içinde çok nâdir
söylenmiş bir dil, ruh ve san’at cevheridir. Fakat Ziya Paşa gibi devrinin lisanına kuvvetle hâkim bir fikir adamı olmak, milletinin
lisanında atasözü değeri kazanan; dillerde hâfızalarda yer etmiş, fırsat düştükçe söylenir,
manzum nükteler, hikmetler yaratmak, ve bunun için lisanın türlü inceliklerinden kolayca faydayanabilmek de yine çok az sanatkâra nasip olmuş, bir büyük meziyettir.
Ziya Paşa’nın manzum hikmetler halinde söylediği beyitlerdeki fikirler çok kere yeni ve ibdâî değildir. Fakat değerli sanatkâr,
tarihin birçok kuvvetli fikirlerine
devrinin duyuş, görüş ve düşünüşü içinde yenî ve sağlam bir lisan vermek kudretini göstermiştir. Ata sözü haline gelmiş
beyitlerinin zengin bir demet halinde toplandığı meşhur Terkîb-i bend’inde sözler, çok defa bu
söylediğim özelliktedir. Bununla
beraber yazarın zaman zaman
aynı beyitlere gizli bir lirizm kattığı ve:
"Cânan gide, rindan dağala, mey ola rizan
Böyle gecenin hayr umulur mu seherinde?"
gibi, şiir iklimlerine yücelmiş hisli mısralar söylediği de vardır.
Tıpkı bunun gibi:
"En ummadığın keşf eder esrâr-ı derûnun
Sen herkesi kör, âlemi sersem mi sanırsın?"
tarzında dile gelmiş bir zekâ, târîz ve hücum beytinden sonra birden yumuşayarak,
aynı sitem lisanını:
"Bir gün gelecek sen de perişan olacaksın
Ey gonce bu cem’iyyeti her dem
mi sanırsın?"
şeklinde, güllerin, goncaların geçici ömürlerinden ve hazin bir sonuca varacak güzelliklerinden dem vurur bir söyleyişe yöneltmesi hayli güzel sürprizlerdir. Evet, vücut ve onun güzelliği nasıl olsa geçicidir. Ebedî olan ruhtur ve onun güzelliğidir. Dünya güzelleri gibi iktidar sahipleri de bunu hayatlarının
veya iktidarlarının baharında anlayabiliyorlar
mı? İşte bu mühimdir.

Ziya Paşa, bizde bir tefekkür edebiyatı çığırını müjdeliyen şâir Rûhi’nin ve bu müjdeyi çığır
haline koyan Nâbi ile Koca Ragıp Paşa'nın Tanzimat yıllarındaki ve Tanzimat atmosferi içindeki kuvvetli devamıdır. Fakat bir
çok cepheleriyle yenidir ve yeniliği kuranlardandır. Bu nokta, Paşa’ya ait sözlerimi zamanımızdaki bir yenilik anlayışiyle bitirmemi zarurî kılıyor:
Hani Paşa unvanlarının kalktığı, yerine generâl denildiği günlerde bir kısım müfritler de tarihi değiştirmeğe kalkmışlardı.
Bu arada genç bir edebiyat hocası bir gün lisedeki son sınıfına girer.. O gün Ziya Paşa okunacaktır. Hoca ilk söz olarak talebesine der ki:
— Çocuklar şimdi sizinle Generâl Ziyâ’yı okuyacağız.

Bu cümle bizim yenilik anlayışımızın, Ziyâ Paşa devrinden bu yana, ne hedeflere vardığını
gösterir.
20. 2. 1955
NİHAD SAMİ BANARLI
Taha Toros Arşivi, 517094

ŞİİRLERİ